Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

besir_ayvazogluIssık gölü civarında, 1969 yılında keşfedilen bir kurganda elbiseleri ve zırhı altın kaplamalı bir ceset bulun­du ve "Altın Elbiseli Adam" adı veril­di. Bir süre sonra yapılan radyokarbon çözümlemesi sonunda, M.Ö. V veya VI. yüzyılda yaşamış bir gence ait olduğu belirlenen cesedin yanındaki eşyalardan birinde Göktürk alfabesine benzer bir alfabeyle yazılmış kısa bir metin vardı. Henüz tam çözülemeyen bu metin çok önemliydi; çünkü Yenisey ve Orhun kitabelerindeki yazının zannedilenden çok daha eski olduğunu ve sadece Göktürk­ler tarafından değil, birçok Türk boyu tarafından kullanıldığını gösteriyordu.

Aslına bakılırsa, Göktürk yazısının ve Orhun kitabelerindeki Türkçenin ge­lişmişliğini ispat etmek için belge ara­maya bile gerek yok. Çünkü bu kitabe­lerde karşımıza çıkan, oturmuş bir alfa­be ve işlenmiş bir edebî dildir; hem so­yut ve somut kavramlardaki çeşitlilik ve bolluk, hem de biçim özelliklerinden kaynaklanan türetme imkânlarının ge­nişliği bakımından zengin, dolayısıyla her türlü fikri ifade etmeye muktedir bir dil... Doğan Aksan, En Eski Türkçenin İzlerinde (*) adlı yeni eserinde, "Soyut kavramların genişliği, bir dilin üç bin yıllık işlenmiş olduğunu gösteren en önemli niteliklerden biridir." diyor. Sıradan ki­şilerce yazıldığı tahmin edilen Yenisey kitabelerinde bile "erdem" kavramının sık sık kullanıldığını ve "er erdemi" (insanlık değeri) kavramının bulundu­ğunu önemle kaydeden Doğan Aksan'ın verdiği bilgiye göre, dillerin yaşı belirlenirken kullanılan kıstaslardan biri de eşanlamlı kelimelerdir. Orhun kita­belerindeki metinler bu bakımdan dik­kate değer bir zenginliğe sahip olduğu­na göre, Türkçenin oluşum sürecini birkaç bin yıl daha geriye götürmek mümkündür.

Türkçe, Uygur devrinde yabancı kav­ramların karşılanması için yapılan tü­retmelerle daha da zenginleşir ve ifade gücü büyük ölçüde artar. Uygur Türkçesinin bir edebî dil olarak işlenmişliği, Reşit Rahmeti Arat'ın Eski Türk Şi­iri (1965) adlı eserinde yayımladığı, Bu­dist ve Manihaist çevrelerde yazılmış şi­irlerden anlaşılıyor. Ancak bu metinler, aynı zamanda atalarımızın çeşitli şekil­lerde ilişki kurdukları kavimlerin dille­rinden de faydalandıklarını göstermek­tedir.

Dünyada kültür dili niteliğini taşıyan hiçbir dil saf değildir; Türkçenin de ne kadar zengin ifade imkânlarına sahip olursa olsun, kendi içine kapanması, kendi kendine yetmesi mümkün değil­di. Ancak İslâm'ın kabulü, aynı za­manda büyük bir kültür değişmesi nite­liğini taşıdığı için, özellikle soyut kav­ramlarda, Arapça ve Farsçanın etki­siyle tehlikeli bir dönemece girmişti. X. yüzyıldan itibaren yeni bir dünya görü­şü, yeni bir metafizik ve buna bağlı ola­rak benimsenen yeni gerçeklik kavrayı­şı, Türkçenin sınırlarını zorlamış, Arapça ve Farsça kelime ve kavramlar —ister istemez— açılan gediklerden içe­ri dalmıştır. Bununla beraber Türkçe, Kaşgarlı Mahmud gibi büyük dilciler yetiştirerek kendini yeterince savunma­yı başarmıştır. Divanü Lügati't—Türk, Türkçenin yaşama gücünün ve azmi­nin belgesi olarak kabul edilebilir. Sel­çuklu devrinde, özellikle aydınların Farsçaya aşırı meyil göstermeleri yü­zünden, edebî dil olarak tabu gelişme­sinde yüz—yüz elli yıllık bir aksama ya­şayan Türkçe, XIII. yüzyılda. Yunus Emre gibi büyük bir şairle atağa kalkar, resmî dil olur ve zamanla son derece zengin bir imparatorluk dili haline gelir.

Divan şiirinin dili, Arap ve Fars söz­lüklerinden alınmış fazlaca ödünç keli­meye ve kaideye rağmen gramer, sen­taks ve duyuş olarak her zaman Türkçeliğini korumuştur. Türk zevkini yansı­tan ve —sanatlı nesir yazarları sayılmaz­sa— divan edebiyatı çerçevesinde ele alınabilecek şiir, hikâye, tarih, seyahat­name, mektup gibi metinler bugün bile biraz gayretle anlaşılabilir bir Türkçeyle yazılmıştır.

XIX. yüzyılın sonlarından itibaren Türkçenin sadeleştirilmesi yolunda birtakım görüşler ve akımlar ortaya çı­kar. Tanzimat yazarlarının gayretleriyle müspet yönde gelişen ve yazı dili ile ko­nuşma dili arasındaki farklılıkları en aza indirmeyi hedefleyen çalışmalar. Ser­vet—i Fünuncu şair ve yazarlar tarafın­dan bir süre sekteye uğratılır. Ancak millî edebiyat akımı ve Cumhuriyet devrinde bu akımın bir uzantısı niteliği­ni taşıyan çalışmalar, Türkçeyi, Türkçeye mal olmamış yabancı kelime, kavram ve kurallardan arındırmıştır. Ancak bu arındırma, başlangıçta Türkçenin tarih içinde kazandığı zenginlik­lerden vazgeçmek anlamında değildir.

Cumhuriyet devrinde Mehmed Akif, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Reşat Nu­ri, Refik Halit, Yakup Kadri, Peyami Safa, Nazım Hikmet, Ahmet Hamdi, Necip Fazıl, Sait Faik gibi çok sayıda şair ve yazarın elinde kıvamım bulmak üzereyken, yabancı menşeli bütün keli­meleri atarak öz bir Türkçe yaratmak isteyen birtakım aydınlar tarafından devlet destekli yeni bir maceraya sü­rüklenecek ve Türkçe maalesef fakir, derinliksiz, ahenksiz ve ifade imkânları son derece sınırlı bir dil haline getirile­cektir.

Türkçenin bugün yaşadığı dramı ve açmazı en iyi özetleyen kelime, ne yazık ki geçenlerde sayın cumhurbaşkanın­dan duyduğumuz "etiksel" kelimesi­dir. Evet "etiksel"! Sahi, nerede en az üç bin yıllık Türkçe?

 

Beşir Ayvazoğlu

SON EKLENENLER

Üye Girişi