Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

FUZULÎ - YA RAB BELA-YI AŞK İLE KIL AŞİNA BENİ

 
Fuzûlî için ne söylesek azdır. Ben ona Hazreti Fuzûlî diyorum, siz gerisini anlayın. O, adeta sözün peygamberidir. Özellikle bizim coğrafyalarda lirik söz, kalpten yüklü aşk sözleri onun ağzında en güzel şeklini bulur. Onun için Fuzûli’nin söylediklerinin üstüne bir söz, bugüne kadar söylenemedi.


Bize, Türk şiirini hangi şairlerle temsil ettirirsiniz diye bir soru sorsalar; cevabında Yunus’un ve Fuzûlî’nin adı en ön sırada yer alır. Bu çağdan hiçbir şair orada yer almayabilir. Türk şiirini temsil eden beş şair söyleyin, dediğinizde o beş şairden hiçbiri bu çağda yaşayanlar değildir. Üzerinde duracağımız şiir, Fuzûlî’nin Leyla ile Mecnun mesnevisinde yer alan bir gazeldir.


Kays, Leyla’ya âşık olur, onunla beraber olabilmek, onunla baş başa kalabilmek için kendisiyle değil de hayaliyle baş başa kalabilmek için; yani başkalarıyla meşgul olarak Leyla’yı unutmamak için dağlara, çöllere gider. Çünkü orada kimse onu rahatsız edemez, artık Leyla’nın hayaliyle ve fikriyle başbaşa kalır.


O çöllere gidince, başkaları bu çocuk çıldırdı diye düşünürler. Onun amacı Leyla ile başbaşa olabilmektir. Fakat dışarıdan deli gözüyle bakılınca ona Leyla’nın divanesi, Leyla’nın çılgını demeye başlarlar. Sonra da Leyla’nın babası benim kızımın adın, kötüye çıkarıyor diye Kays hakkında ferman çıkarır. Bu sefer Kays’ın babası, Leyla’yı babasından Allah’ın emri, peygamberin kavli ile oğluna ister. Fakat Leyla’nın babası olarak der ki: “Bende bir inci var, sende ise bir deli. İnciler delilere layık mıdır? Yani bir deli, incinin kıymetini bilebilir mı? Ama senin delin akıllanacak olursa, insan içine karışır da herkes gibi mantıklı düzgün şeyler yapmaya çalışırsa; sen obamızın beyisin, elbette kızımı sana veririm. Bu, benim için bir şereftir. Ne var ki oğlun akıllanmadan ben Leyla’yı sana vermem.” Bunun üzerine çeşitli ilaçlar yaptırılır. Türbelere mumlar yakılır. Kocakarı ilaçları hazırlanır. 0 günün hekimlerinin hepsi çağrılır. Herkes âciz kalır. Çünkü bu hastalık; kalp atışını dinleyerek tedavi edilecek cinsten değildir. Böyle olunca birisi der ki; sen oğlunu Kâbe’ye götür. Eğer bir kul, Kâbe’yi ilk gördüğü anda, o görüş anında dua ederse o duası kabul olur. Allah’ım bana akıl fikir ver, desin. Belki şifa bulur, şifa bulduktan sonra da gelirsiniz biz de kızımızı veririz, evlendiririz, mürüvvetlerini görürüz, der

.
Bu düşünce Kays’ın babasının aklına yatar, bir ata atlar, çöllerde oğlunu bulur, terkisine bindirir ve der ki; yürü Kâbe’ye gidiyoruz. Hacca gider gibi Kâbe’ye giderler. Kâbe’de, Kâbe’nin eşiğine geldiğinde Kays ellerini açar, bir dua eder. İşte şimdi okuyacağımız şiir o duadır, o duanın şiirini okuyacağız. Ne demiş, nasıl yalvarmış, nasıl yakarmış, görecek olduğumuz gazel o duadan ibarettir.


