Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

(Teşhis ve Tedavi Metodu)

Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Ge­nel Başkanı Ekrem Erdem tarafından özenle kaleme alınmış olan “Bizimki Türkçe Sevdası” adlı kitabı okuyunca aklıma Oktay Sinanoğlu’nun “Bye Bye Türkçe” isimli kitabında anlattığı korkunç rüyası geldi. Türkçe konuşan insanların adamdan sayılmadığı, Türkçenin yabancı kelime ve deyimlerle dolu bir dil hâline geldiği, özellikle işyeri tabelala­rının tamamen özentinin eseri olarak yabancı keli­melerden seçildiği, gençliğin tam bir dil katliamına alet edildiği anlatılan o rüya aslında günümüzü an­latmaktan çok da uzak değil.

Türkiye’de dilin kullanımını etkileyen en önemli unsurların başında basın-yayının geldiği göz önünde bulundurulduğunda, görsel ve yazılı medya organları­nın bu konuda inanılmaz ölçüde pervasız davrandığını görmek ve bu durumun oluşturduğu tehlikenin ne ka­dar büyük olduğunu algılamamız gerekmektedir.

“Güzel bir Türkçenin yeni nesillere aktarılarak var­lığını sürdürebilmesi için kişisel ve toplumsal duyarlılık esastır. Bu konuda milletçe hepimiz bilinçli bir gay­retin içine girmek zorundayız"[2] diyen Ekrem Erdem, “Bizimki Türkçe Sevdası” isimli kitabında, bu konuyu kapsamlı bir şekilde ele alarak, dil eğitiminin ciddi olarak gözden geçirilmesi ve gençlere iyi bir dil şuu­ru kazandırılması gerektiğini vurgulamaktadır.

Bu konuda çok fazla eklenecek alan bırakılmamış olsa da, basit anlatımıyla, Türk dilinin karşı karşıya bırakıldığı tehlikelerin vurgulanması ve bu konuda ya­pılacak/ yapılması gereken çalışmalara ışık tutması açısından şu önemli ayrıntıların altı çizilebilir:

Ekrem Erdem’in, Türkçenin tarihi ve bugünkü durumunu özetlediği kitabında üzerinde durduğu en önemli konu Türkçedeki bozulma ve yabancılaş­manın nedenleri olarak gözümüze çarpmaktadır.

Erdem bu konuyu detayları ile ele almadan önce, Yahya Kemal Beyatlı’nın Türk dilinin ve dile sahip çıkmanın, onu geliştirmenin, her alanda onu kullan­manın önemi üzerine kaleme aldığı “Lisan fikri bizim kafalarımızda henüz ikinci derecede yer tutmuş bir fikir­dir. Zannediyoruz ki, bu bahisle ancak lisan meraklıları, edipler, muallimler alakalıdır. Ah, bu gaflet, gafletlerimi­zin en büyüğüdür”[3] şeklindeki tarihi tespitini, âdeta konunun en gerçekçi özeti olarak belirtmektedir.

Erdem, dilde yabancılaşmayı ise şöyle özetle­mektedir:

“Kullanıştaki dikkatsizlikler; aksak, kelime ve cümle hataları; yerli, yersiz yabancı kelime kullanma; dilimizin bozulma, yozlaşma ve yabancılaşmasına sebep olmaktadır.”[4]

“Yabancılaşma, dile yabancı dillerden kelime gir­mesinin yanında, meydana getirilen yeni kelimelerin millî kök ve özden uzak olmasıdır. Asırlarca kullanılan kelimelerin atılarak yerlerine konulan hatalı ve uydur­ma kelimeler yüzünden dilimiz fakirleşmiş ve ifade gücünü büyük ölçüde yitirmeye yüz tutmuştur.”[5] Peki, ne oldu da, “Orta Asya bozkırlarından doğup Anadolu ve Balkanlara kadar gelen güzel dilimiz” böylesi bir durumla karşı karşıya kaldı?

Ekrem Erdem, bu aksaklıkları “Radyo ve televiz­yonların, yazılı basının, yabancı dille eğitim ve öğ­retime yönelen okul ve üniversitelerin, yabancı ad koyma yarışına giren iş yeri ve dükkân sahiplerinin tutumuna bağlıyor ve ekliyor: “Bütün bu aksaklık­ların sebebi, bir dil bilincinin geliştirilememesidir. Dil eğitimi, ilk ve ortaöğretimin en önemli hedeflerinden biri olmasına rağmen, yetişen yeni nesillere, okulları­mızda, dilimizin önemi öğretilmemektedir.”[6]

Buradaki temel sorun Türkçenin kendisinden mi kaynaklanmaktadır? Elbette ki hayır... Türkçenin her alanda zayıf olduğunu savunanlara bir tokat da bu konudan gelmektedir.[7]

Kendi kültür değerlerini küçük gören nesillere Türkçenin gücünü ve değerini öğretmek gerektiğini vurgulayan Erdem, dilimizin söz varlığının her türlü dil ihtiyacımızı karşılayacak güçte olduğunu, gra­merimizin sağlam olduğunu ve Çin’den Avrupa’ya kadar çok geniş bir coğrafyada kullanılan yaygın bir dil olduğunu hatırlattıktan sonra çözüm için şunları eklemektedir:

“Sorun Türkçede değil, sorun bilinçsiz toplumda. Toplumu dil konusunda, kültür konusunda yeterince bilinçlendirdiğimizi söyleyemeyiz. Önce devlet po­litikası hâline gelmeli bu. Aileden başlayan eğitim okullarda yoğunlaştırılmalı. Türkçe sevgisi aşılanmalı nesillere, insanımız, dilimizin gücünden haberdar ol­malı. Dilini sevmeli ve ona inanmalı.

