Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Ali Çolak, Gül Saati'nde "Edebiyat derslerinin lüzumsuzluğu­na dair" bir deneme yaz­dı ve bu denemedeki yaklaşım ertesi gün çiçeği burnunda Radikal gaze­tesinin bir haberine konu oldu. Benden ve daha birçok kişi­den görüş isteyen Yeni Yüzyıl ga­zetesi de sanırım aynı konuyu ge­niş olarak işleyecek. Belki fazla iş­killiyim, ama öyle sezinledim ki, birileri "Bakın, Zaman gazetesi yazarları bile bizim gibi düşünü­yor!" diyerek mevcut edebiyat müfredatının aleyhinde bir kam­panyaya hazırlanıyorlar.

Söz konusu yazıyı olanca dikka­timle bir daha okudum ve şu ka­naate vardım: Radikal'deki ha­beri yazan "haberci" Ali'nin ne demek istediğini anlamamış. " Edebiyat dersleri kaldırılsın, ede­biyat zevki kendiliğinden gelişe­cektir." cümlesiyle biten yazıda, bana sorarsanız, aslında edebiyat derslerinin ne kadar lüzumlu ol­duğu anlatılmak istenmiştir. Dik­katle okunursa görüle­cektir ki, satır aralarında, ders kitaplarının ve öğret­menlerin yetersizliği, bu yüzden edebiyat dersle­rinden beklenen faydala­rın sağlanamadığı vurgu­lanarak edebiyatın haya­tımızda işgal ettiği yerin git gide küçülmesinden şikâyet edilmektedir. Bir edebiyat öğretmeninin edebiyat derslerinin kaldırılmasını istediği nasıl düşünülebilir?

Edebiyat dersi -bugünkü biçi­miyle mutlaka tartışılıp sorgulan­malıdır, fakat- müfredat program­larından çıkarılamaz! Doğrusu böyle bir şey çok abes olurdu.

İyi edebiyat öğretmenlerinin son derece etkili ve yönlendirici olabildiklerini biliyorum; bugün eli kalem tutanlar arasında bir so­ruşturma yapılacak olsa, eminim, birçoğu Türkçe veya edebiyat öğ­retmenlerinin hayatlarında belirle­yici rol oynadıklarını söyleyecektir. Buna karşılık, bırakın edebiyatı sevdirmeyi, art arda iki düzgün cümle kurmayı beceremeyen, mahalli şivesini hâlâ terk etmemiş, üstelik okuttuğu yazarların kitapla­rını okumamış öğretmenlerin eline düşenlerin edebiyat dersinden nefret ettikleri de bir gerçektir.

Asıl problem, ders kitaplarının muhtevasında, uygulanan metotlarda ve edebiyatın ruhuna nüfuz edemeyince şekillere, doğum ve ölüm tarihlerine abanarak kupku­ru bir edebiyat tarihini ezberleten öğretmenlerdedir.

Şunu özellikle vurgulamalıyım: İyi edebiyat öğretmenleri edebi­yata hiç ilgi duymayan öğrencileri bile etkileyebilmişlerdir; fakat hiç­bir kötü edebiyat öğretmeninin meraklısını edebiyattan kopardığı görülmemiştir. Çünkü şiir, hikâye, roman vb. gibi edebî türlerle orta­okul ve lise sıralarında ilgilenmeye başlayanlar, ders kitaplarının sınır­larını kısa zamanda aşarak edebi­yatın kendisiyle doğrudan ilişki kurarlar.

Liselerde okutulan edebiyattan asıl maksat, bence, genç kuşakla­ra ana dilin değerlerini fark ettir­mek ve okuma zevki/alışkanlığı kazandırmaktır. Ancak bunu sa­dece edebiyat dersinden bekle­mek yanlış olur; bütün derslerin temel amaçlarından biri budur, bu olmalıdır. Ayrıca eğitimin bir süreç olduğu, tahsil hayatının her kademesinde alması gerekeni ala­mayan bir öğrencinin edebiyat öğretmeni ne ka­dar başarılı olursa olsun-lisede okuyacağı edebi­yattan yeterince yararla­namayacağı unutulma­malıdır. Edebiyat derslerinden beklenen faydanın sağlanamama­sı, aynı zamanda, Türkçedeki is­tikrarsızlıkla doğrudan ilgilidir. E-Edebiyatımız "öztürkçe" adı altın­da yıllardır uygulanan ve vandalizm ölçülerine varan dil ırkçılığı yüzünden sürekli ve süratli bir bi­çimde eskiyen bir edebiyat haline gelmiştir. Özellikle 1960'tan son­ra hızlanan dil ırkçılığının Türkçeyi inanılmaz derecede fakirleştirdiği ve bir edebî dil olmaktan çıkardığı rahatlıkla söylenebilir.

Eğitim kurumları asıl fonksiyon­larını icra edemediği için iletişim araçlarının felaket ölçüsündeki kötü Türkçesine mahkûm edilen nesillerin üç yüz-beş yüz kelimelik bir lügatle zengin bir edebî biriki­mi anlamasını ve bundan zevk al­masını beklemek safdillik olur.

Bırakın Fuzuli’yi, Evli­ya Çelebi'yi, Naîmâ'yı, Namık Ke­mal'i, Tevfik Fikret'i, Yahya Kemal'i, Yakup Kadri'yi, Refik Halit'i vb., Orhan Veli'yi bile, dilini beş-on yılda anla­şılmaz hale getirmek su­retiyle eskiten dil ırkçıları ve uydurma kelime kul­lanmayı ilericilik zanneden kitle haberleşme araçları, bugün geli­nen noktanın başlıca sorumluları­dır.

Çözüm yollarına gelince: Ön­celikle eğitim sistemini tepeden tırnağa "revizyon"dan geçirmek, genç beyinlere sürekli bilgi yükle­mek yerine bilgiye ulaşmanın yol­larını öğretmek, yani okuma, araş­tırma zevki ve alışkanlığı kazandır­mak, kısır kelime kavgasını terk edip Türkçeyi ideolojik tartışma alanlarının dışına çıkarmak ve ken­di geçmişiyle barıştırmak...

Doğrusu aklıma başka çözüm yolu gelmiyor.

 

Beşir Ayvazoğlu

SON EKLENENLER

Üye Girişi