Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

NABİ - BİLMEZİZ RAST REVİŞ CÜNBİŞ-İ AKLAM GİBİ

GAZEL İNCELEMESİ

Bilmeziz rast reviş cünbiş-i aklam gibi
Satra düşmez yolumuz nokta vü i’câm gibi

Germ ü serdine bu mihnetgede-i devranın
Görmedim karşı durur revzene-i cam gibi

Çirk-i dünyayı suhuletle ne mümkün tahsil
Rû dürüşt olmayıcak kîse-i hammam gibi

Kimsenin hâline hiç olmayanı harf-endaz
Leb-i mihr ile öper subh leb-i bam gibi

Dem gelir kim dübüründen çıkarırlar nefesin
Olma leb-teşne-i hun şişe-i haccam gibi

Nukreden hâli olan pençe-i merdüm Nabi
Çeşm-i halka görünür danesi yok dam gibi

Manzum söyleyiş

Eğrilikte kaleme benziyor gidişimiz
Hareke gibiyiz biz satırda yok işimiz

Mihnet yurdu cihanın çevrini çilesini
Göremedim çekmekte cam kadar iyisini

Hamam kesesi gibi sert olmayı iyi bil
Yoksa dünya kirini kazımak kolay değil

Kim ayıbı gölgeler gizler çatı altına
Sabah öper alnını güneşten dudağıyla

Ey hacamat şişesi gibi kana doymayan
Çıkar senin de bir gün dübüründen kızıl kan

Nabi eğer avcunda yoksa paradan eser
Halkın gözünde elin yemsiz tuzağa benzer

 

Şerh
Gazel, Nabi şiirinin tipik özelliklerini taşıyor. Hikmet şairinin ilhamı daima, günlük hayata, çevresinde gördüğü, dokunduğu nesneler âlemine bağlıdır. Bu özellikleriyle Nabi’nin şiiri kendi dönemini tanımada bize ışık tutar. Ne var ki bu şiir yalnız tasvirci değil, aynı zamanda yorumcudur. Şair için nesnel âlem sadece anlatmak istediği hususun materyali olarak önemlidir. O, âleme hikmet nazarıyla bakar ve basit gerçeklerden ahlakî neticeler çıkarır. Böylece mânâ somuttan soyuta doğru ilerler. Aşağıdaki ilk beyitte bu husus özellikle dikkat çekicidir.

Bilmeziz râst reviş cünbiş-i aklam gibi
Satra düşmez yolumuz nokta vü i’cam gibi.

Beyit, birinci mısraının okunuşuna göre iki şekilde anlaşılmaya müsaittir.
a- Hâlimiz, gidişatımız, kalemin yazış tarzı gibi eğri büğrü. Nokta ve hareke gibi bizim yolumuz da bir türlü satıra düşmüyor.

Beyitte kalem; boy bakımından insana benzetilmiş, onun yazma esnasındaki hareketi ise insanın yürüyüşüne. Kalem görünüş bakımından düzdür ama yazıya başlayınca -tutuluş şekli açısından- eğridir. Yazma esnasında da satır üzerinde düz bir Çizgi hâlinde ilerlemez. Harflerin eğri büğrü olması dolayısıyla bu yürüyüş de eğri büğrüdür. Aynı şekilde yazıdaki imla işaretlen, yani nokta (cezim) ve harekeler de daima satırın ya altında ya üstünde kalır. Hareke anlamındaki i cam uzak anlamıyla zaten; yanlış yazmak” demektir ve beyitte anlatılan fikri pekiştirmektedir. Şimdi şairin bu basit gözlemden çıkardığı sonuçlara geçebiliriz.

Beyitte satır düz oluş bakımından doğru yolu veya doğruluğu temsil ediyor. Sırat-ı müstakimde giden insan, dosdoğru ilerler. Satırdan çıkmalar manevi tökezlemeyi temsil ediyor. Gidişi satıra uğramayan şairin de böyle bir tökezleme içinde olduğu düşünülebilir. Ancak burada o, şahsî bir maceradan ziyade kendi asrında yoğunlaşan toplumsal bir arızayı ifade ediyor olmalı. Bu durumda kalemin yazışındaki eğrilik aslında kalemle ilgili işlerde doğruluğa riayet edilmemesine bir telmih olmalıdır. Zira kalem, mecaz yoluyla adaleti temsil etmektedir. Bunlara ek olarak şair, kullandığı kelimelerin çağrışımlarıyla da şiiri zenginleştirmektedir. Sözgelimi “rast” kelimesi -kelime anlamı dışında- aynı zamanda yön olarak “sağ” demektir. Kalem, reviş -buradaki anlamıyla amel, iş- ve sağ kelimeleri bir araya gelince hemen İslam kültürünün şu tanıdık mülahazaları hatıra gelir; biz bir kalem gibiyiz ve her an yaptığımız işlerle -hesap gününde karşımıza çıkarılacak olan- bir kitap yazmaktayız. İyi işler sağdaki meleğin kalemiyle yazılır ve bu kitap hesap günü sağdan verilir vs.
b- Kalemin yürüdüğü gibi dümdüz yürümeyi bilmeyiz. Nokta ve hareke gibiyiz; satıra dürmeyiz.

Beyitten böyle bir anlam çıkarmak için satırın günlük anlamıyla kullanılması gerekiyor. Bilindiği gibi satır, et veya odun doğramaya yarayan aletin adıdır. Kalem ve satır bir araya gelince hemen kalemin kesilerek açılması hatıra gelir. Esasen kalem diğer anlamıyla “kesmek” demektir. Kalem açılırken ortaya çıkan talaş da bir nevi nokta ve harekeye benzer. Ancak bir kalemin yolunun satıra uğraması yani yazıya başlaması açıldıktan sonradır. Yani kalem önce satıra/bıçağa uğrayacak sonra yazı satırına uğrayacaktır. Açıklamamızın başında buradaki kalemin insandan kinaye olduğunu söylemiştik. O hâlde insanın yolunun satıra uğraması/veya uğramaması ne anlama geliyor.' Bu tabiri iki mânâda anlayabiliriz. İlk elde halk arasında kaba insanlar için kullanılan “yontulmamış adam” tabiri hatıra gelmektedir. Kalemle kitapla iştigal eden insan da bu anlamıyla yontulmuş ve incelmiş insandır. Ama şairin asıl amacının bu mânâ olmadığı başka bir karineyle ortaya çıkıyor. Zira şiirde kalem doğruluğu dolayısıyla satıra (veya satırın altına) düşmektedir. Normalde satır kalem açmaktan daha mühim işlerde kullanılır. Söz gelimi cellat satırı kafa kesmeye yarar. Kimlerin kafası kesilmez? Şair bu soruya; “Kalem gibi doğru olmayanların” cevabını veriyor. Peki, kim bunlar? “Nokta ve hareke gibi olanlar.” Yani, kalem gibi dik duramayanlar, zaten yerle bir olanlar, dalkavuklar vs. böyleleri için can korkusu söz konusu değildir. Böylece beyitte -ilk anlamını izah ederken de karşımıza çıktığı üzere- dönemle ilgili sosyal bir tenkit söz konusudur

Beyitte kullanılan kelimelerle bazı lafız ve mânâ sanatları yapılmaktadır. Rast ve cünbüş kelimeleri kullanılmayan anlamlarıyla musiki tabirleridir. Nokta, kalem, satır-i cam gibi yazı etrafındaki kelimeler de kendi aralarında yeni bir gurup oluşturuyor.

Germ ü serdine bu mihnetgede-i devranın
Görmedim karşı durur revzene-i cam gibi.

Bu beyti de tamamen birbirine zıt iki şekilde tercüme etmek mümkündür.
a- Bu dünya çilehanesinin soğuğuna sıcağına dayanmak herkesin kârı değildir. Bu çileler karcısında herkes cam kadar dayanıksızdır.
b- Bu dünya çilehanesinin soğuğuna, sıcağına karşı durma hususunda ben pencere camı gibi kabiliyetlisini görmedim.

