Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

NAAT ÖRNEK ŞİİRLER

  1. NAAT-ARİF NİHAT ASYA  
  2. NAAT -2-ARİF NİHAT ASYA   
  3. GÜL KASİDESİ - ZAFER IŞIK    
  4. NAAT - SEYYİT NURFETHİ ERKAN    
  5. NAAT - İSMET ÖZEL                                                       SAYFA:1/ 01-10                                      
  6. NAAT-I MUHAMMEDİ- İBRAHİM SAĞIR    
  7. KRİZ ZAMANINDA NAAT - LALE MÜLDÜR    
  8. YAĞMUR – NURULLAH GENÇ    
  9. GEL - OSMAN SARI    
  10. NAT –ŞÜKRÜ KARACA
  11. KÂİNATIN EFENDİSİNE –MEHMET RAGIP KARCI    
  12. SEVGİLİ-İSKENDER PALA    
  13. GEL EY!..- PROF. DR. İSKENDER PALA    
  14. SELAM SANA NAZLI NEBİ- DURSUN ALİ ERZİNCANLI    
  15. SEVGİLİ- DURSUN ALİ ERZİNCANLI                                   SAYFA:2/ 11-20    
  16. KÜÇÜK NA'T-SEZAİ KARAKOÇ    
  17. NAAT-TURGUT UYAR    
  18. NAAT –ZİYA PAŞA    
  19. YANDIM YA RESULALLAH (GÖNÜL HUN OLDU) - YAMAN DEDE...    
  20. NA'T –NABİ    
  21. MÜSEDDES -ŞEYH  GALİP    
  22. SU KASİDESİ-FUZULİ    
  23. EFENDİM - MUSTAFA NECATİ BURSALI    
  24. DUY BENİ, GÖR BENİ EY YÂR- ZAFER ŞIK    
  25. SELAM GÖTÜR- MUSTAFA NECATİ BURSALI                SAYFA:3/ 21-30    
  26. EY SEVGİLİ -  YASİN ONAT    
  27. YERYÜZÜNE İNEN NUR    
  28. YETİŞ EFENDİM- ÖMER EKİNCİ MİCİNGİRT    
  29. EFENDİM- CEMÂL SÂFİ    
  30. SENİN ÜSTÜNE- CEMAL SÂFİ    
  31. NECİT ÇÖLLERİNDE-MEHMET AKİF ERSOY    
  32. EY RESUL - SEHER ORTAÖNER    
  33. SELAM SANA NUR-U DİLARA- HALİT ÖZDÜZEN    
  34. YA RESULALLAH- MUSA AYDIN    
  35. SEVDİM SENİZ - H.BASRİ CANTAY                            SAYFA:4/ 31-40   
  36. EY ALEMDAR-I RESUL EY YAR-I FAHRUL-MERSELİN -BAHTİ (I. AHMED)

 

SAYFA:1/ 01-10

01-NAAT-ARİF NİHAT ASYA

Seccaden kumlardı…
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı.
Mescit mü’min, minber mü’min…
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere âmin…

Ne mübarek geceler dualarımız
Geri gelmeyen dualardı.
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı.
Kapına gelenler, yâ Muhammed,
-Uzaktan yakından-
Mü’min döndüler kapından.

Besmele ekmeğimizin bereketiydi
İki dünyada aziz ümmet,
Muhammet ümmetiydi.

Konsun yine pervazlara, güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatihalar, Yasinler!

Şimdi seni ananlar
Anıyor ağlar gibi…
Ey yetimler yetimi,
Ey garibler garibi!
Düşkünlerin kanadıydın
Yoksulların sahibi;
Nerde kaldın ey resûl, nerde kaldın ey nebi?

Günler ne günlerdi yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı!
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı…
Ve bir gün ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Ayşe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği.

Göklerin resûlüydün…
Elçi geldin, elçiler gönderdin.
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim yâ Muhammed?

Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebû Leheb öldü.”diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıtalar dolaşıyor.

Neler duydu şu cihanda
Mevlid’ine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi ey nebi,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık yolunu bilmiyor,
Artık yolunu unuttu ayaklarımız.

Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştı yâ Muhammed
Bugünkü kadar!

Hased gururla savaşta,
Gurur Kaf dağında derebeyi…
Onu da yaralarlar kanadından
Gelse bir şefkat meleği…
İyiliğin türbesine,
Türbedar oldu iyi.
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdemoğullarına!

Şu gördüğün duvarlar ki,
Kimi Taif’tir, kimi Hayber’dir…
Fethedemedik, yâ Muhammed
Senelerdir…

Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi…
Bahçemde en güzel dal
Unuttu yemiş vermeyi…

Günahın kursağında,
Haramların peteği…
Bayram yaptı yabanlar;
Semâve’yi boşaltıp,
Sâre’yi dolduranlar…
Atını hendekten bir atlayışta
Aşırdı aşıranlar…
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selmanlar!

Gözleri perdeleyen toprak
Yüzlere serptiğin topraktı…
Yere dökülmeyecekti ey nebi
Yabanların gözünde kalacaktı!

Konsun yine pervazlara, güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatihalar, Yasinler!

Ne oldu ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı ey yol?
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar, taşlar
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar!

Uçsuz bucaksız çöllerde
Yine izler gelenlerin,
Yollar, gideceklerindir.

Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil,
Peygamberlerindir, meleklerindir…
Örümcek ne havada
Ne suda, ne yerdeydi;
Hakk’ı görmeyen
Gözlerdeydi.
Şu kuytu cinlerin mi;
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva ki bilinmez
Kuşları Hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?
Kuşlarını bir sabah
Medine’ye uçurdu mu?
Ey Ebrâ’da yatan ölü,
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hatıran uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!

Dinleyene hâlâ
Çöller ses verir;
Yaleyi susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhut
Kaside söyler Bedir.
Sen de bir hac günü,
Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir.
Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü
Destan yap ey şehir!

Ebû Bekir’de nur, Osman’da nurlar…
Kureyş uluları, karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;
Ali’nin önünde kapılar açılır;
Ali’nin önünde eğilir sular.
Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de,
Hakk’ın yiğitleri şehit olurlar.
Bir mutlu günde ki ölüm tatlıydı,
Yerde kalmazdı ruh… Kanatlıydı.

Konsun yine pervazlara, güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatihalar, Yasinler!

Vicdanlar sakat çıkmadan,
Yâ Muhammed yarına;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel,
Âdemoğullarına!
Yüreklerden taşsın
Yine imanlar!
Itrî bestelesin tekbirini
Evliyâ okusun Kur’anlar!
Ve Kur’an’ı göz nuruyla çoğaltsın,
Kayışzâde Osmanlar.
Natını Gâlip yazsın,
Mevlid’ini Süleymanlar.
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle,
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın hakikat niyetine,
Cenaze namazı kıldıranlar!

Gel ey Muhammed, bahardır…
Dudaklar ardında saklı,
Âminlerimiz vardır…
Hacdan döner gibi gel,
Mirac’dan iner gibi gel,
Bekliyoruz yıllardır!

Bulutlar kanat rüzgâr kanat;
Hızır kanat, Cibril kanat;
Yapraklar kanat…

Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler kat kat!
Göllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden yanık
Türküler yapan kızlar,
Sancağımı saçlarıyla dokusun;
Bilal-i Habeşî sustuysa
Ezanlarını Dâvûd okusun!

Konsun yine pervazlara, güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatihalar, Yasinler




NAAT -2-ARİF NİHAT ASYA

Sıkıntılarla bunaldıkça rûhumuz şurda,
Salevât'ıyla rûha meltem olan;

Gönülde ma'bede
Adı "Allah" adiyle tev'em olan;

Gökte Âdem'den önce halkedilen
Ve inip enbiyâya hâtem olan;

Oradan âşinası Havvâ'nın,
Oradan âşinâ-yı Âdem olan;

Sonra hurremliğiyle ümmetinin
İki dünyâda şâd ü hürrem olan...

Sen ki ümmî kalansın ömrünce
Gökten "İkra.!" sesiyle mülhem olan;

Arş-ı A'lâ'da-bir gönül gecesi-
Hak'la sır-ı visâle mahrem olan;

Diyen demişti ki:"İnsanlar ahsen-i takvîm!"
Demekteyiz sana biz:"Zübde-i dü âlem olan!"

Burda doğmuş son âşinâ sensin...
Kudûmu müjde bizimçin,üfûlü mâtem olan;

Şefâat et-kereminden Nihâd'a ey rüsül-i
Kirâm içinde-müsellem-Resûl-i Ekrem olan!




GÜL KASİDESİ - ZAFER IŞIK

Bir damla düşer toprağa bak hâresi güldür
Pervâne döner harda fakat, çâresi güldür

Bülbül, sana yâr olmak için nârlara düştü
Dâim yakışan hep sana, bir kırmızı güldür.

Dünyâ ki harâp olsa yeter gûl-i Muhammed (s.a.v)
Billûr dudağından dökülen her sözü güldür.

Kim derse eğer, nerde alâmet bize O’ndan?
Baksın hele dünyâya da her gördüğü güldür.

Hem kan tükürenlerle zaman kardeş olunca
Şâhid sana, ardında bu çöl kumları güldür.

Sensiz bu mekânlar karadır, darmadağındır
Dünyâdaki tüm renklerin en kutsalı güldür.

Aşk sende bulur kendini, yurdun ki gülistân
Âlemleri aydınlatacak gözyaşı güldür.

Ey gül! Yok olur yokluk eğer sen var olunca
Cân buldu cihân, âb-ı hayât varlığı güldür.

Taştan taşa çarpıp su, gülistâna akar hep,
Fermân tanımaz kalplere, aşk âteşi güldür.

Sen, yağmur olup sîneye şefkat bırakırsın,
Aşk bahçesinin sâhibi sen, sunduğu güldür.

Çağlar kapanır gitme, kıyâmet kapımızda
Ey yâr! Gidişin gurbet olur, vuslatı güldür.

Ardında hüzünler bırakıp gitme efendim
Efsûn mu değil, bizde karanlık sızı güldür.

Güller küle râm oldu firâkınla, bizi güldür
Bu âteş-i aşkın, gece yıldızları güldür.

Gül yüzlüyü yazmakla biter sancılı günler
Sevdâların en kutsalı kalplerdeki güldür.

Tarife ne hacet gülü, meydanda bütün gün
İnsanlığı kurtarmak için sunduğu güldür.



NAAT - SEYYİT NURFETHİ ERKAN

1-En Göklü Dünya Yetimi
gök imrenir, yıldızlar kıskanır kum tanelerini
yürürken öpmek için kademin
kimi şanslı köleler sırasına girebilmek için
yerin altından fışkırmaya bir yol arar
hükümdar denilen eski dünya tacirleri
 
esen rüzgara meftun kuru dallar, değebilmek adına
kırılır, anılmak arzusuyla, budanan nice başlar arasında
uzattı, uzatır boynunu bendelerin
üzengi olası Ref Refe insan sınıfında
 
ey göklü dünya Yetimi
kesilirken yer yüzünün en asil arzularından
neydi gereği
babasız doğup, çabuk alınmak ana kucağından
kıskanan Kimdi seni, en masum çocuk hazları ve sevilmek çabasından
insandan maksat mürüvvetse eğer
kim çıkar tartıya, üstünden bulut eksilmeyen bu çocukla
bulut mu!
yere gölge, göğe balkon
melekler görmek için dizilirken bakış ufkunda
müjdesi tuttu,
korku salındı düşmanlar safına
 
en göklü dünya yetimi,
Mesih'in muştusu, Halil'in dileği
gölgen süslerken geçtiğin beldeleri
taşlardan değil, nazarlarından sakınırdı Seni,
ürperirdi melekut,
anılırken adın incitmesin diye izzetini
 
Ahmed,
ki! güzel elbet, fakat ziyade Şirin
sensiz ne gerek….
ne gerek bize dünya
ne gerek bu âlem feleği
2-Çarşı'nın Soylu Efendisi
 
bilsek de söylesek!
ey Çarşı'nın Soylu Efendisi
neydi Sana terk ettiren Hatice'nin evini,
hurma bahçelerinin gölgelikleri,
hanelerin sıcak döşeklerini unutturan neydi
sofra başının tatlı sohbetlerinden,
tanıdık yüzlerin tesellisinden alıp,
dağı taşı tercih ettiren sırrı…
 
bilsek de söylesek!
altının, ipeğin gülen yüzünden
bakışların imrenen sevecenliğinden
kuytu inlere çeken çilenin ne olduğunu… bir bilebilsek
neden baktırmadı,
alıcı değil uman bir gözle daha,
düşman değil, dost yüzlerin nazarına
 
duysak da söylesek!
hiç tanıdık olmayan kelimeyi, biz beşer sırasındakilerin hatırında
her günkü gibi selamlaşırken dağlar, taşlar ve bulutlarla
musafaha ettiren göğü bürüyen kanatlarla
sussak da işitsek, örtüye büründüren emri
mümkün değil ancak
görebilseydik,
sadrını açan Eli
bir tadabilseydik,
nedir sancı
muhtaç bırakmayan kimsecikleri,
artakalan hiçbir sözün hitabına
 
 

5-NAAT - İSMET ÖZEL

Kimseden bir işaret gelmeyecek
bir melek kimsenin alnını sıvazlamasa
söylemez kimse size dünyadaki ömrü boyunca
hiç bir insana yan bakışı olmayan kimdi
kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile
öğretmek için cephe nedir
kıyam etti
torunu kucağında
dönünce bütün gövdesiyle döndü
bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda
bir bilinebilseydi
nedir veçhe.
 
dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!
sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden
omzunuzdan vaveylâ heybesini atın
boşa çıksın reislerin, kâhinlerin, şairlerin kuvveti
güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın
neydi söğüt gölgesinde gülümsemek
ağız dolusu gülmeden taşlıkta.
 

NAAT-I MUHAMMEDİ- İBRAHİM SAĞIR

Bismillâh diyerek girelim söze,
Vasfını anlatmak zor, Resulallah.
Yaradan kolaylık getirsin öze,
Aşkındır içimde nâr, Resulallah.

Doğuşundan önce belirdi izler,
Çözüldü göklerde sır, Resulallah.
Sedef-i Âmine bir inci gizler,
Alnında şavkıyan nur, Resulallah.

Teşrifine hazır Hacer-ül Esvet,
Kâbe’nin her yanı kir, Resulallah.
Meydanlar, mekânlar serâpâ kasvet,
Vicdanlar sevgiye kör, Resulallah.

Beşeriyet şirkin menhus ağında,
Küfrün en karanlık zulüm çağında,
Risâlet nurunun doğma vaktidir.

Mekke sokakları emsiz, emansız,
Geçmiyordu bir gün savaşsız, kansız,
Nifak yılanını boğma vaktidir.

Kâbe niyazdadır, günleri sayar,
Putlardan muzdarip, putlardan bîzar,
Mâverâ’dan rahmet yağma vaktidir.

Hırâ’nın hasreti bitmek üzere,
Cehaletin hükmü gitmek üzere,
Saâdet çağının ağma vaktidir.

Hakk katından emir tüm meleklere,
Muştular yayılsın göklere, yere,
Melekût’un arza sığma vaktidir.

Musâ’nın, İsâ’nın haber verdiği,
“Ahir Zaman Peygamberi” dediği.

Tevhit sarayının Fahri Medârı,
Hallâk-ı âlemin ezeli yârı.

Tefekkür ufkunun şems-i tâbânı,
Cennet ikliminin has gülistânı.

Kutlu bir gecede geldi cihâna,
Melekler muştular saldı her yana.

Arş kapısı aralandı o gece,
Tecelliler sıralandı o gece.

Yıldızlar yaklaştı iyice yere,
Felekler mestâne, cezbe üzere.

Saray-ı Kisrâ’da çöktü sütûnlar,
Ateş gede Mâbedinde söndü nâr.

Sava Gölü içip, yuttu suyunu,
Tarihler açıkça yazdılar bunu.

Kalem âciz, söz yetersiz Ey Nebi,
Var edenin ezel – ebet Habibi.

Gelişinle dindi ahlar, eninler,
Kavuştu huzura insanlar, cinler.

Bir bulut üstüne gölge ederdi,
Nereye gidersen o da giderdi.

Yolunu beklerdi Rahip Bahîrâ,
Aşkınla yanardı gizlice Hıra.

Ukaz’da binlerce hazır şahide,
Senden haber verdi Kuss Bin Saide.

Ey tebliğ-i Kur’an, Mürşidi Îman,
İns-i Cinn’e Nebi, Hâlik’a bürhan.

Sebebi kâinat, sâhib-ül mîraç,
Ezeli ebede bağlayan siraç.

Sebepler mülkünün cennet şafağı,
Seninle başladı saâdet çağı.

Bir örümcek mağaraya ağ gerdi.
Taşlar avucunda zikir ederdi.

Ağacı çağırsan, koşar gelirdi.
Kurt, kuş bile seni tanır, bilirdi.

Ay’ı parmağınla ikiye yardın,
Allah’ın lûtfuyla mîraç’a vardın.

Mânevi binitin ol Burak idi,
Sidret-ül Münteha son durak idi.

Beşer hayâlinin varamadığı,
Aklın, düşüncenin eremediği.

Muradı İlâhi, tecelli-i Hakk,
Acayib-i hâller gösterdi mutlak.

Oldu Sana cennet, cehennem ayân,
Ettin ümmetine hepsini beyân.

İdrâke sığmayan Âlem-i Lâhut,
Sana bahşedildi Makam-ı Mahmûd.

Getirdin beş vakit namaz hediye
Müminler mîra’ca ersinler diye.

Gelmedi benzerin, gelmez bir daha,
Ümmetinden olduk şükür Allah’a.

Kalem âciz, söz yetersiz Ey Nebi,
Var edenin ezel – ebet Habibi.

İrâde-i ezelde nûr-u Sübhân Efendim,
Bezm-i elest deminde şems-i cinân Efendim.

Şerefine seyreder ebede doğru zaman,
Mânâ-yı Kur’an ile arza sultan Efendim.

Hizmetine âmâde yeryüzü ve âsuman,
Sırr-ı hilkat mâdeni dürr-ü mercân Efendim.

Aşkınla dönmektedir gökyüzünde küreler,
Kitabı-ı kâinâtı şerhe lisân Efendim.

Gelmedi yeryüzüne böyle ahlâk-ı kemâl,
İnsanlık âlemine lûtfu ihsân Efendim.

En karanlık çağını yaşarken doğu, batı,
Tevhit gülistânında bâd-ı imân Efendim.

Yanık gönüllere su, mahzun ruhlara şifa,
İdrâklere sığmayan kutbu irfân Efendim.

Melekler imrenirdi nâsiye-i pâk’ına,
Muhâtab-ı ilâh’i hıfz-ı Furkân Efendim.

Sensin sebep halkına on sekiz bin âlemin,
Adın dillerde her an vird-i zebân Efendim.

Levlâke levlâk sırrı sende eyledi karar,
Aşkınla döner ecram devr-i devrân Efendim.

Beşeriyet ufkunu münevver etti nûrun,
Âyine-i mehâsin, câna cânân Efendim.

Vukuâtı âtiye işâr eden sözlerin
Kıyamete dek süren hükm-ü fermân Efendim

Rabb’ın terbiyesiyle ahlâk-ı azîm idin,
Hayatının her anı ayn-el Kur’ân Efendim.

Ey hürriyet güneşi, âdâletin zirvesi,
Sadakat semâsında rüknü insân Efendim.

Bir altın çağ yaşattın bütün çağlara bedel,
Yetim kaldık edince tayy-ı mekân Efendim.

Gönül ne cânân ister, ne gözünde dünya var,
Canım, tenim uğruna olsun kurbân Efendim.

Yokluğundandır bunca çektiğimiz ızdırap,
Âlem-i mânevinden eyle dermân Efendim.

Firkâtinle her seher akar gözlerimden yaş,
Mülk-ü beden harâbe, gönül virân Efendim.

Umudumdur mahşerde şefaâtin ola yâr,
Şefaâtin reddetmez elbet Mennân, Efendim.

Kerem eyle lûtfunla ben garibe kıl nazar,
Ol nazarın hürmeti olam şâd-mân Efendim.

Mümkün olsa da görsem bir kere gül yüzünü,
Firkât işledi câna ey Âli-şân Efendim.

Sunup havz-u kevserden kefil ol cennetlere,
Sevgili ümmetini eyle şâdân Efendim.

Bende-i hakirine lûtfeyle şefaâtin,
Sensin mahşer gününde şefaât kân Efendim.



