Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

İZZET MOLLA - DEST-İ KÜTAHIMIZI ETMEMİŞ ALLAH RESA TAHLİLİ

KIT'A
"Dest-i kütahımızı etmemiş Allah resâ,
Menbâ-ı lûtfunu yoksa elimizle kaparız.
Bize versin mi Huda ûb-ı hayat-ı terfik?
Hızr-ı bulsak reh-i zulmette külahın kaparız."
İZZET MOLLA

ŞU İNSANOĞLU

Tanzimat devrinin üç büyük vezirinden (Reşit ve Ali Paşalarla birlikte) siyasi esprileri ile de tanınmış Fuat Paşa’nın babası olan İzzet Molla, birçok defa sürgüne uğramış, hayatında her türlü devleti ve kahrı aynı zamanda görmüştür. İstanbul'da padişah yakını bir konaklı iken, son defa sürüldüğü Sivas’ta, 19. asrın başlangıç yılında (1800) vefat etmiştir.


Aynı zamanda inanmış bir "Mevlevi” olmasına rağmen, karamsarlık, nükte ve hiciv, İzzet Molla'nın şiirlerinde büyük yer tutar. Bağdatlı Ruhi’den sonra, birtakım alışılmış âdetlere ve rahat inançlara açıkça karşı çıkan şair olarak İzzet Molla'yı görmekteyiz. Bir huzursuzluk, karamsarlık, sosyal tenkit.. Yıkma, sarsma ve belki "düzeltme" arzusu.. Alışılmış ve kolay hükümlere karşı hiciv, İzzet Molla'nın kişiliğini ve acı hayat tecrübelerini, bilhassa mesnevilerinde dile getirmektedir.

Nitekim yukarıdaki kıt'a da, insanoğluna duyduğu güvensizliğin bildirisi gibidir. Burada Hızır inancını ele alarak, tasanda, var olan kötülüğü kınamanın da ötesinde adeta lanetlemektedir. Kötü bulduğu tabiatımızı, Allah’ın hiçbir lütfuna layık görmemektedir.
Şimdi kıl'ayı bugünkü dile çevirelim ve unsurlarım araştıralım:

Resâ: Yetişen, ulaşan
dest-i kütah: (küteh): Kısa el, hasis, keremsiz, iyiliksiz,
Tevfik: Allah’ın yardımı, uygunluk, mutluluk,
Reh-i zulmet: Karanlık yol, karanlıklar ülkesi

"Yüce Allah bizim kısa (hasis) elimizi erişici, erişen yapmamıştır. (Bunun bir hikmeti var çünkü elimiz erse idi) Allah’ın iyilik menbaını elimizle kapatırdık (Yahut çalardık, kapardık)..
Tanrı bize mutluluk (ve yardım) abıhayatını nasıl versin ki.. Biz karanlıklar ülkesinde Hızır'ı bulsak, külahını kaparız."

Bu şiirde, aynı zamanda Allah’ın hikmetine teslim oluş ve bizzat O'nun takdirine dayanılarak insanları yerme görülmektedir:

-İyi ki Allah elimizi daha uzun yaratmamış, yoksa biz, sırf bencillik ve "hepsi bana" demek hırsı ile O'nun kerem (iyilik) kaynağına el koyardık. Lütuf hâzinesini bir anda tüketirdik. Allah, elbette "Hızır" biçimindeki feyiz ve bolluğunu bize yollamıyor. Çünkü biz, Hızır'ı bile soyabiliriz.

Kıta’yı daha iyi anlamak ve Hızır'ın ismi geçen bütün nazım, nesir parçalan kavramak için, onunla ilgili şu malumatı da bilmeniz gerekmektedir:

Burada olduğu gibi, Divan ve Halk şiirimizde ve birçok hikâyeler ile kıssalarda! Hızır-İlyas, âb-ı hayat, bereket, lütuf, karanlıklar ülkesi (bazen) İskender, Musa, Yuşa kelimelerinin yan-yana kullanıldığı görülmektedir. Bunun sebebi, Kur'ân-ı Kerim'de beyan buyurulan ve halk inançları arasına girmiş bulunan bilgilerdir:

"Abıhayat" ebedi dirilik suyu, (eski Türkçede) "bengisu"dur. Hızır - İlyas, ölümsüzlük veren bu suyu arayıp Tanrı yardımıyla içerek ölümsüz olmuşlardır. Nitekim bunlardan Hızır karada, İlyas denizde yaşamakta, her ikisi de, muhtaç olanların ve Allah’ın yardımını gönülden dileyenlerin imdadına koşmaktadırlar.

İskender de ölümsüzlük için bu bengisuyu aramış, rivayete göre, Hızır ona bu suyun bulunduğu "karanlıklar ülkesi"nde kılavuzluk etmiştir. Hızır aleyhisselâm suyu bulup içmiş, fakat Allah’ın iradesi olmadığı için, bu su İskender'e nasip olmayıp İskender ölümlü (fani) kalmıştır.

Kur'ânı Kerim'in "El Kehf ’ suresinin 60 ilâ 65. âyetlerinde, Hz. Musa’nın, arkadaşı Yuşa peygamberle birlikte, Hızır Aleyhisselâmla buluşmak üzere yola düştükleri anlatılır. Üçü birlikte, Allah’ın vaadettiği "iki denizin kavuştuğu yer"e varırlar. Yuşa Peygamber, iki denizin buluştuğu yerdek kaynaktan abdest alırken, pişmiş balığın üzerine bir damla su sıçradığı gibi, balık canlanarak suya atlar. Böylece Kur'ânı Kerim de bengisu'ya işar ret etmiş olur.


"İki denizin birleştiği yer" ve "Karanlıklar ülkesi" acaba neresidir? İstanbul Boğazı'nın Karadeniz’e çok yakın bir yerinde Boğaziçi'nin en yüksek yeri olarak "Yuşa Tepesi’’ bulunduğu malûmdur. Onun etekleri dibinde iki denizin (Marmara ile Karadeniz) birleştikleri yer bulunmaktadır. Ayrıca "karanlık, zulmet" sıfatları ile acaba "Karadeniz" arasında bir bağ kurulmaz mı? Eski çağlarda insan yaşamayan ve eski mitolojilerde de "uzak, meçhul, netameli" ormanlarla kaplı topraklardan sayılan bu yerler, acaba halk muhayyilesi ve edebiyata "karanlıklar ülkesi" diye geçmiş olamaz mı?

İyi düşünülse, yeryüzünde "ab-ı hayal" için, İstanbul boğazı ve oradaki şifalı sulardan daha uygun bir kaynak bulmak da zaten zordur.

Yalnız Köroğlu destan ve efsanelerinde, abıhayatın kaynağı olarak "Bingöller" gösterilmektedir. Köroğlu ve "kırat"ı o sudan içmiş, ölümsüzlüğe kavuşmuşlardır. Onun için Köroğlu, destanının sonunda ölmez, "kırklara karışır". Ayrıca kanallı olan "kıratı" da yanındadır.

Hızır aleyhisselam için bazı kaynaklar "peygamber" diyor Fakat daha ziyade bir "ermiş" ve Allah’ın hâs kulu olduğu düşünülüyor. Hızır, belki de, iyi insanların, iyiliksever ve ölümsüz ruhlarını temsil ediyor. Hızır, aynı zamanda ebedi, diri varlık olarak yeşilliğe, ballara, çiçeklere, baharla gelen bereket ve bolluğa sembol oluyor.

"Hızır=hıdır" zaten yeşillik, taze çimen mânâlarına geliyor. Halkın bir ümidi, Allah’ın "şahıslanmış" yardımı ve başparmağı kemiksiz bir insan şeklinde tasarlanan Hızır üzerine kıssa, fıkra ve menkıbeler pek çoktur.

Yoksul, Müslüman halkımızın ve çocuklarımızın bereket ve ümit kahramanı olan Hızır gibi bir sembol dururken, Batı’dan

"Noel Baba"lar aşırıp onun mankenlerini süslemeye kalkmak... Kültür emperyalizmi karşısındaki çaresizlik ve şahsiyetsizliğimizin, şapkalı, cübbeli belgesidir.

"Kıt'ada" olduğu gibi sanki karanlık ülkesine düşmüş, Hızır'ın elbiselerini soyup bırakmış ve Allah’ın bahşettiği kültür kaynaklarımızı elimizle kapatmışız.

AHMET KABAKLI, Tercüman, 9 Mayıs 1976

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi