Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

AHMET MUHİP DRANAS - AĞRI ŞİRİNİN İNCELENMESİ

Vardım eteğine secdeye kapandım;
Koşup bir koluna sımsıkı abandım.
Karlı başın yüce dedikleyin yüce,
Sükûn içindeki heybetin gönlümce.
Şifası mı ne ki ruha bu ilk yudum
Hayal arkasında boş çırpınışların.
Sonsuzluğa doğru kalkacak sihirli
Bir gemi gibisin göklerde demirli
Ve ben rıhtımında bekleyen tek yolcu
………………………..
Seyrediyor ruhum kar balkonlarından
İnsanın göresi olmaz manzarayı
Ve aklın o uçsuz bucaksız sarayı
Yıkılıyor... Duygu bir kartal hızıyla
Fırlıyor engine sevinç avazıyla.
…………………………….
Ey gök perdelere şahlanan tanrısal!
Eteklerindeyiz işte. Ve bir masal
İçinden gelmişiz sana atlı yaya
Attığımız okta kısmeti bulmaya.
Yitik perişandır elbet bencileyin
Pişmanlığa ırgat olup geceleyin
Günle bahtın çağrısına koşan kişi
…………………
Güneş! Güneş! Ben sana doğru gelenim
Kucakla beni tanrıça, sev, sar beni,
En yırtıcı, en aç hayvanların ini
İçimin göz görmez mağaralarına gir;
Senin girmediğin yerde haset, kibir
Dert, kin, yalan, ölüm, korku ve işkence,
Çakal seslerinden örülmüş bir gece,
Teneşir başında oynaşan çirkinler
Engerek düğümü doğuran gelinler,
Zina şöleninde beynin nöbet nöbet
Cehennem halayı çeken bir iskelet
Ve yaprak indiren ağaçlar baharda...
Senin bağışından yoksun kucaklarda
Çocuklar kertenkeleyle bir biçimde.
Ağrı’ya eş bir dağ olsaydı içimde
İlkin şu gönlüme doğardın her sabah,
Daha her yer geceyken sarardın gümrah
Sarı saçlarınla benim varlığımı,
Kendimde taşırdım kendi taptığımı...
Ağrı'ya eş yüce bir dağ yok içimde
Ne kadar cüceyim dert ve sevincimde!..
Kaplamış gözümün gördüğü her ufku
Umutsuz, zifiri bir gece, bir korku.
………………..
Rüzgârda başladı sonsuzluk gemisi
Önünde köpürüp şahlanmada engin;
Yolcusu olduğun nihayetsizliğin
Bir ucu Allah'ta ve sende bir ucu.
Başlıyor serüvenlerin en korkuncu:
Gökyüzüne doğru yürüyen yeryüzü,
Barıştıran sınır geceyle gündüzü
Ey sonucu doğru ilk uçtan gelen
Dağ Göğü perde perde delip yükselen Dağ!
AHMET MUHİP DRANAS


SİHİRLİ SONSUZLUK

Ağrı dağı karşısında, Ahmet Muhip Dranas’ın hayranlık, tapınma, yılgınlık duygularını ve gamlı, neşeli, hasretli düşüncelerini anlatan bu uzun şiir parçasını, onun ŞİİRLER kitabındaki AĞRI şiirinden aldım.

Tamamı 180 mısralık uzun, bağlantılı bir şiir olan Ağrı’nın yalnız 53 mısraını, türlü yerlerinden keserek burada tanıtmaya mecbur olduğumdan üzgünüm. Yalnız baş ve son taraflarını olduğu gibi aldım. Yüce dağı, doğrudan doğruya gözleyen veya onun heybeli karşısındaki imrenişlerini, ona benzemek dileklerini söyleyen bölümleri ihmal etmeyerek kendimce bu parçalarla bütünlük kurmaya baktım.

Ahmet Muhip Dranas, en şöhretli şairlerimizden biri, şiirine verdiği hayal güçleri, felsefi anlamlar, yeni söyleyişler, derinle-me, burgulu duygular ile değerlidir...

Beş hececiler denilen Faruk Nafiz, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Halit Fahri, Enis Behiç kuşağından sonra gelen... Ve heceyi, daha üstün ahenk, daha derin, şiirli muhteva ile kullanan neslin seçkinlerindendir.

Kuşaktaşı olan Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer ile birlikte Ahmet Muhip Dranas da, kültürlerinin derinliği, Batı şiirine daha yakın oluşları, ilk defa bunalış, hafakan, burkuntu temalarını, düşünce motiflerini işleyişleri ve orijinal mecaz dünyaları ile dikkati çekerler.

Ağrı şiirinde de görüldüğü üzere, bu ikinci hece nesli, "parmak hesabının basit ahenginden kurtulmuş, aruz, hece ve Fransız şiirleri (bilhassa Baudelaire) âhenklerinin karıştığı, muhtevaya dayalı, dolgun bir ahenk kurmuşlardır.
Bir dörtlerden Tanpınar ve Necip Fazıl, daha ziyade "entelektüel" mecazlı mücerret (soyut) şiire dönük oldular. Ahmet Kutsi Tecer folklora ve halk şiirine bağlı bir masum ve iyimser romantizmin kapılarını araladı. Ahmet Muhip ise, mücerret ve entelektüel alanda birlikle, aynı bakışı bazı Anadolu (pagan) efsanelerine, bazı memleket manzaralarına ve büyük tabiata da açık tuttu.
İşte Ağrı şiiri, bu sonuncu tipte çalışmalarının en büyük verimidir. Ağrı'nın yanı sıra (bambaşka çeşnide olmak üzre) Fahriye Abla, Kezban, Elif, Maşar Dağı, Dağlarca vs. gibi şiirleri anılabilir.

Ağrı'yı her okuyuşumda, işte Anadolu'yu değerlendiren, ululayan şiir, memleket tabiatına, insanına bakan şiir, ondan çıkacak "evrensel şiiir" böyle olabilir derim. Dağ'ın zirvesi ve yüz kilometrelerce mesafeden ovayı dolduran haşmeti Dranas'ı kendi doruğuna yükseltmiş, onu yazan şair onunla beraber ve onun kadar olmuştur sanırım.
Baktığı ve bize benzersiz teşbihlerde en güzel gösterdiği Ağrı dağı, sadece bir coğrafya dağı değildir. Bu şiirde bir duygu, felsefe, düşünce, hayranlık boyun eğiş "Vardım eleğine secdeye kapandım!" mısraıyla anlatılmıştır. İlk insanların, yüce dağlara, güneşe tapışlarındaki hikmet sezilmiş ve dile getirilmiştir.

Şiirde Ağrı atmosferine has, memleket kelimeleri ayrı bir güzellik ile konuya uygunluktadır: "Yüce dedikleyin yüce", "gümrah”, İnsanın göresi olmaz manzara..."vs.
Ve şiirin başlangıcında, ilk büyük teşbih, resimlik, filmlik manzara başlıyor: "Ağrı dağı, göklere demirlemiş ve rüzgârın müsait vakti gelince sonsuzluğa doğru kalkacak sihirli bir gemidir. Kendisi de onun rıhtımından manzarayı bekleyen bir yolcu."
Şair bu "kar balkonlarından" insanların "göresi olmaz" manzarayı seyrederken aklın sınırlarından kurtularak, geniş ufka sevinç avazları ile kanatlanıyor. Dar mekândan kurtuluş bu...

Ağrı dağı bir efsane dağı... İlkellerin tapınağı "Olimpos". Bugünkü adamın içinde de, onunla yalnız kaldığında ayni hisler beliriyor: "Atlı yaya" ona gelenler bir masaldan kopmuşlar. Allıkları baht okunda kısmeti arıyorlar. Çünkü şehir içinde, kalabalıklar arasında vakitler hep küçük hesaplarla, "pişmanlıklar la" geçmiş. Ağrı’ da doğan gün belki bir baht müjdecisidir.

İkinci büyük bölümde, "Güneş" ilkellerin tapındığı tanrıça, sarı saçları ve Ağrı'nın üstündeki görünüşü ile şaire yine o ilk insanın "minnettar" duygularını vermekte... Onun kendisini "sarıp sarmalamasını" istemekledir. Şairin güneşe minnettarlığı, sıcaklığa, sevgiye, hakikate, aydınlığa, sağlığa olan şükürlerinden hâsıl olma bir sembol duygudur:
Çünkü güneşin (hakikatin, sevginin, aydınlığın) olmadığı yerde "haset, kibir, dert, yalan, ölüm, korku, işkence" vardır. Bu gerçekçi söyleyişin ardından, güneşin yokluğu ile iç burkuntusu veren fevkalâde kara hayal tabloları sıralanmaktadır:

"Çakal seslerinden örülmüş gece, teneşir başında çirkinler. Engerek düğümü doğuran gelinler, beynin zina şöleninde halay çeken iskeletler..."Şu halde güneş bir bağış, bir lütuftur. O olmasa her yer çirkinliktir.

Ancak şair, o anda insanın küçüklüğünü, Ağrı'ya kıyas ederek yerinmekte... Hâlbuki Mevlâna gibi insanlarda Ağrı'yı aşmak mümkün olmuş... Ama onun içinde "Ağrı'ya eş bir dağ" yok...

İçimizde "Ağrı'ya eş bir dağ olsaydı” güneş, ilkin gönlümüze dolacaktı. Her yer gece olduğu halde, gümrah sarı ışık saçlar bizi sarardı. Böyle olmadığı için, dert ve sevinçlerimiz "cücedir." "Umutsuz, zifiri gece ve korku" ufkumuzu bu yüzden sarmıştır.
Son bölüm, Ağrı'nın bulutlar ve ufuklar içinde, daima yürür,
yüzer gibi olan, sürekli dev harekette manzarasını takdim ediyor: .

"Rüzgârda başladı sonsuzluk gemisi
Önünde köpürüp şahlanmada engin;
Yolcusu olduğun nihayetsizliğin
Bir ucu Allah’ta ve sende bir ucu.
Başlıyor serüvenlerin en korkuncu
Gökyüzüne doğru yürüyen; yeryüzü
Barıştan sınır geceyle gündüzü."

AHMET KABAKLI, Tercüman, 25 Temmuz 1976

SON EKLENENLER

Üye Girişi