KRİZ ZAMANINDA NAAT - LALE MÜLDÜR

Krizya prizmasından seyrediyorum mor Gabriel’i
Menekşeler bu prizmada kırılıyor
Kızıl zihinde kırık her şey kırık
Herkes hummalı ve zamanlar garip
ama böyle olması gerekiyor diyor Siyah Kalem
“çünkü ancak yıkılan evde haine vardır”

Ego kırılacak
Beden kırılacak
Kalp kırılacak
Her şey kış ışığı gibi kırılacaktır ki
Yeni bir başlangıç olsun

Postnişinler öğleden sonrası oturmalarında
Üzerlerine yağacak 120 elmas yağmurunu bekliyorlar

Ameliyat masası üzerinde
Garp sürgünü, Şark sürgünü
Türkiye’nin kızıl kalbi açık
Çünkü kalp ince saydam
Bir cisimdir bunu anlayamadılar

Bak her şey kırılıyor sen
mai bakışın için, Logos,
son lötüs ağacının ötesinde
iç çekerken melek

Sat bir kalp kırılıyor
Senin sözün için
Gece kuğuyla yolculuk eden O’na
O’nunla vakit geçiren O’na
Bir kedi kırılıyor ağzında
Senin yakut mührün
arketipik ahmet
“Mim’siz Ahmed’sin sen”

Swahili dilinde kırılıyorum
Arkalarını döner dönmez
Satıyorlar beni
Lahor’da kırık bir sitar gibi
Hastayım, hırkanı at üzerime
Ya Muhammed



YAĞMUR – NURULLAH GENÇ

Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kâinat
 
Yıllardır bozu bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
 
Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü
 
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin arasına dikilir yeşil bayrak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak
 
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
 
Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü
 
Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden
Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükûtu yar, sevinci dualar kadar derin
 
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
 
Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
 
Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hira’dan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler şahinin hayalleri
 
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
 
Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında
Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kâkülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü
 
Bazen kendine âşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
 
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü
 
Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgâr
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya
 
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
 
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkûmlar yargılıyor; hâkimler mahkûm şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü
 
Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların
 
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
 
Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü
 
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından
 
Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
 
Şehirler kâbus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü
 
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin
 
Saatlerin ardında hep kendimi aradım
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
 
Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkûm olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
 
Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekânın fırçasında solmayan resim senin
 
Yağmur, bir gün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
 
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü
 
Islaklığı sanadır ahımın, efkârımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkârımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin
 
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
 
Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü
 
Nefsinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin
 
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
 
Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım


 
GEL - OSMAN SARI

Güneş mi doğar; hayır bu Senin gelişindir gel
Bu evreni evren, toprağı toprak kılmak Senin işindir gel

Topraklar ve dudaklar çatladı nasıl ansınlar adını
Rahmet kıl ey Sevgili bir damla su gönder gel

Kavruldu çiçekler menekşe boynun büktü binlerce yıl
Böylece Seni ve buyruğunu bekledi artık gel

Taşlar taş olmaktan bıktı toprak toprak olmaktan
Kurduğumuz bunca yapılar çöktü çökecek gör gel

Güç ne etsin soluk ne etsin Senden gelirmiş hepsi
Acı bu son soluktur bir bengisu ver gel

Güneşi gönderme bize ey Sevgili Sen doğ
Bizi ısıtamaz oldu artık başka güneşler gel

Yetmez mi bekleyişler gül tomurcuklarının
Ne bülbül ne gül kaldı gelmedi bahar gel

Güller yine tomurcuktur, izin ver açsınlar
Günlerce gül yüzün görmek için bekler gel

Seni nasıl çağırsak, bize ses ver ey
Biz bunca toplandık, bunca yürek Seni bekler gel...



10-NAT –ŞÜKRÜ KARACA

VII
 
Ey kendi çölünde kör-topal giden
Bedir kervanına geç kalmışsın sen
 
Geçmez bu pazarda kelimelerin
Gün bile şavkını O’ndan alırken.
 
Gördüğün perdedir boşa döğünme
Ne anlarsın o sarhoşluk, o zevkten.
 
Kime seslenirsin “cânâ” diyerek
Çıkıp bir Uhud’a cândan geçmeden.
 
Kusvâ’nın dahi bir ikbâl tâcı var,
Hayaline sığmaz o sây, o semen.
 
Git yolunu süpür kirpiklerinle
Bir hoşnutluk devşir sahi köleysen.

 

SAYFA:3/ 21-30




SAYFA:2/ 11-20

11-KÂİNATIN EFENDİSİNE –MEHMET RAGIP KARCI

Senin bir tek hatırana
bütün aşklarımı bağışlayabilirim
kederli ve memnun türkülerimi
çiçeklerimle
ağaçlarımla gözyaşlarımla
övgüler geçirip damarlarımın karanlığından
sözlerin ve kalbimin
elpençe divan durduğu
bakışına
zamana ve toprağa dayayıp alnımı
ve ellerimi
sen parmaklarından güneşler emziren çeşme
doyur beni

Denize açılmış gemiler
ve yanlış analıkları kadınların
şarkıların seni bilmeyen tutsaklıkları
Ragıb'ın bir leylâdan öbürüne
yanık sevdaları
sonradan yazılmış defterler
ve askılarda bırakıp kitapları
adın öpülecek aziz ve emin

Sen kadim âşıkların Leylâsı
sevda sözlerinin öksüz ve yetim hükümdarı
büyütüp ellerinle kalbinin arasını tutan sesleri
gel köle kıl kendine
buyur beni

Gün gelir uçmaz olur turnaları göllerimin
insanlar ve defineler çıkarlar
toprağın derinlerinden
ben oralarda sevdana ve terlere bulanmış bir adam
şimdilerde kimse bilmez
aklımdan geçenleri
yalnız sen yanı başında
dünyanın ve insanların
ateşin suların
ve hesabın karanlığında
kayır beni



SEVGİLİ-İSKENDER PALA

Hani Bir aşk idin,
Bir güzellik idin sen,
Güzellikte aşkın kesiştiği prizmada.
Güzelliğin cihanı gösteren Bir ayna;
Aşkın o aynanın cilası idi hani.
Güzelliğin olmasa efendim,
Aşkı bilmeyecekti cihan;
Aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı.
Aşk pazarında mezat hep Güzelliğine;
Güzellik yurdunda yollar hep aşkına durmuştu efendim...
Ve sen gitmiştin...
Sevgili !!
Derd ile ağlayandın;hem derde salandın!!..
Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi,
Hastaların merhemiydin.
Saadetle yaşamış ,saadet çağını yaşatmıştn.
Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş,
"LA" ile"İLLA"yı i'caz ile sen dillendirmiştin.
Sen gidince,EY SEVGİLİLER SEVGİLİSİ,
Güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;
Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.
Artık düşmanlarımız dostlar arasında;
Dostumuz düşman içinde.
Divanelere döndük,yaya kaldık yolunda.
Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk...
Sana muhtacız !!..
En fazla sana muhtacız.
Uyandır bizi uykumuzdan...
Gel EY SEVGİLİ !!
Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.
Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden...
Sana muhtacız...
En fazla sana muhtacız...



GEL EY!..- PROF. DR. İSKENDER PALA

Gel ey, konuşurken dudaklarına tebessümler karışan,yüzüne üzgünlerin üzüntüsünü dağıtmak yaraşan!.. Gel ey, âteş-i aşkına yanmak için âşıkları birbiriyle yarışan!..

Gel ey!..

Önce kendine çektin, sonra mugaylan dolu beyabanlarda dermansız koyup bizi bir başımıza gittin dönmemek üzere. Ve dudağının dokunduğu çeşmeler de gitti. Gittin ve vecd ile kendinden geçen zamanlar, sensizlik bunalımlarının gelgitleriyle kör kuyulara gömüldü. Gittin ve tenha elvedalarda düğümlendi sevinçlerimiz; durmuş çarklara sıkışıp kaldı çığlıklarımız. Sen gidince yanlış hesaplarında önce pazarlar kurduk köhne dünyanın, sonra köhne hesaplarıyla mezada çıkarıp aşklarımızı dünyalıklara sattık. Gittin de savrulan umutlarımızı ektik yollarına; sabrımızın gözlerine çekilen milleri çelik masıyetlerle mıhladık. Gerilmiş yaylarımız kepade düştü hoyrat ellerde, uykulu oyunlarda şahlarımız mat oldu; ve bileyli kılıçlarımız pas tuttu karanlık kınlarında.

Ak kor olduk... Nemrudî alevlere soktular başlarımızı, hakikat, ak kor olduk... Vurdular durmadan dinlenmeden... Örslere konuldu başlarımız, hakikat vurdular dinlenmeden durmadan. Ağlattılar ağladıkça biz... Çeliğe su verelim diye ağladıkça ağlattılar bizi... Heyhât! Tutturamadık kıvamını suyun, isabet ettiremedik gözyaşlarımızın damlalarını çeliğe ve ilk çalışta kırıldı kılıçlarımız kara keçelere. Yenildik, yorulduk, yığılıp kaldık çıkmaz sokaklarda. Bütün sorularımızın cevapları cevapsız kaldı; bütün hayallerimizin hayali hayal oldu. Tel tel arzulara mahkûm edildi nefislerimiz ve ruhlarımız tül tül alevlerde yandı. Gizemli bilinmezliklerimizin iksirlerini gizli dünyalara gizlediler bizden.

Gel ey!..

Hani dostların vardı, kimi aşk okuyan Kitaplar Kitabı'ndan; kimi ilham dokuyan hitaplar hitabından. Kimine köşkler düşmüştü cennetten, kimi cennette köşklere düştüydü hani. Kiminin ateşlerine rengi düşerdi gülün de; kimi güllere rengini düşürürdü ateşin. Kimine yıldızlar düşerdi göklerden, kiminin yıldızına düşerdi gökler ya...

Hani sen "Yıldızlarım," demiştin, "hangisine uyarsanız doğru yola ulaşacağınız yıldızlarım!.." Sen gittin efendim ve hasretin yıldızlarını da çekti senden yana. Şimdi kim varsa yıldızlaşmaya yüz tutan, gökleri üzerine kapatıyor ehremenler. Bizler yanıyoruz, yanmamakta direniyor gökte yıldızlarımız... Güllerimiz küle durmakta yokluğunda, sultanlarımız kula dönmekte...

Gel ey!..

Ayrılığında çoğalan alevleriyle arınalım aşkının; yanalım yandıkça ve yandıkça yanalım. Aşk yüzünden elbisesi yırtılan da, Hak uğruna gözlerini kurutan da seni arzulamakta şimdi. Bizi kendine madem yine sensin bağlayan ve ayrılığının derdine yine sensin ayrılıkla derman olan, o hâlde gülümse bize efendim, bize gülümse. "Allah onları sever; onlar da Allah'ı sever" sırrına ermekte rehberimiz ol, tut günahkâr ellerimizden; günahkâr ellerimizden tut.

Sen ey!..

Gelsen hayallerimize bir kez... Ve üzerine sepet sepet güller döksek biz. Gelsen düşüncelerimize bir an... Ve baharları sersek ayağına çiçek çiçek, mevsim mevsim, ıtır ıtır... Dolunaylar yerine doğsan dünyamıza bir vakit... Ve zatını gündüz değilse, hayalini gece göstersen bizlere. Girsen ansızın düşlerimize, şefkat parmaklarınla okşasan başımızı ışık ışık... Ve ışığına düşsek pervaneler gibi; pervaneler gibi ışığına düşsek.

Gel Efendim...

Bir kez doğ içimize de isterse kaybolsun dolunaylar, güneşler... Gir gözümüze de bir nefes, isterse silinsin tûtyâlar, sürmeler... İlham olup ak gönlümüze bir anda, isterse yitirilsin uçtan uca naatler ve gazeller, beyitler ve dizeler uçtan uca yitirilsin isterse...

Gel efendim, dostluğuna muhtacız; umutsuz ve çaresiz bırakma çaresizlerini. Gel yeter ki, hakkımızda verilecek her hükme razı olalım.

Gel ey, bitir bitmeyen hasretini içimizde!

Gel ey, onsuz mutluluk bulamadığımız!..

Gel ey, kendisine layık olamadığımız!..


Gel benim efendim, bir kez olsun dokun yüreğime, yüreğime dokun bir kez olsun...

Yüreğim kanıyor efendim, kanıyor yüreğim!..

Çığlık çığlığa beşeriyet, çiğnenmiş reyhanlar misali hep seni arıyor. Uyandır zindanlara koyduğumuz Yusufî sevdalarımızı efendim. Uyandır bahtını üftadelerinin...

Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım

Uyarır halkı efgânım kara bahtın uyanmaz mı?



SELAM SANA NAZLI NEBİ- DURSUN ALİ ERZİNCANLI

Selâm sana nazlı Nebî
Selâm sana gözbebeği
Mevlâ'nın kudretiyle selâm.

Selâm sana nûr-i dilâra
Selâm sana Hakk hâbibi
Rahman'ın kudretiyle selâm.

Selâm sana Andelîb_i Zîşan
Selâm sana Muhammedî
Cebrail'in yüreğiyle selâm
İbrahim'ce selâm sana
Rahim'ce selâm sana
Gafûr'ca selâm.

Selâm sana ey yetimler padişahı
Selâm sana Ahmedî nefesli yâr
Eyyup'ça selâm sana

Selâm sana ya Habiballah
Selâm sana ya Nebiallah
Selâm sana ya Resûlallah.

Ya Resûlallah!
Sen, sevmek için istenen
Can, dudakta istenen
Sevda ikliminin en güzel mevsiminin
En güzel çiçeğisin.

Cemre gibi düştün kâinatın kışına
Bahar, senin elinde doğdu
Senin elinle indi toprağa
Öyle bir sevildin ki
Candan aziz bilerek
Uğruna can verildi
Ama bu, ölüm değildi
Adını bir kez anan
Bir kez gönülden anan
Rahmetin nûr kaynağı gözlerinde dirildi
Şimdi biz de seni anıyoruz
Mevlâ'mızın yeminleriyle anıyoruz seni

Ey Faran Dağları'nda açan sevgili !
Fecre,
On geceye,
Her şeyin çiftine ve tekine,
Akşamın alacakaranlığına,
Kararıp bürüdüğü zaman geceye,
Açılıp aydınlattığı zaman,
Gündüze and olsun ki;
Sen olunca sitem yok,
Serzeniş yok,
Eyvah yok.
Âlemlere ambersin
O'ndan başka ilâh yok
Sen, en son peygambersin.

Beni ilk öksüz oluşun vurdu
Yetim kalışın yaraladı önce
Elden ele dolaşmıştın
Herkesin gözbebeğiydin
Ama mahzun,
Ama kederli,
Bir yanın arşa kadar azamet,
Bir yanın ürkek...

Mekke akşamları yanar
Verdiğin her nefeste
Ve gökten inen bir sesle
Allah korumasına alır.

Senin derdin Allah'tı
Hüznün, kederin Allah
Senin dostun Allah'tı
Sana en yakın Allah.

Biz seni göremedik ya Resûlallah
Uhud Dağı'nı seyrettik
Okçular tepesinden bir sabah
Bir Medine sabahında
Uhud'u seyrettik
Seni göremedik
Ebu Ubeyde bin Cerrah sanki ordaydı
Sanki mübarek yüzüne batan miğfer halkalarını
Dişleriyle sökmek için nefes nefeseydi
Kalbi yerinden fırlayacakmış gibiydi
Seni öyle seviyordu ki
Tenine bir dikenin batması bile
O kalbi durdururdu.

Biz seni göremedik ya Resûlallah
Uhud'u gördük bir sabah
Malik bin Sinan olamadık
Mübarek kanının, kanına karıştığı
Malik bin Sinan sanki oradaydı
Ve inemedik okçular tepesinden
Sanki sen inin demeden inersek
Uhud tekrar cehenneme dönerdi.

Ey Faran Dağları'nda açan sevgili !
Güneşe ve onun ışığına,
Ardından gelmekte olan aya,
Onu ortaya koyan gündüze,
Onu bürüyen geceye,
Göğe ve onu meydana koyana,
Yere ve onu yayana and olsun ki;
Sen olunca sitem yok,
Serzeniş yok,
Eyvah yok.
Âlemlere ambersin
O'ndan başka ilâh yok
Sen, en son peygambersin.

Vazgeçtim seni hep ötelerde aramaktan
Seni yüzyıllar öncesine hapsetmekten vazgeçtim
Mesafelerden usandım ya Resûlallah
Sana sesleniyorum!

Âlemlere rahmetsin
Seslenince yanımdasın, burdasın
Günahkârım,
Ama sen günahkârların umudusun
Temizle beni ya Resûlallah!
Temizle beni ya Resûlallah!
Temizle beni ya Resûlallah!

Mescid-i Nebevi'de gördüm
Mübarek sözlerinden birini süsleyip duvara asmışlar:
"Benim şefaatim, ümmetimden büyük günahları olanlar için."
Buyurmuşsun
İçimde her şey üşür,
Rüzgar üşür,
Yağmur üşür
Dua üşür
Melekler üşür.
Isıtırsan bir sen ısıtırsın
Medine'ye akan nûr gibi ak kalbime
Ey ban-u cihan
Yorgunum,
Güçsüzüm,
Çaresizim.
Sen çaresizlerin yardımcısısın

Yüreğimi koşturdum
Sana doğru
Çatlarcasına koşturdum
Kimseye hakkım yok
Huzurunda sana ait varlıkları dâvâ etmem
Ben bir dâvâlıyım
Tükendim ya Resûlallah
Hicretimi kabul et ya Resûlallah!
Hicretimi kabul et ya Resûlallah!
Hicretimi kabul et...




15-SEVGİLİ- DURSUN ALİ ERZİNCANLI

Sevgili!
Ümmü Mektum gibi
Seni görmeden sana sesleniyoruz
Alıp verdiğin nefesi duyar gibi
Sanki açınca gözlerimizi
Seni görecekmişiz gibi
Sana sesleniyoruz.
Senin huzurunda ses yükselmez.
Edeple konuşulur; edeple susulur.
Hele biz ki bu kapının dilencileri,
El açıp beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi ama
Şu araya giren yıllar olmasa
Medine'ne uzak yollar olmasa
İsmin anılınca yürek yanmasa
Kapında beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi.
Bekliyoruz Sultânım!
Rüyada olsa bile
Belki teşrif edersin diye
Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi.
Seni bekliyoruz.
Gelseydin,
Bizim için cennet olurdu gelişin.
Gelseydin,
Saadetli asrından gönderdiğin selâmını,
'Kardeşlerim' deyişini
Birbirimize nasıl anlattığımızı görürdün.
Gelseydin,
Dolaşsaydın sofralarımızı,
Bir tabak fazla görecektin,
Bir bardak, bir kaşık fazla...
Ve sofrada bir yer boş,
Baş köşe! ..
Ola ki Sen(A.S.M.) lutfeder gelirsin diye.
Gelseydin,
Dolaşsaydın gecelerimizi,
O 'Kutlu Doğum' gecelerini,
Anneler görecektin.
Yeni doğmuşsun gibi,
Yeryüzünü yeni teşrif etmişsin gibi,
Mışıl mışıl uyuyasın diye
Seni sabahlara kadar
Hayalen ayaklarında sallayan anneler görecektin.
Sevgili!
Gelseydin,
Medine-i Münevvere'den dünyaya yayılan Ashabın gibi,
Eyyüb Sultan gibi,
Kab bin Malik gibi,
Bir fecir vaktinde,
Henüz yirmisinde yirmi beşinde,
Bırakarak yurtlarını ocaklarını,
Hedeflerine ilahi rızayı koyan,
Arkalarına bakmayı ar sayan,
Yiğitler görecektin.
Onlar senin yiğidin,
Elleri, o öpülesi elleri,
Kimbilir hangi memleketin zemheri soğuklarında üşürken,
Senin köyünün hayaliyle ısındılar.
Gelseydin,
Gecenin zifiri karanlığında,
Uykunun en tatlı aralığında,
Rabiatül Adeviyye gibi Rabbiyle başbaşa
Gençler görecektin.
Gözyaşı dökerken günahlarına,
Veysel Karani'den istediğin gibi,
İnsanlığa dua eden gençler görecektin.
Gelseydin,
Asr-ı saadet gibi olmasa da,
Koklanmaya değer güllerimiz vardı.
Yine senin ikliminde yetişen.
Ama sen gelseydin,
Dikenler bile gül kokardı EFENDİM(A.S.M.)
Seninle göz göze gelmeden gizli gizli seni seyretmek...
Hz.Vahşi gibi...
Hani sen Hane-i Saadet'ten Mescid-i Nebevi'ye giderken
Aişe annemiz ardından hayran hayran bakardı.
Seni mescidin önünde bekleyen Ashabı'nınsa
Bakışları yerdeydi.
Edepten göz göze gelmezlerdi.
Sende(A.S.M.) tebessüle nazar ederdin.
Mütebessim çehreni bir Ebu Bekir(R.A.) görürdü,
Bir de Ömer(R.A.) ...
Şimdi okununca Ezan-ı Muhammedi
Pencerelerde, kapı önlerinde,
Seni(A.S.M.) bekleyen nemli gözler var.
Gelseydin,
Ve yürüyüp geçseydin önümüzden,
Gülleri bayıltan o enfes kokunu çekerdik içimize.
Sevgili!
Hakiki aşıkların sana doğru uçarken
Bizim bu yaptığımız yolda emeklemekti.
Dünya güzelliğiyle kollarını açarken
Bize düşen el açıp kapında beklemekti.
Sevgili!
Bekliyoruz!...




KÜÇÜK NA'T-SEZAİ KARAKOÇ

Göz seni görmeli, ağız seni söylemeli
Hafıza seni anmak ödevinde mi
Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
Sen eskimoların ısınması sevgililer mahşeri

Aklım yeni bir akıldır çiçeklerden
Mantığım mantığın üstünde yeni
İçimde Nuh'un en yeni tufanı
Dünyaya ayak basıyorum yeniden
 
Göz seni görmeli ağız seni söylemeli
Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
 
Yüzlerce yıl geçiyor belki bir bulut geçiyor
Ben yeni doğmuş bir çocuk gibi
Herkesin konuştuğu dilden mahrum
Ama yepyeni bir dil konuşmanın sevinci
 
Bütün deniz kıyılarında seni anmalı
Sen buzulların erimesi eskimoların ısınması
 
İkinci sokaklarda bandolar mızıkalar
Yaklaşan çok yaklaşan muhteşem bir gün var
Bütün yollarda zafer takı
Eriyen kar derin denizler katafalk.




NAAT-TURGUT UYAR

ipekler tel tel bir araya geldiler dokunmak üzere
lâle nerdeyse menekşeye, gül suya dokunmak üzere
 
kılıç kesti kan koktu bir atlı dörtnala uzaktan
günbatımının büyük eşitsizliğinden yakınmak üzere
 
bütün dertler söylendi çareleri bir bir yazıldı
son büyük toplantıda bir bir okunmak üzere
 
kimseye başvurulmadı herkes bir başına kaldı, evet
sonradan hep birlikte kurtulunmak üzere
 
oysa bir çiçek vardı bahçelerde kendini dererdi
sevinçle. Kendini tek haklıya bir gün sunmak üzere.




NAAT –ZİYA PAŞA

Belâ-yı mâsivâya mübtelâyım, yâ Resûlallah,
Zebûn-ı pençe-i nefs ü hevâyım, yâ Resûlallah.
 
Kerem kıl ben esîm'e, el-aman ey rahmet-i âlem,
Serâpâ mahz-ı isyân ü hatâyım, yâ Resûlallah.
 
Sen evreng-i şefaât şâhısın, sultân-ı rahmetsin,
Kapunda ben de bir kemter gedâyım, yâ Resûlallah.
 
Şefaât kıl, meded, yoksa o rütbe çok günâhım kim,
Ne rütbe yansam ol rütbe sezâyım, yâ Resûlallah.
 
Tabîb-i derd-i isyâna tabîb-i mihribân sensin,
Alîlim ben de muhtâc-ı devâyım, yâ Resûlallah.
 
Dü-âlemde Ziyâ-yı mücrimin ümmîdi sendedir,
Şefâat yâ Resulallâh; şefâat yâ Resulallâh.




YANDIM YA RESULALLAH (GÖNÜL HUN OLDU ) - YAMAN DEDE...

Nasıl bilmem bu nîrana dayandım Ya Rasûlallah
Ezel bezminde bir dinmez figandım Ya Rasûlallah
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah

Yanan kalbe devasın sen, bulunmaz bir şifasın sen
Muazzam bir sehasın sen, dilersen rehnümasın sen
Habîb-i Kibriyasın sen, Muhammed Mustafa’sın sen
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah

Gül açmaz çağlayan akmaz, İlâhi nurun olmazsa
Söner âlem, nefes kalmaz, felek manzûrun olmazsa
Firak ağlar,visal ağlar, ezel mestûrun olmazsa
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah

Erir canlar o gül bûy’i revan bahşın hevasından
Güneş titrer, yanar didarının bak ihtirasından
Perişan bir niyaz inler hayatın müntehasından
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah

Susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlardan nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben messeylesem duymam
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah

Ne devlettir yumup aşkınla göz, rahında can vermek
Nasip olmaz mı sultanım haremgahında can vermek
Sönerken gözlerim asan olur âhında can vermek
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah

Boyun büktüm, perişanım, bu derdin sende tedbîri
Lebim kavruldu ateşten döner pâyinde tezkîri
Ne dem gönlün murad eylerse taltif eyle kıtmîri
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah(sav)




20-NA'T –NABİ

Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Huda'dır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir makâm-ı Mustafa'dır bu
 
Felekde mâh-ı nev Bâbu's-selâm'ın sîne-çâkidir
Bunun kandîli cevzâ, matla'-ı nûr-i ziyadır bu.
 
Habîb-i Kibriya'nın hâb-gâhıdır fazîletde
Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriya'dır bu.
 
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı Adem zail
Âmâdan açdı mevcudat dü-çeşmin tûtîyâdır bu.
 
Mürâât-i edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metaf-ı kudsiyândır cilve-gâh-ı enbiyâdır bu.

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER

BAŞÖRTÜSÜ ve ÖRTÜNMEK İLE İLGİLİ ŞİİRLER

AY ŞİİRLERİ

MARŞLAR

ÇOCUK ŞİİRLER

 




SAYFA:3/ 21-30

21-MÜSEDDES (*)-ŞEYH  GALİP

1. Sultan-ı rûsül şâh-ı mümeccedsin Efendim
    Bî-çârelere devlet-i sermedsin Efendim
    Divân-i ilâhide ser-âmedsin Efendim
    Menşur-ı “Le-amrük”le mü'eyyedsin Efendim.
 
    Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim
    Hak’dan bize sultân-ı mü'eyyedsin Efendim.
 
    Peygamberler sultanı, dinin ululanmış şahısın Efendim
    Çaresizler için daima devletsin  Efendim
    İlahi divanda en başta gelensin Efendim
    Le'amrüke fermanı ile onaylanmış olansın Efendim.

     Sen Ahmed'sin, Mahmud'sun, Muhammed'sin  Efendim
     Allah'tan bize (gönderilen) onaylanmış sultansın  Efendim.


2. Hutben okunur minber-i iklim-i bekâda
    Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-ı cezâda
    Gül-bâng-ı kudûmün çekilir Arş-ı Hudâ’da
    Esmâ-i şerifin anılır arz u semâda.

    Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim
    Hak’dan bize sultân-ı mü'eyyedsin Efendim.
 
    Sonsuzluk yurdunun minberinde senin hutbendir okunan
    Hesaplaşma gününün mahkemesinde senin hükmündür geçen
    Allah katına kadar heryerde övgüler sanadır
    Yerkürede de, gökkubbede de kutlu adındır anılan.

     Sen Ahmed'sin, Mahmud'sun, Muhammed'sin  Efendim
     Allah'tan bize (gönderilen) onaylanmış sultansın  Efendim.


3. Ol dem ki velilerle nebîler kala hayrân
   “Nefsi” deyü dehşetle kopa cümleden efgân
     Ye’s ile usâtın ola ahvâli perişân
     Destur-ı şefaâtla senindir yine meydân.
 
      Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim
      Hak’dan bize sultân-ı mü'eyyedsin Efendim.

       O zaman ki velilerle peygamberler şaşırıp kalacaklar,
      "Ben ne olacağım" diye dehşetle herkes  feryat edecek,
       Karamsar ve asilerin hali perişan olacak
       Şefaat izninle meydan yine senin olacak.

       Sen Ahmed'sin, Mahmud'sun, Muhammed'sin  Efendim
       Allah'tan bize (gönderilen) onaylanmış sultansın  Efendim.
 

4. Bir gün ki dalıp bahr-ı gam-ı fikrete gittim
     İlden getirip kendümi bî-hodlûğa yitdim
     İsyânım anıp âkıbetimden hazer itdim
     Bu matlaı yâd eyledi bir seyyîd ki işittim.
 
     Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim
     Hak’dan bize sultân-ı mü'eyyedsin Efendim.

     Bir gün ki düşüncelerin kederli denizine dalıp gittim
     Ne yaptığımı bilmeyecek hale gelip kendimden geçtim
     İsyanlarımı hatırlayıp geleceğimden ürktüm
     (O sırada) senin soyundan gelen bir zatın bu matlaı okuduğunu işittim.

      Sen Ahmed'sin, Mahmud'sun, Muhammed'sin  Efendim
      Allah'tan bize (gönderilen) onaylanmış sultansın  Efendim.


5. Ümmideyiz ye’s ile âh eylemeyiz biz
     Sermaye-i imanı tebâh eylemeyiz biz
     Babın koyup agyâre penâh eylemeyiz biz
     Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz.
 
     Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim
     Hak’dan bize sultân-ı mü'eyyedsin Efendim.

     Biz ümitliyiz, karamsarlıkla ah etmeyiz,
     İman varlığını harabetmeyiz biz
     Senin kapın dururken ellere sığınmayız biz
     Senin sayende bir başkasına dönüp bakmayız biz.

      Sen Ahmed'sin, Mahmud'sun, Muhammed'sin  Efendim
      Allah'tan bize (gönderilen) onaylanmış sultansın  Efendim.


6. Bîçâredir ümmetlerin isyânına bakma
    Dest-i red urup hasret ile dûzaha yakma
    Rahm eyle aman âteş-i hicrânına yakma
    Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma
 
    Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim
    Hak’dan bize sultân-ı mü'eyyedsin Efendim.
 
    Ümmetlerin isyanı çaresizliğindendir, bakma
    Elini çekip hasretinle cehennem gibi yakma
    Merhamet et aman hasretinin ateşiyle yakma
    Kısacası bu çok günahkar kulun Galibi bırakma.

     Sen Ahmed'sin, Mahmud'sun, Muhammed'sin  Efendim
     Allah'tan bize (gönderilen) onaylanmış sultansın  Efendim.


(*) Müseddes: Bentlerinin dize sayısı altı olandivan şiiri nazım biçimidir.



SU KASİDESİ-FUZULİ

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdansu saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su faydavermez.)

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su
(Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gökkubbeyi kaplamıştır, bilemem..)

Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su
(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana getirir.)

Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su
(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.)

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su
(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ilemahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su
(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi, gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar uğraşsa yine de) gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki tüylere benzetemez. )

Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n'ola
Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su
(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerimıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)

Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ
Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su
(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.)

İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su
(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır, söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.)

Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su
(Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su
içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum,
sofular da kevser istiyorlar.)

Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su
(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin
bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş
salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.)

Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su
(Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden
kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere
bırakamam.)

Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su
(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem,
öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla
sevgiliye su sunun.)

Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su
(Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık
ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi
(yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından)
kurtarabilir.)

İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağınun mizâcına gire kurtara su
(Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını değiştirmesi gerekir.)

Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr'a su
(Su Hz. Muhammed'in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâl iile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça göstermiştir.)

Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ
Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su
(İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz.Muhammed'in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiştir.)

Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın
Mu'cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su
(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını
tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su
meydana çıkarmıştır.)

Mu'cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su
(Hz. Peygamberimiz'in mûcizeleri dünyada uçsuz
bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o
mucizelerden), ateşe tapan kâfirlerin binlerce
mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)

Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ
Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr'a su
(Mihnet günü Ensâr'a parmağından su verdiğini (bir
mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse
hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.)

Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su
(Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb-
ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su,
düşmanına) elbette yılan zehrine döner.)

Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su
(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan)
yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su
damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)

Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su
(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan
taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su
(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık
salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da
olsa o eşikten dönmez.)

Zikr-i na'tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su
(Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek
için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na'tının
zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine)
derman bilirler.)

Yâ Habîballah yâ Hayre'l beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su
(Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı!
Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp
dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)

Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc'da
Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su
(Sen o kerâmet denizisin ki mi'râc gecesinde feyzinin
çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)

Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su
(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa,
güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel
su iner.)

Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su
(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış,
(ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden
ümitliyim.)

Yümn-i na'tünden güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü'lü şeh-vâra su
(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî'nin (alelâde)
sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su
(damlası) gibi birer inci olmuştur.)

Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su
(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan
düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su
(gözyaşı) döktüğü zaman,)

Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su
(O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat
çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını
ummaktayım.)



EFENDİM - MUSTAFA NECATİ BURSALI

Alemler yaratıldı hürmetine Efendim
Melek insan hayrandır sünnetine Efendim

Sen habib-i hüdasın, mislin ve benzerin yok
Ne kadar şefkatlisin ümmetine Efendim

Adalet ve hürriyet seninle kemal buldu
Bir kıl dahi geçmedi zimmetine Efendim

Nice gözler vardır ki daha dünyada erdi
Gülcemalini görmek nimetine Efendim

Padişahlar kölendir, benim aklım ermiyor
Senden uzak insanın cinnetine Efendim

Alemde Bilal olmak herkesin kârı değil
Aklı olanlar koşar minnetine Efendim

Yüzün gülzar-ı cennet, nazarın kalbe şifa
Sensin tabib beşerin illetine Efendim

Yüce Allah katında şanın o kadar büyük
Gönderildin İbrahim milletine Efendim

Kimki seni tanımaz, sana bende olmazsa
Bir nihayet yok onun zilletine Efendim

Alemlere rahmetsin, müjdelerle geldin sen
Güvercin kanat gerdi hicretine Efendim

Vasfından aciz diller hiç bir söz kâfi değil
Şanına şerefine izzetine Efendim

Hep gıpta etmekteyim seni gören gözler
Nasıl doydu vuslatın lezzetine Efendim

Sendeki güzel sabrı hiç kimseler bilmedi
Gülüp geçtin kavminin hiddetine Efendim

Şu Necati hakirin derdi başından aşkın
Dayanamaz hasretin şiddetine Efendim

Taif’te ve Uhud’da bir lahza sarsılmadın
Hep güvendin Allah’ın kudretine Efendim

Gönlün göklerden geniş, ay nuruna pervane
Cebrail vezir senin devletine Efendim

Aşkına yanan kula artık mahzun olmak yok
Gark eder hazreti Hakk rahmetine Efendim

Seni bilmeyen kişi şu büyülü dünyanın
Niye katlanır bilmem zahmetine Efendim

Nebiler sana müştak yarın bu güzel ümmet
Kuşlar gibi koşacak Ahmed’ine Efendim
 



DUY BENİ, GÖR BENİ EY YÂR- ZAFER ŞIK

Dünyâ Artık Daha Kalabalık Ve Daha Karanlık
Bu Şehrin Duvarları Sağır
Bu Şehir Sen’den Sonra Darmadağın, Harâb
Bak, Kayıp Gidiyor Yıldızlar Avuçlarımdan
Sana Yabancı Bu Çağlarda
Artık Her İnsan Bir Başına, Yapayalnız Ve Çâresiz
Beni Bu Sahte Kalabalıklarda Sen’siz Bırakma

Saâdet Çağının Uzağında Kaldı Adımlarım
Mevsim Boran
Mevsim Kaç Asırdır Yalancı Bahâr
Yeminlerin, Biâtlerin Irağında
Zakkum Ağacının Kökünü Saldılar
Kızılca Kıyâmet Hangi Yana Baksam
Renkler Ölümüne Ağlıyor Peşinden
Güneşin Uyanışını Bekleyen Perdeleri
Sen’siz Bomboş Kalan Ellerimi Doldururmuşçasına
İndiriyor Ama Kaldıramıyorum

Gözlerim Akıyor Yollara
Dokunsun Diye Sana
Duâlarla Kuşattım Acılar Mahzenimi
Sen’in Gurbet İkliminde
Çâresiz Firaklar Baskınında
Uzaklara Bırakma Beni
Anlatır Sen’i Bir Çift Güvercin
Bir Örümcek Ve Kusvâ
Yakından Görmeliydim Ellerini
Ellerini Kaldırdığında İkiye Yarılışını Ay’ın
Bedir’de Ellerini Görmeliydim
Sen Duâ Olup
Yağmur Yağmur Yağarken Yeryüzüne
Görmeliydim Gülistân Ellerini

Kalbim Sökülüyor Yuvasından
Rengini Yitiren Zamânlarda
Kalan Mı Benim, Giden Mi
Yokluğunda Gidenler Mi Yoksa Kalanlar Mı Gurbetçi
Bırakma Beni Sensizliğin Bitimsiz Kuytuluğuna
Sıcak Bir Aşkın En Müntehâ Kapısında
Sana Kavuşmadan Unutmam Beklemeyi
Sen’i Unutmam, Unutmam Çağların Çağını
Biliyorum Bir Gün Ansızın Geleceksin
Sen’in Yağmurunda Islanacak Dünyâ
Yaşanmamış Bahârları Getirmek İçin
Yeniden Yazmak İçin Aynaların Sırrını
Rahvan Atlarla Geleceksin Biliyorum

En Çok, Tanımamalar Kanatır Beni
Tanıyan Sever, Sevenler Özler Sen’i
Buralar Gayrı Şaşkınlığın Son Halkası
Gayrı Buralar Acem Mülkü
Sevdâlar Acem, Karlar, Yağmurlar Acem
Martılar Bu Denizi Terk Edeli Beri
Rüyalarıma Da Uğramıyorsun Artık
Özlemler Rüyada Başlar, Sevdâlar Rüyada Dâim
Sen’den Başka Sığınacak Divan Yok
Güneşe Renk Veren Renkler Ülkesinde
“Huzur” Ver İçimdeki Yalnızlığa Sesinle
Utanmıyorum Gözyaşlarımdan Anarken Sen’i

Sana Geç Kalmışlığımdan
Bu Şehre Depremler İniyor Bir Bir
Sen’siz Her Şeyde Yarım Kalmışlığın İzi
Sen’i Unuttuğumdan
Kuşlar Da Terk Ediyor Beni
Şehirler Gibi Şiirler De Kirlendi Ardından
Perdeler Kalkmadı, Filizlenmedi Tanyeri
Pişmanlıklar Kalbimde Tutam Tutam Gül
Bu Karda/Kışta, Bu Işıksız Duldalıkta
Beni, Sevenlerini, Özleyenlerini
Korku Tûfanında Hiçlik Karanlığına Bırakma

Yokluğunda, Anne Bağrı Da Gurbet, Vatan Da
Kuru Bir Hurma Kütüğü Kadar Olmasa Da
Yokluğunu Yoksulluk Sayan Bütün Kalbimle
Özledim Diyorum, Özledim Sen’i
Süvâriler Vuruldu, Sen Gelmedin, Bahâr Gelmedi
Belli Ki Sen’i Özlemeyi Bile Beceremiyorum...




25-SELAM GÖTÜR- MUSTAFA NECATİ BURSALI

Ey yolcu güzel Kabe'ye
Selam selam götür
Resül'e ve Sahabe'ye
Selam selam götür

Hacerül Esved taşına
Hira Dağı'nın başına
Ebu Zer'in gözyaşına
Selam selam götür

Eser nesim, vurur sıcak
Yüzler olur kar gibi ak
Arafat'a kucak kucak
Selam selam götür

Gözlerde yaş mercan mercan
Nuruna pervanadir can
Bir kuş ol göklerde uçan
Selam selam götür

Ey rüzgar oynat gülleri
Ne hoş kokar onun teri
Bul Selman'ı Ebu Zer'i
Selam selam götür

Hasret çeker, yanar sine
Dağlar yol vermiyor yine
O'nun ravza-i pakine
Selam selam götür

Muhammed 'in eşiğine
Fatıma'nın beşiğine
Beyazına, yeşiline
Selam selam götür
 



EY SEVGİLİ -  YASİN ONAT

Gelir misin rüyama bir kez göreyim cemalini
Engelliyor günahlarım gül yüzünü görmeyi
Arzum ahirette cennete seninle girmeyi
Ne olur biraz gül bana Resul-ü Kibriya
Ne olur ümmetinden eyle Muhammed  (s.a.v.) Mustafa

Sensiz dünya zilletle boğuluyor
Asr-ı saadet günleri hasretle çekiliyor
Toplumun ahlakı gitgide çöküyor
Ne olur biraz gül bana Habib-i Kibriya
Ne olur ümmetinden eyle Muhammed  (s.a.v.) Mustafa

Geceler karanlık, yokluğunda her saniye
Ay doğmuş, güneş batmış ne çare bu çileme
Tutamazsam elini sırat üzerinde
Ne olur biraz gül bana Nebi-î Kibriya
Ne olur ümmetinden eyle Muhammed  (s.a.v.) Mustafa

Bir bilal olamadım ezanın için
Çıkıpta sahraya, kavrulmadı ayağım elim
Sen varken, sensiz olmak bilmem niçin
Ne olur biraz gül bana Resul-ü Kibriya
Ne olur ümmetinden eyle Muhammed  (s.a.v.) Mustafa

