Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

An Kemancı, ah

Fransa'da yaşayan bir kemana, kemanını o kadar iyi çaldığına öylesine inanıyormuş ki, çaldığı ezgilerle vahşi bir hayvanı bile büyüleyeceğinden eminmiş. Arkadaşlarının uyarmaları ve yalvarmalarına rağmen silahsız olarak Afrika'ya gitmeye karar vermiş. Yanında kendisini koruyacak tek şey kemanı olacakmış.

 Adam orada, bir orman açıklığında keman çalmaya başlamış. Onun kokusunu alan bir kaplan, saldırmak amacıyla ilerlemeye başlamış; fakat müziği duyunca yere çökmüş ve o güzel müziği dinlemeye başlamış. Aç bir panter, dişlerini göstererek bir ağaçtan aşağı sıçramışsa da, kulağına gelen müzik açlığını bastırmış. Ardından bir aslan onlara katılmış. Çok geçmeden pek çok vahşi hayvan, adamın etrafında toplanmış ve o, bir zarar görmeksizin keman çalmaya devam etmiş. Tam o sırada yakındaki bir ağaçtan ansızın atlayan leopar, keman çalan adamı bir hamlede parçalayıvermiş. 

 Leopar avını yakalamanın sevinciyle yalanırken öteki hayvanlar ona yaklaşıp, "sen ne yaptın, belki de dünyanın en muhteşem müziğini çalıyordu o" demişler.Leopar, etrafındakilere anlamsız anlamsız bakarak, ayağıyla kulağını öne doğru götürüp bağırmış: Ha... Ne dediniz!

Muhammed Ali Can / Çivril - Denizli  

Kulaktan kulağa     

Albay, binbaşıya emir verir:     

 'Yarın güneş tutulacak. Bu her zamânrülen bir olay değildir. Erleri talim elbiseleri ile alayın talim meydanına getirin de olayı görsünler. Ben de orada bulunup, kendileri­ne gereken bilgiyi vereceğim. Şayet yağmur yağarsa, tabii bir şey göremeyiz. O zaman erleri üstü kapalı olan talimgâha götürürsün." Binbaşı, yüzbaşıya emri tekrarlar: "Albayın emriyle yarın saat 09.00'da güneş tutulacak. Şayet hava kapalı olursa bir şey görülmeyecektir. Bu halde albay kapalı talimgâhta gereken bilgiyi verecektir."

 Yüzbaşı, başçavuşa:'Yarın sabah hava güzel olursa, talim kıya­feti ile albay tutulacak. Kapalı talimgahta yağmur yağarsa, alayın meydanında manev­ra yapılacak."

Başçavuş, askere:'Yarın sabah saat 09.00'da kapalı talimgâhta albayı tutacağız. Sabahleyin hepiniz talim teçhizatıyla hazır olun."

Askerler kendi aralarında...'Yarın sabah 09.00'da bizim başçavuş al­bayı tutuklayacakmış. Albay ne yaptı acaba?"Nereden nereye 

Kahvenin hatırı

Eski bir hikâyedir, vaktiyle İstanbul'da Yemiş İskelesi'nde kahvecilik yapan ve başından türlü maceralar geçtikten sonra âmâ düşen bir adamdan naklen Üsküdarlı halk şairi Va­sıf, ondan da naklen Reşad Ekrem şöyle kaydediyor (İstanbul Ansiklopedisi V, 2808): Bu adamın "Bir gün kahvehanesine bir yeniçeri gelip,

-        Hey arkadaş!. Hep müşterilerine birer kahve yap, lakin şu kâfire yapma, demiş. Kâfir dediği de bir köşede oturup nargile içen bir Rum gemi kaptanı imiş. Âmâ, hiç şüphesiz ki o zaman gözü açık, birer kahve yapıp vermiş. En sonra da iki kahve yapıp,

-   Kaptan, biz de se­ninle içelim!., diye Rum müşterinin yanına otur­muş. Yeniçeri,

-   Heeyy! Ben sana o kafire kahve yapma diye tenbih etmedim mi? deyince kahveci de Kaptana yaptığım kahve senden değil, ocaktandır ağa!., cevabını vermiş.

Aradan zaman geçmiş. Sisam adasında büyük bir isyan baş göstermiş. Kahveci de yeniçeri ocağında kayıtlı asker olduğu için adaya sevk edilmiş. Askerin arasında şuyû bulduğuna göre Sisam'da asi olan Rumlar, ele geçirdikleri Türk esirleri bir meydanda müzayede ile satarlar, arttırıp alan da he­men boğazlayıp kesermiş. Müzayede ile e­sir satmaktan kasıttan da, isyan hareketini beslemek için bir nevi yardım toplamakmış. Gün gelmiş, Yemiş İskelesi'nin kahve­cisi de Rumların eline esir düşmüş ve di­ğer esirlerle birlikte o meydanda satışa çı­karılmış. İstekliler kaç kişi ise karşılarına dizilmişler, bekleşirler imiş. O sırada tepe­den tırnağa silahlı bir Rum gelmiş. Bunları gözden geçirdikten sonra bir iskemleye o-turmuş. Müzayede de başlamış. İlk, bir paradan başlarlarmış. Bir canda beş para­ya, on paraya kadar çıkarmış. Sıra kahveciye gelince iskemlede otu­ran o silahlı adam yekden, - Beş kuruş!., diye ba­ğırmış. Arttıran olmayınca da esiri alıp bir muhafız neza­reti altında şehirden çı­karmış. Zavallı kahveci, "Beni beş kuruşa aldığına göre kim bilir ne gibi işkenceler­le öldürecek!?.." diye düşünürken, ıs­sız bir yerde o silahlı Rum,

- Korkma, demiş, sen beni tanımadın ama ben seni tanıdım. Hani bir yeniçeri ba­na hakaret ettiği zaman sen onu dinleme­yip bana kahve ikram eden Yemiş İskelesi'ndeki kahveci değil misin?!... Kucaklaşıp öpüşmüşler. Bir fincan kahvenin hatırını sayanlardır ki asi de olsa, şakî de olsa merd adamdır." Doğru söze ne denir!  

Eski Roma ile ilgili meşhur bir hi­kâye vardır.

 Derler ki imparatoriçe yakınlarını çağırmış bir gün ve emretmiş: "Falan kişinin beni ze­hirleyeceğine dair haberler ürete­ceksiniz." Heyet, utana sıkıla "Aman efendim, nasıl deriz böyle bir şey. Bahsettiğiniz kişiler bu ülkeyi canlarından çok sever, hem kim inanır buna?" der. Kraliçe, sadist bir kahkahayla yapıştırır cevabı: "Size emrediyorum! Beni zehirle­yeceklerine dair bir haber yayın. Bu haber tartışıladursun biz, ikin­ci bir fısıltıyı atarız. Roma sokak­larına, sonra üçüncü haber bom­bardımanı, sonra dördüncüsü... İnsanlar ilk haberin şaşkınlığını atmadan deriz ki hainler impara­torun yanına kadar sızmış, zehri yüzükler içinde sokacaklarmış, ze­hir kırmızı bir tozmuş, içkilere ka­tılacakmış... Bu bilgi bombardıma­nı karşısında halk, ilk iddiamızı gerçek kabul eder ve ayrıntılar üze­rine düşünmeye zorlanır..."   

TEBEŞİR

Aşağıdaki hadise ODTÜ'de geçiyor: Hoca büyük bir şevkle ders anlatmaktadır. Tamamen konuya konsantre olmuş; ama tebeşirinin ufacık kaldığını fark ediyor. Uyuklayan bir öğrenciye "E. hadi çık tebeşir bul yan sınıf­tan." diyor. Çocuk çıkıyor ve yan sınıf diye aynı amfiye diğer kapıdan giriyor. Yine bizim hocaya "Hocam yan sınıftan tebeşir istiyorlar." diyor. Hoca da derse konsantre ya, "Ya ben de az önce bir öğrenci gönderdim alsın diye. Bizde de yok." diye cevap veriyor. Çocuk da "haa tamam" deyip çıkıyor. Sonra diğer kapıdan tekrar girip "Yokmuş hocam. Aaa nasıl yani ya?.." deyince hoca da öğrenci de durumu çakıyorlar. 

 

Sarhoş maymun hikâyesi

Maymun, ormanın ortasına kurmuş çilingir sofrasını, külhanbeylik yapıyormuş.O sırada zürafa geçiyormuş, sormuş:

-        Maymun kardeş, nasılsın?

-        İyiyim be dostum, içip içip aslanı dövüyorum.Zürafa uzaklaşmış.

Derken zebra gelmiş hal hatır sormuş:

-        N'olsun be; içiyorum içiyorum aslanı pataklıyorum.

Derken köstebek gelmiş:

-        N'aber maymun?

-        İyilik koçum, içip içip aslana girişiyorum!Olanlar aslanın kulağına gitmiş. Gelmiş maymunun yanına.

-        Anlat bakalım maymun efendi, ne var ne yok? Maymun hemen toparlanmış:

-        Kusura bakma, içiyorum içiyorum abuk sabuk konuşuyorum.

Tez danışmanı

Bir tavşan önüne bir daktilo almış tak tuk tuk bir şeyler yazıyor. Oradan geçen bir tilki:

- Hey tavşan ne yazıyorsun?

- Doktora tezimi yazıyorum.

- Ha öyle mi, çok güzel ne hakkında?

- Tavşanların tilkileri nasıl yedikleri hakkında.

- Yok canım olur mu öyle şey, hiç tavşanlar tilki yerler mi?

-          Olur canım gel istersen sana ispat edeyim.

Beraberce tavşanın yuvasına girerler biraz sonra tavşan tek başına çıkar ve yine daktilo­sunun başına geçer tak tuk bir şeyler yazmaya devam eder. Daha sonra oradan geçen bir kurt tavşanı görür.

- Hey tavşan ne yazıyorsun?

- Doktora tezimi.

- Ne hakkında?

- Tavşanların kurtlan yemesi hakkında.

-       Yayınlamayı düşünmüyorsun herhalde, bu­na kim inanır?

-      Doğru olmaz mı, gel istersen göstereyim.

Yine beraberce yuvaya girerler, tavşan biraz sonra tek başına dışarı çıkar.Tavşanın yuvasının içi. Bir köşede tilkinin kemikleri, bir köşede kurdun kemikleri. Diğer tarafta bir arslan kürdanla dişlerini temizliyor.

Sonuç ve anafikir

Doktora tezi yapmak için tezin önemi yoktur, konunun da önemi yoktur. Önemli olan tez danışmanındır,

 

Mühendis

Bir makine mühendisi, bir elektrik mühen­disi ve bir bilgisayar mühendisi bir gün eski bir araba ile yola çıkmışlar. Issız bir otobandan geçerken araba aniden dur­muş, bakmışlar çalışmıyor, makine mü­hendisi, "Ben şimdi hallederim!" diyerek atılmış, önce arabanın altına yatmış, kaputu açmış, birkaç girişi sıkıştırıp, birkaç yere çekiçle filan vurmuş ama tık yok!

Başı eğik arabaya geri dönmüş. Bunun üzerine elektrik mühendisi atılmış hemen, o da elektrik girişlerini, sigortalan kontrol et­miş, kablolarla oynamış ama hareket yok! Bunun üzerine ikisi birden dönüp, bilgisayar mühendisine bakmışlar. Sıranın kendisine geldiğini anlayan bilgisayarcı, "Eeee şey, arabadan bir çıkıp tekrar girsek?"

SON EKLENENLER

Üye Girişi