Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Gizlidir güzel! Biz görmezsek görünmez. Gözümüzden gelmez, gözümüze gelir. Bize geldiğinde görebileceğimiz gözümüz varsa. Hazırsa gözümüz. “Güzelliğin on para etmez şu bendeki aşk olmasa” dediğiniz güzel, sizin en azından “on para” olmanıza bağlıdır. 

 

Kaç paraysanız gördüğünüz güzel en fazla o kadar paradır. Çirkinseniz nasıl güzel görebilirsiniz? Yanılsamadır gördüğünüz. Çirkinliğinizi örtmeye çalıştığınız varsanılardır. Güzel, güzele gelir. Güzele hazır olana, Güzele açık olana, Çirkinliğinin ayırdında olana.

 

Güzel uğramıyorsa nasıl güzelleşebiliriz? Göz hazır. Hamlığını süzmüş, elemiş. Hamlığından acı çekmiş. Hamlığının verdiği acıyla kendine güldükçe gülmüş. Hamlığının tam olduğunu nasılsa anlamış. Çirkinliğini. Çirkinliğin, çirkinliğinin çilesini çekmemişe güzel nasıl ulaşabilir? Güzel önümüzde apaçıktır. Apaçık gizli.

 

Güzeli görmek için göz

Çirkinliğini keşfe çıktı.

 

Çirkinliğimizden geçmeyen güzel yok mudur? Hazzın, tadımının verdiği. Güzeli yaratan sanatçılar çirkinliklerinin ayırdında mıydılar? Hiç çirkinlik yaşamamış, “anadan doğma” güzel olan yok mudur?

 

Burada temel sav şu: insan çirkin güzel, güzel çirkindir. Şöyle bir kolaycılığın tuzağına düşmemeli: “Güzel ve çirkin bizim bakışımıza bağlı, çağdan çağa, kültürden kültüre değişen kavramlardır.” Öyle değildir. Güzel keyfî değildir. Güzel, bir anlamda size bağlıdır: Görebilmeniz için, gözünüze. Gözünüzün hazırlığı, evrenseldir. Güzel, sizin gözünüzün uyduğu değildir. Sen kimsin ki güzel dediğin güzel olsun? Güzel adına bugün ne yaptın? Ne işledin? Ne kadarını öğüttü içindeki değirmen sendeki güzellik tohumlarının? Çirkinliklerinden yüreğindeki kalbur ne kadarını ayıkladı?

 

Gözümün güzele hazırlığı. Gönlümün, yaşadığım iklimin, sevdâmın, bilgimin, insan oluşumun. Güzele nasıl hazırlanır? Eskilerden başlamalı. Bir avcı olarak, güzel görme, güzeli görme, güzel yaşama, güzeli yaşama.

 

1141-1209 yılları arasında yaşamış Azerbaycan ilinin büyük şairi Genceli Nizâmî’nin Farsça yazmış olduğu dörtlüğün Âzerî diliyle ifâdesi şöyle:

 

Gece halvetce bize sevgili yar gelmiş idi

Üzü aydan da gözel Nigâr gelmiş idi

Ona ben göz yetirip halvetî baktım

Ovçunun ovlağına körpe şikâr gelmiş idi.

 

Yüzü aydan da güzel sevgiliye gizlice baktığımda avlağa körpe bir av gelmiş sandım. Neden? Gözüm, güzellik avcısı. Gözüm hazır. Gözüm güzele odaklı.

 

Yine Nîzâmi tek bir dizeyle gözünü aydın kılan güzelden söz ediyor:

 

Gözüm aydın, gözüme sûret-i cânân görünür

Ancak aydın göz, gözüm aydın diyebilir.

 

Ancak aydın göz, çirkin görebilen, çirkini ayırt edebilen, içindeki çirkini yenebilmiş, dışındaki çirkinlikleri yenmeye hazır göz, kendine gözüm aydın diyebilir, cânândaki güzelliği yaşayabildiği için.

 

Güzeli avlayabilen, güzel tarafından avlanmaya da hazırdır. İşte budur karşılıklı avlanma, karşılıklı avlaşım. Fuzulî gönlüne sesleniyor, gönül kuşuna:

 

Gezme ey gönlüm kuşı gâfil fezâ-yı ışkda

Kim bu sahrânun güzer-gehlerde çok sayyâdı var

 

Gönül kuşu, aşkın gökyüzünde dolaşırsa onu avlayacak avcılarla karşılaşması kaçınılmazdır. “Fezâ-yı ışk”, bir “sahrâ”dır, aynı zamanda: Aşkın gökyüzüne mi çıktın. Çöllerdesin o zaman. Bir kuşsun avlanmaya hazır.

 

Av, avcı, avlanma güzelin kapsadığı çetin yolları, “güzer-geh”leri gösteriyor. Sayyâd, avcı, aynı zamanda avdır. Güzel gizlenir. Avcının elinde tüfek yoktur. Söz vardır. Yürek vardır. Gönlü vardır.

 

Onsekizinci yüzyılın Türkmen ozanlarından Mahtumkulu şöyle diyor:

 

Mağtımğulı, sözün gısğa şerhi köp

Bilmeze hiç, bilenlere nırhı köp

 

“Mahtumkulu, sözün kısa, açıklaması çoktur. Bilmeyene hiç, bilene kıymeti çoktur.” “Mahtum” eski harflerle (hı ve te) ile yazıldığında, “mühürlü” anlamında. Güzel mühürlüdür. Gözümüzde. Varlıkta. Mühürü çözen, mühürü çözülmüş gözdür. Bedâyi-i mahtum. Mühürlü güzeller, güzellikler (“Bedâyi” burada dâl ve ayın ile yazılıyor!). Mahdum ise hizmet edilen, hizmet edilmiş demek. Erkek evlat, oğul anlamında da. Güzel mahdumdur. Geleceğe taşıdığımız.

 

İşte av ve avcı sözle etkileşim, iletişim içindedirler. Öldürme yoktur. Ölüm değil dirim vardır. Güzel doğadadır. Doğada var olur (Kant!). Av, bildiğimiz av değildir. Avlayınca avlanıyor, avlanınca avlıyorsunuz. Buna avlaşma deniyor. Güzele değme, karşılıklı değme anlamında değişme. Mahtumkulunun sözlerinin şerhi “köp”tür, çoktur. Güzelin de. Güzel varlıktadır, ona giden yollar “köp”tür. Onu gören göz “köp”, yaşayan gönül “köp”tür. “Çok”tur. Güzel olma, “çok” olma, “çoğul” olmadır.

 

Güzel gizlidir. Nizâmî’nin baktığı gibi “hâlveti” bakabildiğinizde çıkabilir karşınıza. Hazırlıklı göz bakabilir halvetî. Tenhâya çekilmiş bakmadır çünkü. Tenhâdan korkulan bir çağdayız. Yürek ister, tenhâ. Yokluğa teslimiyet ister. Yokluğa dayanacak güç ister. Halvetî durur göz güzele değince. Sırnaşmaz. Sırnaşmak yasaktır güzel ilinde.

 

Yâr ile halvet, sıcaktır. Yâr, güzeldir, güzelliktir. Eflatun, güzel bedenden, güzel bedenlere, güzel bedenlerden güzelliğe doğru yolculuk yapmayı söylemişti Şölen’inde. Güzel’e, güzel insanlardan, güzel doğadan, güzel yapıtlardan geçerek varılıyor. Adım adım. Soruyorlar yolda: “Nereden gelir, nereye gidersin?” – “Çirkinden gelir güzele giderim. Güzellerden güzele yolculuğum.” – “Yolun açık olsun!” – “Buyurun birlikte gidelim. Güzel paylaştıkça güzelleşir.”

 

Peki, kiminle? Nasıl? Güzel olanla. Güzelin değerini bilerek. İncitmeden. Saygıyla. Paylaşmaya karşı çıkmayı göze alarak. Güzele isyan etmeyi, kokuşmaya yüz tutmuş güzelin, çirkinden yeniden geçilerek tâzelenmisine çabalayarak. Güzel tâzedir. Her dem. Yenidir. Çirkinle bitip tükenmek bilmeyen etkileşimle yenilenir.

 

Güzel gizlidir. Devingendir. Dönüşendir. Elimizin altında, denetleyebileceğimiz nitelikte olmayandır.

 

Şimdilik güzele yakışmayan çağda yaşıyoruz. Güzel! Bizi vaslına şâyân kıl!

 

Ankara, Eylül 2007