Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

NECİP FAZIL KISAKÜREK - SAKARYA TÜRKÜSÜ ŞİİRİNİN TAHLİLİ (İNCELENMESİ)


İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..

(1949)

Necip Fazıl Kısakürek

ÖZ VATANINDA PARYA


Sakarya Türküsü, Necip Fazıl Kısakürek'in olduğu kadar, edebiyatımızın da büyük şiirlerinden biridir. Millî bir felsefeyi olduğu kadar, dayanılmaz bir çile ve ıstırabı da, kuvvetli şiir diliyle söyler.
Sakarya bir timsaldir. 50 mısralık bu poem’de (uzun şiir) şair, tasvir yerine tecrit yapmaktadır. Yâni; Sakarya, Necip Fazıl'ın söylemek istediği hafakanlı düşünce ve duygulara bir su yolu (mecra) olmaktadır.


Bu vasfıyla" Sakarya" yerine herhangi bir nehir de olabilirdi, dersiniz. Fakat hayır! Anadolu kurağının lam ortasından geçmesi, "renginin kandan ve çamurdan" olması, ihtişamlı bir maziden sonra kendi yurdunda haksızlık ve sefaleti ile "sürünmesi" bakımlarından, bu timsal-nehir, ancak Sakarya olabilir.
Sakarya geçmişindeki şanlar, zaferler, ermişlikler ve fakat halindeki "paryalık" ile çıldırtıcı tezatlar trajedisinin yükünü cılız gövdesi üzerinde taşıması dolayısıyla Anadolu'dur ve Türk milletidir. (Şiirin yazıldığı 1949 yılları itibariyle, ırmağa vurulan çizgiler daha derin gerçeklik taşımaktadır.)
Sakarya, sâf çocuğu, masum Anadolu'nun,
…………………
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya."

Yüce İslâm imânı-Türkün şerefli geçmişi ve hâlihâzırın kire kedere, haksızlığa bulanmışlığı gibi üçüzlü bir tema üzerine kurulmuş olan bu şiirin iki kahramanı Sakarya ile Necip Fazıl'dır:
"İnsan bu, su misali kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya
***
Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, son Peygamber kılavuz!"

Sakarya da, şair gibi "hor, öksüz" fakat "büyük bir dâvanın, mukaddes bir yükün hamalıdır." O hamallık ki, sonunda rütbe ve mal yok, yalnız zehirle pişmiş aş vardır, anneden, vatandan, arkadaştan ayrılık vardır.

"Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbîr

Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar şendedir, bu girift bilmeceler,
Sakarya, kandillere katran döktü geceler."

“Sakarya Türküsü” tarihin akışı içinde bir idraktir. Tarihin suyoluna döşek kırk ve temiz "oluklar," tespit eden şair, bugünkü boynu bükük acınacak manzaramızın yalan ve riyadan; bütün mukaddeslere karşı inançsızlık, samimiyetsizlik ve sahte sevgiden doğduğuna kanidir. .
Bir başka şiirinde de:
"Bütün bir kâinat yalana teslim" diyen Necip Fazıl’dır. Kısacası İslam’a, tarihe, millete karşı bir kof bir inançsızlık: İşte faciamızın sebebi budur.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir,
Oluklar çift birinden nur akar, birinden kir.
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kaf dağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin kılını çekmez akıl!”

AHMET KABAKLI, Türk Edebiyatı, Necip Fazıl Sayısı, Temmuz 1983

 

ŞİİRİN TAHLİLİ-2

Şiirin yazılış tarihi ve vesilesi: Necip Fazıl, “Sakarya Türküsü”nü 1949 yılında trenle bir Ankara dönüşü, bozkırlar arasından yol boyunca kıvrıla kıvrıla akışını seyrettiği Sakarya nehrinin verdiği ilhamla yazmış.

