Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

12

İMAM CAFER KULLARIYIZ-ŞAH HATAİ

İmam Cafer kullarıyız
Sohbetimiz nihan olur
Ölmezden evvel ölüyüz
Cana vasl olan can olur

İmam kulları derilir
Yol erkan sohbet sürülür
Mahşer sorusu sorulur
Bunda âli divan olur

Bunda kibr ile kin olmaz
Hem sen olup hem ben olmaz

 

BİZ BU DÜNYADA BİR KUŞUZ-SEYYİT NİZAMOĞLU SEYFULLAH

Biz bu dünyada bir kuşuz
Her yana uçup gezeriz
Hakk’ın nimetlerinden yeyip
Suların içip gezeriz

Yolumuz üstünde bizim
Ecel derler bir tuzak var
Hiç ondan korkumuz yoktur
Kanatlar açıp gezeriz

Ön son yollarımız oğrar
Ol tuzağa bir gün bizim
Kurtulmağa derman yoktur
Yok yere kaçıp gezeriz

Üstümüzde avcı durmuş
Boğazlamak ister bizi
Yüzbin türlü fikirleri
Biz kesip biçip gezeriz

Seyyid Nizamoğlu eken
Bunda anda biçer derler
Gözümden kanlı yaşları
Anınçün saçıp gezeriz


ÖLÜM - TAMER DURAN

Ölüm…
Bir sessizlik
Ölüm…
Şekilden öteye hiç bir şey
Şekil…
Usta bir heykeltraşın
Hünerli ellerinden çıkmış
Muazzam bir eser
Eser ki bir anlatım
Eser ki bir kompozisyon
Eser ki bir anı bir mazi
Bir ifade, görüntü
Oysa ölüm…
Ölüm umutların yok oluşu
Ölüm sessizlik
Ölüm ifadesizlik
Yaşarken konuşan, düşünen
Yaşarken yürüyen, koşan
Soran, cevap veren
Bazen üzülen, bazen sevinen
Bazen gülen, bazen ağlayan
Oysa ölüm…
Ölüm cevapsızlık
Ölüm sonsuza dek yok oluş


ÖLÜME EĞİLMEK -AZİZ NESİN

Uyumaya değil
Rüyalarıma gidiyorum
Orada yaşayacağım isteğimce
Uyanıkken hiç yaşayamadığım
Hepsi de gençti güzeldi
Sevdim sevildim diye aldanarak
Son gördüğüm onlar olacak
Bunca yıldır sevgiye dayanamadığım
Ölüme değil
Sonsuzluğa gidiyorum
Orda dinleneceğim gönlümce
Yaşarken hiç mi hiç dinlenemediğim
Kalemim yine elimde
Kağıtlarım da önümde
Son uykusunda düşecek başım
Sağlığımda hiç eğmediğim

 

DOSTLAR BENİ HATIRLASIN -AŞIK VEYSEL

Ben giderim adım kalır,
Dostlar beni hatırlasın.
Düğün olur, bayram gelir,
Dostlar beni hatırlasın.

Can bedenden ayrılacak,
Tütmez baca, yanmaz ocak,
Selam olsun kucak kucak,
Dostlar beni hatırlasın.

Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş, kim gülecek
Murat yalan, ölüm gerçek,
Dostlar beni hatırlasın.

Gün ikindi akşam olur,
Gör ki başa neler gelir,
Veysel gider, adı kalır
Dostlar beni hatırlasın


KARA TOPRAK -AŞIK VEYSEL

Dost dost diye nicesine sarıldım.
Benim sadık yarim kara topraktır.
beyhude dolandım, boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır.

Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü istediğim topraktan aldım
Benim sadık yarim kara topraktır

Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi
Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi
Kazma ile dövmeyince kıt verdi
Benim sadık yarim kara topraktır

Adem'den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve bitirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yarim kara toopraktır.

Karnın yardım kazmayınan, belinen
Yüzün yırttım tırnağınan, elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yarim kara topraktır

İşkence yaptıkça bana gülerdi
bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi
Benim sadık yarim kara topraktır.

Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yarim kara topraktır.

Bir dileğin varsa iste Allah'tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan
Benim sadık yarim kara topraktır.

Hakikat istersen açık bir nokta
Allah kula yakın, kul da Allah'a
Hakkın gizli hazinesi toprakta
Benim sadık yarim kara topraktır.

Bütün kusurumu toprak gizliyor
Melhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yarim kara topraktır.

Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel'i bağrına basar
Benim sadık yarim kara topraktır.


BEYAZ BİR GEMİDİR ÖLÜM -BEHÇET AYSAN

sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde olurum

kötü geçen bir güzü
ve umutsuz bir aşkı anlatan

rüzgarla savrulan
kağıt parçalarına
yazılmış

dağıtılmamış
bildiriler gibi

uzun bir yolculuğa hazırlanan
yalnız bir yolculuğa.

çünkü beyaz bir gemidir ölüm

siyah denizlerin hep
çağırdığı

batık bir gemi

sönmüş yıldızlar gibidir

yitik adreslere benzer
ölüm

yanık otlar gibi.

Sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde
ölürüm.


ÖLÜRSEM… -MARİNA TSVETAYEVA
(Rusya, 1892 – 1944)

Ölürsem, iki kızıltıda ölürüm! Biri ve öbürü,
ikisi bir yahut – ısmarlanmaz!
Çerağımın gerçeklense, ah, iki kez sönümü!
Bir akşam kızıltısında ve bir de sabah!

Geçti raks yürüyüşüyle yeryüzünden!- Göğün kızı!
Eteği güllerle dolu! – Goncanın incitmemiş zerresini!
Ölürsem, iki kızıltıda ölürüm! – Salmaz Tanrı
Benim kuğu ruhum üzerine şahin gecesini!

Narin elimde henüz and içilmemiş bir haçla,
Ayrılış esenlemesiyle cömert göğe doğru atılırım.
Kızıltının çatlağı – ve yanıtlayan gülümseyişin çatla…
Son soluğumun hırıltısında ben şair kalırım!
Türkçesi: Azer Yaran

 


KİM BU YABANCI -JEAN COCTEAU

(Fransa, 1892 – 1963)

………………-Paul Eluard’ın ölüsü başında-
Kim bu mermerden yabancı
Ak döşeğe uzatılmış
Sanki yatak darağacı
Ayaklar asılı kalmış
Sanatına sığdırmak güç
Oyun bu bize ettiğin
Yalan, yüzün diye ürkünç
Bir kalıp koyup gittiğin
Demir maske kadar sende
Tuhaf durur bu mumdan yüz
Gövden bir bent ki önünde
Gelip dize varır deniz
Bu odada sanki biri
Bir karanlık işler görmüş
Düşten bir duvara sanki
Gölgeden merdiven kurmuş
Bir hırsızın işi bu iş
Ne ettiği bir bilinse
Öz yüzünü al›p gitmiş
Bir kopya koyup yerine
Ölüm, her diriye düşman
Çalmış ellerini bile
Bize taze pınarlardan
Can suyu getirir diye


Türkçesi: Hüseyin Demirhan

 

ÖLÜMÜN BIYIKLI RESMİ - AHMET OKTAY


Bilmiyor Rembrandt daha,
yalnız peynirden
ve akarsulardan konuşuyor
değirmenci Felemenk;
nice acılar süzdü paletinden
Paris yollarına düştü ama
henüz Van Gogh da çırak.
Cesaretin bebeklikten başladı,
boya dediğin zaten
tüfek gibi kullanılır
haylazlığa, şuna buna karşı.
İki tur danstan sonra
alnın alnından öperdi ustan Picasso
masmaviye kesince
birazdan bu kırk yıllık kavak.
Boş ver ılımanlığa falan
nasılsa vaktin var coğrafyaya
kışın da gitmesin leykekler
oturt bakalım bacanın üstüne,
kar da yandan çarklı yağsın:
bir muştu gibi dinleyelim
damlara, koyaklara inen sesini.
İmzanı at, portakalını ye,
böyle yapılır sevinç resmi.
-Sevinç nedir baba?
Çarşıdan döndüm nar ayıklıyorum sana
parmaklarım uçtu uçacak,
diyelim günlerden Pazar
ütünün kordonunu onardım
boyadım mutfaktaki dolabı,
ellerimin sevinci de bunlar.
Dişlerinin sevinci bitmez saymakla,
kavun-karpuz toprakçıldır
su içerken omzuna dayar testiyi
mendil bağlar başına;
canerik mayhoşluğun birimi
fındık eşkiya gibi bastırır da
Haziran vermez geçit.
Vermez hüznünden kimselere
gün sayar, yol izler
arkadaşım Balaban Cerit.
Öyle sevinecek ki
dönünce babası mapustan
bir mimoza olup fışkıracak
duvarlardan, bahçelerden, parklardan
sana anlattığı ölü martı.
− Ölüm nedir baba?
Durmuştuk bir çeşme başında
inerken Mut’a doğru
− Ölüm nedir baba?
ölüm nedir peki?
Ah!
Bıyıkları yeni terlemiş bir ağbi.
Ahmet Oktay

 

ÖLÜM HAKKINDA KISA ŞİİRLER

 

SUYA SU DEMEK -ŞÜKRÜ ERBAŞ

Bu da oldu
Gök bahçesinde boğuldum.
Işık içimde kaldı
Bildiklerimden soğudum.
Söz her şeydi
Yalnızlıktır unuttuğum.
Bir tel saç imiş
Yirmi dokuz harf çarpıldığım.

 


ÜŞÜR ÖLÜM BİLE – ÜLKÜ TAMER

Bir ormanda tutup onu
Bağladılar ağaca
Yumdu sanki uyur gibi
Gözlerini usulca...

Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz
..........
..........

BABASI UZAKTA ÖLDÜ -GÜLTEN AKIN

Uzaktım uzattım ertelendi görüşlerim
Kendi kendine ölüm kendi kendine tören
Silinen bir kızmışım aslında
Adamın ve babamın defterinden

 

ÖĞÜT- ÖZDEMİR ASAF

Ölenleri unutma
Ama
Yaşayan var ise
Onu sev
Sev ama

 

BİLDİRİ

bizler savaş ölüleriyiz,
Bundan böyle karşı karşıya değiliz,
Bildiririz.
ÖZDEMİR ASAF

 

ÖLÜM
Maviyi anlarsın.
Denizi anlarsın,
Mavi denizi
Zor anlarsın...

ÇAN-ÖZDEMİR ASAF
Çocukların her gün yaşam günüdür;
Doğum günü yaşlıların hüznüdür.

 

ÖLÜM GÜZEL ŞEY-NECİP FAZIL KISAKÜREK

Ölüm güzel şey budur perde arkasından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber

Necip Fazıl Kısakürek

 

EDİP CANSEVER -CEMAL SÜREYA

Yeşil ipek gömleğinin yakası
Büyük zamana düşer.

Her şeyin fazlası zararlıdır ya,
Fazla şiirden öldü Edip Cansever.

 

ÖLÜM- CEMAL SÜREYA
Ölüm geliyor aklıma birden ölüm
Bir ağacın gövdesine sarılıyorum.

 

ÜSTÜ KALSIN- CEMAL SÜREYA
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir..
Üstü kalsın.

Bu içeriğin hazırlanmasında Simge dergisinin ÖLÜM sayısından ve internet sitelerinden yararlanılmıştır.

 

 

BİR ÖLÜNÜN MEKTUBU - YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Hazret-i Süleyman’a bile kalmadı dünya 
Baki olan bir tek Allah 
Bütün günahları size bırakıp 
Ölmüşüz elhamdülillah 
Kaygumuz yok bizim yiyip içmekten 
Üstümüz başımız temiz. 
Bir şey yediğimiz yok ki zaten 
Oruçluyuz hepimiz. 
Gün aşırı Kabristana bir ölü getirirler 
Kalkıp “hoş geldin” deriz. 
Canimiz sıkılırsa geceleri uzayıp 
Akan yıldızları seyrederiz. 
Oyuncaksız, salıncaksız küçük ölüler 
Yeni arkadaşlar tanır. 
Kimse ağlayamaz ki zaten burada 
Büyük ölülerden utanır. 
“Öldük de kurtulduk Allah’a şükür” 
Bir ölü arkadaş hep böyle söyler. 
Bize yanmak bilmem nenize gerek 
Kendi halinize ağlayın siz diriler… 
Hem sonra neye ağlarsınız bilmem 
Elinizle sardınız, elinizle yutunuz. 
Kiblegâha yönelen kabrimizde 
Öylesine mes’uduz. 
Bu mektubu size yazdığım için 
Kızacaklar: -Dilin durmaz ki diyecekler 
Ölürken çenemin unutkanlıktan 
Bağlanmadığını nereden bilecekler? 
Hepsinin cani sıkılacak muhakkak 
Zebaniye deseler olmaz. 
Hoş işin sonunda ölüm yok ama 
Yine de korkarlar biraz…

 

GELİN KIZIN ÖLÜMÜ- YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Bir gelin gömdüler telli duvaklı 
İnsan bakmaya kıyamaz. 
Garipçe yatar kabrinde gözleri ağlamaklı 
Elleri beyaz beyaz… 
Yaslı bir ölü dedi ki; -Sakin kabrinde, 
Dikenli otlar bitmesin… 
Âdettendir teker teker nöbet bekleyin her gece 
Baykuşlar gelip ötmesin… 
Asırlık ölüler kalkar kabrinden 
Sevaptır kızcağızın garip gönlünü avutur, 
Gülünç gülünç fıkralar, masallar anlatırlar 
Gelincik öldüğünü çoktan unutur… 
Bir ömrü ikiye bölmüşüz gayrı 
Baza öylesine mesut, öylesine derbederiz 
Kimselere zararımız yok bizim 
Kendi halimizce yaşar gideriz… 
Yalnızlık öylesine işlemiş içimize 
Anadan, babadan yardan uzağız. 
Hani bir küçücük ölü: “Ah anneciğim” dese 
Kalkıp hüngür hüngür ağlayacağız… 
Bilmezsiniz siz diriler, lacivert gecelerde 
Yıldızlarla göz gözeyiz. 
Böyle geçer günlerimiz, her ne hal ise 
Biz ölüler biz bizeyiz.

 

İLGİLİ İÇERİK

YAVUZ BÜLENT BAKİLER ŞİİRLERİ

ŞİİRLER

YAVUZ BÜLENT BAKİLER

 

ÖLÜLER - ZİYA OSMAN SABA

Ölüler, ölüler nerelerdesiniz?
Ölüler, bir bilinmez yerdesiniz.
Artık gündüzleriniz gece,
Bütün günleriniz: dün.
Artık her sözünüz sükût,
Her işaretiniz gizli.
Tutuyoruz nasihatlerinizi...
Ölüler, ölüler her yerdesiniz!
Ne zaman aynaya baksam,
Görünüveriyor babam...
Bahçem, odam, sofam,
Nereye geçsem, nereye çıksam;
Hatıram!
Her yerde sizden bir eser.
Gökyüzünde bir bulut
Bıraktığınız sesler
Yakın güneşe, aya.
Dokunabilsem oraya,
Kiminiz konuşacak,
Kiminiz gülecek,
Eski günler gelecek.
Ölüler bilebilsem gittiğiniz yeri,
Ruhum, muradına erecek;
Annem döşeğimi serecek,
Toprağınız toprağım,
Aranızda yatacağım.

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

ZİYA OSMAN SABA ŞİİRLERİ

 

ÖLÜM HAYATI  KUŞATALI BERİ –İSMAİL UYAROĞLU

Kül yağıyor gökten
Kül renginde güneş
İki şey örtüyor kırları
Kül ve leş
 
Neye uzatsam elimi dağılıyor
Bütün eşyalarda ölümün tozu
Aynı anda yakıyor genizleri
Öfkenin ve göz yaşının tuzu
 
Kimi kanla besleniyor kelimelerin
Kimi kelimeler paslı
Ne kadar kafiyesi varsa hayatın
Hepsi de ölümle cinaslı
 
Ve ölüm hayatı kuşatalı beri
İki şey yan yana gelişiyor evlerde
Babalar bıçak biliyor
Analar yaslı

ÖLÜMÜM BAHAR OLSA - ADNAN YÜCEL

Öfkelerim kadar küçük bu gece çığlığı
Düşlerim kadar büyük
Duygularım kadar karmaşık nasıl anlatsam
Çıksam şimdi çöl suskunu sokaklara
Dallara yürüyen sular gibi çıldırsam
Baharı muştulamak adına kapılar çalsam
Hangi ana böler ki uykuların
Özgürlüğü yeryüzüne bayrak yapsam

Hiç mi hiç sevmiyorum yorgun yağmurları
Ne kırları çıldırtıyor ne dağları
Yağdı mı Toroslarca yağmalı yağmur
Seller coşturup barajlar taşırmalı
Bir yudum su demekten aciz yürekler
Ya ses verip haykırmalı ya boğulmalı

Ey ateşe sürülmüş ölümler ülkesi
Ufuk çizgilerinde silikleşen anılar
Kutsal soygunlar yasal vurgunlar
Çöplük kumbaralarda biriken çocuklar
Hiçbir dilden
Hiçbir sözcük yetmiyor anlatmaya bu akşam

Kuş kanadında bir bulut mu yalnızlık
Belirsiz bir hüzün çiseliyor yine
Düş yorgunu kirpiklerden akşam üstüne

Kaya çatlağında köknar çılgınlığı benimki
Kıraçlara kahreden tohum dargınlığı
Yağmursuz gülmeyi bilmiyor ki kuraklık
Beynimi yüreğime nasıl haykırsam bu akşam
Bu akşam hiç yaşamamış olsam
Bir badem çiçeği sürsem şimdi namluya
Beynime sıksam
Ölümüm bahar olsa nasıl anlaşılsam

BEYAZ BULULAR ALTINDA -BAHATTİN KARAKOÇ

Açmayın yüzünü ölünün
O üstünde yatıyor şimdi
Vakitsiz solmuş gülünün

Ağlatmayın kızını ölünün
Melekler kalıbını alıyor şimdi
Kanatları yolunmuş dilinin

Silmeyin izini ölünün
Melekler kalıbını alıyor şimdi
Üstüne serilecek halının

Çalmayın sazını ölünün
O bütün notaları unuttu şimdi
Tılsımı bozuldu elinin

İri kanatlı kuşlar götürdü yazını ölünün
O sonsuza bakan bir başak gibi
Kilidi sökülmüş yolunun



ÖLÜM ŞARKISI-CEVDET KUDRET SOLOK

Ölmüşüm… Yanımda hiç kimseler yok;
Vücudum, soğumuş bir yataktadır,
Ruhum, karanlıkta kaybolan çocuk
Gibi başucunda ağlamaktadır.

Artık her şeylerim uzaklaşıyor,
Beni bırakıyor elbiselerim;
Ayağım başından ayrı yaşıyor,
Alnımın terini duymuyor derim.

Kulağım sesleri duyarmış gibi,
Boşluğun içinde açılmış kalmış;
Arkasında hâlâ göz varmış gibi
Gördüğüm bir derin hayale dalmış.

Elimle yüzüme dokunabilsem
Besbelli yüzümü tanımaz elim;
Hangi yana, hangi yana çevrilsem
Eşyama, kendime sahip değilim.

Ah bakın! Bir çile iplik halinde
Boşluklara doğru süzülüyorum
Dünyanın en tatlı geldiği günde
Bu ben öbür benden süzülüyorum.

VII

Rüzgar değmez oldu artık yüzüme,
Gün ışığı kapıma boş yere gelir;
Kötü bir düş gibi dolar gözüme,
Bu toprak bana dağ, size tepedir!

Toprak yukarda, gül, aşağıda yılan!
Elimde kelepçe, gözümde burgu!
Toprak, kemiğimden etimi soyan
Hırsız, kanlı katil, kefen soyucu!

Bütün uzuvlarım bana darılmış,
Kulağım unutmuş artık sesimi;
Hepsi ayrı ayrı hayale dalmış,
Bu omuz, bu ayak bu el benim mi?

Girdiğim çukurdan iki facia:
Burda karınca dev, insan noktadır;
Toprağın altında bir zaman daha,
Tırnaklar ve saçlar uzamaktadır!

Ölüler, ölüler, koşun imdada!
Ölüler, sizin en yoksulunuzum!
Ölüler, koşun ki öbür dünyada
Topraktan bir sema ile mahpusum!

Yağmur çisil çisil üstüme yağar.
Tabiat kardeşim yasıma ortak;
Şehrin üzerinde uçan bulutlar
Serviler ucunda sallanan bayrak!


Şimdi sonu gelmez maviliklerde
Yağmurlar ruhumu yıkamaktadır;
Tenimin ruhumdan koptuğu yerde
Bir gizli facia kanamaktadır.

Acımı duyamaz oldu kimseler
Bana bir tahammül ver “aklıselim”;
İnsanlardan ayrı kaldığım yeter,
Yetişir onları göremediğim!

Yetişir yetişir yalnız yaşamak,
Kimselere görmeden her yeri görmek;
Yokluğu içimde her an taşımak,
Ziyayı işitmek, sesleri görmek…

Usandım buluttan, aydan, yıldızdan;
Elverir yürümek samanyolunda;
Usandım elinden ey dipsiz zaman,
Ey sema, ey sonu gelmiyen kıta!

Ağaçlar, özledim serin ve asil
Gölgeniz altında uyuklamayı;
Artık böyle her gün yakından değil,
Uzaktan görmeyi özledim ayı.

Ey dünya, cazibe kuvvetin nerde?
Artık beni kurtar semadan kurtar;
Sar beni sarmaşık, çek beni dere,
Bana elinizi verin ağaçlar!

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER

SON EKLENENLER

Üye Girişi