Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Dakîk bir Türkçe dostu Bülent Unsal (Malatya) beyefendinin mektubundan bah­setmek istiyorum.

Bu beyefendi hem okuyucum, hem de dinleyicim... Türkçeyi "doğru" ve "güzel" kullanma sanatı çerçevesindeki yazılanınızı dikkat ve titizlikle takip ediyor, dördüncü yı­lına giren radyo programımız Sâdâbâd'ı her çarşamba dinliyor.

Bülent Bey son mektubunda diyor ki (Anlatım ve imlâ bakımından bâzı düzelt­meler yaparak aktarıyorum!):

"Önceleri yazılarınıza ve radyo sohbetlerinize şöyle bir mantıkla yaklaşıyordum:

Bu adamcağızın başka derdi yok mu ki, onun bunun Türkçe yanlışlarıyla uğraşıyor? Önemli olan, söylemek istediğinizi muhata­bınızın anlayıp anlamaması değil midir? Cümleleri ve hatta kelimeleri eklerine ve köklerine kadar kurcalamanın ne gereği var?

Şimdiyse şöyle düşünüyorum:

Boğazımızdan aşağıya indikten sonra bir şey fark etmeyecek olan çorbanın bile yağı­nın, tuzunun, baharatının, suyunun ve sairesinin tam ayarında olmasına dikkat etmiyor muyuz? Dahası, çorbayı ağzımıza götürene kadar kullandığımız malzemelerin estetiği­ne, temizliğine, duruşuna, zarafetine ve sof­ranın hazırlanış şekline kadar her şeye itinâ göstermiyor muyuz? Hatta çorbayı içerken şapır şupur ses çıkaran, üstüne başına döken, kaşıkla içmek yerine kâseyi karasına diken ki­şiden rahatsız oluyoruz değil mi? Bütün bu hassasiyetimiz sâdece ağız tadıyla bir çorba içebilmek için...

Şimdi insaf sahiplerine soruyorum: Mide­mize indikten sonra kaşığının Arcopal, kâse­sinin Kütahya işi, sofrasının Tokat bezi, me­kânının Dârüzziyâfe olması hiçbir şey değiştirmeyen bir tas çorbaya bu kadar hassasiyet gösteren insanın, hayatını devam ettirmenin önemli vasıtalarından biri olan öz dilini en "doğru" ve "güzel" kullanmak için kılı kırk yararcasına bir titizlik sergilemesi gerekmez mi?

Yâni size hak verdim Abdülkadir Bey! Üs­telik Türkçe konusundaki bu titizliğiniz ba­kın bana neler kazandırdı:

- Seviyeli kitap okuma merakım arttı!

-   Edebiyatımızın seçkin şiir ve nesir ör­neklerine muazzam' bir ilgi duymaya başla­dım!

-   Kelime ve kavram hazinem zenginleşti! İkna kabiliyetim gelişti!

-   Konuşma ve yazmalarımda daha bir et­kileyicilik ve kalite kendini hissettirdi!

- Kültür seviyem arttı, ufkum genişledi!

- Osmanlı Türkçesi'nin kaidelerini öğren­mek için eğildiğim kitaplar bana Arapça ve Farsça gramer zevkini aşıladı!"

Bülent Bey’in mektubu tamtamına 7 say­fa... Takdir, taltif ve tebrik kısımlarını geçe­rek sadece meselemizin önemine dikkat çe­ken bölümleri aktardım size...

Daha nice sessiz Bülent Bey'lerin varlığını biliyorum ve ajandamdaki nota göre Prof. Dr. Abdülkadir Karahan Hoca'mızın 30 Mayıs 1993'te Lâleli'deki bir lokantada ak­tardığı şu tespite dikkatinizi çekiyorum:

"İmlâsıyla, telâffuzuyla, grameriyle, keli­me ve mefhum zenginliğiyle, his ve fikir genişliğiyle, tedâîleriyle, edebî sanatlarıyla (söz ve mânâ sanadan), hâsılı bütün incelikleriyle bilhassa bin yıldan fazladır severek kullandı­ğımız engin ve güzel Türkçemizin bütün inceliklerini tam manasıyla kavramayan adam 2 şeyde muvaffak olamaz:

1-        İyi bir yabana dil öğrenemez!

2-        Münevver, mütefekkir, muharrir, muallim, musahhih, mümeyyiz, müşavir, idareci, gazeteci, politikacı ve saire olamaz! Olursa da yan yolda kalır, devam edemez!"

Evet... Görüldüğü gibi dil, hem de öz di­limiz bu kadar önemlidir ve güzel Türkçemizle ilgili ne kadar faaliyette bulunulsa azdır!

Haaaaa... Kültür seviyesi düşük, birikimi yok denecek kadar az, kitapla ve kütüpha­neyle barışık olmayanlar elbette bu hassasiyetleri fuzulî bulacaklardır!

Çünkü onlar, çağlar aşan dehâ Mimar Si­nan'ın kalfalık dönemi eseri Süleymaniye Camii’ni Hz. Süleyman Aleyhisselâm'ın yaptırdığını zannedecek kadar meraksız ama hiçbir maçı kaçırmayacak ve bütün takımların kimleri, ne kadar parayla transfer ettikle­rini saniyesi saniyesine öğrenip unutmayacak kadar futbol hastasıdırlar!

Günde 10 dakikalarını faydalı bir kitap okumaya ayırmazlar ama toplam 5 buçuk sa­atlik üç filmi peşpeşe seyredecek kadar televizyon koliktirler! Nasip meselesi, ne diye­lim?

Onlara tavsiyemiz: Belli seviyedeki kültür, sanat ve edebiyat faaliyetlerinin sizin seviye­nize inmesini beklemeyin; ne yapıp ederek kendiniz o seviyelere çıkmaya çalışın! Aksi halde hiç kimse, bilmeniz gerekenleri kafanı­zı açıp beyninize yerleştirmez!

KİTAPLARIN HÂL Ü PÜR-MELÂLİ

Geçen gün baktım: Yazarlarından imzalı 30'a yalan kitap birikmiş, paketini açmadı­ğım...

Açınca gördüm ki, şiirden romana, dene­meden araştırmaya, köşe yazılarının veya mülâkatların derlenmesinden tercümeye ka­dar birçok çeşit kitap var.

Önce şöyle bir göz atıp işime yarayabile­cekleri kütüphanemin rafına, kalanları bod­rumdaki yerine yerleştirmek için daldığım kitapların arasından tam iki gün çıkamadım!

Türk Dili ve Edebiyatı sahasındaki akade­mik çalışmalarım ve 18 yaşımdan beri Babı­âli'deki yayıncılık faaliyetlerim çerçevesinde incelediğim kitaplarda şu önemli hususları tespit ettim. Türkçe, edebiyat, kültür, sanat ve kitap meraklılarına aktarıyorum:

1-  Genel itibariyle Türkçenin imlâsı ve anlatımı bakımından muazzam bir estetik gerilik var! (Bir kitabın yarım sayfalık "Ön-söz"ünden "bu", "olmak" ve "etmek" keli­melerini çıkarsanız 171 kelime 59'a düşü­yor!)

2-  Araştırma ve inceleme kitapları birbiri­nin tekrarı durumunda! Bilgi, belge, tespit, yorum, üslûp ve tarz bakımından herhangi bir yenilik (orijinalite) yok! (Divan Edebiyatı'yla ilgili beş kitap okuyan adam, oturup al­tıncısını da kendisi yazmaya kalkmış! İktibas ettiği beyitleri okuyunca, biraz aruz birikimi­niz varsa şaşkına dönüyorsunuz! Çünkü ne­redeyse vezin hassasiyeti gözetilerek iktibas edilen bir beyit dahi yok! Sonradan öğreni­yorsunuz ki, elinizdeki kitap yazarın Yüksek Lisans teziymiş! Peki, bu arkadaş aruz dersi görmedi mi?)

3-        Kitap isimlerinde ve kapak kompozisyonlarında estetik endişe hiç yok! (Hususî basım olan bir kitabın lâcivert zemin üzerine mavi renkle yazılmış adı şöyle: "Fethin Bu­güne Baktığı Yönler ve Hâl-i Pür-Melâlimiz" Hiç bu kadar uzun kitap adı olur mu? Diyelim ki oldu, bâri kitabın ismindeki keli­meleri sözlüğe bakarak doğru yazın! "Hâl ü pür-melâl"de "ve" mânâsındaki "ü"yü bir çırpıda tamlama kesresine dönüştürüp terkip gibi yazmanın ne denli bir Türkçe felâketi olduğunu bilmeyenin en başta kendi "hâl ü pür-melâl"ine yanması gerekmez mi? Ayrı­ca, "Fethin Bugüne Baktığı Yönler" de ne demek? Kitapta dikkati çeken bir tek uyum var, o da kitabın her bakımdan isminde ge­çen "hâl ü pür-melâl" ifadesiyle sergilediği mükemmel uyum...)

4-  Ortaya konulan edebî mahsûller (şiir, hikâye, roman, deneme vb.) o sahada fazla kitap okumamış, araştırma yapmamış, zirve­leri tanımayan ve yeterli birikimi bulunma­yanların kalem ve zihinlerinden çıktığını bas bas bağırıyor! (İşte bir şiirden imlâsına sâdık kalarak aktardığım "ibretlik" örnek... Şiirin (?!) adı "Salak": "Ben salağın tekiyim aslın­da / salağın ve serserinin tekiyim / bana sa­lağın teki olduğumu söylemene gerek yok / biliyorum güzelim / ben bir salağım / ben bir salağım / ben bir salağım..." Evet... Şiir aynen böyle! Adamcağız salağın teki olduğu konusundaki bütün endişelerimizi "tekrir" sanatını kullanarak gideriyor sağ olsun! Ama nerede estetik, nerede kelime seçimi, nerede üslûp, nerede muhteva, nerede musikî, nere­de ruh? Hani şiir? Aziz Nesin'in çok tartışı­lıp konuşulan "yüzde 60"ı geliyor insanın aklına... Tövbe estağfurullah!)

5-  Romanlar klâsik Yeşilçam filmi senaryo­ları gibi... Aşklar, meşkler; Ayşe'ler, Fat­ma'lar; ayrılıklar, hüzünler; isyanlar, intihar­lar; cinayetler, hıyanetler hep aynı... Farklı bir konu, insanın kültür ve estetik birikimini zenginleştirecek yeni bir mesaj ve anlatım, duygu ve düşünce dünyamızı bütün sınırsızlığıyla faaliyete sokacak bir kurgu yok!

6-  Akademisyenlerden kitap çıkmaz ama her şeye rağmen onların çalışmaları seviyeli! (Kendisiyle bir telefon sohbeti dışında hiç vi­cahi görüşemediğimiz genç, değerli ve ga­yur "Divan Edebiyatı âlimi" Doç. Dr. İsken­der Pala'nın "Şiirler, Şâirler ve Meclisler" ki­tabını böyle bir seviyeli çalışmaya örnek gös­terebilirim! Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndaki yıllarından beri bilhassa Divan Ede­biyatı sahasında zarif araştırma ve inceleme yazılarını çeşitli dergilerde okuduğum Pa­la'nın birçok yazısı kitaplaşmış! Bin küsur yıl­lık asıl ve şirin Türkçemizin büyülü ve mu­tantan sesi var Pala'nın cümlelerinde... Allah hayırlı ömür ve hizmetler ihsan eylesin, fa­kültemiz mezunlarının yüz akı bu muhterem hocamıza... Söz konusu kitap hakkında -âde­tim ve haddim olmadığı üzere- hazırladığım farklı ve şümullü bir değerlendirmeyi ileriki yazılanınızda bulacaksınız inşallah!)

7-  Köşe yazılan sistemsiz halde bir araya getirilip kitaplaştırılıyor! (Meselâ bir kitapta ikide bir "Başbakan Çiller" ifadesi gözüme ilişti! Çiller'den sonra Erbakan geçti, Yılmaz geçiyor... Yâni adamcağız biraz vakit ayırıp bunları bile düzeltmemiş! "Ne yazmışsam kitap olur!" mantığıyla hareket etmiş ama ki­tabı ölü doğmuş maalesef... Üşenmeyip ya­yınevini arayarak kitabın satış durumunu sordum, sahibi de kadim dostum... Öğren­dim ki, köşe yazılarının rastgele derlenme­sinden ibaret bu kitaptan 2 yıl önce 3 bin adet basılmış ve yayıncının elinde -500 tane­si hediye olarak dağıtılmasına rağmen- hâlâ 1800 adet kitap var! Şimdi doğru oturup doğru konuşalım: Kitap okuma alışkanlığını kimler azaltıyor dersiniz?)

8-  Branşı ne olursa olsun, her yazarın aynı zamanda iyi bir Türkçe ve edebiyat öğret­meni olabilecek seviyeye ulaşması gereği an­laşılıyor! (ilmî ve teknolojik gelişmelerin kı­sa kısa yorumlandığı bir kitapta Yard. Doç. yazar sözü Mehmed Akif’e getirmek iste­miş... Bizim köyün bakkalı İbişgilin Ab­di'nin bile doğrusunu ezbere bildiği o meş­hur beyti geleceğin Prof.'u bir akademisyen bakın nasıl aktarmış:

"Medeniyet adı verilen o pis mahlûku gö­rün;

Tükürün maskeli suratına asrın, tükü­rün!"

Neredeyse hepimizin evinde bir Safahat vardır. İnsan, kitabına alacağı bir şeyin mut­laka orijinaline bakmalıdır. Aruz bilmiyorsa­nız hiç olmazsa bir beytin kaynağına bakma­yı bilin! işte söz konusu beytin doğru şekli:

"Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün;

Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükü­rün!")

9-Çok kitabı bulunmak marifet sayılıyor! Hâlbuki aslolan keyfiyettir ve meşhur kalem erbabının çoğu azamî 3-5 kitapla asır süzgecinin üzerinde kalmayı başarmışlardır! Tanpınar'ın Beş Şehir'i onlarca şişirme kitaba bedel değil midir? Yahut Yahya Kemâl'in Aziz İstanbul'u, Cemil Meriç'in Bu Ülke'si, İbnülemin'in Son Sadrazamlar'ı ve Son Hattatlar'ı... (1980'li yılların sonlarına doğru iştihar eden ve bir radyo mülâkatındaki beyanına göre 97 kitabı bulunan bir yazar tanıyorum, şu anda masamda son kitabı var. Maalesef hâlâ "hayatının kitabı"na ulaşamadı! Bu tarzını gözden geçirip ciddî bir yazarlık muhasebesi yapamazsa 97 değil, 970 kitabı bile çıksa tatmin edici olmaz! Neden? Ele aldığı konuyu en fazla kitabın "giriş”i seviyesinde değerlendirip bitiriveriyor eserini... Hâlbuki o konu hakkında mutlaka verilmesi gereken 50 husus varsa bunların ancak 6'sına, 7'sine temas ediyor! Konu muallâkta kalıyor, okuyucu daha işin başındayken ki bitirmiş oluyor! Sonunda bu milimleri topluyorsunuz, 97 kitap 0.97 kitap bile etmiyor! )

ABDÜLKADİR AKGÜNDÜZ, KÜLTÜR DÜNYASI, EYLÜL 98, S.51

SON EKLENENLER

Üye Girişi