Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Gecen haftaki Not Defter’imde Türkçeyi koruyup doğru ve güzel kullanılmasını sağlamak amacıyla hazırlanan kanun tasarısına kısaca değinerek "Türkçe eğer kanunla korunacak kadar acze düştüyse dava kaybedilmiş demektir. Ben bütün müdahalelere rağmen Türkçenin hala çok kudretli bir dil olduğuna, kendi kendini koruyacağına ve yeni yetişen nesiller tarafından bütün incelikleriyle yeniden keşfedileceğine inanıyorum." diye yazmıştım. Bazı okuyucularım bu cümlelerden benim de iyi niyetli her teşebbüse muhalefet eden ve akil almaz komplolar vehmedip "Sansür geliyor!" çığlıkları atan bazı yazarlar gibi Türkçe konusunda kanuni bir düzenlemeye karsı olduğum yolunda bir izlenim edinmişler.

Türkçede yozlaşma ve yabancılaşmaya karsı mücadele eden ve bu meseleyi her vesileyle gündeme getiren, daha da önemlisi Türkçeyi doğru ve güzel kullanmak için özel bir gayret gösteren yazarlardan olduğumu bütün okuyucularım bilir. Ancak, "sansür" mahiyetinde birtakım uygulamalara yol açabilecek herhangi bir kanun tasarısına karsı çıkmak bütün aydınların görevidir; bunu öncelikle ifade etmek istiyorum. Emin olunuz, Türkçenin bu hale gelmesinde her şeye burnunu sokan devletin küçümsenemeyecek bir rolü vardır. Kendi tabii istikametinde gelişmesi gereken bütün kurumlara müdahale ederek adeta yeni bir dil, yeni bir tarih, yeni bir kültür "icat etmek" isteyenler, bunu devletin bütün imkânlarını kullanarak gerçekleştirmeye çalıştılar.

Hastalığın önce iyi teşhis edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkçedeki keşmekeş, sadece dilde değil bütün değerlerde yaşanan yozlaşmanın bir sonucudur. Sizi bir tarihe ve kültüre sımsıkı bağlayan dil, önce o tarihten ve kültürden kurtulmak isteyen kadrolar tarafından budandı. Bu ameliyeyi gerçekleştirenler, dilin her sedyen önce bir gerçeklik kavrayışı, bir dünya görüsü, bir kültür olduğunu biliyorlardı. Budadılar ve içini istedikleri gibi doldurabilecekleri "tarafsız" bir dil elde etmeye çalıştılar. Fakat bu mümkün olmadı; onların yapmak isteyip de yapamadıklarını inanılmaz bir hızla gelişen iletişim araçlarıyla Avrupa ve Amerikan kültürleri yaptı.

Buğun konuştuğumuz Türkçe, herhangi bir ilkel kabilenin dilinden daha zengin değilse, bunda devlet ideolojisini dil planında hayata geçirmek isteyen Türk Dil Kurumu birinci derecede sorumludur. Yine de yasamakta olduğumuz keşmekeşin Türkçenin kendini yeniden arayış sancıları olabileceği ihtimalini düşünerek kanuni bir düzenlemenin tabii gelişmenin onunu bir kere daha kesmesinden endişe ediyorum. Hadisenin içinde yasadığımız için onu bütün boyutlarıyla anlamakta, dolayısıyla doğru bir teşhis koymada zorlanabiliriz.

Devlet Bakanlığı tarafından hazırlanan kanun tasarısının ayrıntılarını öğrendikten sonra endişeye kapılmanın yersiz olduğunu gördüm. Bununla beraber Dil İzleme Kurulları (DIK) ile Dil İzleme Alt Kurulları (DIAK)'Nil sağlıklı ve verimli çalışabileceklerinden emin değilim. Bu kurullarda görev alacak olanların (Türkçeyi iyi bilip bilmediklerine kim karar verecek?) kendi aralarında anlaşabilecekleri şüphelidir. Yanlış hatırlamıyorsam, bir ara TRT spikerleri Türkçeyi çok iyi bildiği zannedilen kişiler tarafından güya eğitilmişlerdi; inanır mısınız, hepsi kurslardan sonra eskisinden daha kotu konuşmaya, mesela "hâkimiyet”i "hâkimiyet" seklinde telaffuz etmeye başladılar.

Aslında Türkçenin bugünkü meseleleri kanunla çözüme kavuşturulamayacak kadar çetindir. Tasarısı hazırlanan kanun çözümü kolaylaştırır mı, yoksa meseleyi büsbütün içinden çıkılmaz hale mi getirir? Tartışılmalı. Ben, zorlayıcı ve buyurucu olmayan bir kanunun çözüm yolunda daha sağlam adımlar atabilmek için gerekli şartları hazırlayabileceğini düşünüyorum. Ancak bu kanuna paralel olarak koklu tedbirlerin alınması gerekir.

İşyerine içinden gelerek Türkçe bir isim vermeyen adamın tabelasını kanun yoluyla Türkçeleştirseniz ne olur, Türkçeleştirmeseniz ne olur? Önce o adamın kalbine Türkçe sevgisini koyabiliyor musunuz? Bu bütün kanunlardan daha etkilidir. Bir tarafta YOK başkanınız "Türkçe ilim dili olamaz!" diyecek, diğer tarafta yığınla aydın, bürokrat ve politikacı yabancı dille eğitimi savunacak, yabancı dille eğitim veren liseleriniz, üniversiteleriniz olacak, bu mekteplerde okumayı bir "statü" göstergesi haline getirecek ve gençleri kıyasıya yarıştıracaksınız... Sonra Türkçeyi korumak için kanun çıkaracaksınız. O kanun isler mi dersiniz?

Önemli olan Türkçe sevgisi ve surudur; bunu bilir, bunu söylerim.

Türkçenin gül bahçesi

Ali Sır Nevam, Muhakemetu'l-Lugateyn adli eserinde Türkçenin üstünlüğünü savunmuştu. Gençliğinde geleneğe uyarak Farsça şiir söylediğini, ancak daha sonra güzelliğini ve inceliklerini fark ettiği Türkçeye donduğunu söyleyen büyük sairin su cümlelerini bugünlerde yeniden okumakta fayda var:

"O zaman, gözlerimin önünde on sekiz bin âlemden daha geniş bir âlem belirdi. O âlemin süslerle dolu göğü bana dokuz felekten daha yüksek göründü. İncileri yıldız cevherlerinden daha parlak olan erdem hazinesi bana acildi. Orada gülleri gökteki yıldızlardan daha parlak, içine yabancı ayağı girmemiş, yabancı eli değmemiş bir gül bahçesine rastladım."

Değerler yerli yerine oturduğu zaman bu gül bahçesinin yeniden keşfedileceğine ve Türkçenin dirilip tarihten ve öteki lehçe ve şivelerinden beslenerek bir dünya dili haline geleceğine inanıyorum.

Türkçenin kaybettiği ses

Halit Ziya bir gün Paris metrosunda Hamdullah Suphi Bey'le karsılaşır ve tatlı bir sohbete dalarlar. Metrodan çıkarken bir Fransız yanlarına yaklaşır, özür diledikten sonra dillerin musikisiyle ilgilenen bir lisaniyatçı olduğunu ve konuştukları dili merak ettiğini söyler. Türkçe olduğunu öğrenince söyledikleri son derece önemlidir:

"Eğer bu istasyonda inmeseydiniz sizi dinlemek için gideceğiniz yere kadar takip edecektim. Ne eski bir millet olduğunuz anlaşılıyor; zira bir dilin bu ahenge, bu musiki inceliğine ermesi için üzerinde asırlar boyunca çalışılmış olması gerekir."

Türkçenin kaybettiği bu sesi hangi kanun geri getirebilir?

Her gazeteye bir Şiar Bey

Yeni Yüzyıl’da Şiar Yalçın’ın Türkçe hakkındaki yazılarını -imla konusundaki bazı görüşlerine katılmasam da- büyük bir zevkle okuyor, tespit ve tenkitlerinin hemen tamamına katılıyorum. Değerli yazarın Milli Eğitim dergisinin "Türkçe" ağırlıklı sayısında yayımlanan yazısında serdettiği görüşler de kelimenin tam manasıyla "aka-i selim" ve derin bir bilgi birikimini yansıtıyordu.

Şiar Bey, zaman bazı köse yazarlarının fıkralarını süslemek veya görüşlerini daha kısa yoldan açıklayabilmek maksadıyla kullandıkları, ancak hafızalarına güvendikleri (veya öyle bildikleri) için çok zaman yanlış naklettikleri beyitlerin de doğrusunu hatırlatıyor. Geçenlerde ZAMAN Gazetesi'nde bir yazarın zikrettiği "Ne kendi etti rahat ne kimseye verdi huzur / Yıkıldı gitti cihandan dayansın ehil-i kubur" baytındaki "Etti”nin "eyledi" olması gerektiğini yazmış. Yüzde yüz hakli. Bu baytı 13 Aralık 1996 tarihli Not Defteri'nde yayımlanan "Türkçede Olum" baslıklı yazımda ben zikretmiştim. Bilgisayarımda ilgili dosyayı açıp baktım, evet, maalesef, "eyledi" yerine "etti" yazmışım.

Aslında birçok insan "etti" yerine "eyledi" yazılmasını üstünde durulacak bir hata olarak görmeyebilir. Ancak aruz veznini çok iyi bildiğini zanneden, bırakın bilmeyi, ömrünün beş on yılı aruzun tef'ilelerinde şiir avlamakla geçmiş bir yazarın unlu bir baytı yanlış yazması affedilir cinsten bir dikkatsizlik değildir. Mısradaki aksamayı hemen fark etmeliydim; aslında hafızama o kadar güvenmeyip vezni kontrol etseydim bu hata gözümden asla kaçmazdı.

Her neyse, Şiar Bey'e teşekkür ediyorum. Kösesinde çok önemli bir görevi yerine getiriyor. Doğrusu ben bundan böyle hep "yazdıklarımı Şiar Bey okursa ne der?" diye düşünerek yazacağım. Bu arada kendisi bilmediğini ifade ettiği için hatırlatmak isterim: Yukarıda zikredilen beyit, II. Mahmude devrinin unlu Halit Efendi'si idam edildikten sonra Ustan Laedri tarafından yazılmıştır, yani kim tarafından yazıldığı bilinmemektedir. Halet Efendi'den söz edilen bütün metinlerde bu beyit de zikredilir (Mesela bkz. Abdülhak Şinasi Hisar: Geçmiş Zaman Fıkraları, İstanbul 1971, s. 68; Abdurrahman Şeref Efendi: Tarih Musahabeleri, Ankara 1985, s. 31).

Her gazeteye bir Şiar Bey lazım.

Eğer bütün gazeteler güzel ve doğru Türkçeyi şiar edinselerdi, eminim buğun Türkçeyi korumak için kanuna ihtiyaç duymayacaktık.

Beşir Ayvazoglu 17 Ocak 1997

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi