Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

MEHMET AKİF ERSOY - BİR ARÎZA İNCELEMESİ

Ey bâd-ı sabâ, uğrayacaksın ya şimale,
Bilmem, bir işim var sana etsem mi havale?
Vaktâ ki sekiz yüz mili bir çırpıda geçtin;
Dikkatle bakın: Marmara'nın göğsüne yatmış,
Sırtındaki örtüyse bütün zümrüde batmış
Bir Heybeli derler-bileceksin-ada vardır
Etrafı da az çok ona benzer adalardır.
Gördün ya! Evet, şimdi bu sahilde biraz dur;
Herkes gibi Abbas Paşa'nın köşküne başvur!
Sen yolcu adamsın, bakan olmaz ki kusura...
Arz ettirerek ismini, çıktın mı huzura:
Hilvanlıların hepsinin ihlâsını ilkin,
Bir bir sayıver, bitti mi defter, de ki:
                                     "-Lâkin,
Mevzun düşünür saçmayı bir saçma adam var,
Manzum sayıklar gibi manzume sayıklar!
Zannım, mütekaait şuarâdan olacak ki:
Hiçbir yenilik yok, herifin her şeyi eski.
Hâlâ ne sakaldan geçebilmiş ne bıyıktan;
Asârı da memnun görünür köhne kılıktan.
Hicrî, Kamerî ayları ezber sayar ammâ,
Yirminci asır zihnine sığmaz, ne muammâ!
Mâmure-i'dünyayı dolaştıysa da yer yer,
Son son "hadi sen kumda biraz oyna" demişler.
Yahu! Sorunuz bir, bakalım tâkatı var mı?
Kaynarken adam, oynamak ister mi, sarar mı?
Ey Heybeli iklimine kıştan çekilenler,
Ey Afrika temmuzunu efsâne bilenler!
Ey yağ gibi üç çifte kayıklarda kayanlar,
Ey Maltepe'den Pendik'i bir hamle sayanlar!
Ey çamların altında serilmiş, uzananlar
Ey her nefes aldıkça ömürler kazananlar!
Siz camları örter sakınırken cereyandan;
Biz, bodruma sarkar da kaçarken galeyandan! –
Biz, kumda çirozlar gibi piştikçe pişerken!
Siz, Marmara âfâkını dürbünle süzerken;
Biz, poyrazı görsek diye, damlarda gezerken!
Siz, yelkeni açmış suyun üstüne akarken;
Biz, küplere binmiş, size hasretle bakarken.
İnsaf ediniz kopmayacak şey mi kıyamet!

MEHMET AKİF


YAZ DİLEKÇESİ

Yukarıdaki şiir, Mehmet Akif'in dostu ve kayırıcısı Emir Abbas Halim Paşa'ya (1866-1934, Kahire'de doğmuş ve yine orada ölmüş bu Mısırlı prens, Akif'in en yakın dostu idi. Akif’i en kara günlerinde başı üzerinde taşıyan Abbas Halim Paşa, aynı zamanda bir düşünür ve Meşrutiyet devri devlet adamlarından olarak Şura-yı Devlet (Danıştay) üyeliği Bursa valiliği ve Bayırdırlık Bakanlığı da yapmıştır) yazılmış bir mektup-dilekçe (arîza=arzıhal) şeklinde düzenlenmiştir.

Hilvan 1 Ağustos 1929 (1345)" tarihini taşıyan bu şiir, ana tem olarak, Kahire şehrinin bir banliyö şehri olan Hilvan’(Hilvan)da bunalışlı sıcak bir yaz geçirmekte olan Akif'in serin güzel ve (o zamanlar) bol ağaçlı güzel memleketi İstanbul’a hasretlerini anlatmaktadır.
1873 doğumlu ve o zaman 56 yaşında olan Mehmet Akif, ömür boyunca terennüm ettiği ülküsüne kıyılmış, ümidi incinmiş, neşesi azalmış, karamsarlığa dönük bir şair olarak, vatanından uzakla, biraz ekmek parası için Kahire (Hilvan)de yarı sürgün yaşamaya mecbur bulunmaktadır. Nitekim omuzlarına ağır bir yük gibi gelen bu ömrü. 1935'te hastalığına konulan siroz teşhisi ile gurbette ölmek korkusuna düşüp İstanbul’a dönecek ve 1936 Aralık’ında vefat edecektir.

Mehmet Akif’i daima millî-dinî duygular sosyal ıstıraplar gayret telkinleri, yapıcı ahlaki öğütler, acıklı tablolar ve hikâyeler, kurtuluş ve kalkınmamız için düşünceler söyleyen bir şair olarak tanıyan büyük okuyucu kütlesi, insancıl duygu ve fantezileri, âdeta muzip bir teknikle bazen alaycı, bazen lirik üslupta anlatan bu "Arîza"yı belki yadırgayacaktır.
Fakat Akif çok yönlü bir şairdir ve her yönü hakkiyle tanıtılmamışım İyi bilinmeyen taraflarından birisi de onun çok güçlü bir mizah ve hiciv ustası oluşudur. Aslında şiirlerin çoğunda, (hatta: "Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ" mısraının bulunduğu Çanakkale Şehitleri’nde bile) bu yergi ve alay tutkunluğundan vazgeçemez. Bazı hikâye ve sosyal şiirleri ise büsbütün "mizahtır. Çünkü Akif, duygulu olduğu kadar da zeki bir insandır. Edebiyatımızda bilinen en büyük sohbet erlerindendir. Safahat, alaycı fıkralar, can alıcı yergilerle doludur.