Şiirin Konusu: Şiirde bireysel ıstıraplar yerine toplum sorunları ön plandadır. Sosyal bir ülkü dillendirilir. Şiirin konusu, Türk milletinin 1949 yılındaki durumudur.
Bir aksiyon ve dava adamı olarak Necip Fazıl’ın cemiyet şiirlerinin baştıkalarından biri “Sakarya Türküsü-1949” (Çile, s.312) dür. O, bu şiirinde geleceği kuracak olan neslin dava çilesini Sakarya nehri temsilciğinde, onunla özdeşleştirerek veriyor.


Necip Fazıl, Anadolu Oğuz Türklerinin tarihini, hâlini, geleceğini değişik çağrışımlarla özetliyor. Taliplisi olduğu geleceği kurma mücadelesi kolay değildir.
Benimse alin yazım, yokuşlarda susamak.
Yorulmadan, zahmet, çile çekmeden, büyük bir mücadele vermeden bu davayı kazanmak mümkün değildir. Şiirde ayni zamanda bir tarih felsefesi ve yorumu yapılır.


Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çis; birinden nur akar, birinden kir.


Burada ilk insandan bu yana devam edip gelen iyi–kötü mücadelesine değiniliyor. İyi ve kötü, doğru ve yanlış hep yan yana birlikte birbirleriyle mücadele ede ede gelmektedir. Bu mücadele de dünya var oldukça sürecektir. Dolayısıyla bu mücadelenin dışında kalmak mümkün değildir. Mücadelenin gereği olan neyse o yapılacaktır.


Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kursundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.


Nehrin yokuşa doğru akma mücadelesi, olmazları oldurma inadı ve azmidir. Necip Fazıl, şiirinde etkiyi ve vurguyu genellikle paradoksal bir yapı içinde ortaya koyar. Burada da o var. Nehir aşağı doğru akar, yokuşa doğru akmaz. Ama Sakarya; ki Sakarya'nın temsilciliğinde Türk milleti, tarih boyunca hep sırtına kursundan ağır yükler yüklenerek büyük isler başarmıştır. Hep imkânsız görünene talip olmuştur. Azim ve kararlılıkla her isin üstesinden gelmiştir.


Türk milletinin tarihî gidişatı ve seyri hep bu yöndedir. Maddeye karşı mana önceliği. Kafasını hiçbir zaman pozitivist mantığa göre kurgulamamıştır. Görünen sebeplere göre sonucu hesaplamamıştır. Dolayısıyla determinizme esir olmadığı için hep hür kalmıştır. Malazgirt Savaşında büyük komutan Alparslan, 250.000 kişilik en modern silâhlara sahip Bizans ordusuna karşı 50.000 kişiyle bir şey yapılamaz; bu sebeplerden zafer gibi bir sonuç çıkmaz, diye düşünseydi bugün buralarda; Anadolu'da, Türkiye'de olmazdık. Öyle “düşünmedi”. “İnandı” ve başardı. Tarihte birçok örnek var buna. Necip Fazıl’ın yukarıdaki mısralarda verdiği son örnek de Millî Mücadeledir.
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,


Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.


Mısralarıyla Millî Mücadelenin destansı boyutuna değiniyor. 1912 Balkan savaşları, 1914 Birinci Dünya Savaşı, 1919 Millî Mücadele süreci içinde tas üstünde tas, omuz üstünde bas kalmamıştı. İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ülkeyi fiilen işgal etmiş, en modern silâhlarla boğazımıza dayanmış bir hâlde, her şeyin bittiği sanıldığı bir anda necip Türk milleti, ruhunda barındırdığı tam bağımsız ve bağlantısız, hür yasama isteğiyle son bir Kuvâ-yi Milliye hamlesiyle ayağa kalktı, şanlı bir direnişle ülkesini emperyalist batılı işgalcilerden temizledi.


Burada da Necip Fazıl’ın dediği gibi görünen sebeplere itibar etmeyiş ve yalnızca Allah'a dayanma inancı belirleyici olmuştur. O şartlarda görünen sebeplere göre direniş ortaya koymak delilik, çılgınlık olarak görülebilirdi. Nitekim mutlak iman teslimiyeti yerine pozitivist mantığın kıskacında sıkışmış kişiler, basta Atatürk olmak üzere Kuvâ-yi Milliyecilere maceracı, serüvenci, çılgın diyorlardı.


Ama Necip Fazıl’ın deyimiyle Allah isterse sular büklüm büklüm burulur, yani en olmayacak şeyler olur, imkânsız mümkün hâle gelir. Burada Kur'an'da geçen “Allah ol! der, olur” ifadesinin bir açılımı var. Pozitivizm, determinizmi esas alır. Yani görünen fiziksel sebepler ne ise sonuç da ona göre ortaya çıkar. İslam inancında inancında ise sebepler ne olursa olsun Allah’ın dediği olur. Buna göre görünüşte hiç olmayacak gibi görünen şeyler de Allah isterse hemen oluverir. Bu bağlamda Türk milleti, Sakarya’nın yani Anadolu'nun sırtına kendi mührünü vurur, bu topraklar üstünde millî hâkimiyetini sağlar.


Türk milleti, mukaddes yükün hamalıdır. Fakat bu hamallık, Allah rızası için, karşılık beklemeden, tam bir fedakârlık ve feragat içinde yapılan bir hamallıktır. Bu çalışma ve fedakârlığın sonunda rütbe ve mal gibi maddî bir ücret yoktur.


Sair, hâle ve maziye birlikte bakıyor. Hâlin kötü durumuyla mazinin parlak durumu arasında mukayese imkânı veriyor. Tarihin derinliklerine gömülmüş, Kehkeşanlara kaçmış eski güneşler, tarihî Türk büyükleridir. Anadolu'nun manevî mimarlarından Yunus Emre, tozu dumana katan akıncı orduları; yani Necip Fazıl’ın anlayışıyla mana ve madde kahramanları. Bu arada coğrafi anlamda yine büyük Osmanlı hinterlandını üç nehrin simgeselliğinde veriyor: Sakarya, Nil ve Tuna. Sakarya, Anadolu'nun, Nil, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın, Tuna da Balkanların simgesidir. Buralar, Osmanlının hâkimiyet alanlarıdır. Sair, Türk-İslam tarihinin ihtişamını ve bugün onlardan eser kalmayışını değişik unsurlarla hatırlatırken, hem bir hayıflanma içindedir hem de yeni bir hamle için zemin oluşturmaktadır. Bu, yeni nesle tarihsel anlamda öz güven oluşturma zeminidir. Büyük bir tarihi yapan milletin çocukları tarihî misyonuna uygun olarak yeniden büyük bir gelecek kurabilir.
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?


Sorusu ayni zamanda bir çağrıdır. Şanlı akıncıların, Türk yiğitlerinin yeniden dirilerek, milletini içinde bulunduğu zillet hâlinden kurtarıp tekrar tarihin efendisi yapma isteği saklı burada. Bu zillet hâlini:


Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!


Mısraı açıkça ortaya koyuyor. Bu gariplik ve paryalık hâli, milletin kendi ruhuna ve değerlerine uygun bir yönetim kademesinden yoksunluğu, millet ve yönetici tabakası arasındaki uyuşmazlığı, bürokrat / aydın kesiminin Türk milletinin ruh köküne ters tutumunu içeriyor.


Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?


“Bir hayata çattık” ifadesindeki hayat, millî ve manevî değerleri dızlayan, materyalist ve pozitivist; hatta totaliter baskıcı bir hayattır. Sair, Türk milletinin bu evsafsa yöneticiler tarafından yönetilme durumuna düşürülmesine değiniyor. Bu hayat, bir başka hayata pusu kurmuştur. O bir başka hayat da Türk milletinin tarih boyunca sürdüre geldiği millî ve manevî değerlerle örülmüş yerli olan kendi hayatidir. Batıdan ithal edilmiş yabancı hayat biçimi, yerli hayat biçimini avlamak üzere pusu kurmuştur. Yerli hayati öldürerek yok edecektir.


