Ali Çolak, Gül Saati'nde "Edebiyat derslerinin lüzumsuzluğuna dair" bir deneme yazdı ve bu denemedeki yaklaşım ertesi gün çiçeği burnunda Radikal gazetesinin bir haberine konu oldu. Benden ve daha birçok kişiden görüş isteyen Yeni Yüzyıl gazetesi de sanırım aynı konuyu geniş olarak işleyecek. Belki fazla işkilliyim, ama öyle sezinledim ki, birileri "Bakın, Zaman gazetesi yazarları bile bizim gibi düşünüyor!" diyerek mevcut edebiyat müfredatının aleyhinde bir kampanyaya hazırlanıyorlar.
Söz konusu yazıyı olanca dikkatimle bir daha okudum ve şu kanaate vardım: Radikal'deki haberi yazan "haberci" Ali'nin ne demek istediğini anlamamış. " Edebiyat dersleri kaldırılsın, edebiyat zevki kendiliğinden gelişecektir." cümlesiyle biten yazıda, bana sorarsanız, aslında edebiyat derslerinin ne kadar lüzumlu olduğu anlatılmak istenmiştir. Dikkatle okunursa görülecektir ki, satır aralarında, ders kitaplarının ve öğretmenlerin yetersizliği, bu yüzden edebiyat derslerinden beklenen faydaların sağlanamadığı vurgulanarak edebiyatın hayatımızda işgal ettiği yerin git gide küçülmesinden şikâyet edilmektedir. Bir edebiyat öğretmeninin edebiyat derslerinin kaldırılmasını istediği nasıl düşünülebilir?
Edebiyat dersi -bugünkü biçimiyle mutlaka tartışılıp sorgulanmalıdır, fakat- müfredat programlarından çıkarılamaz! Doğrusu böyle bir şey çok abes olurdu.
İyi edebiyat öğretmenlerinin son derece etkili ve yönlendirici olabildiklerini biliyorum; bugün eli kalem tutanlar arasında bir soruşturma yapılacak olsa, eminim, birçoğu Türkçe veya edebiyat öğretmenlerinin hayatlarında belirleyici rol oynadıklarını söyleyecektir. Buna karşılık, bırakın edebiyatı sevdirmeyi, art arda iki düzgün cümle kurmayı beceremeyen, mahalli şivesini hâlâ terk etmemiş, üstelik okuttuğu yazarların kitaplarını okumamış öğretmenlerin eline düşenlerin edebiyat dersinden nefret ettikleri de bir gerçektir.
Asıl problem, ders kitaplarının muhtevasında, uygulanan metotlarda ve edebiyatın ruhuna nüfuz edemeyince şekillere, doğum ve ölüm tarihlerine abanarak kupkuru bir edebiyat tarihini ezberleten öğretmenlerdedir.
Şunu özellikle vurgulamalıyım: İyi edebiyat öğretmenleri edebiyata hiç ilgi duymayan öğrencileri bile etkileyebilmişlerdir; fakat hiçbir kötü edebiyat öğretmeninin meraklısını edebiyattan kopardığı görülmemiştir. Çünkü şiir, hikâye, roman vb. gibi edebî türlerle ortaokul ve lise sıralarında ilgilenmeye başlayanlar, ders kitaplarının sınırlarını kısa zamanda aşarak edebiyatın kendisiyle doğrudan ilişki kurarlar.
Liselerde okutulan edebiyattan asıl maksat, bence, genç kuşaklara ana dilin değerlerini fark ettirmek ve okuma zevki/alışkanlığı kazandırmaktır. Ancak bunu sadece edebiyat dersinden beklemek yanlış olur; bütün derslerin temel amaçlarından biri budur, bu olmalıdır. Ayrıca eğitimin bir süreç olduğu, tahsil hayatının her kademesinde alması gerekeni alamayan bir öğrencinin edebiyat öğretmeni ne kadar başarılı olursa olsun-lisede okuyacağı edebiyattan yeterince yararlanamayacağı unutulmamalıdır. Edebiyat derslerinden beklenen faydanın sağlanamaması, aynı zamanda, Türkçedeki istikrarsızlıkla doğrudan ilgilidir. E-Edebiyatımız "öztürkçe" adı altında yıllardır uygulanan ve vandalizm ölçülerine varan dil ırkçılığı yüzünden sürekli ve süratli bir biçimde eskiyen bir edebiyat haline gelmiştir. Özellikle 1960'tan sonra hızlanan dil ırkçılığının Türkçeyi inanılmaz derecede fakirleştirdiği ve bir edebî dil olmaktan çıkardığı rahatlıkla söylenebilir.
Eğitim kurumları asıl fonksiyonlarını icra edemediği için iletişim araçlarının felaket ölçüsündeki kötü Türkçesine mahkûm edilen nesillerin üç yüz-beş yüz kelimelik bir lügatle zengin bir edebî birikimi anlamasını ve bundan zevk almasını beklemek safdillik olur.
Bırakın Fuzuli’yi, Evliya Çelebi'yi, Naîmâ'yı, Namık Kemal'i, Tevfik Fikret'i, Yahya Kemal'i, Yakup Kadri'yi, Refik Halit'i vb., Orhan Veli'yi bile, dilini beş-on yılda anlaşılmaz hale getirmek suretiyle eskiten dil ırkçıları ve uydurma kelime kullanmayı ilericilik zanneden kitle haberleşme araçları, bugün gelinen noktanın başlıca sorumlularıdır.
Çözüm yollarına gelince: Öncelikle eğitim sistemini tepeden tırnağa "revizyon"dan geçirmek, genç beyinlere sürekli bilgi yüklemek yerine bilgiye ulaşmanın yollarını öğretmek, yani okuma, araştırma zevki ve alışkanlığı kazandırmak, kısır kelime kavgasını terk edip Türkçeyi ideolojik tartışma alanlarının dışına çıkarmak ve kendi geçmişiyle barıştırmak...
Doğrusu aklıma başka çözüm yolu gelmiyor.
Beşir Ayvazoğlu