GAZEL
Ya Râb, belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan kılma cüdâ beni

Az eyleme inâyetini ehl-i derdden
Ya’ni ki çok belâlara kıl mübtelâ beni

Oldukça ben götürme belâdan irâdetim
Ben isterem belânı, çü ister belâ beni

Temkinimi belâ-yı mahabbedde kılma süst
Tâ dost ta’n edip demeye bî-vefâ beni

Gitdikçe hüsnün eyle ziyâde nigârımın
Geldikçe derdine beter et mübtelâ beni

Eyle zaîf eyle tenim firkatinde kim
Vaslına mümkün ola yettirmek sabâ beni

Nahvet kılıp nasîb Fuzulî gibi bana
Yâ Rab mukayyed eyleme mutlak bana beni
Fuzûlî

 

Ya Râb, belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan kılma cüdâ beni


Çok hazin bir şiir. Zannediyorum ki Kays bu duayı gözyaşları içinde yapmıştır. O derece derin bir imanın, o derece muhteşem bir aşkın duasıdır.
Kâbe’nin eşiğine varmış, ellerini Kâbe’de iltizama koymuş, kapısına yapışmış ve Allah’a en yakın olabildiği yerde dua ediyor. Eğer Kâbe Allah’ın eviyse, maddî olarak ona en yakın olabildiği yer. Oraya akıllanmak için gitti. Demesi lazım ki: Ya Rab, şu aklımı başıma toplayayım, şu aşk hastalığını başımdan al. Beni Leyla’ya kavuşturacak yolları bana nasip et. Leyla ile olan muhabbetimi saadete dönüştür.


Aşina; içlidışlı, senlibenli, onsuz olunamayan demek. Yüzünü gördüğü zaman içi kıpırdayan demek. Bir aşinanıza rastladığınız zaman birden boynuna sarılmak istersiniz. Fuzûlî, bela ile sarılmak istiyor. Onunla beni yabancı gibi gösterme, birbirimizi kucaklayacakmış kadar özlem içerisinde kabul et.


İlk bakışta bu söyleyiş çok saçma gibi duruyor, değil mi? Yani akıllanmaya giden birisi diyor ki; Allah’ım aşkımı arttır. Aşkın hasretini, acısını, derdini arttır. Çöllerde Leyla’dan uzakta Leyla'sızlıktan bıktım, artık Leyla’yı ver bana, kavuştur beni Leyla’ya demesi gereken adam, Leyla uğruna çektiğim acıları arttır, benimle içlidışlı eyle. Leyla uğruna katlandığım sıkıntıları bana dost eyle, diyor. Yani sıkıntıların devamını istiyor, ayrılığın bir nevi devamını istiyor, hasretin devamını istiyor. Neden? Birincisi aşk işinde, hasret âşığı olgunlaştırır ve ona kimlik bağışlar. Leyla uğruna aşkını olgunlaştırmamış olsaydı Kays adını biz bilir miydik? Kays diye birisi kimsenin umurunda olmazdı. Ama şimdi bu ülkede 17 yaşındaki her Türk genci kendini Mecnun gibi hissetmeye hazır. Neden? Çünkü Mecnun, Leyla için can verdi ve can vererek var oldu. Yok, olarak varlık buldu, kimlik buldu. Yoksa sıradan bir ölümle ölseydi yahut da Leyla’ya kavuşmuş olsaydı. Leyla ile güzel bir hayat geçirmiş, mutlu mesut yaşamış olsaydı Leyla ve Kays adı hiç kimsenin umurunda olmazdı.


Yani o; aşk için hasretin, hicranın, ayrılığın en son derecesine gelecek kadar kendisini yükseltiyor. Aşk ayrılığı, aşk hasreti onu süzüyor, damıtıyor, kabalıklarından yontuyor ve onu kemale erdiriyor. Aşkın zarafetini ruhuna ve çehresine sindiriyor. Onun için diyor ki; beni aşk işinde olgunlaştır Tanrım.