Birinci anlam düz anlam olduğuna göre şiirin mânâ yoğunluğunu ikinci açıklamada aramalıyız. Divan şiirinin yaygın kabulüne göre bu dünya bir viranedir. Viranede oturanın rahat etmesi ne mümkün. O, içindekini soğuk ve sıcaktan koruyamaz. O hâlde bu dünyaya gelen daima çile çekmeye razı olmalıdır. Peki, her tarafı dökülen bir viranede en evvel ne kırılır? Tabiatıyla camlar. Ama şair bunu tersine çeviriyor ve camları viranedeki en dayanıklı nesneler olarak ele alıyor. Bunun doğru olması için germ ü serd kelimelerini delalet ettikleri manâ yerine sözlük anlamlarıyla yani sıcak ve soğuk anlamlarıyla almak gerekir.

Cam şeffaf ve nahif yapısına rağmen ısıya karşı başka cisimlerin gösteremediği bir mukavemet kabiliyetine sahiptir. Zira gelen ısı ve ışığı tutmaz. Bunu geçirgen yapısına borçludur. Camın kendi rengi, kendi benliği yoktur, gelen ışığa göre renk kazanır. Buna mukabil kesif ve renkli maddelerin soğuk ve sıcaktan etkilenmeleri daha fazladır. Genleşip büzülmeleri, tabiat olayları karşısında onları daha edilgen, daha dayanıksız bir konuma sokar. Nesnelerin olaylar karşısında duygusal bir tepkileri olamayacağı açıktır. O hâlde şairin camı teşhis yoluyla kişileştirmesi, bu benzetmeden insanlar için bir kıyas çıkarma amacına yöneliktir. Şairin okuyucuya bıraktığı bu fikri divan şiirinin dünya idrakine göre biz tamamlayabiliriz. Buna göre bizim hâdiseler karşısındaki dayanıksızlığımız rengimizle, diğer bir ifadeyle "ben” duygusuna sahip olmamızla ilgilidir. Benlik duygusu arttıkça emellerimiz, umutlarımız ve bunları kaybetme korkumuz da o derece artacaktır. Hâlbuki sufiyane bir bakış açısıyla bütün hâdiseler tek renge bürünür. Sufî için bütün olaylar ilahi bir cilvedir ve hoştur. Ancak Nabi, işi bu noktaya vardırmıyor ve söz konusu bakış açısını sadece gerçek bir mihnet evi olarak gördüğü dünyaya katlanmak için kullanıyor.
Cam kelimesi aynı zamanda kadeh anlamındadır. Burada doğrudan bir atıf olmamakla birlikte şairin çeşitli üzüntülere karşı koymanın en iyi yolunun kadehe sarılmak olduğu şeklindeki fikre çok dolaylı bir göndermede bulunduğu da düşünülebilir.
Beyitte; revzene-cam ve mihnetgede kelimeleri ile germserd ve devran kelimeleri birbirleriyle tenasüp içindeki iki kelime öbeği teşkil ediyor.

Çirk-i dünyayı suhuletle ne mümkün tahsil
Rû dürüşt olmayıcak kîse-i hammam gibi.

Tahsil kelimesine giydirilen anlamlara göre beyti iki şekilde anlayabiliriz.
a- Hamam kesesi gibi sert yüzlü olmadıkça bu dünya kırım kolaylıkla kazanmak ne mümkün.
b- Hamam kesesi gibi sert yüzlü olmadıkça bu dünya kirini kolaylıkla kazımak ne mümkün.

Divan şairinin telakkisine göre dünya malı bir kirdir. Ama insanlar yine de bu kire taliptirler. Peki, hangi tip insanlar mal, mülk kazanmakta başarılı olurlar? Yüzü sert olanlar, katı olmasını bilenler, menfaatleri için gerekirse insanların canını acıtmaktan çekinmeyenler.. Tahsil kelimesi aynı zamanda vergi anlamına geliyor. Vergi memurlarının da her dönemde ekşi suratlı olarak nitelendiklerini biliyoruz. Bir anlamda bu meslekî bir zarurettir. Şair bu fikri ispat için hamam kesesi örneğini kullanıyor. Bedendeki kiri kazıması için kesenin de bir miktar sert olması gerekir. Bu örneğin seçilmesi onun şekil olarak yüz derisine benzerliğinden olmalı. Diğer taraftan kese aslında içine para konan torbacığın ismidir. Böylece şairin kesedeki parayla hamam kesesindeki kin birbirine denk gördüğü söylenebilir. Sühulet ise aynı zamanda "yumuşaklık manasındadır ve hu manâsıyla “dürüst”un zıttıdır. Kir yumuşatılarak çıkarılır. Bu ikinci anlam bu olaya da bir atıf olmalı. Şimdi de ikinci anlama geçelim. Hamam kesesinin amacı kazıdığı kiri sahiplenmek değildir. O bedeni can acıtarak da olsa kirden arındırmakta, temizlemektedir. Dünya malı da bir kir olduğuna göre amaç ondan kurtulmak olmalıdır. Peki, ama kimler kendisine bir kir gibi yapışan bu dünyadan kurtulabilir? Ancak dünyevî mahrumiyete biraz olsun katlanabilenler, ona yüz vermeyenler. Sufiler bu perhizkârlığı çileye girmek, çileye soyunmak gibi tabirlerle ifade ederler.

Kimsenin hâline hiç olmayanı harf-endaz
Leb-i mihr ile öper subh leb-i bam gibi.

Diğer beyitler gibi bu beyit de okuma biçimine göre şu iki şekilde anlaşılabilir.
a. Sabah, kimse hakkında ileri geri konulmayan kişiyi, güneşin dudağıyla öper. Tıpkı çatı dudağını öper gibi.
b. Çatı dudağı gibi sabah da kimse hakkında ilen geri konuşmayan kişiyi, güneşin dudağıyla öper.

İnsanların her biri başkasınca yadırganan bir hâl ve özelliğe sahiptir. Herkes başkasında gördüğü kusuru diline dolar, onu kınar. Genellikle de bunlar gece olur. Çünkü sohbet meclisleri geceleri kurulur. Çatı ise altındaki her türlü ayıbı örter. Asla örttükleri hakkında bir sırrı ifşa etmez. Konuşmak dil ve dudağa mahsustur. Evlerin çatısı da ileri uzanan görünüşüyle şair tarafından dudağa benzetilmiştir. Şair çatılara düşen güneşin ilk ışıklarını da bu takdire layık davranışa karşı bir sabah öpücüğü olarak tefsir ediyor. Böylece bu ikisi dudak dudağa gelmiş oluyorlar. Nabi, böyle bir ilgi kurmak için sabahın ilk ışıklarının yüksek yerlere düştüğünü gözlemiş olmalı. Bilindiği gibi mihr, aynı zamanda sevgi anlamındadır. Leb-ı mihr tamlamasın, “sevgi dudağı” olarak aldığımızda bu sefer sabah çatıyı sevgi dudağıyla/sevgiyle öpmüş olur. Diğer taraftan güneşin dudağı anlamına gelen leb-i afitab veya leb-i mihr terkipleri ışığın gölge ile buluştuğu çizgi için kullanılır. Kullanılan kelimelerden “harf ile dudak” “dudakla öpmek” “çatı, gölge, güneş ve sabah birbiriyle tenasüp teşkil ediyor.

Dem gelir kim dübüründen çıkarırlar nefesin
Olma leb-teşne-i hun şişe-i haccam gibi.

Ey zalimi Hacamat şişesi gibi kan içmeye o kadar meraklı olma. Gün gelir -hacamat şişesinin havasını aldıkları gibi- senin de arkandan havanı çıkarırlar.

