Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

Kolay ve bol yazabilenlere her zaman gıpta ettim. Bazan eski yazarların bıraktıklarına, bazan da şimdiki köşe yazarlarının her gün kaleme aldıklarına bakarak. Kolay yazmadan bahsettiğim için bu ifadenin arkasında kolay yazmanın küçümsenmesi gibi bir mana aranmasın. Ama gıpta etmekte, kıskanmaktan özenmeye ve imrenmeye kadar bilumum hayranlık ve hayret duygularını akınıza getirebilirsiniz. Eskiden böylelerine velûd kalem sahibi derlerdi. Şimdiki karşılığı herhalde doğurgan olmalıdır. Bu gibi yazarlar için "Yazdıklarını toplasanız boyunu ge­çer." veya "Ömrünün yıllarından fazla kitabı vardır." gibi sözlerde pek de mübalağa yoktur.

Gerçekten böyle insanların hayatlarının yılla­rı ile yazdıkları nisbetlendirildiğinde bugünün insanı için hayret verici kıyaslarla karşılaşılır. İlkçağın Yunanlı büyük filozofu Aristo'nun 400 veya 1000 kadar eser yazmış olduğu herhalde efsane gibi bir rivayet olmalıdır. Ortaçağın bü­yük İslâm filozofu İbn Sina'nın ise 200'den fazla eseri olduğu bilinmektedir. Endülüslü filozof İbnürrüşd'ün de yüzden fazla eseri olduğu bili­nir. Her biri büyük istisna olan bu üç büyük filo­zofun eserleri için verilen sayılarda mübalağa olabilir. Nitekim rivayet edilen bu eserlerin bir kısmı bulunamamış, bir kısmının da başkaları­na ait olduğu söylenmiştir. Ancak kalanlar ve onlara ait olduğu kati olarak bilinenler bile on­ları velûd insanlar olarak baş tacı yapmaya ye­terlidir. Tabii bu insanlar, bu olağanüstü zekâ­lar için devirlerinin şartlarını da düşünmek ge­rekir. Maddî ulaşımın, dolayısıyla bilgi iletişimi­nin ne şartlar altında ve hangi vasıtalarla olabil­diği, kendilerinden önce yazılmış kitaplardan hangi kütüphaneler yoluyla faydalanabildiğim tasavvur ettiğimizde adeta okuduklarından da­ha fazla yazdıklarına karar vermek gerekecek­tir. Tabii bu şahsiyetlerin eserlerinin, günümüz ulemasınınkiler gibi, mevcut bilgileri toplamak, nihayet olsa olsa onları yorumlamaktan ibaret değil, çok defa zihnî yaratıcılığa ve terkibe da­yandığını da düşünmek gerekir.

Bizde basının gelişme gösterdiği Tanzimat sonrası yazarları arasında da böyle velûd olan­ları vardır. Bunlardan sadece basılı kitaplarının sayısı 100'e yaklaşanlar veya geçenler arasında Ahmed Rasim, Hüseyin Rahmi, Mehmed Ce­lâl, Avanzade Süleyman gibi isimler akla geli­yor. Kitaplarının yanında gazeteci olmaları do­layısıyla yine zengin bir yazı repertuvarı olan­lardan da Hüseyin Cahit Yalçın ve Peyami Safa hatırlanmalıdır. Be­nim hatırlayamadı­ğım veya bilemedik­lerim de muhakkak vardır. Bizzat gazete veya dergi yayınla­mış yahut gazetecilik yapmış olanların güçlü kalem ve üslûp sahibi de oldukları takdirde velûdiyetlerine imkân açılmış olduğu da düşünül­melidir.

Yazar için, özellikle edebiyatçı için doğurganlık ile gerçek değer arasında belirli bir nisbet kurulamayacağı mu­hakkaktır. Ancak eskilerin "Kıymet nedrette­dir." sözü de bu konuda her zaman geçerli de­ğildir. Hâsılı doğurganlık ve değer bana birbi­rinden ayrı kavramlar gibi görünüyor. Biri kali­teye, diğeri kantiteye ait.

Yukarıda adlarını saydıklarım arasında zik­retmem gereken iki isim daha vardı: Ahmed Midhat Efendi ve Şemseddin Sami. Bunlara daha başka türlü gıpta ettiğim için ayrıca üzer­lerinde durmak istedim.