Olgunlaşmadan yarı yoldan döndürme Tanrım. Şimdi Kays, aşk belası ile aşina olursa, aşk belası başka bütün âşıklık iddiasında bulunanlara yabancı olacaktır. Aşk belasını benimle aşina kıl ki, onu sadece ben sahipleneyim, o bela sadece bana özgü olsun. Aşkın belasını tek başına ben çekeyim. Aşk belası denilen şey bende bulunsun. Başka hiçbir âşık o belayı çekmesin ve böylece Leyla uğruna aşkın kemaline ereyim. Bunu şunu için söylüyor:


1. Eğer âşığın rakipleri varsa, diğer rakipler de onun kadar, o yolda, aşk yolunda yanşamasınlar.
2. Eğer sevgili uğruna bir fedakârlık gerekiyorsa, fedakârlığın en yükseğini ben yapayım, diye aşkın da, belanın da hepsini istiyor. Çünkü belanın tamamını bir kişiye yüklerseniz, bütün acıları da ona yüklemiş olursunuz. O zaman geride kalanların âşıklıkları sadece kuru bir iddiadan ibaret olur. Bunu şöyle diyebilirsiniz; Hz. Ebubekir’in bir duası vardı hatırlar mısınız? “Ya Rabbi, bedenimi öyle büyüt, öyle büyüt, öyle büyüt ki, cehennemi yalnızca benim bedenim kaplasın ve orada başkaları yanmasın.”
Şimdi bu âlicenaplık ile bu da diyor ki; aşk elemini sadece bana aşina kıl, böylece başka hiç kimseye aşk acısı kalmasın. Bunu tersinden okuduğunuzda âşık olarak sadece benim adım yaşasın, başka hiç kimsenin adı aşk işinde anılmasın.


Bela kelimesinin iki anlamı var. Bildiğimiz bela, yani musibet. Ama bela kelimesinin asıl anlamı için biz doğru “kalubela”ya gideriz. Şimdi kalubelaya göre baktığımızda Allah kâinatta hiçbir şey yaratılmamışken, ruhlarımızı ve canlarımızı yarattı ve bizi bir araya topladı ve cemalini bize gösterdi. Güzelliğini sanki böyle bir kıvılcım çakar ve kaybolur gibi kısacık bir an gösterdi. Onu gösterdikten sonra hepimiz öylece kaldık. O güzelliği görünce âşık olmayan bir tek kışı bile yoktu.


Sonra da Allah dedi ki; “Elestü birabbiküm?” yani; “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” diye sorduğunda, onun o güzelliği karşısında; bütün ruhlar dediler ki; “bela”. “Elbette sen bizim Rabb'imizsin, başka türlüsü düşünülemez ki” manasına; “bela dediler. Kelime bela kelimesiydi, bela evet, sen bizim Rabb’imizsin çünkü güzelliğini gördük. Başka bir şeyi düşünemeyiz ki artık. O can bezminde Allah’ın; “Elestü birabbiküm, ben sizin Rabb’iniz değil miyim?" sorusuna mesela; “hâşâ, neam” deseydik, neam; Arapçada evet, demek. Evet deseydik mana şöyle çıkardı; Ben sizin Rabb’iniz değil miyim? Evet sen bizim Rabb’imiz değilsin. Ben sizin Rabb’iniz değil miyim? Elbette sen bizim Rabb’imizsin manasına bela, dedik.


İşte onun için dünyadaki imtihanlarımız hep “bela” ile oldu. Allah bize hiç durmadan kendisini bela ile hatırlatıyor. Kalubelada verdiğimiz söz buydu. Aklınızı başınıza toplayın diye hiç durmadan bize musibetler ve belalar ile hatırlatıyor.


Belanın iyi bir manası da var; o da şöyle: Mesela size birisi bahçesinde yetiştirdiği eriklerden toplayıp gelmiş. Siz ona teşekkür için bela, diyorsunuz. Yani teşekkür ederim manasında, yani bela iyi de olur, kötü de olur. Ama biz onu sadece olumsuz anlamda kullanıyoruz. Bela da bir ahittir. Fakat biz onu sadece olumsuz şekliyle kullanıyoruz. Hâlbuki bir de olumlu tarafı var. Başımın tatlı belası diyoruz. Fuzulî burada bela kelimesini birçok anlamda kullanıyor ve işte onun için Hz. Fuzûlî olmayı hak ediyor.