Beytin etrafında döndüğü olay hacamattır. Hacamat yani kan aldırmak eski tıbbın pek rağbet ettiği tedavi usullerinden biri olduğu gibi günümüzde de oldukça yaygındır. Hacamatı kısaca özetleyecek olursak; önce vücudun kan aldırılacak olan nahiyesine -özellikle, sırt ve kalça- jilet veya ustura gibi keskin bir aletle küçük bir çizik atılır. Daha sonra içine yanan bir pamuk parçası yahut kibrit konmuş bulunan bir fincan, çizilen yerin üzerine kapatılır. Yanan ateş fincandaki oksijeni bitirince hâsıl olan basınç farkı dolayısıyla et kaba doğru kabarır, şişer. Bu şişmeyle birlikte küçük sıyrık da genişler ve kan dışarı çıkar. Böylece vücuttaki kirli kan alınmış olur.

Şair, kan içmeye meraklı olanları bu hacamat şişesine benzetiyor. Bu tip insanlar aynı zamanda havalı, mütekebbirdirler. Ancak gün gelir şişenin havasını aldıkları gibi onların havasını da alan biri çıkar. Beyitte hava yerine nefesin çıkmasından bahsedildiğine göre şair, ecelden bahsediyor olmalı. Ya da şiddetli korku karşısında insanın yellenmesi olayına bir hatırlatma yapıyor olabilir. İfadeyi bu şekilde anlayabileceğimiz gibi birinci mısradaki dem kelimesini diğer mânâları ile de açıklayabiliriz. Tevriyeli kullanılan kelime aynı zamanda kan anlamındadır. Bu anlamıyla beyti: “Ey kan içici. Senin nefesini de keserler de dübüründen kan gelir!” ilh. şeklinde tercüme etmek mümkündür. Kelime bu anlamıyla hun ve haccam kelimeleriyle bir gurup teşkil ediyor. Dem aynı zamanda nefes demektir. Böylece mısrada iki kere nefes kelimesi geçmiş oluyor.

Nukreden hâli olan pençe-i merdüm Nabi
Çeşm-i halka görünür danesi yok dam gibi.

Ey Nabi! Elinde para olmayan insanın pençesi halkın gözüne içine tane konmam iç bir tuzak gibi gelir.

Beyitte o zamandan bu zamana kadar devam edegelen yaygın bir kuş tutma olayına göndermeler vardır. Bu basit usulün özeti şudur; kuşun konacağı yere halka şeklinde bir ip ve bunun ortasına da kuşu çekmesi için birkaç dane konur. Daneye gelen kuş ayağına ipin dolanmasıyla yakalanır. Şayet halkanın ortasında dane yoksa kuş bu tuzağa yakalanmayacaktır. Şair insan ilişkilerinden bahsederken bu olaya bir göndermede bulunuyor. İnsanlar parasız birisine karşı mesafeli dururlar, uzattığı eli sıkmakta tereddüt gösterirler. Şekil bakımından halkaya benzeyen el ayası onların gözüne bir tuzak gibi görünür. Ancak içinde dane olmayan bu tuzak kimseyi celbetmez. Böylece halka ve el ayası yuvarlak oluşlarıyla tenasüp teşkil ediyorlar. Ancak halka şekli bu iki kelimeyle sınırlı değildir. Bu tuzağı gören göz de şekil bakımından daireseldir. Diğer taraftan merdüm kelimesi aynı zamanda gözbebeği anlamındadır ve çeşm ile parça bütün ilişkisi içindedir. Göz bebeği ile göz halkası bir araya gelince içinde dane bulunan halka şeklindeki bir tuzak manzarası ortaya çıkar. Halk ile halka kelimeleri arasında da eksik cinas söz konusudur.
Diğer taraftan Türkçede dam kelimesi ev anlamında da kullanılır. Dane ise yiyecekten mecazdır. Böylece elinde parası olmayanın evi bir nevi tuzaktır. Aynı zamanda vahşi, hayvanlara da dam denir. Bu durumda parası olmayan insan pençesine e yiyeceği olmayan bir vahşi hayvan gibi tehlikeli oluyor.

CİHAN OKUYUCU, GAZEL BAHÇESİ

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi