Milliyet gazetesinde bir manşet: 'Öztürkçe için yasa'. Hemen altbaşlıkta da şunlar: 'Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nun bağlı olduğu Devlet Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Bakanlar Kurulu'nda imzaya açılan kanun taslağı, Türkçenin kullanımı konusunda düzenleme ve yaptırımlar getiriyor. Taslağa göre, ticari unvan, işyeri, mal, ürün hizmet adlan ile ilan ve tanıtımlar Türkçe olacak. Türkçe adlar için TDK’nin Türkçe Sözlük'ü kaynak alınacak. Kamu ve özel kuruluşların her türlü sözleşme, yazışma, toplantı ve gösterilerinde Türkçe zorunlu olacak. Aksine davrananlara ağır para cezalan verilecek. Düzenleme kapsamına medya da alınıyor. Tv sunucusu ve spikeri olmak için belirli şartlar aranacak'. İlh...
Diller, kuralları bir kere belirlendikten sonra bir daha değiştirilmesi söz konusu bile edilemeyen yapılardır. De Saussure'ün benzetmesine başvurarak söylersek. Dil satranç oyununa benzer. Siz hiç satranç oyununun kurallarının zırt pırt değiştirildiğine tanık oluyor musunuz? Elbette, hayır!
Söylemek istediğim şudur: Dil sorunu yasakçılık, tepeden inme düzenlemecilik, yaptırımcılık ve tasfiyecilikle çözümlenemez. Dileyen, dilediği sözcüğü kullanır- yeter ki, yerinde ve doğru kullansın! Adam, iki karışlık bakkal dükkânına 'süpermarket' yazdıysa, buna sadece gülünür...
Bir bu eksikti! Devletin bir de Dil sorununa burnunu sokmadığı kalmıştı! Her şeyi düzenleyen ve yaptırımlara bağlayan buy urgan bir Devlet Baba imgesinin, yerini daha 'sivil' bir Devlet imgesine bırakma yolunda olduğumuzu düşünürken, karşımıza bu defa Dil'i, baskıcı aygıtlarıyla düzenlemeye kalkan bir Devlet çıkı veriyor! Klasik, tepeden inmeci ve baskıcı aygıtlarını her düzlemde etkin kılmayı amaçlayan bir Nevzat Tandoğan devleti anlayışı: 'Türkiye'ye sosyalizm gerekiyorsa, onu da biz getiririz anlayışı!
Şunu hemen belirtmeliyim: Dilin bugün, müdahale edilmeyi gerektirecek kertede bir başıboşluk içinde bulunduğu söyleniyorsa, bu başıboşluktan, hiç kuşkunuz olmasın, bizzat müdahaleci ve buyurgan tavır sorumludur. Bakınız, gerek 12 Eylül öncesi, gerekse sonrası Türk Dil Kurumlan, Türkçeye kendi ideolojik tercihleri doğrultusunda müdahalede bulunmakta bir sakınca görmemişlerdir. Diller, kuralları bir kere belirlendikten sonra bir daha değiştirilmesi söz konusu bile edilemeyen yapılardır. De Saussure'ün benzetmesine başvurarak söylersek, Dil satranç oyununa benzer. Siz hiç satranç oyununun kurallarının zırt put değiştirildiğine tanık oluyor musunuz? Elbette, hayır! Kurallar konur ve oyunun kuralları bir daha asla değişmez. Ama bizde ne oluyor? Önüne gelen Dil'in kurallarını kendi bildiğince değiştiriyor. Uzağa gitmeye hiç gerek yok, şu imlâ (Yazın) Kılavuzu’na bir kez bakmak yeter! Birinci basımdan sonuncu basıma kadar ne çok şey değiştirilmiş! Biri gelmiş, inceltme işaretlerini toptan kaldırmış, biri gelmiş yeniden koymuş! Bugün dilimizde görülen keşmekeşin (Hasan Pulur, 'kaos' diyor) temelinde Türkçenin kurallarını ikide birde değiştirilmekte olduğu gerçeğinin yattığını söylemek yanlış olmaz. Türk insanı, kurallarının değiştirilemez olduğu bir oyunla değil, ama kuralları keyfî olarak değiştirilebilen bir oyunla karşı karşıya bırakılmıştır. Bugün herkesin Türkçeyi belirli kurallara göre değil de, kendi bildiğince kullanması, Dil'in kurallarının yetkili konumda bulunduklarını zanneden Kurum tarafından sürekli değiştirilmiş olmasındandır. Bu değiştirmeler o kadar sık ve çelişkili olmuştur ki, insanımız dilin kullanımında neredeyse bir kuralsızlığın hüküm sürdüğüne inanmaya başlamıştır. Kısaca, Türkçenin bugün içinde bulunduğu keşmekeşin nedenlerinin en başında, Türkçeye kurumsal olarak müdahale etmeyi iş edinen Türk Dil Kurumlan geliyor...
Bakınız, bu son müdahaleyi meşru göstermek için Sayın Devlet Bakanı Işılay Saygın ne diyor: 'Günde 10-15 mektup alıyorum. Toplumun aydın kesimi, Türkçenin yanlış kullanılmasından çok rahatsız.
Yasal bir düzenleme kaçınılmazdı. Türk dilinin öğrenim ve kullanılmasında büyük bir kayıtsızlık ve umursamazlık yaşanıyor. Dilin doğru ve güzel kullanılmasında etkili olan basın-yayın organlarındaki yanlışlar, kısa sürede geniş kitlelere yayılıyor. Anadile kayıtsızlık işadamlarımızı ve esnafımızı da etkiliyor. Bir zamanlar sadece büyük kentlerin belli semtlerinde görülen yabancı işyeri adlan, şimdi Anadolu'nun kasabalarına dahi yayılmakta. Türkiye anadilini kullanamayan bir ülke görünümüne bürünmektedir.'
Türkçenin sözdağarının (vokabüler) giderek yabancı dilden alınan sözcüklerle dolduğu iddiasına gelince, sayın bakanın görüşlerine katılmak mümkün değildir. Modernizasyon süreci, dilimizi, kaçınılmaz olarak yabancı kökenli sözcükleri içermek durumunda bırakmıştır. Gün geçmiyor ki, iletişim teknolojisindeki gelişmeler dilimize yeni bir sözcük kazandırmasın!
Aslına bakarsanız, Türkçenin bütünüyle arıtılması, sözdağarının bütünüyle Türkçeleştirilmesi imkânsızdır-böyle bir şey olamaz! Hangi biriyle uğraşacaksınız? Arapçadan, Farsçadan, Osmanlıcadan gelenlerle mi? Bilim ve teknoloji aracılığıyla alınanlarla mı? Yoksa Latince ve Grekçe kökenli olanlarla mı? Rahmetli Suat Yakup Baydur Hoca, 1952'de yayımlanan 'Dil ve Kültür' adlı çalışmasında, 'fındık'tan 'kiremit'e, 'harita'dan 'lamba'ya, 'kalem'den 'demet'e kadar binlerce sözcüğün Latince ve Grekçe kökenli olduğunu göstermişti. Ne yapmışız? Örneğin, Arapçadan alınan 'miftah' yerine, Grekçeden alınan 'anahtar' sözcüğünü koymuşuz (Yunancada: Anoikterion). 'Kilidi anahtarla açıyorum' dediğimizde iki Yunanca sözcüğü bir araya getirdiğimizin ayırdında olmamışız, vs. vs...
Balanız, nasıl Grekçe ve Latinceden dilimize geçen sözcükler, Türkçenin kurallarına göre değişikliğe uğrayarak sözdağarcığımıza girdilerse, modernizasyonun, bilimin ve teknolojinin getirdiği sözcükler de, giderek bizim sözdağarımızın bir parçası olacaktır buna kuşku yok! Dünyanın bütün dillerinde ortaklaşa kullanılan sözcükleri değiştirmeye kalkışmak anlamsız bir şovenizmden öte bir şey değildir...
Söylemek istediğim şudur: Dil sorunu yasakçılık, tepeden inme düzenlemecilik, yaptırımcılık ve tasfiyecilikle çözümlenemez. Dileyen, dilediği sözcüğü kullanır- yeter ki, yerinde ve doğru kullansın! Adam, iki karışlık bakkal dükkânına 'süper-market' yazdıysa, buna sadece gülünür...
Malûmu ilâm: 'Güzel Türkçemizi öğrenmenin yolu, okumaktan ve eğitimden geçiyor. Çok uzun bir süreden beri okumayı ve okur-yazarlığı küçümseyen, hor gören, hatta aşağılayan bir toplum olduk. 'Entel' sözcüğü, gerçek entelektüeli de kuşatacak bir aşağılama sözcüğü oldu. Öğrenciler, daha ilkokulda, 'test' yöntemiyle sınanmaya koşullandırılmış olunca, üniversitede bile, eski deyişle 'faili mefulü yerinde' bir cümle kuramaz duruma geldiler. Başta medya olmak üzere, kamusal yaşamımızın bütün kesimlerinde bayağılık ve sıradanlıkla bir 'zevk hezimeti'ne uğradık. Dil bilinci, belirli bir beğeni düzeyini şart koşar. Beğeni sıradanlaşınca, dil de sıradanlasın
Her ne hâl ise, olan olmuştur ve Dil'i artık hiçbir yasa kurtaramaz...
Hilmi Yavuz, 14 Ocak 1997, Zaman