O gün biz evet dediğimiz için Allah dünyada aşkını bize hiç durmadan hatırlatıyor. O bakış anındaki güzelliği hatırlatıyor ve bizi dünyaya gönderiyor. Dünya nasıl ki bir geçici yurt, nasıl ki bir gurbet, asıl vatan neresi? Sevgiliyi gördüğümüz yer vatandır. Sevgiliyi gördüğümüz yerden ayrılınca gurbetteyiz. Peki, sevgiliye ne zaman kavuşacağız? Bu dünyadaki imtihanı kazandığımız zaman. Çünkü insana, cennet nimetlerinin en yükseği nedir? Allah’ın cemalini görmektir, değil mi? Cennette bütün nimetleri tattıktan sonra insanların yahut da kulların tadabileceği tek nimet, Allah’ın cemalini görmektir.


Birinci anlam, Tanrım beni elest bezmindeki bela dediğim günün sözü ile içlidışlı eyle. Yani sana olan kulluğumu sabit eyle Tanrım. O gün verdiğim sözden beni caydırma. O gün sana nasıl bir söz verdiysem; bela, dediysem o belayı benim içimden hiç alma. Onu benimle içlidışlı eyle.


Yani buradaki işleyiş şu: Cennetle müjdelenen on tane sahabi vardı. Ama cennetle müjdelendik diye Allah’ı anmaktan geri durmamışlar. O gün görüp âşık olduklarının izini sürmüşlerdir. Hz. Peygamber, gece ayakları şişesiye kadar ibadet ederdi. Ona sorarlardı ki; ya Rasulallah, neden bu kadar kendine eziyet ediyorsun? Sabahlara kadar ayakların ağrıyor. Diyordu ki; ben şükreden bir kul olmayayım mı? Yani cennetle müjdelenmiş bile olsanız, her şeyi aşmış bile olsanız, sonuçta gene o aşkın, o görüşün, sevgiliye baktığınız o anın peşinde yürümek sizin tabii ihtiyacınız. İşte bunun için güzelliğe insanoğlu daima meftundur. O ilk güzelliği, güzelliğin özünü gördüğü için bugün bütün güzellere düşeriz.


Güzelin bin bir çeşidi vardır. Sadece bir tek güzel vardır, ama görüntüsü bin bir türlüdür. Onun için biz o güzellerde aslında hakiki güzelliği araya araya, o güzelliği özleye özleye, o ilk gördüğümüz uzak hafızamızdaki, zihnimizin bir yerinde duran o güzelliği acaba tekrar yakalayabilir miyiz, acaba tekrar bir kerecik daha görebilir miyiz umuduyla ne kadar güzel varsa hepsinin yüzüne, her çiçeğe, her böceğe tekrar tekrar hayret içerisinde ne kadar güzel, diye parmak ısıra ısıra bakıyoruz. Söylediği bu: Beni güzellikten ayırma Tanrım diye. Leyla değil buradaki maksat, Leyla ile Mevla arasındaki bütün çizgiler...


Beşerî manası ise ya Rab, aşk belası ile beni içlidışlı eyle. Yani Leyla’yı seviyorum Tanrım, içimden coşkular geliyor
Leyla için. Leyla’ya karşı beslediğim duygulara, haddi hesab, yok. Ama onu sevmekle birlikte, onunla mutlu olduğum an onun yanımda olduğum an değil, onun kalbimde olduğu andır.
Üçüncüsü daha da beşerî, daha da kolaydır. Tensel bir zevkin peşinde adeta. Tanrım aşkın tatlı belasıyla beni içlidışlı eyle. Ya Rabbi beni Leyla’ya kavuştur. Aşkın tatlılığı ve güzelliğiyle beni içlidışlı eyle.
Eliot ne diyordu: Bir şiiri ilk okuduğunuz zamanda anlaya-ılıyorsanız o şiir değildir. İlk okuduğunuz zaman anlayabildiğiniz şey, şiir değildir. Onu şiir zannetmeyin. O alelade, sıradan bir cümledir. Şiir katman katman olmalıdır.

