Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Milliyet gazetesinde bir manşet: 'Öztürkçe için yasa'. Hemen altbaşlıkta da şunlar: 'Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nun bağlı olduğu Devlet Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Bakan­lar Kurulu'nda imzaya açılan kanun taslağı, Türkçenin kulla­nımı konusunda düzenleme ve yaptırımlar getiriyor. Taslağa göre, ticari unvan, işyeri, mal, ürün hizmet adlan ile ilan ve ta­nıtımlar Türkçe olacak. Türkçe adlar için TDK’nin Türkçe Sözlük'ü kaynak alınacak. Ka­mu ve özel kuruluşların her tür­lü sözleşme, yazışma, toplantı ve gösterilerinde Türkçe zorun­lu olacak. Aksine davrananlara ağır para cezalan verilecek. Dü­zenleme kapsamına medya da alınıyor. Tv sunucusu ve spikeri olmak için belirli şartlar ara­nacak'. İlh...

 

Diller, kuralları bir kere belirlendikten sonra bir daha değiştirilmesi söz konusu bile edilemeyen yapılardır. De Saussure'ün benzetmesine başvurarak söylersek. Dil satranç oyu­nuna benzer. Siz hiç satranç oyununun kurallarının zırt pırt değiştirildiğine tanık oluyor musunuz? Elbette, hayır!

 

Söylemek istediğim şudur: Dil sorunu yasakçılık, tepeden inme düzenlemecilik, yaptırımcılık ve tasfiyecilikle çözümle­nemez. Dileyen, dilediği sözcüğü kullanır- yeter ki, yerinde ve doğru kullansın! Adam, iki karışlık bakkal dükkânına 'süpermarket' yazdıysa, buna sadece gülünür...

 

 

 

 

 
   
    Bir bu eksikti! Devletin bir de Dil sorununa burnunu sok­madığı kalmıştı! Her şeyi dü­zenleyen ve yaptırımlara bağla­yan buy urgan bir Devlet Baba imgesinin, yerini daha 'sivil' bir Devlet imgesine bırakma yo­lunda olduğumuzu düşünürken, karşımıza bu defa Dil'i, baskıcı aygıtlarıyla düzenlemeye kal­kan bir Devlet çıkı veriyor! Kla­sik, tepeden inmeci ve baskıcı aygıtlarını her düzlemde etkin kılmayı amaçlayan bir Nevzat Tandoğan devleti anlayışı: 'Türkiye'ye sosyalizm gereki­yorsa, onu da biz getiririz anla­yışı!

Şunu hemen belirtmeliyim: Dilin bugün, müdahale edilme­yi gerektirecek kertede bir başı­boşluk içinde bulunduğu söyle­niyorsa, bu başıboşluktan, hiç kuşkunuz olmasın, bizzat mü­dahaleci ve buyurgan tavır so­rumludur. Bakınız, gerek 12 Eylül öncesi, gerekse sonrası Türk Dil Kurumlan, Türkçeye kendi ideolojik tercihleri doğ­rultusunda müdahalede bulun­makta bir sakınca görmemişler­dir. Diller, kuralları bir kere be­lirlendikten sonra bir daha de­ğiştirilmesi söz konusu bile edi­lemeyen yapılardır. De Saussure'ün benzetmesine başvurarak söylersek, Dil satranç oyununa benzer. Siz hiç satranç oyunu­nun kurallarının zırt put değişti­rildiğine tanık oluyor musunuz? Elbette, hayır! Kurallar konur ve oyunun kuralları bir daha as­la değişmez. Ama bizde ne olu­yor? Önüne gelen Dil'in kurallarını kendi bildiğince değiştiri­yor. Uzağa gitmeye hiç gerek yok, şu imlâ (Yazın) Kılavuzu’na bir kez bakmak yeter! Bi­rinci basımdan sonuncu basıma kadar ne çok şey değiştirilmiş! Biri gelmiş, inceltme işaretlerini toptan kaldırmış, biri gelmiş ye­niden koymuş! Bugün dilimiz­de görülen keşmekeşin (Hasan Pulur, 'kaos' diyor) temelinde Türkçenin kurallarını ikide birde değiştirilmekte olduğu ger­çeğinin yattığını söylemek yan­lış olmaz. Türk insanı, kuralla­rının değiştirilemez olduğu bir oyunla değil, ama kuralları key­fî olarak değiştirilebilen bir oyunla karşı karşıya bırakılmış­tır. Bugün herkesin Türkçeyi belirli kurallara göre değil de, kendi bildiğince kullanması, Dil'in kurallarının yetkili ko­numda bulunduklarını zanne­den Kurum tarafından sürekli değiştirilmiş olmasındandır. Bu değiştirmeler o kadar sık ve çe­lişkili olmuştur ki, insanımız di­lin kullanımında neredeyse bir kuralsızlığın hüküm sürdüğüne inanmaya başlamıştır. Kısaca, Türkçenin bugün içinde bulun­duğu keşmekeşin nedenlerinin en başında, Türkçeye kurumsal olarak müdahale etmeyi iş edi­nen Türk Dil Kurumlan geli­yor...

Bakınız, bu son müdahaleyi meşru göstermek için Sayın Devlet Bakanı Işılay Saygın ne diyor: 'Günde 10-15 mektup a­lıyorum. Toplumun aydın kesi­mi, Türkçenin yanlış kullanıl­masından çok rahatsız.

Yasal bir düzenleme kaçınıl­mazdı. Türk dilinin öğrenim ve kullanılmasında büyük bir ka­yıtsızlık ve umursamazlık yaşa­nıyor. Dilin doğru ve güzel kul­lanılmasında etkili olan basın-yayın organlarındaki yan­lışlar, kısa sürede geniş kitlelere yayılıyor. Anadile kayıtsızlık işadamlarımızı ve esnafımızı da etkiliyor. Bir zamanlar sadece büyük kentlerin belli semtlerin­de görülen yabancı işyeri adlan, şimdi Anadolu'nun kasabalarına dahi yayılmakta. Türkiye anadilini kullanamayan bir ülke görünümüne bürünmektedir.'

Türkçenin sözdağarının (vokabüler) giderek yabancı dilden alınan sözcüklerle dolduğu id­diasına gelince, sayın bakanın görüşlerine katılmak mümkün değildir. Modernizasyon süreci, dilimizi, kaçınılmaz olarak ya­bancı kökenli sözcükleri içer­mek durumunda bırakmıştır. Gün geçmiyor ki, iletişim tek­nolojisindeki gelişmeler dilimi­ze yeni bir sözcük kazandırma­sın!

Aslına bakarsanız, Türkçe­nin bütünüyle arıtılması, sözda­ğarının bütünüyle Türkçeleşti­rilmesi imkânsızdır-böyle bir şey olamaz! Hangi biriyle uğra­şacaksınız? Arapçadan, Farsçadan, Osmanlıcadan gelenlerle mi? Bilim ve teknoloji aracılı­ğıyla alınanlarla mı? Yoksa La­tince ve Grekçe kökenli olanlar­la mı? Rahmetli Suat Yakup Baydur Hoca, 1952'de yayım­lanan 'Dil ve Kültür' adlı çalış­masında, 'fındık'tan 'kiremit'e, 'harita'dan 'lamba'ya, 'kalem'den 'demet'e kadar binler­ce sözcüğün Latince ve Grekçe kökenli olduğunu göstermişti. Ne yapmışız? Örneğin, Arapça­dan alınan 'miftah' yerine, Grekçeden alınan 'anahtar' sözcüğünü koymuşuz (Yunancada: Anoikterion). 'Kilidi anahtarla açıyorum' dediğimizde iki Yunanca sözcüğü bir araya getirdiğimizin ayırdında olma­mışız, vs. vs...

Balanız, nasıl Grekçe ve Latinceden dilimize geçen sözcük­ler, Türkçenin kurallarına göre değişikliğe uğrayarak sözdağarcığımıza girdilerse, modernizas­yonun, bilimin ve teknolojinin getirdiği sözcükler de, giderek bizim sözdağarımızın bir parça­sı olacaktır buna kuşku yok! Dünyanın bütün dillerinde or­taklaşa kullanılan sözcükleri de­ğiştirmeye kalkışmak anlamsız bir şovenizmden öte bir şey de­ğildir...

Söylemek istediğim şudur: Dil sorunu yasakçılık, tepeden inme düzenlemecilik, yaptırımcılık ve tasfiyecilikle çözümle­nemez. Dileyen, dilediği sözcü­ğü kullanır- yeter ki, yerinde ve doğru kullansın! Adam, iki karışlık bakkal dükkânına 'süper-market' yazdıysa, buna sadece gülünür...

Malûmu ilâm: 'Güzel Türkçemizi öğrenmenin yolu, oku­maktan ve eğitimden geçiyor. Çok uzun bir süreden beri oku­mayı ve okur-yazarlığı küçüm­seyen, hor gören, hatta aşağıla­yan bir toplum olduk. 'Entel' sözcüğü, gerçek entelektüeli de kuşatacak bir aşağılama sözcü­ğü oldu. Öğrenciler, daha ilko­kulda, 'test' yöntemiyle sınan­maya koşullandırılmış olunca, üniversitede bile, eski deyişle 'faili mefulü yerinde' bir cüm­le kuramaz duruma geldiler. Başta medya olmak üzere, ka­musal yaşamımızın bütün ke­simlerinde bayağılık ve sıradanlıkla bir 'zevk hezimeti'ne uğ­radık. Dil bilinci, belirli bir be­ğeni düzeyini şart koşar. Beğeni sıradanlaşınca, dil de sıradanla­sın

Her ne hâl ise, olan olmuştur ve Dil'i artık hiçbir yasa kurta­ramaz...

 

Hilmi Yavuz, 14 Ocak 1997, Zaman

SON EKLENENLER

Üye Girişi