Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

BİR HAFTADA 100 BİN DOLAR BULABİLİR MİSİN? - ERDAL DEMİRKIRAN

Telefon faturası biraz yüklüce gelmişti o ay. Cebindeki para faturanın yarısını bile ödemeye yetmiyordu. Bir iki kişiden borç para istedi; ama alamadı. Kestiler telefonu... Artık müflis bir işadamıydı. Birkaç ay önce insanların önünde saygıyla eğildiği bu genç adama parasız olmak çok ağır geliyordu. Türkiye'yi sarsan kriz, onu tamamen bitirmişti. Kendini yavaş yavaş “işe yaramaz, beceriksiz bir pisliğim ben” diye tanımlıyordu artık. Tekstil sektöründeydi ve kumaş aldığı firmaya 100 bin dolar borcu vardı. Telefon faturasını bile ödeyemeyecek durumda olan bu adam 100 bin doları nasıl ödeyecekti.

Ümitsizdi. “100 sene çalışsam ödeyemem bu borcu.” diyordu. Hayat arkadaşı terk etmişti onu. Sürekli tehdit ediliyordu kumaşçı tarafından. Etrafındakiler korkuyordu onunla birlikte görülmeye. Çevresinde kimse kalmamıştı. Herkes buhar olup uçmuştu sanki. Yüzlerce insan etrafından nasıl da kayboldu birden. Ondan gitmeyen, onu terk etmeyen sadece iki insan kalmıştı. Biri diken, çalı, çakıl makıl, tanımadan hep oğlunun yanında yürüyen fedakâr baba, diğeri de her ezan okunuşunda ellerini Mevlâ’sına çevirip, oğlu için dua eden yaşlı ana... Farkındaydı genç adam, her şeyin farkındaydı. Büyük düşünür Zevrakî’nin dediği laf geldi aklına. “Para ruh gibidir evlat. Nasıl ki ruh bedeni terk edince geriye sadece ceset kalır ve insanlar bu ölü bedenden kaçarsa, para cüzdanı terk edince insanlar öyle dağılır giderler etrafından.” diyordu Zevraki... “Vay bee” dedi ve içini öyle bir çekti ki görsen ciğerin yanardı. O akşam eve erken geldi. Babası henüz gelmemişti işten. Saat epeyce ilerlemişti. Binlerce tehdide hiç aldırış etmeden, oğlunun yanından hiç ayrılmadan yürüyen baba o gece eve gelmedi. Genç adam sokağa çıktı. Polise haber verdi ve her yeri aradı. Hiçbir yerde yoktu Ali Rıza emmi. İçi içini yiyordu genç adamın. Yapabileceği fazla bir şey yoktu. Eve döndü. Sessizlik vardı evde, bir de annesinin gözyaşı... Camın kırılma sesi ikisinin de yüreğini ağzına getirdi. Kâğıda sarılı bir taş yuvarlandı halının üzerinde. Annesi ne taşı gördü ne de kâğıdı. Genç adam gizliden okudu. “Eğer bir hafta içinde 100 bin doları ödemezsen bir daha babanı göremezsin.” yazıyordu ölüm soğukluğundaki kâğıtta. Hayatta en değer verdiği adam kim bilir ne acılar çekiyordu. Kahrolmuştu. Kaybettiği itibarı umurunda bile değildi genç adamın. Tek düşündüğü babasını kurtarmaktı. Tüm yorgunluğunu çöpe attı, üstüne bastı. Dışarı çıktı. Mahalledeki sabahçı kahvesine gidip demli bir çay içti. Denizin kıyısında durdu. Düşündü. 100 bin doları düşündü, babasını düşündü, seccadesine kapanıp ağlayan annesini düşündü, gururunu düşündü... Cebindeki eski telefon defterini çıkardı ve tüm numaraları inceledi. Herkese gidecekti. Gerekirse tüm dünyayı dolaşacaktı. Saat 8’e geliyordu. Önce yıllarca iplik aldığı Abdullah Bey’e gitti. Durumunu anlattı. “Bana borç verir misin?” demiyordu artık. “Cebindekileri bana ver ve beni mümkün olduğu kadar çok adama gönder! Benim boynumdan ipi çözen adam çok zor durumda.” diyordu. Herkes herkesi aradı. İnanılmaz bir şey oldu. Üçüncü günün akşamı 100 bin dolar hazırdı. Bu akıllara durgunluk verecek bir şeydi. Dördüncü gün takas günüydü. Kumaşçı ortalarda yoktu. Çirkin bir adamını göndermişti. Yaşlı adam bu çirkin adamın elindeydi ve gülümsüyordu oğluna biliyordum der gibi bir ifadeyle. Genç adam çantayı, çirkin adam da babasının özgürlüğünü uzattılar birbirlerine. Demek ki insan ancak çaresiz kalınca tüm kapıları zorluyormuş ve zorlayınca da “100 yılda yapmam imkânsız” dediği şeyleri 3 günde yapabiliyormuş. Nereden mi biliyorum, biliyorum işte! Eminim ki kumaşçı, genç adamdan 100 bin doları borç almadan, çalışarak kazanıp ödemesini isteseydi, genç adam onun da bir yolunu bulup ödeyecekti borcunu. Evet, eğer insan çaresiz kalınca kurtuluş destanını yazabiliyorsa, eğer insan "buraya kadar" dendiği an gemileri dağdan aşırabiliyorsa, eğer insan "imkânı yok" diye düşünülürken Seyit Onbaşı gibi 275 kiloluk demir gülleyi sırtlayabiliyorsa, eğer insan çaresiz kalınca en olmadık icatları yapabiliyorsa, hastalıklara çareler bulabiliyorsa... Bu, o gücün içimizde daima olduğunu, bize o perdeleri açan güç sahibinin zaten her zaman yanı başımızda olduğunu göstermez mi? Peki neden bu gücü normal zamanlarımızda açığa çıkaramayalım ki? Eğer kendimizi sorumlu hissedersek, eğer kendimizi çaresiz hissedersek, eğer kendimizi bir şeyi yapabileceğimize ikna edersek yapamayacağımız ne olabilir ki!

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi