-16-
HÜLASA - RÜŞTÜ ONUR
Ben ölsem be anacığım
Nem var ki sana kalacak
Ceketimi kasap alacak,
Pardösümü bakkal
Borcuma mahsuben.
Ya aşklarım,
Ya şiirlerim ne olacak
Ya sen ele güne karşı
Nasıl bakacaksın insan yüzüne
Hülasa anacığım;
Ne ambarda darım,
Ne evde karım var.
Çıplak doğurdun beni,
Çıplak gideceğim
GENÇ ÖLMEK -ERGİN GÜNÇE
Ay mıdır kar mıdır pencerede
Boğulmuş çocukları martılara taşıyan
Kara köpek karşı kıyıda uluyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Atları çayıra saldım diş kamaştıran erik ağaçları altına
Nisan toprağı kalbimde ağarıyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Şimdi bir kadın çay demlese
Bahçemdeki korkuluk nar ağacıdır
Erken ölmüş, iyi giydirilmiş
Sular soğuyor ovada duran ince gölgesinde
Büyük ateşler, kuytu köyler gibi
Alınlarına vişne çiçekleri yağan
O kızlar, delikanlılar ve lohusalar
Oyulmuş bir bebektirler ıhlamurdan
Kestane mangalları, masallar, talikalar
Ölüm alışsın artık bize
Bir dans gibi bahçemize gelsin
Gelsin otursun ılık minderimize
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Ay kar gibidir pencerede
UZAKTA ÖLEN İÇİN AĞIT - ERAY CANBERK
aklınızda mı uzakta ölümler olduğu
kaç kişi gitti dövüştü ve vuruldu
gelir mi gelmez mi kim bilir
kim bilir hangi uzak yaban ellerde
ya bir bozkır şehrinde bir akşam üstü kadar hüzünlü türkülerle
durmadan gider mi yoksa
kaçamaklar yaşanır biline biline
insan içinde taşır yangınını
günden güne gözleri bir başka adam olur
bir başka kadındır ayrı düştükçe sevilir günden güne
ve akşam dönerken vururlar kekliği
ceylanın tuzağa düştüğü an
ve yamaçları kar tutan bir şehrin tenhalığından
insan bir umut çıkarır gizli gizli
sonbra gurbetin tadı türkülerden bilinir
ve kara saplanır tirenler
bir dağın körfezine çekilmiş kuytu şehirden
yeniden bir başka gurbete gidilir
bir de uzaklarda ölümler olunca
gidip de dönmeyenler akla gelir
yollarla akşamlarla alaca karanlıklarla
araya giren dağlar hiç geçit mi verir
her şeyin tam kendi olduğu zamanda
anmak dururken yaşayan biri gibi
aklına düşürmüş de gurbete gideni
ağıt düzüyor uzakta ölenin anısına
1963-68
ÖMRÜMÜN MOR SAATLERİ-BÜLENT GÜLDAL
Kokusunu alınca
göç mevsiminin
can kuşu çırpınır
ten bahçesinde
fırtınalı pervazdan
savrulur ömür
giriverir usulca
kırların türküsüne
Köpüklere biner gider
sesler ve görüntüler
bir an da kesilir
aşka güller açtıran
kayaları aşındıran
taylarla yarışan
sımsıkı bacakların
özüne biçim aranır
patlamaya hazır gülden
Kokusu olurum yağmurun
kayadaki çiçeğin
utanırım okşandıkça
aşk merdiveni gibi
kendime kapanırım
nasıl patlar bir dünya
koparıldıkça anlarım
Ömrün mor saatlerinde
yeni öğrendiğim
ıssız türküde
biçim seçer özüme
sınırsız kımıltıdan
onarır kendini
yaşam ipliği
dantel olur gül dalına
yakama yapışan ölüm
Dize / Mayıs 2000
BİR ÖLÜNÜN ARKASINDAN -ZİYA OSMAN SABA
Ey ölü, az daha yaşatmak isterdim seni,
Habersiz bırakıp gittiğin evde.
Giysen hazır duran terliklerini,
Odalarda dolaşsan, öksürsen
Toplasan bu yaz da bahçende yemişleri,
Az daha ömür sürsen.
Gözlerimin önünde hep boyun bosun,
Nasıl girerdin şu kapıdan, memnun
Şu iskemleye otururdun.
Avuçlarımda, ılık, el sıkışın,
Bana bakışın...
Nasıl uzatırdın bana şu sürahiyi?
Seyrederdik uçan bulutları, geçen gemileri.
Nasıl son defa konuştun, son defa güldün?
Nasıl öldün?..
Nasıl öldü, Yarabbim, nasil öleceğiz?
Hangi sonsuz geceler, iklimler geçeceğiz,
Bundan sonra da bir gün aynı sofrada
Oturacak mıyız bir daha!..
AHRET - ZİYA OSMAN SABA
Bu garip dünyada ben yadırgadım yerimi...
Yıllardan sonra bir gün görüp çektiklerimi,
Tanrım, bir meleğine emredecek: -Yetişir!
Gözlerimi o saat sessiz kapayacağım.
Beni bekleyedursun artık ılık yatağım,
Bütün yorgunluğumu alacak bir teneşir
Bir yükü atmış gibi sırtımda bir hafiflik,
Oraya geçmek için aşacağım bir eşik.
Başım bir defa olsun dönmeyecek geriye.
Bir el gözlerimdeki perdeyi sıyıracak.
Onları bulacağım!.. Ve annem şaşıracak:
“Görmeyeli ne kadar büyümüş oğlum” diye.
ÖLÜM- ZÜLFİKAR YAPAR KALELİ
Ölüm kurtuluştur ölüm mutluluk
Alınları yere sürmektir ölüm
Muhabbete hicret etmek kutluluk
Güzün defterini dürmektir ölüm
Üstünlük takvayla kıymet işince
Gönüller gül açmaz ses gürleşince
Artıyla eksiler nötürleşince
Şekilden şekile girmektir ölüm
Dünyaya aşığın gözüyle bakmak
Bulutun üstünden abayı yakmak
Aşk ile gönülden gönüle akmak
Dünyadan öteyi görmektir ölüm
Gönlünü sevdaya pazar ederek
Nefsi yenik bitkin bizar ederek
Hakikat bağına nazar ederek
Dünyayı ayağa sermektir ölüm
Yufka yürek ile tatlı dil ile
Vakarlı hal ile gonca gül ile
Dünya metahını itip el ile
Köpek nefse öğüt vermektir ölüm
Marifet dost olup dostu güldürmek
Her aza'yı bin parçaya böldürmek
Şu yılan şu akrep nefsi öldürmek
Ölmeden ölüme ermektir ölüm
ÖLÜM ÇARKI - BÜLENT GÜLDAL
Karabük'de ocaklar yanar içimde
Tuzla'da vinçler hep başıma düşer
Yeri göğü yiyenler doymaz bir türlü
adını kader koyarlar işbilmezliğin
Cehenneme uzanan yoldur kuyular
kömür kokar gaz kokar ölüm kokar
Bir kısır devrandır döner ha döner
alt kata düşmandır üst kattakiler
Sıradan bir spordur iş kazaları
sırıtır durur varyemez kodamanlar
'Hep bana rab bana'cıların gözlerinde
bir ceylan sürüsüdür aş peşinde koşanlar
Ne de güzel kurmuşlar çatılarını
yasalarla yalanlarla ilâhi vaatlerle
Paraya tapanların tezgâhlarında
karınca dualarına sığınır ömrüm
Alınır elimizden yaşamın şaşmaz alfabesi
bize mahalle mektepleri onlara özel okullar
Feri çekilir gözlerin duyulmaz yürek tıpırtısı
Bürünür kara kaftanlara dertop olmuş yaşamlar
Ölüm madenlerinin ateşten birer kuşu
paslı tersanelerin kopan cıvatalarıyız
Bir değil binimiz bir an da ölüverse de
ucuz ah vahlara konu olur adımız
Bu işsizlik bu yoksulluk bu çaresizlik içinde
kapılarda meleşir sürüsüne bereket kuzular
Sakın aldanmayın kirli kürsülerin hıçkırıklarına
ölüm çarkı acımasızca dönecektir o kuzularla
(Kar Ed. Dergisi; Mys.-Hzrn.sayısı,2010)
MEZAR YAZISI - ALFRED DE MUSSET
A dostlar, öldüğüm zaman benim
Bir söğüt dikin mezarıma!
Ağlamaklı yapraklarını severim,
Soluk rengi de gider hoşuma;
Ve ağırlık etmez toprağına
Gölgesi yattığım yerin...
KİM BU YABANCI - JEAN COCTEAU
-Paul Eluard’ın ölüsü başında-
Kim bu mermerden yabancı
Ak döşeğe uzatılmış
Sanki yatak darağacı
Ayaklar asılı kalmış
Sanatına sığdırmak güç
Oyun bu bize ettiğin
Yalan, yüzün diye ürkünç
Bir kalıp koyup gittiğin
Demir maske kadar sende
Tuhaf durur bu mumdan yüz
Gövden bir bent ki önünde
Gelip dize varır deniz
Bu odada sanki biri
Bir karanlık işler görmüş
Düşten bir duvara sanki
Gölgeden merdiven kurmuş
Bir hırsızın işi bu iş
Ne ettiği bir bilinse
Öz yüzünü alıp gitmiş
Bir kopya koyup yerine
Ölüm, her diriye düşman
Çalmış ellerini bile
Bize taze pınarlardan
Can suyu getirir diye
Türkçesi: Hüseyin Demirhan
PAN ÖLDÜ - EZRA POUND
"Pan öldü.Yüce Pan öldü.
Ah! Eğin başlarınızı, siz kızlar hepiniz,
Ve ona çiçeklerden bir taç örün.
"Yaz gitmiş yapraklardan,
Sazlar da kurumuş belki,
Nasıl taç örebiliriz artık,
Nasıl toplarız çiçek demeti?"
"Dilim varmıyor, Sultanlar.
Ölüm hoyratın biriydi hep.
Dilim varmıyor, Sultanlar.
Ne sebep gösterecek ki
Alıp gitti Efendimizi
Böyle kuru bir mevsimde?"
Çeviri: Yaşar Anday - Melih Cevdet ANDAY
İLGİLİ İÇERİK
29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER
19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ
BAŞÖRTÜSÜ ve ÖRTÜNMEK İLE İLGİLİ ŞİİRLER