Seni anar Ya Muhammed  (s.a.v.) Kubbe-i Hadra
Yoktu keder yoktu zulüm asr-ı saadet zamanında
Kapılar aralanıyor karanlıklar ortasında
Ne olur biraz gül bana Resul-ü Kibriya
Ne olur ümmetinden eyle Muhammed  (s.a.v.) Mustafa

Sel olur göz yaşlarım, ismini duyunca
Tebessümün de ne hoştur ukbada
Şefaatini eksik eyleme mahşer anında
Ne olur biraz gül bana Resul-ü Kibriya
Ne olur ümmetinden eyle Muhammed  (s.a.v.) Mustafa

Âlemlere rahmetsin nurun ile
Kalplere düstursun ahlakın ile
Salat-u selamlar sanadır Ya Muhammed  (s.a.v.)
Ne olur biraz gül bana resul-ü Kibriya
Ne olur ümmetinden eyle Muhammed  (s.a.v.) Mustafa(S.A.V)
 

YERYÜZÜNE İNEN NUR

Ey Nebi, âlemlerin rahmet kucağı
Sana sığınarak bucağına geliriz
Anlarımız toprağın teninde durarak
Senin güzel siyretinden azık aldık
Alınlarımız taşların terinde olarak
Senin güzel süretinden göz yaktık
Çöllerin kuruluğunda
Göllerin duruluğunda
Çağlayanların çoşkusunda
Gönüllerden kopan nefesle söz kattık
Ey Resul, koyma bizi sensiz...
Cananımız sensin

Menzillerin arşında
Öteler ötesinin güllerin ardında
Doğan tebessüm sensin

Ey Nebi; sen gülsün, nasırlanan kalbimizin sevgilisisin
Ey Nebi; sen günsün, asırlanan kâinatın güneşisin

Çağların beline
Uzaklıkların yeline
İnsanlığın seline
Kavrulan umranlarımızın yerinden
Savrulan ummanlarımızın yaşından
Gül aldık...

Yetimler yetimi çilemizle ezik kaldık
Ümmetin sensizlikle her vakit yetim
Sevdamız nakit tutarak, elvanlarımız vakit yutarak
Hayatının çile izinde,
Çilelerle terlemek hoş gelir

Ebu Cehllerin, Ebu Leheblerin işret dizinde
Sövülen, dövülen asrının kuyusuna eğilerek
Gönüllerimiz titreyerek kuyuda yaşla doyduk

Her asırda koparıcı, yıkıcı Ebu Cehller oldu
Al kanla boyanan yeryüzü kana doydu
Anla sıvanan duvarlar gözyaşı içti

Yurtları, ruhları koparılan ümmetin
Senin hicretinin izinde, yoluna baş koydu
Bedenimiz acılarla dövülerek kanla beslendi
Yaşamımız harap, yanağımız ateşle azap

Eshabının; bedeni çiziliyordu, ruhları koparılıyordu
Hakikat yolu, sabır
Çileler karşısında sağlam gönül ister
Bilek teri, beyin zeri, kalbin yeri
Ey Nebi, Ey Sevgili...
Rikkatlerin kumaşında azalarına işler
Kutlu asırların aynasında sancımız hafifler
Yeryüzüne inen nurdan gelen su
Asırların atlasını çınlatır,
Ruhun sağırlığına serinlik
Kalbin ağırlığına derinlik
Hu.................
Aminlere karışır hu lar, izanları paklar sular
İlk sabahlar
Senden kalan hatıra
Nurunla; gök renklendi, yer şenlendi
Ey Nebi, Ey Sevgili...
Kalemler uzlete çekilerek
Yıldızlardan mürekkep alarak seni yazar
Kelamlar ülfete eğilerek
Güneşin sıcaklığından pay alarak seni anar

 
Konu Adresi: http://www.dervisler.net



YETİŞ EFENDİM- ÖMER EKİNCİ MİCİNGİRT

Gönüller susamış aklım kördüğüm;
Duygular figanda yetiş Efendim.
Gaflette kalp gözü yoktur gördüğüm;
Hasretim cemalin müthiş Efendim…
 

Dünya sensiz kuyu bacası dardır
İnsanlık çıldırdı tahammül zordur
Davada zorlandık ümmetin hordur
Vicdanlar yanıyor ateş Efendim
 
Gözlerim sis duman yaralı yürek
Namazlar suç olmuş devrilmiş direk
İslam kabul ama namazsız gerek
Nemrutlar çoğaldı yetiş Efendim
 
Güller sensiz mahzun bülbül divane
Sokaklar çapkınca ruhlar virane
Cami ağlaşırken oynar meyhane
Bülbüllere yasak ötüş Efendim
 



EFENDİM- CEMÂL SÂFİ

Çölde gökyüzünde bir bulut gezer;
Görevi gölgeni takip Efendim.
Görünce hikmeti ilahi sezer;
Bahira isimli rahip Efendim…
 
Müjde verir son Peygamber sabi’dir
Ahlakı İslamı dine tabidir.
İsa’nın övdüğü şahı Nebi’dir.
Nübüvvet mührüne sahip Efendim
 
Her işin başında her yerde daim
Önce Bismillahir Rahmanı Rahim
Kadim dostu Haliliyse İbrahim
Ya Rabbime sensin habib Efendim
 
Miraçta Burak’ı şaha kaldırdın.
Tekmil Enbiya’ya abdest aldırdın.
Hakkın huzurunda namaz kıldırdın.
İmamlar sultanı tayyib Efendim
 
Muhammed aşkıyla der için için
Kevser sana sebil olduğu için
Evliya Enbiya cümle ins ü cin
Şefaat lütfûna talip Efendim
 
Ya Şahlar Şahı’nın son sevgilisi
Çoktur ümmetinin Piri Velisi
Yoktur bendenizin benden delisi
Tanımam aşkıma rakib Efendim
 
Ey Ulu Divan’da af ricacımız
Merhamet merhemin tek ilacımız
Günbegün artıyor günah sancımız
Sensin şifa sunan tabib Efendim
Sensin şifa sunan tabib Efendim.
 



30-SENİN ÜSTÜNE- CEMAL SÂFİ
 
Kelamullah vahyedilen Muhammed;
Feyzullah var mıdır senin üstüne?
Gaffarın gönlünden kopan merhamet
Lütfullah var mıdır senin üstüne…?
 
Ya İsa Mesih’in övdüğü Resûl
İsmini İncil’den silenler mesûl
Nübüvvet mührünle değişti nesil
Bismillah var mıdır ben’in üstüne
 
Sana özel Kelime-i Şehadet
Senle güzel savmu salat ibadet
Sayende yaşandı devri saadet
Şadullah var mıdır günün üstüne
 
Ya Şahlar Şahının Rahmeti Ahmet
Burakla seyahat, Miraçta vahdet
İlahi muhabbet, semavi sohbet
Sadullah var mıdır senin üstüne
 
Putpereste paymâl iken mazisi
Payenle payidar Hac arazisi
Ey Bedir fatihi, Uhud gazisi
Seyfullah var mıdır şanın üstüne
 
Mahzundu Kâbe’nin ruhu İbrahim
Seninle şadetti Rahman-ı Rahim
Şefaat lûtfundur ya Abdürrahim
Nasrullah var mıdır senin üstüne
 
Az mı cefâ çektin az mı sefâlet
Azminle kapandı devri cehâlet
Ahiret yolumuz senle selâmet
Beytullah var mıdır yönün üstüne
 
Ümmetin olmuşuz Elhamdülillah
Borçluyuz suçluyuz Estağfurullah
Rahman seni kırmaz ya Resulullah
Abdullah var mıdır senin üstüne
 
Kemâle ermişler cemâlin gören
Aşkınla bezemiş dokunu ören
Ak zambak misâli kokunu veren
Nurullah var mıdır tenin üstüne
 
Haddimi aşıyor mesuliyetim
Cahilin cüreti naata niyetim
Ya Hakkın Habibi Resûl-i yetim
Hamdullah var mıdır senin üstüne
 
İtiraf gerekse samimiyetle
Şeytana şenlikdik umumiyetle
Fethullah eyledin İslamiyetle
Emrullah var mıdır senin üstüne
Hayrullah var mıdır dinin üstüne.

 

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER

BAŞÖRTÜSÜ ve ÖRTÜNMEK İLE İLGİLİ ŞİİRLER

AY ŞİİRLERİ

MARŞLAR

ÇOCUK ŞİİRLER

 




SAYFA:4/ 31-40

31-NECİT ÇÖLLERİNDE-MEHMET AKİF ERSOY

Ya Nebi! Şu halime bak!
Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca sahranın
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!
Harim-i pakine can atmak istedim durdum
Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum
"Tahammül et" dediler…Hangi bir zamana kadar?
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var.
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak
Önümde durmadı artık, ne hanuman ne ocak
Yıkıldı hepsi.. Ben aştım diyar-ı Sudan'ı
Üç ay "Tihame!" deyip çiğnedim beyabanı
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada
Yetişmeyeydin eğer, ya Muhammed  , imdada
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin
Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin
İradem olduğu gündür senin iradene ram
Bir an için bana yollarda durmak haram
Bütün heyakili hilkatle hasbihal ettim
Leyale derdimi döktüm, cibali söylettim
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü
Nucuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azabı hecrine katlandım elli üç senedir
Sonunda alnıma çarpan bu zalim örtü nedir?
Beş-altı sineyi hicran içinde inleterek
Çıkan yüreklere hüsran mı, merhamet mi gerek?
Demir nikaabını kaldır mezar-ı pakinden!
Bu hasta ruhumu artık kayırma hakinden!
Nedir o meşale? Nurun mu? Ya Resulallah!




EY RESUL - SEHER ORTAÖNER

Ey Rasul zatın teşrif etmeden cihana
Âlem bir ah'a yakıncaydı duyana

Sen yoktun belki de bu dünyada ama
Sen yokken bile âşıkların vardı ey Nur-u Dilara

Yokluğun bir yokluktu aslında varlıkların arasında
Ama bazı nasipsizler bunu bile bilemedi asla

Varlığın varken bile bilinmezken kıymeti
Yokluğun o insancıklara ne ince değerdi ki

Ve Sen geldin fazlınla şeref verdin
Gaflette olanlarca ne güzel bir ümittin

Gülmedin tebessüm ettin
Zorla değil gönülce sevdirdin

Huzuruna gelenler önce irkildi
Sonra rikkat ile iman nimetiyle nimetlendi

Lakin bazıları vardı ki
Seni sevdiğin güzide şehrinden bile terk ettirtti

Ve Habibim dedi Seni Yaradan
Bitti hicranlar firuze aydınlığından

Çıkmazlar yurduydu karanlıklar o devirde
Gözyaşı derya mahpesi kilitliydi Sana tutkun vuruşlar nisbetinde

Sensiz ahir zamanda ahire bırakıldı iyilikler
Özlemin teşrifi bile bir özge yalınlıkta büyüdüler

Her şey Seni ve Ravzanı hatırlatsa da
Şu an dökülen şu yaşlar Sana olan hasreti anlatmak için yeter aslında

Sana gelenler nede nasipliler bir bilseler keşke
Senden uzak olmak ne büyük keder / bilinmese de

En Güzel Örneksin Ey Rasul tüm varlıklara
Seni anlatmak mı - hayır - haddimce yakışmaz bana

Ama bulunulan mekandan Medine'ye bir güzeran bizimkisi
Belki de bu dünyadan istifa dilekçesi

Nail olunmaz mı ki bu bedenlerde Sen'in devrine
Geçici yangınlara dayanırız biz en son demde Sen varsın diye

Ve artık men' ettik arındırdık muradımızı
Şüheda borcuyla yıkadık ah-u efganımızı

Kesildi ikindiler ve bıraktı bizi güzide refikler
Velakin kelime anlamsızlığında bile firar etti kalemler

Gayrı ne kelime dayanıyor Sen'i anlatmak adına
Ne de kalemim yazıyor boynu bükük kağıdıma

Bizimkisi bir aşk ifadesi birazda yangınlık
Zedelense de sevgiler Hak ikliminde istediğimiz bir uyanıklık

Gelmek istedik hep kanunlu dünya bırakmadı bizi
Akabinde ilkbahar yalınlığında asi bir rüzgar savurdu benliğimizi

Ve ben dedim hep kalakaldım
Ben'likten artık çıkıp Hakk'a dayandım

Niyazım Cenab-ı Hakk'adır feryadım mesafelere
Beşer sıfatıyla düştüm yola beşaretimle

Rabbim kulum desin Nebisi ümmetim
Bu yazılanlarda iki cihanda olsun en a'la niyetim

Ne akılmış Ya Nebi ne mizan
Nurunu görüp te doğruyu bulamayan

Hayali bile güzel aslında küçük bir umutta olsa
Ben bittim-kalem yitti- aşkımda inşaallah en ulviler fırkası sınıfından ola




SELAM SANA NUR-U DİLARA- HALİT ÖZDÜZEN

Selam sana ya Muhammed  Mustafa
Gelişini haber verdi Nebîler,
Son dönemde gelir Ahmed dediler,
Melekler yoluna güller serdiler,
Selam sana ya Muhammed  Mustafa

Nûr-ı çeşmin gönüllerde zevk sefa.
İsrafil ninniler söyledi cana,
Çocuklukta özlem duydun babana,
Anam babam feda olsunlar sana,
Selam sana ya Muhammed  Mustafa,
Ruhu nakşın gönüllere pür şifa.
Gençliğinde cesur, mert bir civandın,
Doğruluğa ta yürekten inandın,
Muhammed ü’l-emin unvanı aldın,
Selam sana ya Muhammed  Mustafa,

Cemâlin benzerdi hüsn-ü Yusuf’a.
Ceddin İbrahim’in Hanif dininde,
Bazen tüccar oldun Kenan ilinde,
Yalan yanlış yoktu senin dilinde,
Selam sana ya Muhammed  Mustafa,

Meleklerde olmaz sendeki vefa.
Mirâcına şahit oldu âlemler,
Sevenler müjdeli haberi bekler,
Firâkından yandı bütün felekler,

Selam sana ya Muhammed  Mustafa,

Gelmek istiyorum senin tarafa.
Ağzında dualar, gözlerin yaşlı,
Çocukla çocuktun, yaşlıyla yaşlı,
Oldukça vakurdun, hep ağır başlı,
Selam sana ya Muhammed  Mustafa,

Şöhretin yazıldı nurlu Mushaf’a.
Konuşurken sesin gayet sakindi,
Bakışın kararlı, gözler emindi,
Firdevs dedikleri Cennet tenindi,
Selam sana ya Muhammed  Mustafa,

Allah remzeyledi mim-i hurûfa.
Tenin gül kokardı, nefesin reyhan,
Dünyada sultandın, ukbada sultan,
Seni görmek ister bu fakir her an
Selam sana ya Muhammed  Mustafa,

Şefâatin göster koyma A’râfa.
Ahlâkın Kuran’dı âdabın Furkân,
Ashâbın ışıktı, Ehl-i beyt nurdan,
Resul ayrılamaz çâr-ı yarından,
Selam sana ya Muhammed  Mustafa,

Ehl-i beyte canlar feda bin defa!
Şah Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin,
Sevdam Zeynep ile Zeynel Abidin,
Sensin kıblem, sensin Kevser, sensin din!
Selam sana ya Muhammed  Mustafa,
Her zerrene canım feda bin defa.



YA RESULALLAH- MUSA AYDIN

Sen ruhsun, biz beden ya Resulallah
Beden ruh olmadan neye yarar ki
İnsanlık gemidir, sen de Nuh’usun
Gemi Nuh olmadan neye yarar ki

Âlem bir bahçeyse, sensin bahçıvan
Bahçe bahçıvansız, neye yarar ki
Varlık damarında dolaşan kansın
Damar olsa kansız, neye yarar ki

Sen gülsün, melekler şeyda bülbülün
Bülbül, gül olmadan neye yarar ki
Şah gül-i gülzar-ı marifet sensin
Şahgülsüz gül, sünbül neye yarar ki

Hilkat sinesinin atan kalbisin
Kalp olmadan sine neye yarar ki
Âşık pervaneler, şem’inde yanar
Şem’isiz pervane neye yarar ki

Manzumey-i hakta güneştir yerin
Manzume güneşsiz neye yarar ki
Faziletler beden olsa, sen başsın
Beden olsa başsız neye yarar ki

Sen her güzelliğin zirvesindesin
Sen olmadan güzel, neye yarar ki
Aşkın gazelinin şah beyti sensin
Sen olmadan gazel, neye yarar ki

Hakka giden yolda en son menzilsin
Sen olmazsan menzil, neye yarar ki
Mahfil-i uşşakın şem’i sensin sen
Şem olmazsa, mahfil neye yarar ki

Beden, Kabe’ye, ruh sana yönelir
Sen olmazsan, Kabe neye yarar ki
Gönül evi sensiz bir harabedir
Ev olsa harabe, neye yarar ki

Padişah-ı mülk-i hakikat sensin
Bir mülk, padişahsız neye yarar ki
Sırlar kapısının miftahı sensin
Bir kapı miftahsız, neye yarar ki

Canlar sana ikrar etse, pak olur
Bir can pak olmadan, neye yarar ki
Yol sana varırsa, ancak hak olur
Bir yol hak olmadan, neye yarar ki

Mey-i aşkın, âşıkları mest eder
Mey sarhoş etmezse, neye yarar ki
Öten bülbüllerin, senası sensin
Bülbüller ötmezse, neye yarar ki

Bi-neva olanın nevası sensin
Nevasız bi-neva, neye yarar ki
Dua edenlerin âmini sensin
Âminsiz bir dua neye yarar ki

Varlık sedefinin cevheri sensin
Cevhersiz bir sedef, neye yarar ki
Sana gelmeyenler, hedef şaşırır
Şaşırılmış hedef, neye yarar ki

Basiretli gözün ışığı sensin
Göz ışıksız olsa, neye yarar ki
Sen hak söyleyen dillerin nutkusun
Dil nutuksuz olsa, neye yarar ki

Canların cananı sensin, ey Habib
Can canan olmadan, neye yarar ki
Hak sözün delili, burhanı sensin
Söz burhan olmadan, neye yarar ki

Mecnun olanların Leyla’sı sensin
Mecnunlar Leyla’sız neye yarar ki
Bizler köleleriz, sen de mevlamız
Köleler mevlasız, neye yarar ki

Âlemin sebeb-i vücudu sensin
Sen olmadan, vücut neye yarar
Namaz, kunut senle mana kazanır
Sensiz namaz, kunut, neye yarar ki




35-SEVDİM SENİZ - H.BASRİ CANTAY

Sevdim seni hep canlara canan diye sevdim
Bir ben değil alem sana kurban diye sevdim

Ecram-ı felek levh-u kalem mest-i nigahın
Didarına aşık ulu Yezdan diye sevdim.

Mahşerde nebiler  bile senden medet ister
Gül yüzlü melekler sana hayran diye sevdim.

Aşkınla buhurdan gibi tütmede bu kalbim
Sensiz bana cennet bile hicran diye sevdim.

Ta arşa çıkar her gece aşıkların ahı,
Asilere lutfun yüce ferman diye sevdim.

Doğ kalbime bir lahzacık ey nur-u dilara
Sevdanı gönül derdine derman diye sevdim.

Bülbül de senin bağrı yanık aşık-ı zarın
Feryadı bütün ateş-i suzan diye sevdim.

Huriler ezelden beri şeyda-yı cemalin
Yanmıştı sana yusuf-u kenan diye sevdim.

Evlad ü iyalden geçerek ravzana geldim
Evsafını methetmede Kuran diye sevdim.

Kıtmir'inim ey şah-ı Rasul kovma kapından
Alemlere rahmet dedi Rahman diye sevdim.

Şeyda kuluna eyle nazar merhametinle
Bir lahza nazar en büyük ihsan diye sevdim.

 

EY ALEMDAR-I RESUL EY YAR-I FAHRUL-MERSELİN - BAHTİ(I.AHMED)

Gazel

Ey ‘alemdâr-ı Resûl ey yâr-ı fahrü'l-mürselîn
Zât-ı pâkin Rûm'a rahmet kıldı Rabbü'l-‘âlemîn

Hâk-i Rûm'a tohm-ı İslâm'ı sen ekdin evvelâ
Meyvedâr olsa n'ola zâhir-i eşcâr-ı dîn

Feyz alırsın nükhet-i enfâs-ı Ahmed'den müdâm
Bu türâb-ı türbene reşk etse lâyık müşg-i Çîn

Tâ ezelden Âl-i Osmân'ın çün oldun yâveri
Bana dahi yâver ol ey fahr-i ashâb-ı güzîn

Eyle himmet Bahtî'ye dergâhına geldi senin
Eyle himmet ser-be-ser feth eyleye a'dâ ilin

 

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER

BAŞÖRTÜSÜ ve ÖRTÜNMEK İLE İLGİLİ ŞİİRLER

AY ŞİİRLERİ

MARŞLAR

ÇOCUK ŞİİRLER