Az eyleme inayetini ehl-i derdden
Ya’ni ki çok belâlara kıl mübtelâ beni
Dert ehli olanlardan inayetini, yardımını, keremini az eyleme; azaltma. Dert ehline ne lazımdır, dert lazımdır. Mademki dert ehlinin, dertçinin işi dert çekmektir. Dert ehline dert ver, Kâbe’nin eşiğinde dert ehli olanlardan inayetini esirgeme Tanrım, yardımını onlardan esirgeme, diyor. Dert ehli; âşık demek. Çünkü âşıklar dertli olur. Âşıkların gözü daima yaşlı, kalbi gamlı olur. Âşıkların kalbinde hüzün vardır. Onun için; “Melali anlamayan nesle aşina değiliz” diyor Ahmet Haşim. Onun için; “Hüzün ki en ziyade yakışandır bize” diyor Hilmi Yavuz.


Kalbinde hüzün olmayanın acıması da, merhameti de, derdi de olmaz. Dert ehli olanlardan yardımını esirgeme. Yani adam; âşıklara yardım et Allahım, diyor. Gitmiş kendisi âşık olarak Kâbe’nin eşiğine yapışmış; âşıklara yardım et, diyor.
Dert ehli olan benden yardımlarını esirgeme Allahım! Öyle ki dert üstüne dert ver bana. Bela üstüne bela istemek ne demek, güzellik üstüne güzellik istemek bir, hatırlama üstüne hatırlama iki, hakikaten musibet üstüne musibet üç. Üçüncüsü gelirse âşıklık işinde kemale erecek. İkincisi gelirse kulluğu kemale erecek. Birincisi gelirse saadeti kemale erecek, her halükârda Leyla ile mutlu yaşayacak.

Oldukça ben götürme belâdan irâdetim
Ben isterem belânı, çü ister belâ beni
Ben oldukça, yani ben ben olduğum sürece, ben dünyada
Kays olarak yaşadığım müddetçe belayı isteme gücünü benden alma. Önce belaları ver, diye istekte bulundu. Sonra duayı biraz daha yükselterek dedi ki; belaları isteme gücünü benden alma Tanrım. Hani belki şaşar da üf bıktım beladan deyiveririm. Aman böyle dedirtme Rabbim.
Hz. Yusuf kıssasında Züleyha, Yusuf’u gömleğinden tutar ve kapıdan gömlek elinde Yusuf çıkar. Yusuf dışarıda, Potifar kapının önündedir. Yusuf daha sonra şöyle der: Tanrım bu hapis bana, onların beni sürüklemek istediği hileden daha hayırlıdır.


Belayı isteme gücünü giderme, diyor. O bela öbür tarafta mutlu olmaktan daha iyiydi, değil mi? Onun için bu belanın ne zaman insana hayır olacağını, hangi belanın insana şer, hangisinin hayır getireceğini de biz bilmeyiz. Onun için belayı, kalubelayı, hatırlama gücünü benden alma. Onu istemeyi benden esirgeme ki, benim adım ancak onunla âşık kategorisinde anılabilir. Gerçek güzele, gerçek güzelliğe, mutlak cemale, yahut da Leyla’ya âşık. Leyla ile Mevla arasında gidip gelen bir melankoli zaten.
Ben senin belanı istiyorum, başka bela değil. Evim barkım yıkılsın, o belalar değil. O belalar umurumda değil zaten. Ben bir tek senin belanı istiyorum. Böylece sevgilinin ne kadar çok belasını çekerse, sevgilinin güzelliği ve kıymeti o derece artmış olacak.

Temkînimi belâ-yı mahabbedde kılma süst
Tâ dost ta’n edip demeye bî-vefâ beni
Temkin kelimesinin kökü “mim”, “kef” ve “nun”; yani mekândır. Temkin; mekân edilmek, ayak diremek, temkinli davranmak.
Temkinimi aşkın boşa çıkarma. Lüzumsuz infaz etme. Ta ki sevgili aşkıma hiç de yakışmadı falan demesin, ayıplayıp ne kadar vefasızmış demesin.
Fuzûlî diyor ki; ben Ferhat’ın yerinde olsaydım dağı kazmayla delmek için o kadar uğraşmazdım. Yahut da Ferhat’ın kalbinde benim kalbimdeki aşk olsaydı, o zavallı Ferhat dağı delmek için o kadar uğraşmazdı. Bir kere ah derdi, ağzından çıkan o ateşli ah dumanı dağı bir uçtan öbürüne deler götürürdü. Ferhat ne oluyor ki, diyor.
Bu da aynı şeyi söylüyor Mecnun’a. Ta ki sevgili garipseyip de canım benim uğruma hiçbir şey yapmadı, bu da ne başardı ki benim uğruma, bir can bile vermedi daha demesin. Çünkü âşıklık işi her gün, her nefes bin defa can vermekten geçer.

Halk-ı âlem ıyd için yılda bir kurban eder
Ben senin dem-be-dem saat-be-saat kurbanınam
Yine Fuzûlî’nin sözü. Dünya halkı senede bir defa ona bağlılıklarını bildirmek için kurban kesiyorlar. Bak ey yüce sevgili, senin için kurban kestik, diyorlar. Bense senin için dakika dakika, saat başına kurban oluyorum. Bunun hiç mi kıymeti yok? Ayrılığın adını ölüm koymuşlar. Ölüm ayrılıktan daha kolay bir şey, çünkü ölünce bir defa ölürsünüz. Ama ayrılık çekiyorsanız saat başı, dakika başı ölürsünüz.


Leyla’ya soruyorlar ki; Leyla, şu Kays var ya! Hani senin için bir deli dağlarda gezip duruyormuş. Leyla büyük bir iştiyakla; evet diyor. Hadi söyle bakalım o mu seni daha çok seviyor, yoksa sen mi onu seviyorsun? Leyla, bağrına bir hançer saplanmış gibi acı duyuyor. Diyor ki; nasıl böyle bir şey sorarsınız. Elbette ki ben onu daha çok seviyorum. Bu sefer diyorlar ki; Allah Allah, sen mi onu daha çok seviyorsun? Bu iddia kolay da ispatın ne? O senin için gitmiş, dağlarda aklını oynatmış.
Leyla diyor ki; o gitti, yaban ellerde ona buna aşkımızı anlatıp vakit geçiriyor, oyalanıyor. Kays çöllerde şiir söylüyor, yahut çöllerde tavşan, keklik, güvercin, karınca, aslan, ceylan, kurt hepsi etrafında; onlarla oyalanıyor. Ve aşkımızı ona buna anlatarak o derdi hafifletmeye çalışıyor, içindeki derdi paylaşıyor. Bense evimde kapanıp kaldım da şuracıkta, hiç kimseciklere bir tek kelime bile söylemedim. Şimdi siz söyleyin diyor; o mu büyük âşık, yoksa ben mi; o mu beni daha çok seviyor, yoksa ben mi onu?

Gitdikçe hüsnün eyle ziyâde nigârımın
Geldikçe derdine beter et mübtelâ beni
Benim sevgilimin her geçen gün güzelliğini arttır, çünkü onun güzelliği artınca bundaki aşk da artacak. Onun güzelliğini arttır, doğru orantılı olarak güzellik arttıkça beni de ona bağla. Ey sevgili, sen dünyanın en güzelisin ve ben de senin en büyük âşığınım. Söylemek istediği bu.
Kendisine hiç haksızlık etmiyor. Sevgilisine öyle iltifatlar ediyor ki sen cihanda bir tanesin. Çünkü ben de senin en büyük âşığınım. Senin aşığın olmakla ben kimlik kazanıyorum, sen de benim aşkımdan dolayı güzellik kazanıyorsun.