Nitekim bu şiirde, şimdi "kara mizah" dediğimiz sitem, yergi ve i'maların en güzellerini buluyoruz. Akif, yer yer, kendi şahsı ile alay eder gibi oluyor. Aslında kendisine yönelen birtakım budalaca bakışları ve Türkiye'de moda olan sözde devrimci basit, kısır, şekle bağlı bakışları zekâsının kılıcından geçiriyor.

Şiirin tahliline girişmeden önce, Mehmet Akif in, Türkçeyi kullanmaktaki efsane ölçüsünde kudreti, hemen göze çarpmaktadır. İstanbul Türkçesinin nüansları, ince ve derinleme ifade gücü, aruz vezninin kalıpları içine hayret verici kolaylıkla sığdırılmaktadır: Rüzgâra (bâd-ı sabâ) nasıl sesleniyor bakınız:

"Sen yolcu adamsın, bakan olmaz ki kusura...” "Bir bir sayıver bitti mi defter...'
Kendisinin, Mısır’da yarı sürgün bulunuşunu: ”Hadi sen, kumda biraz oyna demişler" diye halk deyiminin en güzeliyle anlatıyor. İstanbul yazını yaşayanlar ile Mısır temmuzunu çekenlerin hazin farkı ise adeta resmi çekilecek, filme alınacak tablolar halinde veriliyor:
Onlar, cereyandan kaçınmak için camları örterlerken, Hilvan'dakiler: "Galeyandan (bunalma ve boğulmadan) kaçmak için bodruma sarkıyorlar. "İstanbullular, "maceranın âlâsını atıp şişmekte" ötekiler, "kumda çirozlar gibi pişmekteler. "Ve ne güzel filmlik manzara:

"Siz Marmara âfâkını (ufuklarını) dürbünle süzerken;
Biz, poyrazı görsek diye damlarda gezerken
Siz yelkeni açmış suyun üstünde akarken
Biz küplere binmiş (öfkeden kudurmuş) size hasretle bakarken..."

Şiir üç bolüm halinde düşünülebilir: Birinci bölümde Akif, Divan şairlerinde de "mazmun" olduğu üzre, sabah rüzgârına (bad-ı sabâ) postacılık, habercilik görevi veriyor. Çünkü rüzgâr her tarafa uğrar. Bu arada Şimale (Kuzeye, Türkiye'ye)de geçecektir. 800 millik mesafeyi bir solukla (nefha) alacak olan rüzgâra, hasretle bir kal daha güzelleştirdiği memleketini şairane mısralarla tanılıyor ki iyi seçsin:

"Vakta ki bizim yerleri rüya gibi şeçtin... Marmara’nın göğsüne, zümrüt örtüsüyle yalmış adalar vardır." Heybeli adasında Abbas Halim Paşa'nın köşküne var, Hilvan’da oturanların bir bir sevgilerini, selamlarını say dök...

İkinci bölüm: "Lâkin" kelimesi ile başlıyor. Burada Akif ıstıraplı fakat mizahlı bir dille, kendi kendisiyle alay eder görünerek, kendisine o zaman, İstanbul’da yöneltilen, basında ve resmi edebiyatta moda olan "mürteci, köhne, eski" gibi suçlamaları hicvediyor. Burada bahttan şikâyet var, alçaklardan basitliklerden elâman deyiş var..."Biçimsel" devrimcilikle eğlenme var, halini arz etmek var... Her şey var:

"Saçma şeyleri, vezinli kafiyeli(mevzun) düşünen bir adam Akif.. Adeta manzume sayıklamaktadır. Bu her halde emekli (mütekait şuâradan) şairlerden biri olmalı, çünkü "herifin her şeyi eski" şiirleri hâlâ vezinli, kafiyeli (köhne kılıkta). Bu adam (Akif) hâlâ sakaldan ve bıyıktan bile geçememiş.. Hatta "takvim inkılabına" bile akıl erdirememiş; "Hicrî kamerî aylar"la konuşuyor. "20.asır zihnine sığmıyor." O vaktiyle dünyanın bayındır (mamure-i dünya) yerlerini dolaşmış ama işte arlık senin işin bini: "git kumda oyna" demişler..

Üçüncü bölüm: "Ey Heybeli iklimine kıştan çekilenler" mısraıyla başlıyor ve yukarda belirtildiği gibi, Hilvan (Mısır, çöl) yazının boğuculuğu ile İstanbul temmuzunun serinlik, ferahlık, güzelliğini, hem mizahlı hem lirik mısralarla karşılaştırıyor: Derin hasrete bürünmüş, sıcak yazlarda, yaban ellerde bilenmiş İstanbul, boğaz, deniz, balık, yelken tutkunluğu zeki ve şairane sözlerle veriliyor. İstanbul’un yaz manzaraları göz önüne gelip hicranlı şairi duygulandırıyor:

"Afrika Temmuzu" onu yaşamamış olanlara bir "efsanedir" üç çifte kayıklarda kayanlar, Pendik ile Maltepe'nin Adaları gören şahane manzarasını bir hamlede geçenler, çamlar altında uzanıp yalanlar, her nefes aldıkça ömürler kazananlar, bu nimetin kadrini hakkıyla bilemezler... Afrika sıcağını da kolay kolay tasavvur edemezler.

Ahmet KABAKLI, Tercüman, 1 Ağustos 1976

 

İLGİLİ İÇERİK

MEHMET AKİF ERSOY - ÇALIŞ DEDİKÇE ŞERİAT... İNCELEMESİ

MEHMET AKİF ERSOY - ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE İNCELEMESİ

HASBİHAL-MEHMET AKİF'İN SAFAHAT'A ALMADIĞI ŞİİRİ

MEHMET AKİF ERSOY (1873-1936)

MEHMET AKİF ERSOY (1873 – 1936)

EZANLAR – MEHMET AKİF ERSOY

MEHMET AKİF ERSOY’UN HAYATI