Türkçedeki yabancılaşma ve bozulmanın ne­denleri sadece bunlarla sınırlı değil elbette. Geniş bir perspektiften bakıldığında, sorunun büyüklüğü ve çözüm yollarının hayatiyeti kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Ekrem Erdem’in kitabından yola çıkarak, bu ne­denleri başlıklar hâlinde şöyle sıralayabiliriz:

· Dilde gaflet, şuursuzluk ve sorumsuzluk

· Toplum olarak dil şuuruna sahip olmamak

· Millî bir dil politikası eksikliği

· Türkçeyi özensiz kullanma

· Türkçe öğretimindeki yetersizlik

· Öğretmen eğitimi ve atamalarındaki yeter­sizlikler

· Yabancı dil ile eğitimin olumsuz etkileri

· İlim dili olarak Türkçenin tercih edilmemesi

· Yabancı kelime ve tamlamaların yazılışı ve okunuşu

· İngilizcenin olumsuz etkileri

· Kelime ve terim türetmedeki yetersizlik

· Terim ve kavramlardaki yetersizlik

· Terim ve kavram kargaşası

Türkçenin karşı karşıya kaldığı problemlerin çö­zümünde önemli bir rol üstlenen kitapta son olarak dilimizle ilgili meselelere çözüm önerilerine yer veren Erdem, ilk olarak toplumsal bir dil bilincinin oluşması gerektiğini vurgula­makta ve diğer çözüm önerilerini şöyle sıralamaktadır: “Millî bir dil politikası oluşturulmalı,[8] Türkçe­nin ana kuralları tespit edilmeli.”[9] Yine Ekrem Erdem’in kale­miyle özetlersek:

“Güzel bir Türkçenin yeni ne­sillere aktarılarak varlığını sürdü­rebilmesi için, kişisel ve toplumsal duyarlılık esastır. Bu konuda mil­letçe hepimiz bilinçli bir gayretin içine girmek zorundayız. Dilimizin bozulmasını ön­lemek ve yabancılaşmasının önüne geçmek için, dil eğitimi ciddi olarak gözden geçirilmeli ve öğrencileri­mize iyi bir dil şuuru kazandırılmalıdır. Bu çerçevede okul öncesi eğitimden başlayarak yükseköğretime kadar dil eğitimiyle ilgili gerekli tedbirler alınmalı ve birtakım düzenlemeler yapılmalıdır.

Dilimizin dünyada hak ettiği yere gelebilmesi için önce sağlam bir dil şuuruna sahip olmamız, ardından da dilimizi her türlü ilmi araştırmayı ifade edebilecek şekilde zenginleştirmemiz ve işlememiz gerekmekte­dir. Türk dilinin korunması, geliştirilmesi ve yaygın­laştırılması amacıyla çalışmalar yapmakla anayasal yükümlülüğü olan Türk Dil Kurumunun dil konusunda tek otorite olmasını sağlayacak birtakım düzenleme­ler yapılmalıdır.”[10]

Ülkemiz her yönüyle zenginleşmekte ve kalkın­maktadır. Zenginleşen ve kalkınan bir milletin dili fakirleşemez. Türkçe, dünya dili olmak mecburiye­tindedir. Bu yüzden Türkçenin tekrar “fatih dil” ol­masının önündeki zihniyet engelleri kaldırılmalıdır.

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın deyimiyle “ses bayra­ğımız”, Yahya Kemal’in nitelemesi ile “ağzımızda annemizin ak sütü” olan Türkçemizi korumak, ge­liştirmek ve yaşatmanın, aynı zamanda Türkiye’yi korumak ve yaşatmak demek olduğunun millet olarak bilincinde olmalıyız.


Selçuk ÖZDAĞ[1]

Dil ve Edebiyat, Ağustos 2013, sayı: 56



[1] Doç. Dr. Manisa Milletvekili

[2] Erdem, Ekrem, Bizimki Türkçe Sevdası, Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği. İstanbul, 2012.

[3] a.g.e.s.180

[4] A.g.e.s.180

[5] A.g.e.s.181

[6] A.g.e.s.181

[7] A.g.e.s.181-182

[8] Aynı Eser s. 231

[9] Aynı Eser s. 232

[10] Aynı Eser s. 253

SON EKLENENLER

Üye Girişi