Eyle zaîf eyle tenim firkatinde kim
Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ beni
Her gazelin beytülgazel denilen seçkin bir beyti vardır. Bu, okuyucuya göre değişir. Bana göre de bu gazelin beytülgazeli bu beyittir.
Tanrım sevgilinin ayrılığı acısıyla bedenimi öyle zayıflat, öyle arıklaştır, öyle perişan et ki...
Bunun için birinci katmanda teheccüt vakitleri kalkıp ağlamanız lazım, başka türlü zayıflayamazsınız. Kalbiniz zayıflamaz.
İkinci manada da, sevgili için yapabileceğiniz fedakârlık eğer bir deri bir kemik kalmaksa, bir deri bir kemik kalmayı göze almanız lazım. O, ilk gün gördüğü güzellikten firkate atılmış, dünya gurbetine atılmış. Bedenimizi türlü türlü yiyeceklerle besliyoruz. Ama sevgiliye bu kadar kalın bir kalıpla yürünemez.


Allahım; beni onun ayrılığını çekerken öyle incelt, öyle zayıflat, öyle arıklaştır ki, saba rüzgârı beni bir kuru yaprak gibi önüne katsın ve onun eşiğine kadar götürsün. Söylenir şey değil. Saba yeli diyor, dikkat edin, saba yeli; en hafif esen rüzgâr. Sana gelmek için biraz incelmem lazım. İster kulluk açısından düşünün, ister sevgiliye yürümek için. Burada insanı billurlaştıran, arıklaştıran, temizleyen, bir deri bir kemik haline koyan şey ayrılık. Ama bir deri bir kemik dıştan görünüşüdür. İçinde ne kadar zengin, içinde ne kadar semizdir o. Biz, varlığı tersine çevirmişizdir. Biz, bedenimizin semiz olmasını içimizin zayıflığıyla örtmeye çalışıyoruz.

Nahvet kılıp nasîb Fuzulî gibi bana
Yâ Rab mukayyed eyleme mutlak bana beni
Nahvet; kendini beğenmişlik demek. Mecnun şöyle diyor; ya Rabbi şu Fuzûlî gibi, şu Süleyman oğlu Mehmed gibi bana kendini beğenmişlik verip de, beni bana bırakma. Fuzulî adını son beyitte andı diye, onu kibirli diye niteliyor.
Gazelde son beyitte mahlas bulunur. Mahlas yazmak gibi bir küstahlık yaptın ya, eğer senden dünyaya kalacak söz ise yukarıdan beri yedi beyitte sözünü söyledin zaten. Şimdi sonuna adını yazmak, kibirden başka nedir ki. Fuzûlî gibi bana kendini beğenmişlik verip de beni bana bırakma Allahım. Ne kadar ayıp şey yapıyor şu Fuzûlî. Söylüyor, söylüyor, söylüyor; bir de üstüne at nalı gibi adını yazıyor.
Eğer kibir insanın içine yerleşirse, ondan sonra ateşin kuru odunu yiyip bitirdiği gibi bütün güzel işlerinizi yiyip bitirir. Tevazu sahibi olacaksınız. Önemli olan sözdür. Yaşayacak olan da sözdür. Fuzûlî ölür, ama söz yaşar. Niye adını yazdın, diyor. Ne kadar incelik değil mi, ne kadar zarif bir söylem.

ORTAÖĞRETİM İÇİN DİVAN ŞİİRİ, İSKENDER PALA 

 

İLGİLİ İÇERİK

FUZULİ - EĞER ÇIKSA İDİ DERDÜN CİSMDEN DERDÜM Kİ CANDUR BU

FUZULİ - BUDUR FARKI GÖNÜL MAHŞER GÜNÜNÜN RUZ-I HİCRANDAN

FUZULİ - KEREM KIL KESME SAKİ İLTİFATUN Bİ-NEVALARDAN

FUZULİ - BENDE MECNUN'DA FÜZUN AŞIKLIK İSTİDADI VAR

FUZULİ HAYATI ve ESERLERİ

FUZULİ-ÖYLE SERMESTEM Kİ İDRAK ETMEZEM....

FUZULİ-BERCESTELER

FUZULİ-ÂL-İ ABÂ MERSİYESİ

FUZULİ - LEYLÂ VE MECNUN AÇIKLAMASI

SON EKLENENLER

Üye Girişi