ORDA BİR KÖY YOK UZAKTA- GÖNÜL GÖNENSİN
Türkiye'nin nice çağrışımları vardır, ama 'Anadolu' denince 'taşra' gelir hep aklıma. En ücra köylerimizle birlikte büyük kentlerimizin de hızla göç alarak köy ortamına dönüşmesi bir yana, sanırım bendeki 'taşra' çağrışımına Yakup Kadri'nin küçük yaşlarda okuduğum 'Yaban'ı kaynaklık ediyor.
Anadolu'yu devrine göre bir aydın gözüyle gören ve gösteren romandaki gerçekçi tutumu zararlı bulan öğretmenlerim vardı, köyü-köylüyü kötü gösteriyor diye. Batı dillerine çevrilen roman bu özelliğiyle yüzyıllardır kanayan yaralarımıza dokunuyordu, ama bir yandan yazarın Türk köylüsüne karşı zalim davrandığı, öte yandan 'düşmana' 'kötü' yanlarımızı sergilediği yazılıp çizilmişti. Oysa ben, yazarın 'dostuna yarasmı gösterir gibi' davrandığını düşünürdüm on sekizinde... Realist yazarlara tutkum aşırı boyutlardaydı çünkü. Üstelik Mahmut Makal'ın 'Bizim Köy'ü gibi 'edebiyat dışı', çalakalem notlardan oluşmuyor, yazarının deyişiyle 'çölde bir feryat' olarak bugün kendi ülkemizde 'yaban' kalmaya zorlanmamızın ipuçlarını taşıyan niteliğiyle edebiyat tarihimizdeki yerini alıyordu.
Gerçekten, Cumhuriyet yıllarında 'orda bir köy var(dı) uzakta'. Köy Enstitülerinin de ulusal kalkınma için pratik bir çözüm olarak Anadolu halkının bağrından kopup yeşerdiği söylenebilirdi o yıllarda. Tıpkı Anadolu'yu dört baştan demir ağlarla örme girişimi gibi. Bugün demiryolları hâlâ neden yapılamıyorsa 'gizli güçler(!)'in çıkarları için o güzel eğitim kurumlan da bir zamanlar devlet eliyle kapatılmadı mı? Mâlum iktidarlar elinde eğitimimizin bugün geldiği noktayı utanç verici olarak görünüyor musunuz? Sahi, o zamanlar 'türban' diye bir sorunumuz da yoktu? Üstelik şimdilerdeki kadar 'laikçi'miz de yoktu o zamanlar.
Bu yazı, günden güne köreltilen Anadolu insanının geçmişteki hünerli-erdemli-sevgili yanlarına ilişkin bir nostaljiye dönüşmeden asıl konuma geçiyorum.
Bana verilen konu 'Manilerimiz'di. Japonların 'hayku'larıyla manilerimiz arasındaki anonim benzerlikleri, yaşam biçimlerinden, geleneklerden kaynaklanan özellikleri de şimdi bir yana bırakıp Anadolu'ya dönüyorum.
Anadolu'da 2 milyon 'şair'imiz olduğunu biliyor muydunuz? İnternet şiir sitelerinde bu gerçeğin açık kanıtları var. Yansı hece, yarısı 'serbest' olmak üzere 7'den 70'e herkes dize dize içini döküyor sanal ortamda. Anadolu'daki okur-yazarlık oranını gerçekçi bir tutumla %1 olarak düşündüğünüzde, türlü-çeşitli yorumlar geçmez mi zihninizden? 'Okur'lara şiddetle gereksindiğiniz bir ülkede okuyanların yüz katı bir şair kitlesiyle karşılaşıyorsanız, orası Türkiye'dir.
Haluk Şahin'in bir yazısı geldi aklıma: Uğruna ölünenle her gece dövülen kadın aynı kişiyse orası Türkiye'dir, diyordu.
Sözün kısası: Mani yazalım arkadaşlar. Heceleri parmakla saymadan içinizi 7-8 heceli, 4 dizeli Anadolu şiirinin kaynağına dönelim. Üstelik hayku gibi su götürmez ilkeleri-kuralları var maninin. Ama sizi sereserpe serbest şiir ya da Han Duvarları gibi ölçülü yazmaya zorlayan yok ki? Üstelik, okuma-yazma bilmeyen köy insanının kolayca söyleyebildiği bir mani'yi siz ne de güzel döktürürsünüz, kim-bilir!? Her ne kadar, 'folklor şiire düşman' olsa da deneyin lütfen.. Cemal Ustamızın bu sözünü de doğru yorumlayacaksınız bir gün. Yapı-biçim disiplinini kazandıktan sonra, 'özgür koşuk' size kollarını ardına kadar açacaktır, inanın. (Büyüyünce şiir eleştirmeni olacağım sanırım.)
Anadolu'da her 3 kişiden 5'i şairdir, demişti ya Aziz Nesin, bu topraklardan eleştirmen çıkmadığını mı anlatmak istiyordu yoksa?
Anadolu'nun 'dört başı mâmur' öyküsü bir gün mutlaka yazılacak, ama neden, ne zaman yaratıldığını kimse merak etmeyecek sanırım Cemal Süreya dışında:
"Tanrını, gerçekten çocukluk günlerinizde mi?"
Son görevimi de yerine getirerek sizlere Mani Antolojimizi sunuyorum:
Bu manilerimizde de gördünüz 'aşk/sevda/ayrılık' olmasaydı, mani/Şiir olmazdı yeryüzünde. Sevda edeb kaynağı şiirse, Hoca'mın dediği gibi, derdik 'edeb'le dile getirmektir 'edebiyat'.
Sözümü, ilk sayfada bana koşma yaza Ahmet Hocam'a yazdığım bir mani ile bağlıyorum.
Kitap-sözde gezerim
Kitapsız dan bezerim
Yazmakla ol unmazsa
Ben de mani düzerim
A benim bahtı yârim
Gönülde tahtı yârim
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yârim
Âşık der harayından
Kuş uçmaz sarayından
Günde bir kerpiç düşer
Ömrümün sarayından
Bu dağlar olmasaydı
Çiçeği solmasaydı
Ölüm Allah’ın emri
Ayrılık olmasaydı
Ay aydından ışıktır
Terkim dolu kaşıktır
Dedim yâre gideyim
Yollarım karışıktır
Kara poşuna kurban
Çatık kaşına kurban
Yalınız sana değil
Arkadaşına kurban
Atımızı koşalım
Dağı taşı aşalım
Sen yağmur ol ben bulut
Yağarken kavuşalım
Akan sular olaydım
Kız testine dolaydım
Gümüşten kollarına
Bir bilezik olaydım
Atma beni taş ile
Gözüm dolu yaş ile
Ben nereye giderim
Bu sevdalı baş ile
At olur da tepmez mi
Yâr olur da öpmez mi
Yârin öptüğü yerde
Mor menekşe bitmez mi
Ayağının nalını
Eğme kiraz dalını
Zenginse dengim değil
Köpek yesin malını
Gök güvercin olayım
Gergefine konayım
Avcı çeker vurursa
Dizlerinde öleyim
Gökler bulutlu kaldı
Kuşlar umutlu kaldı
Anahtar yâr koynunda
Gönlüm kilitli kaldı
Ak koyun meler gelir
Dağları deler gelir
Hakikatli yâr olsa
Geceyi böler gelir
Ah etsem âh olur mu
Desem günah olur mu
Verdiğini alıyor
Böyle Allah olur mu?
Ağ taşı kaldırsalar
Yılanı öldürseler
Küçükten yâr seveni
Cennete gönderseler
Ay ışık batar şimdi
Horozlar öter şimdi
Şu benim câhil yârim
Yalınız yatar şimdi
Al eline kalemi
Yaz başına geleni
Acep nere gömerler
Yâr yoluna öleni
Bahçede bârsız adam
Ayvada narsız adam
Kalaysız kaba benzer
Dünyada yârsız adam
Karanfilim ek beni
Sulu yere dik beni
Eğer çiçek vermezsem
Kazma ile sök beni
Başladı zâra bülbül
Ne demiş hâra bülbül
Gül yaprağı düşünce
Düşer efkâra bülbül
Od yanar kazan bilir
Yol halin ozan bilir
Geceyi hastadan sor
Gurbeti gezen bilir
Gonul_gonensıThis email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.