Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Bir özel lisede edebiyat öğretmeni olan eşim, öğrencilerin Türk Dili ve Edebiyatı derslerindeki isteksizliğinden yakınıyor. Aynı öğrenciler, İngilizce dersinde daha canlı ve istekli oluyorlarmış. İngilizceye Türkçeden daha çok önem veriyorlarmış. Mesela Türkçenin sıfatlarını, zarflarını, edat ve bağlaçlarını öğrenmeyi lüzumsuz gören liseli gençler, İngilizce dersinde aynı konuları dikkatle ve ilgiyle dinliyorlarmış.

Ah, ne kadar iyi! diyebilirsiniz. Türk gençlerinin bir "yabancı dil" öğrenme konusundaki arzuları karşısında sevinç ve memnuniyet duymak gerekmez mi? Aileler çocuklarını zaten bunun için, İngilizce eğitim görsün diye milyarlar ödeyip özel liselere göndermiyorlar mı? Ben de öyle dedim. Gençlerin İngilizceyi severek öğrenmeleri ve liseden şakır şakır İngilizce konuşarak mezun olmaları ne kadar güzel ve sevindirici!..

Ne var ki bu "güzellik", bir edebiyat öğretmeninin "Türkçe" konusundaki hassasiyetine ve yakınmalarına kulak tıkamamız anlamına gelmiyor. Ortada hakikaten hazin bir durum var. Gençlerin İngilizce'ye olan ilgileri dil sevgisine ve öğrenme merakına yaslanmıyor. İngilizce öğrenmek için, okulda ya da kurslara giderek, özel ders alarak gösterdikleri çaba, o dilin kendisinden çok getireceği meslek, "statü" ve maddi kazançla ilgili.

Toplumdaki şartlandırma, "iyi bir İngilizce, iyi bir iş ve bol kazanç" tekerlemesini, bir değer yargısı, yeni ve parlak bir ideal olarak getiriyor gençlerin önüne. İngilizcesi olmayan birinin iş bulması ve para kazanması nerede ise imkansız gibi.

Bu "masum" şartlandırma öyle yayılıyor, öyle sınırsız giriyor ki yaşamımıza; henüz Türkçe kelimeleri söyleyemeyen ve doğru dürüst cümle bile kuramayan beş yaşındaki anaokulu öğrencilerine bile İngilizce öğretiyoruz. Daha beş yaşında, geleceğinin İngilizceye bağlı olduğu belletiliyor çocuklara. İngilizce; iş, para ve mutluluk demek.

"Gelecek ve mutluluk" anlamına gelen İngilizce karşısında, Türkçenin sözcük türleri, söz dizimi, anlam bilgisi nasıl tutunabilir? "Mutlu bir gelecek", Türkçenin inceliklerini, dil zevkini boş vermeye; bir edebiyat öğretmeninin vazgeçilmez hazinesi olan metinleri değersiz cam parçaları gibi göstermeye yetmez mi?

Yağmur Atsız'ın Milliyet'te "Türkilizce" başlıklı bir yazısı çıktı hafta içinde (22 Kasım). "Türkçe olmayan her şeyin İngilizce olduğunu sanan" 'mankafa'lardan söz açıyor Atsız. Fena kızmış onlara, "kültür sefilleri, gerzekler" diye yükleniyor... Türkçeyi dahi doğru dürüst bilmeyen ve 'ne idüğü belirsiz ilkel bir lehçe' kullanan bu 'mankafa'lar, Jacques Chirac'ı "Cek Çayrık" diye okuyorlarmış, adım başı "Yuro", "dabılyu" diyorlarmış... Yağmur Atsız'ın hassasiyetine ve öfkelenmesine diyeceğim yok; ama bütün bunlar, bu 'gerzek'ler, "kültür sefilleri"; o "mutlu gelecek" rüyasının eseri çocuklar değil mi? Onları anaokulundan başlayarak İngilizce öğreteceğiz diye kandıran ve "Türkçeyi dahi bilmez" duruma getirenlerin hiç günahı yok mu?

Füsun Akatlı'nın yıllar önce yazdığı gibi "Türkçenin yanlış ve bozuk kullanlışı, İngilizcenin sinsice değil, göğsünü gere gere dilimizi istila etmesi, üstelik güç tanınır kılıklarda günlük kullanımda cirit atması bilinmeyen bir olgu değil." Yanlışı düzeltmek, doğru ve güzel olanı öğretmek pek kolay olmuyor. Yine o yazısında (Varlık, sayı 1059, Aralık 1995) şöyle yazıyor Akatlı; "Bir doğruyu bin kere tekrarlasanız öğrenmeyenler, yanlışın dayanılmaz cazibesine esir oluyorlar. Yanlışta bir günah çekiciliği, karşı konulmazlığı var adeta."

 

"Lorel-Hardi Türkçesi"nin (benzetme Yağmur Atsız'a ait) bozulmuş İngilizcenin, yanlış söylenen Türkçe kelimelerin dayanılmaz bir cazibesi var, özellikle gençler arasında. Bir günah çekiciliği... Doğru ve güzel Türkçe ise bir sevap gibi tertemiz duruyor öte yanda. Neylersiniz, sevaba yönelmek zordur, çaba ister. Günahsa hep baştan çıkarıcıdır ve kolaydır çok. Üstelik günaha çağıranların sesi, sevaba davet edenlerden fazla çıkar her zaman.

Ali Çolak

SON EKLENENLER

Üye Girişi