Maddeci bir hayatın manacı bir hayatı bastırması, sadece dünyayı esas alanların, hem dünya hem ahireti esas alanlar üzerinde baskı kurması meselesi üzerinde duruyor sair.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;


Mısraı bunu işaret ediyor. “Ölümlü yalan”, sadece dünya ile sinirli olan düşünme ve yasama biçimidir. Dünyadan öncesini ve sonrasını yok sayan yaklaşım biçimi. Bir başka ifadeyle din dişi bir hayat kurgusuna sahip olanların dünya görüsü. Bu, ölümlü bir yalandır; fanidir, geçicidir, hakikat ve doğru değildir. Fakat sair:
Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?


Diyerek ölümlü yalan sahiplerinin ebediyen ölüme mahkûm olduklarını, dirilme imkânlarının kalmadığını söylüyor. Sadece dünyaya, maddeye, tensel hazlara, biyolojik gereksinmelerine bağımlı bir hayat sürenleri, “hayat süren leşler” olarak tan imliyor ve bunların hayatlarını da hayat olarak görmüyor. Bunların ebediyen dirilemeyeceklerini belirtiyor.


Necip Fazıl, şanlı tarih ile sefil hâl arasında gidip gelerek, değerlendirmeler ve mukayeseler yaparak yeni Oğuz nesline yeniden diriliş çağrısı yapıyor:


Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüz üstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!


Şiirin Düşünce Boyutu
Şiir, düşünce bakımından ideolojik bir şiir. Belli bir siyasî ve sosyal, kültürel uygulama biçimini eleştirirken bunun karsısında kendi ideolojik yakla simini sergiliyor. İdeolojik bir çatışma sergileniyor. O da sekiler batıcı bir dünya görüsüne karşı Türk-İslam dünya görüsünün öncelemesidir.
İzlek: Türk milleti, tarih boyunca büyük çileler, zorluklar çekerek büyük isler başarmıştır. İçine düştüğü olumsuz durumlardan yine imanı, azmi ve büyük zorluklara karşı direnme gücüyle kurtulacaktır.
Duygu: Şiirde sosyal kurtuluş ümidi duygusu telkin ediliyor.

Görüntü
1. Öznel / Resimsel Görüntü: Şiirde öznel / resimsel bir görüntü hâkim. Sair, Sakarya nehrinin akışını kendi izlenimlerine, duygu ve düşüncelerine göre tasvir ediyor. Sakarya nehrini teşhis sanatıyla kişileştiriyor ve “Kursundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;” gibi mısralarda ona kendi izlenimlerini yüklüyor. İzlediği Sakarya nehrinin akışında Türk milletinin tarihî, sosyal, kültürel ve sosyal durumunu görüyor. Ve Türk milletiyle nehir arsında bir özdeşlik kuruyor.

2. Soyut Görüntü:
A. İmgeler:
-“Benimse alin yazım, yokuşlarda susamak”: Türk milletinin hep zorluklarla mücadele durumunda olması.
-“Oluklar çis: Birinden nur akar, birinden kir”: Tarih boyunca doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin, hayır-şer, adalet-zulüm mücadelesinin birbirine paralel olarak sürekliliği.
-“Kursundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;”: Türk milletinin güç, kuvvet, say'ı, varlık bakımından oldukça zayıf olmasına rağmen gücüyle ters orantılı bir büyük dava ve sorumluluk yüklenmiş olması.


-“Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?


Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,”: Allah’ın istemesi hâlinde azim, irade ve imanın başaramayacağı bir isin bulunmaması.
-“Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?”: Güçsüz düşürülmüş Türk milletinin birçok çeşit ve türde düşman, kötülük ve belâ tarafından kuşatılması.
-“Hamallık ki, sonunda ne rütbe var, ne de mal,”: Kars iliksiz olarak fedakârca hizmet ve zahmetli mücadele.


-“Yalnız acı bir lokma, zehirle pismiş astan;”: Büyük riskler, sıkıntılar, acılar barındıran kutsal mücadele süreci. Sair, buradaki “zehirle pismiş aş” ifadesini “Zehirle Pismiş As”(Çile, s.30) adli iki mısralık bir şiirinde de kullanıyor. O şiir söyle:


“Zehirle pismiş asi yemeye kimler gelir?
Dilsizce, yalnız Allah demeye kimler gelir?”


-“Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!”: Tarihte millet için büyük isler basarmış, önemli ve değerli kişilerin hatırlanmasıyla öz güven kazanma isteği.
-“Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?”: Türk milletine tarihte çok parlak devirler yaşatan Türk ordusunun yeniden millî şahlanışta öncü rol üstlenmesi isteği.
-“Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?”: Mimariye, güzel sanatlara Türk-İslam ruhunun yansıtılması özlemi.
-“Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.”: İçinde bulunulan, idrak edilen sosyal, siyasî, kültürel ortamın gerçek anlamda fitre, insanî hayatin yaşanmasına izin vermemesi.
-“Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;”: Pozitivist, materyalist, seküler bir yasama biçiminin topluma egemen olması ve millî ve manevî değerlerin toplum hayatından çekilmesi.
-“Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?”: Bu dünyada dünyevî, maddî anlamda nefislerinin isterileri doğrultusunda yasayan ve millî-manevî değerlere düşmanca davranan insanların ahirette sonsuza dek azap içinde kalacakları.
-“Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;”: Türk milletinin ruhunun, şahsiyetinin, kimlik ve kişiliğinin zor sınavlardan geçe geçe olgunlaşması.
Şair, “Mansur-1930” (Çile, s.299) şiirinde de bu imgeye yer veriyor:


“Tatlıydı akrebin sana kıskacı,
Acıya acıda buldun ilacı;
Diyordun, geldikçe üst üste acı:
Bir azap isterim bundan da beter.”


-“Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;”: Gidilecek yol, tutulacak düşünce, yasam biçimi, inanış ve hayat tarzı, dünya, hayat ve varlık Allah'a aittir. O'nun tasarrufu altındadır. Mutlak hâkim ve sahip Allah’tır.
-“Yüz üstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..”: Çok savaşlar, hakaretler, zulümler, sıkıntılar, zorluklar görmüş Türk milletinin derlenip toparlanıp kendine gelmesi, millî ve manevî değerlerini rahatça yasayabilmesi, yeniden şahsiyetli, müreffeh, mutlu dönemine girmesi isteği.


b. Simgeler:
-Sakarya: Sakarya nehri, 824 km. uzunluğunda Kuzeybatı Anadolu'nun en büyük nehridir. Türk tarihinin simgesidir. Şiirde Sakarya, kapalı istiaredir. Sakarya Meydan Savaşı, Millî Mücadele sırasında Türk kuvvetlerinin Yunan ordularıyla giriştiği en önemli ve en uzun süreli çatışmadır. Polatlı civarında 23 Agustos-13 Eylül 1921 tarihleri arasında oldu. Sakarya, Türk milletinin ve Anadolu'nun simgesidir. Anadolu ve Türk milleti tarihinde büyük zaferler ve şerefler sahibiydi, simdi (şiirin yazıldığı zamanlarda) ise zillet hâlinde, gerilemiş, kötü bir duruma düşmüş hâldedir. Türk milleti, millî kimliğini bulma ya da kaybetme imtihanı vermektedir. Kültür ve medeniyet değişimi aşamasında kritik bir evrede bulunmaktadır.


-Sakarya, Nil, Tuna: “Nerde kardeşlerin, cömert Nil, Yeşil Tuna;”: Sakarya, Anadolu'nun, Nil: Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın, Tuna da Balkanların simgesidir. Dolayısıyla Anadolu, Ortadoğu ve Balkanlar Osmanlı hinterlandını temsil ediyor.


C. İlk örnekler:
-Yunus Emre: Anadolu'nun millî manevî değerler etrafında yoğrulmasını ve millî birliği sağlayan bir Türk bilgesi. Sanatı, hikmeti, tasavvufu, sosyal ve siyasî öncülüğü bünyesinde barındıran öncü bir ata.
-Akıncı: Yunus Emre, Türk milletinin manevî gücünü temsil ediyorsa ekincinin temsilciliğinde Türk ordusu da maddî gücü temsil etmektedir. Yunus Emre Türk milletinin manasının, akıncı da maddesinin koruyucusu.
Metinler arası İlişkiler:


1. İçerik Aktarımı:
-“Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,”: Burada su ayetin içeriği aktar ilmiştir: “O'nun emri bir şeyi irade buyurduğu vakit, ol der o da olur.” (Yasin, 79).
-“Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!”: Bir hadis-i şerifte söyle der: “Surasi muhakkak ki İslam garip başladı tekrar garipliğe dönecek. Gariplere ne mutlu.”1

1. İçerik örtüşmesi:
Necip Fazıl’ın:
“Kafdağı’nı assalar, belki çeker de bir kil!
Bu ifritten sualin, kilini çekmez akiı!”


beyti, Ziya Paşa’nın Terkip-i Bendinde geçen şu:


“Irak-i meali bu küçük akla gerekmez
Zira bu tearuz o kadar sıkleti çekmez”


beyti arasında hem içerik hem üslûp örtüşmesi görülmektedir.

2. Kurgu ve Üslûp örtüşmesi:


Bu şiir, üslûp bakımından Mehmet Akif’in “Bülbül” şiiriyle benzer özellikler göstermektedir. Mehmet Akif, “Bülbül” şiirini 1921 yılında topraklarımızı Yunanlıların istilâ ettiği bir sırada yazmış, kutsal vatan topraklarımızın, millî ve manevî değerlerimizin düşman çizmeleri altında ezilişinden duyduğu iştiraki bülbüle hitap ederek bir bakıma onunla dertleşerek dile getirmişti. Necip Fazıl da “Sakarya Türküsü” şiirinde millî ve manevî değerlerin yabancı bir düşman tarafından değil ama bazı yöneticiler tarafından çiğnenmesi karsısında duyduğu üzüntüyü Sakarya nehrine seslenerek; onunla dertleşerek dile getiriyor. Her iki sair de sosyal ve siyasî yapının kötülüğünden kaynaklanan sıkıntılarını kus ve su gibi iki tabiat unsuruna seslenerek; onlarla dertlerini paylaşarak söyleşiyorlar. Şiir kurgusunda ve üslûbunda böyle bir benzerlikleri var.
Burada üslûp ve içerik bakımından benzerlik kurulabilecek bazı mısraları alçalta veriyoruz. Önce “Bülbül”2 şiirinden, sonra da “Sakarya Türküsü” şiirinden örnek mısralar verilecektir:
Bugün bir hanümansın serseriyim öz diyarımda!”
(Bülbül)


“Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!”
(Sakarya Türküsü)


“Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefasız, kansız evladı,”
(Bülbül)


Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,”
(Sakarya Türküsü)


“Ne zillettir ki: Makûs inlesin beyninde Osman’ın;
Ezan sussun, fezalardan silinsin yâdı Mevla’nın!”
(Bülbül)


“Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
(Sakarya Türküsü)


Kurgu ve üslûp örtüşmesi ilişkisini Fuzuli’nin “Su Kasidesiyle de kurmak mümkündür. Her iki sair de “su” istiaresini kullanıyor. Necip Fazıl şiirini yazarken hem Fuzuli’nin bu kasidesinden hem de Mehmet Akif’in “Bülbül” şiirinden büyük oranda etkilenmiş. “Sakarya Türküsü ”nün ilk bendinde Fuzuli’nin su beytinin kurgu ve üslûp etkisi çok barizdir:

“Hâk-i peyine yeteme dire ömrelerdir muttasıl


Başını dıştan daza urup gezer avare su”3


Sakarya Türküsü ‘nün “Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?” mısraında Yahya Kemal'in “Süleymaniye'de Bayram Sabahı” ve “Bir Tepeden” şiirlerinin kurgu ve üslûp yansımaları görülmektedir. Karşılaştırma yapılabilmesi için örnek olarak su mısraları verelim:
“Taşı yenmiş nice bin isçisi, mimariyle.”4


“Tarihini aksettirebilsin diye çehren,
Kaç fatihin altın kanı mermerle karışmış.”5


ŞEKİL
Nazım sekli: Adi “türkü” olmasına rağmen bu şiir, türkü nazım biçiminde yazılmamıştır. Türkü ezgisine sahip değil. Bir bakıma destan şiiridir. Halkın sözlü geleneğinde yıllar boyu söylene söylene, işlene belli bir kıvama gelen, düzenleyeni bilinmeyen, değişik yer ve zamanlarda bazı değişikliklere uğrayarak var ligini sürdüren ve bir ezgi eşliğinde koşulmuş olarak söylenen şiirlere “türkü” denir. “Sakarya Türküsü” şiirinin adında türkü olmasına rağmen bu, bilinen anlamıyla bir halk edebiyatı türü olan türkü özelliklerini taşımamaktadır. Sair, bu şiiri, halk kitleleri tarafından coşkulu, ezgili, heyecanlı, epik bir üslûpla söylensin, halka mâl olsun diye böyle bir ad vermiş olabilir. Kitlesel bir coşkuya dönüştürme isteğinden dolay bu adi kullanmıştır.


Şiir, mısralarının kümelenişi bakımından üç bendik bir terkip-i bent nazım sekline sahip. Ancak nazmın sabit şekillerinden olan klasik terkip-i bende her yönden uymaz. Klasik terkip-i bende her bent, ayni sayıda beyitten oluşur. Bu Şiirde ise Ilık bent, dokuz, 2. ve 3. bentler de sekizer beyitten oluşmaktadır. Terkiphanelerin vasıta beyitleri birbirinden farklı. Klasik terkip-i bent gazel kafiye sistemine sahiptir. Bu Şiirde ise bütün beyitler, Yeni Mesnevî ya da Esleme kafiye sistemine göre kendi aralarında kafiyelemiştir. Ayrıca klasik terkip-i bent aruz vezniyle yazılır. Bu şiir ise hece vezniyle yazılmıştır.


DIL VE ÜSLÛP
A. Dil
1. Dil Sapmaları: Şiirde dil sapmaları görülmemektedir. Sair, Türkçeyi çok güzel, etkili, canlı ve başarılı bir şekilde kullanıyor. O âdeta bir dil virtüözüdür.
2. Konuşma Dili:
-Deyimler: “alin yazısı”, ”yokuşu sökmek”, “kandillere katran dökmek”, “yüz üstü sürünmek”
-Kalıp ifadeler: “böyle gelmiş böyle gider”
3. Cümle: Sair, hemen hemen her mısraı müstakil bir cümle olarak kurgulamış. Irki veya daha fazla mısrada tamamlanan cümle yapılarına pek yer vermemiş.

B. Üslûp
-Hitabet Üslûbu: Şiirde hitabet üslûbu egemen. Şiirde, kitleleri millî dava için, Türk milletinin tarihî, kültürel, siyasî durumu konusunda okuyucuları heyecana getirmek için hitabet üslûbuna yer verilmiş. Bir dava şiiri olduğu için hitabet üslûbuna yer vermesi olağandır. Özellikle vasıta beyitleri hitabete dayalı heyecanı kademe kademe yükseltmekte, son mısra ise zirveye taşımaktadır.
-Şaşırtma Üslûbu: Ayrıca şaşırtma üslûbuna da yer veriliyor. Bunu sağlamak için de soru sorma ve karşıtlık yöntemlerini kullanıyor.

A. Soru sorma: Örnek mısralar:
”Hani ardına çil kubbeler serpen ordu?”
”Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?”
“Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?”
“Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?”

b. Karşıtlık: Örnek mısralar:
-Görüntü Karşıtlığı: İniş ve çıkış:
“Su iner yokuşlardan hep basamak basamak;
Benimse alin yazım, yokuşlarda susamak.”
“Su çıkan buluta bak, bu inen suya inat!”
-Yerde sürünmek-Ayakta yürümek: “Yüz üstü çok süründün ayağa kalk Sakarya!”
-Kavram Karşıtlığı: Iman-küfür, iyilik-kötülük, adalet-zulüm gibi değerler karşıtlığı:
“Oluklar çis: Birinden nur akar, birinden kir”
“Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;”
-Gerçeklik Karşıtlığı:
-Köpüğün kursunu taşıyamayacağı: “Kursundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine”
-Kanaryanın kartalı taşıyamayacağı: “Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?”
-Hayatin kendi kendisiyle çelişmesi: “Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu”
-Yaşantı Karşıtlığı: “Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?”

AHENK
Sair, Şiirde ahengi sağlamak için su uygulamalarda bulunuyor:

1. Ses Tekrarları:

a. Ünsüz Ahengi: Bilinçli ya da bilinçsiz olarak bazı harflerin sıklıkla tekrarı göze çarpıyor. Şiirin ilk üç mısraında 7 kez “s” ünsüzünün tekrarıyla Sakarya nehrinin kirim akisim arasında resimsel (görüntüsel) bir paralellik kurulabilir. Ayni şekilde 8 ve 12. mısralar arasında “s” ünsüzü 7 kez tekrarlanarak nehrin akısı esnasında çıkan ses yani su şırıltısı yansıtılmaktadır.

b. Kafiye: Şiirde kafiye uygulaması oldukça başarılı ve canlı. Sair en çok zengin ve tunç kafiye kullanmakla kafiye konusunda ne kadar başarılı olduğunu ortaya koyuyor. Şiirdeki kafiye uygulamalarını söyle tasnif edebiliriz:
-Tam kafiye: ”burulur- vurulur”, ”gerçek-diriltecek”, ”astan - arkadaştan”
-Tunç kafiye: “akar ya - Sakarya”, “fikir - kir”, “kâinat - inat”, “ne - gövdesine”, “yük - büyük”, “hamal - mal”, “geziyordu - ordu”, “Tekbir - bir”, ”su - pusu”, “kil - akil”.
-Zengin kafiye: “basamak - susamak”, “için - perçin”, ”Sakarya - kanarya”, “Tuna - yurduna”, “bilmeceler - geceler”, ”Sakarya - parya”, ”Anadolu’nun - yolunun”, ”hamurdanız - çamurdanız”, ”kader - gider”, ”havuz - kılavuz”, “angarya - Sakarya”.
-Cinali kafiye: Tam cinas: ”ân - an”

2. Kelime Tekrarları:


a. Mısra İçi Kelime Tekrarları: “yanda”, ”birinden”, “eyvah”, “kayna”, “öz”, “hayata”, “böyle”, “onun”.


B. Mısralar Arası Kelime Tekrarı:
-Redif: “burulur – vurulur”, “astan – arkadaştan”, “bilmeceler – geceler”, “Anadolu’nun – yolunun”, “hamurdanız – çamurdanız”.
-Mısra Başı Tekrarı: “Hani”
-İkilemeler: ”kirim”, “basamak”, “büyük küçük”, “büklüm”, “çil”, “üç beş”.
3. İfade Tekrarı: “Bu dava”, “üç beş damla”
Ses Dalgalanması
A. Vezni: Şiir 7+7 duraklı 14'lü hece vezniyle yaz ilmiştir.
B. Ünlem: “Hey Sakarya!”, “Eyvah, eyvah! Sakarya’m!”
1 İbrahim Canan, Kütü-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Ankara 1993, C.17, s.531.
2 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, İstanbul 1977, s.473.
3 Fuzuli Divani, Haz: Kenan Akyüz vd. Is Bankası yayınları, Ankara 1958, s.24
4 Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul 1983, s.10.
5 Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul 1983, s.20.