Geçen yüzyılda Ahmed Midhat Efendi'ye bilmem kaç beygir gücünde yazı makinesi lâka­bını boşu boşuna vermemişler. Velûdiyette ka­liteye değil kantiteye yer verileceğinden işi biraz rakamların keyfine bırakalım. Efendi'nin kitap halinde basılı eserlerinin sayısı 200'ü buluyor. Aralarında iki—üç formalık risalelerden bin sayfanın üzerinde olanlarına, cep kitabı boyutlarından çift sütuna dizilmiş battal boyda olanlarına kadar akla gelebilecek hemen her konuda ve edebiyatın şiirden başka hemen her türünde olanları var. İki dergi çıkarıyor. 10 sayı çıkabilen Dağarcık ile 34 sayı çıkan Kırkanbar'da bazı kalem arkadaşları varsa da yazılarının çoğu kendisine ait (Her iki derginin sayfa toplamı 1300). 1878 yılından başlamak üzere ölüm tarihi olan 1912ye kadar yayınladığı, başında bulunduğu Tercüman—ı Hakikat gazetesi koleksiyonunun toplam sayısı ise 11.000'in üzerinde. Ahmed Midhat'ın romanlarının ve bunların dışındaki kitaplarının çoğu burada tefrika ediliyor. İmzalı imzasız pek çok yazıları; hatta haber sütunlarıyla neredeyse gazetenin tamamını kendisi kaleme alıyor. Dahası, yazılarını e mail'le, faks’la gönderecek hali yok. Zaten gazetenin sahibi olduğu için hemen her gün Beykoz'dan iki—üç saatlik vapur yolcuğuyla Eminönü'ne ve Babıâli’ye gitmek zorunda (Yazılarının, romanlarının pek çoğunu bu uzun vapur yolculuklarında kaleme almış olduğunu hatırlatmaya gerek var mı ?) Kaliteye gelince, o bir halk romancısı, halk eğitimcisi, bir "Hâce—i Evvel". Hem de pek avam—firîb: demagog olmadan. Popüler bir yazar; ama bana göre popülist değil. Mühim bir misyonu yük­lenmişti. O, Osmanlı okuryazarından, (Yalnız okuryazarından değil, Metre yani ümmî olanla­rından da; çünkü konaklarda, evlerde, kahve­lerde bir de okuyanları dinleyenler vardı.) bir gazete okuyucusu, bir tefrika takip edicisi çıkarmasaydı kendisinden sonra gelenler bu alanlarda kolay kolay baskı sayısı bulamayacaklardı.

Şemseddin Sami'ye gelince. Onun yayıncılığı daha âlimâne. Onun için kantitede Ahmed Midhat'ın biraz gerisinde. Fakat yine da şaşma­mak elde olmayan olağanüstü bir mesai, olağa­nüstü bir hayat. O da gazete ve dergi yayınlıyor, onun da değişik alanlarda otuz kadar kitabı var. Fakat birkaçı, asırlar boyu kültürümüzün birer âbidesi olarak onun ismini ebedî kılmaya yeter. Biri Kamusü'l—Alâm. Yani özel adlar (yer ve kişi) ansiklopedisi. Ansiklopedi boyutunda, çift sütun üzerine beş bin sayfaya yakın. Bugün kaç kişilik bir bilginler heyeti böyle bir çalışmanın altodan çıkabilir? Diğeri karşılıklı olmak üzere iki cilt Kamus—ı Fransevi. Bu da 3.500 sayfa. Üçüncüsü, meraklıların hâlâ baş tacı ettikleri, belki de bugünkü bütün sözlüklerimizin ağaba­bası Kamus—ı Türkî, 1.500 küsur sayfa. Bir söz­lük nasıl vücuda getirilir?

Bir kelimenin, kavramın tarifi nasıl yapılır? Hele size öncülük edecek örnek Türkçe söz­lükler yoksa. Birçok dilden faydalandığı için o sözlükler, etrafında, masasında nasıl sıralanır­dı? Bilgisayarı mı vardı? Fiş mi tutardı?

Şimdi bu insanlara rahmet okumadan evvel biraz duralım. Artık elimizde Ahmed Midhat Efendi ve Şemseddin Sami'nin Yıllandıkları abaküs'ler değil, pilli hesap âletleri var. Ahmed Midhat Efendi 67, Şemseddin Sami ise 54 yaşın­da öldüler. Yirmi yaşlarında da yazmaya başla­dıklarını kabul edelim. Kâğıdın rahatça karala­ma yapıp yırtılacak kadar bol olmadığı, kurşun kalemin, hatta demir uçların bile bulunmadığı, divite, hokkaya batırılan kamış kalem cızırtısıyla bu adamların yazdıkları sayfaları, ömürlerinin günlerine bölmeye himmet buyurun bakalım.

Bu söylediklerim kolay yazanlar içindir.

M.ORHAN OKAY

SON EKLENENLER

Üye Girişi