Adalet, hakkı gözetmektir, herkese hakkını “alnının teri kurumadan” vermektir. İnsanlık tarihi belki de adalet arayışının tarihidir. Adalet; insaftır, merhamettir, haddi aşmamaktır. Adalet, herkese yakışır. En çok da kendisine hükmetme mesuliyeti verilenlere... “ Adl ü dâd eylemek” kusurların tecziyesinde aftan yana temayül göstermektir.
Kimine göre adalet, bir hayaldir. Ama insanlık, asırlardır bu hayal güzelin ardı sıra koşmaktadır. Ve her ne hikmetse adalet talipleri bu hayal kuşun kanatları altında huzur bulacağı ümidi ile koştururken kendini adalet diye vahşi bir atmacanın pençeleri arasında bulmaktadır.
Sözlüklerde “adi ve adalet” kavramlarının “doğruluk, hakka riayetkârlık, haklılık, denklik, müsavilik, ölçülü, orta halli, dürüst, tam... olmak” gibi birbirini çağıran ve biri diğerini nüanslarla destekleyen manalarının yanı sıra Arapça türevlerinden dilimize kısmen girmiş benzerlerinde edebî güzellikler taşıyan mana renkleri de vardır.
Kelime, Farsçasıyla birlikte “adi ü dâd” olur, İlâhî kaynaktan nişan verir,” A’del / en adaletli”yi aratır, “dâd-âferîn” veya “dâdâr” ile Tanrı’yı hatırlatır. “Hakk” sözü, doğruluk ve adaletten başka nedir? Fakat kelimenin en güzel türevlerinden biri, bize Peygamberimizin vasıflarını düşündüren “ i’tidal ve mu’tedil”dir. Dengeli, mutavassıt insan, “i’tidal üzre” sükûnete ermiş, durulmuş, “kendi nefsinde dahi icrâ-yı adalet eylemiş”, aşırılıklardan korunmuş, mülayim kimsedir.
Ecdadımızın hikmetli söz söyleme merakı çok eskilere gider.
İslam’dan önceki Türklerin hayatında da bilgelik makbuldür. “Oğuz’un tamam bilicisi Dede Korkut”tan önceki devirlerde destanî Kağanın veziri Uluğ Türk ile Köktürk’ün Bilge Kağanının aksakallı danışmanı Bilge Tonyukuk, hep birer hikmet erbabı, töreli düzenin yorumcu ve uygulayıcıları idiler. O devirlerde adaleti töre temsil eder. Hayat, töre üzre kuruludur. Törede “sıra ve saygı” esastır...
İslam’la birlikte Türkler, asırlarca açıldıkları yeni coğrafyalarda tesis ettikleri devletleri töre ve şeriat üzre bina ettikleri gibi halkın hayatı da kutsiyet atfedilen “törelenmiş/ millî rengine boyanmış” bir istikamette akıp gitmektedir.
“Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Giderde adl-i İlâhî, sorar Ömer’den onu... ”
Mehmet Âkif
Hükümdar; “ şâh-ı âdil, sultan-ı âdil, sahipkıran-ı âdil, padişah-ı dâd-güster, adalette bî-nazir, ma’deletin nuru, ma’delet-perver”dir. Onun adlinde cihan âsûde, ebr-i adalet memleket semalarına saye salmış, i’tidal-i mah-ı nisan üzre tabib-i adi vazifesini mazlumlar için icra etmektedir... Padişah, mücessem bir adalet timsalidir. Onun adaletiyle cihan donanır, ahd-i adlinde “ma’deletin nuru” parlar, devr-i adli ebedî bir bahara döner, her yer, “gülzar-ı ma’delet” olur, adalet rüzgârı insaf u adi ile eser... Sırr-ı adalet, hükümdarın elindedir, memleketteki huzur onun adlinin eseridir...
Klasik şiirimizde, başta hükümdar olmak üzere sadrazam, vezir ve paşalar; değişik vesilelerle kendilerine sunulan şiirlerde “âdil” olmalarıyla övülmüşler; insaf, merhamet ve ihsan kaynağı sayılmışlardır.
Fuzulî’nin şu beytinde “adalet”, hükümdarın gücünü temsil eder:
Türk Düşüncesi Dergisi, Sayı:2, Yıl:2013
Âteş-i bîdâd ile âlem yanar, ger kılmasa
Adlini şâyi gezip her dem yedi kişver, sabâ...
Şaire göre onun adli olmasa, zulüm yangını âlemi sarar. O yüzden hüküm sahipleri için adaletli olmak, ibadettir ve karşılığını yalnız Allah verir:
Adi bir makbul tâ’attir ki kalmaz ecrsiz
Âdilin elbette kadrin artırır Perverdigâr
Hükümdarın adaletine herkes muhtaçtır. Âdil bir şah, her zaman “ rûh-ı Resûl” ü şâdmân eyler, “öyle şahların tıyneti, mayası “insaf u adl ile muhammerdir”, yoğrulmuştur...
Eğer zulme tevessül eden olursa “adaletin kılıcı” yetişir Necatî’nin mısralarında:
Devr-i felek ki arpa kadar zulme meyi ide
Dest-i adaletin sala çâk, Kehkeşan’a tîg..
Çünkü âdil bir hükümdar olmazsa, adaletin çiğnendiği bir dünyada yaşanılamaz.:
Eşiğinden erişir âleme adi ile nizam
Yoksa zulm ile yıkardı kamu dünyayı felek
Âdil bir şahın zamanında “zulm ü sitem” karanlığı olmaz. Adlin esası sağlam ise “ zulmün evi harab olur.” Adalet, efsanevî Simurg’un muhteşem kanadı gibi yeryüzünü kaplar ve korur.
Eğer devlet adamı adalet üzre yürürse “Necati’nin dilinde ezel ve ebed boyunca bütün inananların duaları onunla birliktedir.“Yevm-i din / Mahşer günü” ne kadar âdil devlet adamının adı baki kalır:
Husrevâ, bir yol tutupdursun ki adi ü dâd ile
Hep senünledür duâ-yı evvelin ü âhirin
Necatı’ ye göre Osmanlı ülkesinin şahı olacak zat, Hz. Ali cömertliğinde olduğu gibi adalette de Hz. Ömer’den nişan verir:
Osmanoğullarında sen ey Şah-ı muhterem
Cûd-ı Alî- âlemsin u adl-i Ömer-nişân
...Ve şair adaleti, halkın huzuru için onların üzerine gerilmiş bir gölge gibi görür:
Sâye-i adlin ile halk-ı cihan âsûde
Mâye-i bezlin ile ehl-i zamane hoş-hâl
Feleğin bozulan mizacını adalet ıslah eder, zulüm geceleri, “subh-ı adi” ile aydınlanır. Nef’î’nin mısralarında adalet, memlekette herkes için terbiye edici, yola getiricidir ki mısra-ı berceste kuvvetinde söylenmiştir:
Her memleket ki adli, ınürebbi ola ona...
Adaletin olduğu yerde, düşmanlar dost, rakipler birbirine mihman olur. Öyle bir şahın zaman-ı adlinde işler yolundadır, sanırsın ki Mehdi zamanı gelmiştir:
Ne şeh, İskender-i Yusuf-şiyem Mehdi-i İsâ-dem ki
Adliyle zaman, nâzende; âlem, nâz-perverdir
Öyle bir şah, oturduğu makama şeref verir, adalet üzre yaşattığı ülkenin insanları için âdetâ bir ibâdet vecdi içinde görevini tahsil eder gibidir:
Saadetle şeref verip serir-i devlete her gün Adaletle ibadet ecrini tahsil eder her dem
“Adl ü dâd ile” âlem mesrur ve memnun olur. Şayet şah, adi ile hükmederse, muhalif rüzgârlar esse bile düzen bozulmaz:
İ’tidal istese ger adli, umur-ı dehre; veremez bâd-ı hazan, revnak-ı gülzâre halel
Ecdadın hayat binasında ölçüler sağlam konulmuş. Devrinip Sultanüşşuarası Bakî, “din ü devlet mülk ü millet” binasının hükümdar için ölçülerini hatırlatıyor:
Adl ü dâd -ı Ömer u sıdk u safa-yı Sıddîk
İlm ü irfan-ı Alî hilm ü hayâ-yı Osman
İşte bu vasıflarla müzeyyen olanlar şerefle karşılanır:
Şâd olun kim padişah-ı dâd- güsterdir gelen
Husrev-i âdil, şehenşah-ı muzafferdir gelen
Onlar; Kânûnî’dir, Süleyman’dır, Selim’dir, onların devrinde cihan âsûdedir, âsâyiş ber-kemaldir, zaman emn ü eman üzeredir:
Âlemi gül gibi handan etti devr-i devleti
Ahd-i adli, i’tidâl-i mâh-ı nisan eyledi
Adaletli idareleriyle dünyayı aydın eyleyenler için dua kapıları açıktır.
Duamız oldur ey Bakî, hatadan saklası Bârî,
Hüdavend-i cihan, sultan-ı âdil, Şeh Süleyman’ ı...
Hülasa;
Her devrin Süleyman’ı vardır. Yeter ki adi eyleye, gaflete düşmeye.
Zira;
Zalim yine bir zulme giriftar olur âhir
Elbette ev yıkanın hânesi olur vîrân...
denilmiştir ki ibret alına