Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

NEDİM – BEYİTLER ve AÇIKLAMALARI

I.
1. O bütün hâneme teşrîfine gûşetti meğer
   Şevk-ı şûrideyi gördüm gelür ammâ ne gelür

2. Her sözüm gülşen-i ma'nâya gönül bezminden
    Gül gibi renkli nerkis gibi mestâne gelür

3. Kadd-i güftârıma evvel biçilüp câme-i reng
    Sonra fersûdesi bâzâr-i bahârâne gelür

Vezni: Feilâtün (Fâilâtün) Feilâtün Feilâtün Feilün (Falün)

Günümüz Türkçesi
1. Galiba o güzelin evime geldiğini işittip erişan neşeyi gördüm, geliyor; ama ne geliyor!
2. Her sözüm, gönül meclisinden mânâ bahçesine gül gibi renkli, nergis gibi çakırkeyf olarak gelir.
3. Renk ve güzellik kumaşı ilk önce sözümün endamına biçilir; sonra da onun yıpranmış baharlar pazarına gelir.

İzahlar:
1. Birinci mısradaki bütün; Farsça güzel manasına gelen büt kelimesini tamamlayan halidir.
Şereflendirmek demek olan Arapça teşrif kelimesi, dilimizde sevilip sayılan bir kimsenin gelişi manasıyla kullanılır bir tabir olmuştur. Fesahatçiler bu kelimeyi “i”li nesne ile hanemi teşrif suretinde kullanılırsa da konuşma dilimizde daime “e”li nesne ile kullanılır. Nedim'in de bu beyitte bu kelimeyi kullanırken halkın söyleyişine itibar ettiği görülüyor.
Şevk-ı şûrîde : (f. s. t.) Perişan neşe; iki yakası bir araya gelmeyen sevinç.

2.Gülşen-i ma'nâ : (f. is. t.) Mana gülşeni.
Renkli kelimenin renk hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.

3. Kadd-i güftâr : (f. is. t.) Sözün boyu; söyleyişin endamı.
Câme-i reng : (f. is. t.) Renk kumaşı. Reng kelimesinin Farsçadaki türlü manaları arasında güzellik ve parlaklık da vardır. Bu terkip içindeki reng kelimesi alt mısradaki bahâr ile münasebetli olduğundan hem bildiğimiz renk manasına, hem de güzellik ve parlaklık manasına alınabilir. Bu suretle Nedim, kendi şirinin bir elbise gibi büründüğü renk ve güzelliğin, baharınkinden üstün olduğunu anlatıyor.
Reng, seng ceng gibi Farsça kelimelerin sonlarındaki “g” harfinin Türkçemizde “k” olarak söylenip yazıldığını evvelce kaydetmiştik. Bazı yabancı kelimelerin kendi dillerindeki söylenişleriyle yazılmasının bu kitapta usul tutulmasının sebebi de başta izah olunmuştu. Böyle olduğu halde, bu parça içinde iki defa geçen aynı kelimenin ikinci beyitte renkli diye “k” ile ve üçüncü beyitte reng diye “g” ile yazılışı, birincisinin tamamen Türkçeye mal edilmiş, kendi eklerimizden biriyle sıfat yapılmış olmasından dolayıdır.

Bâzâr-i bahârân : (f: is. t.) Baharlar pazarı.
Bahârân, baharın Farsça çoğulu olup tekiliyle aynı manada dahi kullanılır.

***
II.
Tab'ım o bâğbân-i giran-destmâyedir
Kim bir gül istesem bana bir gülistan verir


Vezni: Mefûlü Fâilâtü Mefâilü Fâilün

Günümüz Türkçesi
Yaradılışım, öyle zengin ve cömert bir bahçıvandır ki, ben bir gül istesem bana bir gül bahçesi verir.

İzahlar:
1. Destmâye; elde bulunan şey, sermaye manasında Farsça bir birleşik isimdir.
Girân-destmâye : (f. St.) sermayesi çok olan; zengin: hünerli, cömert.
Bâbân-i girân-destâmye: (f. s. t.) Zengin, Cömert bahçıvan.
Bağbân kelimesinin bâğ hecesiyled estmaye kelimesinin dest hecesini, vezinde birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.
Bu beyit, Nedîmin bir kasidesinin fahriyyesinden yani, PBünme kısmından bahşettiği şairlik kudretiyle gururlanmaktadır.

***
III.
Gülüm şöyle gülüm böyle demektir yâra mu'tâdım
Seni ey gül sever câmm ki cânâna hitâbımsın

Ne hâlettir sana baktıkça ey cû ömrüm eksilmez
Meğer zencîr bend-i pâ-yi ömr-i pürşitâbımsın

Vezni: Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün


Günümüz Türkçesi
1. Sevgiliye: "Gülüm şöyle... Gülüm böle...” demeyi âdet edinmişimdir. Ey gül! Sevgiliyi senin adınla çağırdığım için canım seni seviyor.
2. Ey akarsu! Ne haldir ki, sana baktıkça ömrüm eksilmiyor! Her halde sen, acele geçıp giden ömrümün ayağına zincir vurmuş olmalısın...

İzahlar:
1.Gül sevgisini gayet zarif ve nüktelübirsebebebağlıyambu beyitte Nedîm, en muvaffakiyetli hüsnü tâtillerden birini yapmıştır.
2. Ömr-i pürşitâb : (f. s. t.) Aceleg eçen ömür, hızla koşan ömür.
Pâ-yi ömr-i pürşitâb : (f. is. t.) Acele geçen ömrün ayağı.
Zencîr-bend : (f. St.) Zincire vurulmuş; zincirli; zincire vuran.
Zencîr bend-i pâ-yi ömr-i pürşitâb : (Zincirleme f. is. t.) Acele geçen ömrün ayağına zincir vuran. Na'lbend'de nal çakan demektir.
Kıvrıla kıvrıla akan dere bir zincir gibi şairin geçip giden ömrünün ayağına dolanmış; bundan dolayı şair, o dere karşısında, safasından, ömrünün ilerlemediğini zannediyor. Bu zevkli hüsnü tâlil ikinci mısraın başında bulunan meğer kelimesiyle hafifletilmiş oluyor.
Zencîr kelimesinin cîr hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.

***
IV
Ben şâirim o kâmet-i mevzûnu doğrusu
Sevmem desem de belki yalan söylerim sana

Vezni: Mefûlü Fâilâtü Mefâilû Fâilün

Günümüz Türkçesi
Ben şairim; o uzun ve güzel boyu sevmem desem de belki sana yalan söylemiş olurum.


İzahlar:
1. Kâmet-i mevzûn : (f. s. t.) Uzun, düzgün boy. Mevzûn, vezinli demektir. Şairler mevzun sözü sevdikleri için, Nedim de, sevgilisinin bir şiir gibi ahenkli ve kusursuz boyunu sevdiğini söylüyor. Böyle zarif bir hüsnü tâtîli ihtiva eden bu beyitteki belki kelimesi, eski yazıya göre bil ki diye okunmağa da müsaittir. Fakat bil ki deki kat'îlikten ziyade, belkinin nükteli müphemliği bu beytin manasına yaraşır görünmektedir.

***

V
Geçmez yolundan öpmeyicekn akş-i pâyini
Üftâlden ey nihâl-i çemen yollu izlidir

Vezni: Mefûlü Fâilâtü Mefâilû Fâilün

Günümüz Türkçesi
Ey gül bahçesinin fidanı! Senin âşıkın yol iz bilir ve senin ayağının izini öpmeden yolundan geçmez.

İzahlar:
1. Nakş-i pây : (f. is. t.) Ayak izi.
Nihâl-i çemen: (f. is. t.) Gül bahçesinin fidanı.
Sevgilisini gül bahçesinde yetişmiş bir fidana benzeten şairin o güzelin düşkünü için yolu izli tabirini kullanmasında da hoşa giden bir incelik ve ustalık vardır: Türkçemizde; edep, erkân tanıyan, yolunca hareket etmesini bilen manasıyle kullanılan yollu izli tabiri, hem iz manasına gelen nakş hem de yol kelimesiyle münasebetlidir.

***

VI
Aceb ne bezmde şeb-zinde-dâr-i sohbet idin
Henûz nerkis-i mestinde bû-yi hâb kokar

Vezni: Mefâilün Feilâtünı Mefâilün Feilün (Fa'lün)


Günümüz Türkçesi
Acaba hangi mecliste sohbet ederek sabahladın ki, mahmur gözünde hâlâ uyku kokusu var.


İzahlar:
1. Zinde-dâr : (f. St.) Diri tutan.
Şeb-zinde-dâr : (Gene f. St.) Geceyid iri tutan; uyumıyan; sabahlıyan.
Şeb-zinde-dâr-i sohbet : (f. is. t.) Sohpetin şebzindedarı; sohbetle sabahlayan. Bu isim tamlamasında şeb-zinde-dâr sıfat takımı bir isim gibi kullanılarak sohbetin tanılanı olmuştur.
Nerkis-i mest : (f. s. t.) Sarhpş nergis; mahmur göz.
Bû-yi hâb : (f. is. t.) Uyku kokusu.
Bu beyitte bezm kelimesiyle henûz kelimesinin nûz hecesini, vezinde birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.

***

VII
Çıkmış henüz hâne-i âyîneden o mâh
Esrar-i hüsn-ü ânına hayrân olup gelür

Pâbûsuna tekaddüm içün yine bâd-i subh
Berk-i gül ile dest ü girîbân olup gelür

Vezni: Mefûlû Fâilâtü Mefâilü Fâilün


Günümüz Türkçesi
1. O ay yüzlü güzel aynanın evindeny eni çıkmış; (aynanın önünden yeni ayrılmış); henüz güzelliğinin sırlarına hayran olarak geliyor.
2. Onun ayağını daha önce öpebilmek için, sabah rüzgârı gül yaprağıyla çekişe çekişe geliyor.

İzahat
1. Hâne-i âyine: (f. is. t.) Aynanın evi.
Esrâr-i hüsn ü ân : (f. is. t) Güzelliğins ırları.
Bu beyitteki henûz kelimesinin nûz hecesini de, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.

2.Bâd-i subh : (f. is. Sabah rüzgârı.
Berk-i gül : (f. s. t.) Gül yaprağı.
Dest ü girîbân olmak; elle yakasına yapışmak, çekişmek yaka paça olmak manasında kullanılır. Sabah rüzgârının gül yapraklarını önüne katıp savurmasına, o güzelin ayağını daha önce öpmek için onunla çekişmek gibi bir sebep gösteriliyor ki bu da zarif bir hüsnü tâtildir.

***

VIII
Serâpâ şöyle pürdür nâz ü îmâ vü işâretten
Sanırsın her ser-i mûyunda çeşm ü ebrüvan vardır

Aceb kim nermdir sinen a zâlim neyleyim ammâ
İçinde senge benzer bir dil-i nâmihrban vardır

Vezni: Mefâilün Mefâilün Mefâilün Mefâilün

Günümüz Türkçesi
1. Nazla, ima ve işaretle öyle doludur ki, onun saçının her telinde kaşla göz vardır sanırsın.
2. Ne tuhaf! Göğsün yumuşacık! Fakat -a zalim! –neye yarar ki içinde taşa benzer merhametsiz bir yürek vardır

İzahat
1. Ser-i mûy : (f. is. t.) Kıl ucu.
2. Dil-i nâmihrbân : (E s. t.) Şefkatsiz merhametsiz yürek.
Bu beyitte nerm kelimesiyle nâmihrbân kelimesinin, mihr hecesini vezinde birer kapalı ve berir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.

***

XIX

Ol hoş-hirâm-i işve aceb kangi südadır
Seyl-i sirişk-i dîdem anı cüst ü cûdadîr

Vezni: Mefulü Fâilâtü Mefâilü Fâilü

Günümüz Türkçesi
O işveyle tatlı tatlı salınan güzel acaba ne taraftadır? Gözümün sel gibi akan yaşı onu araştırıyor.


İzahat
1. Hoş-hirâm: (f. St.) Güzel gidişli. Hirâm: nazlı, edalı, salına salına gidiş demektir.
Hoş-hirâm-i işve : (f. is. t.) İşvenin güzel gidişlisi; işve ile güzel bir tarzda salınıp yürüyen.
Sirişk-i dide : (f. is. t.) Gözyaşı.
Seyl-i sirişk-i dîde: (Zincirleme f. is. t.) Gözyaşı seli.

***

X
1. Nâzdan hâmûşsun yoksa zebânın duymadan
    İstesen bin dâstan söylersin ebrûlarla sen

2. Şûhdur tâ şöyle reftârın ki fark etmez bakan
    Şöyle gitsen serv-i âzâdım akan sularla sen

Vezni: Fâilatün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün


Günümüz Türkçesi
1. Sen nazlandığın için söz söylemiyorum; yoksa istesen dilinin haberi olmadan; kaşlarınla bin destan söylersin.
2. Ey selvi boylum! Gidişin öyle çapkınca, öyle kıvraktır ki, sen şeyle akarsularla yan yana gitsen, bakan, seninle suyu ayırt edemez.

İzahat
1. Bu beyitte nâz kelimesiyle hâmûş kelimesinin mûş ve dâstân kelimesinin dâs hecelerini, vezinde birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.
2. Serv-i âzâd : (f. s. t.) Uzun, düzgün selvi. Âzâd sıfatı, Farsçada kayıtsız, kurtulmuş serbest hür manalarına gelir. Bu sıfatın selviye verilmesi boyunun serbestçe uzayıp gitmesinden başka, bir bakıma, yaz kış yeşilliğini muhafaza etmesinden, mevsim tesirlerinden azade olmasından ve bir bakıma göre de meyva vermek kaydınden vâreste olmasından dolayıdır.
Şuh kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.

***

XI

1. Koyun şarâb-i muhabbetle kendüden gitsün
    Zaman gelür bu gönül hûşyâr olur giderek

2. Târik-i aşkda pâmâl-i sâlikan ol kim Bir
    İki nakş-i kadem rehgüzâr olur giderek

Vezni: Mefâilün Feilâtün Mefâilün Feilün Fa’lün

Günümüz Türkçesi
1. Bırakın, bu gönül muhabbet şarabıyla kendinden geçsin; çünkü nasıl olsa, yavaş yavaş onun da aklı başına gelecektir.
2. Aşk yolunda, bu yolda gidenlerin ayakları altına seril ki, bir iki ayak izi derken, orası herkesin gelip geçtiği bir yol haline gelir.

İzahat
1.Şarâb-i muhabbet : (f. is. t.) Aşk şarabı.
Kendünden, kendinden demektir.
Aklı başında demek olan hûşyâr kelimesinin hûş hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.

2. Târik-i aşk : (f. is. t.) Aşk yolu.
Pâmâl-i sâlikân : (f. is. t.) Saliklerin pamali, dervişlerin ayakları altında kalan.
Yola giren demek olan sâlik kelimesi, bilhassa tasavvufta kullanılan bir tabirdir ki, bir tarikate yeni giren derviş, mürit manasına gelir. Nedim de burada "Hakikî âşıkların ayakları altına düşecek kadar alçak gönüllülük gösterenler bu yolda feyiz bulurlar.” diyor.
Nakş-i kadem : (f is. t.) Ayak izi.
Bu beyitte, aşkda kelimesinin aşk hecesini, vezinde bir kağalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.

***

XII
Câm-i tehî kulak tuttu sâkiyâ
Kulkul terennümâtını tekrâr vaktidir

Vezni: Mef'ulü Fâilatü Mefâilü Fâilün

Günümüz Türkçesi
Ey saki! Boş kadeh seni nağmene kulak tuttu; sürahiden şarap dökülürken çıkan tatlı sesleri tekrarlamanın zamanıdır.

İzahat
1 Câm-i tehî : (f. s. t.) Boş kadeh.
Terennümât, terennüm kelimesinin Arapça çoğuludur.
Her iki hecesindeki “l” sesi ince olan kulkul kelimesi, suyun bir kaptan boşaltılırken çıkardığı sesi bildiren, taklidî bir kelimedir.
Câmın sese kulak tutması, boş kadehin bir dereceye kadar bir kulağa benzemesinden kinaye olarak söylenmiştir.
Bu beyitte tekrâr kelimesinin râr hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olarak surette uzatarak okumalıdır.

***

XIII
1. Sen bîhâber hayâlin ile gûșelerde biz
    Tâ subh olunca her gece ayș ü dem eyleriz

2. Zâhid ölür gider gam-i havz behiștten
    Biz bir kadeh sarâb ile defi gam eyleriz
 

Vezni: Mef'ulü Fâilatü Mefâilü Fâilün

Günümüz Türçesi
1. Sen hiç oralı değilsin! Biz ise seni hayalinle, sabah oluncaya kadar, her gece kıyıda bucakta şarap içer, avunmaya çalışırız.
2. Sofu, cennet havuzunun tasasından ölür, gider; biz, bir kadeh şarapla gamımızı gideririz.

İzahat
1. Ayş ü dem eylemek, İçki içip keyfetmek demektir.

2. Havz-i behişt : (f. is. t.) Cennet havuzu.
Gam-i havz-i behişt : (Zincirleme f. is. t.) Cennet havuzunun gamı; cennet havuzunun suyundan içebilmek tasası.
Def-i gam : (f. is. t) Gamı gidermek.
Behiştten kelimesinin hişt hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.
Bu beyitte, aşkın ve şarabın mahiyetini anlamayan sofulara Nedimin zarif bir tarizi var: zahitler ahrette mübarek cennet havuzlarının tatlı suyundan içmek, hurilere kavüşmak ümidiyle kendilerini dünya hazlarından mahrum ediyorlar ve üstelik o hazları tatmak isteyenleri de bunlardan menetmeğe kalkışıyor-lar. Bu zihniyete karşı, hayatta hazzı gaye yapan Nedim, serbest ve zarif bir eda ile: "Cennetteki Kevser havuzu nemize gerek!
Varsın, onun tasasıyla zahit yanıp dursun; bizim dünyadaki gamımızı gidermeğe bir kadeh şarap yeter.” diyor

 ***

XIV
Gamzen füsân ile sühan eyler nezâketi
Çeșmin nigâh șekline kor nâz nahveti

Geh sürme gâh vesme vü gâhî piyâle gek
Ey serv-i nâz çekme yeter gayri kâmeti

Vezni: Mef'ulü Fâilatü Mefâilü Fâilün

Günümüz Türkçesi
1. Yan bakışın, sihirbazlık ederek nezaketi söz haline getirir; gözün ise nazı ve gururu bakış şekline koyar.
2. Bazan sürme, bazan rastık, bazan da kadeh çek; fakat-ey selvi boylum!-artık yeter, boy atma; daha fazla uzama!


İzahat
1.Nigâh kelimesinin gâh hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.

2. Serv-i nâz : (f. s. t.) Yeni yetişen selvi; selvi fidanı. Bu tertipteki nâz; taze, yeni yetişen manasında bir sıfattır. Birinci mısradaki gâh ve ikinci mısradaki nâz kelimelerini, vezinde birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumalıdır.
Bu beytin güzelliği bir kelimeoyununa dayanmaktadır: Şair çekmek fiilinin türlü kullanış yerlerine göre aldığı mana farklarıyle oynayarak, yeni yetişen bir selvi fidanına benzettiğini sevgilisine: "Kirpiklerine sürme, kaşlarına rastık çek; hatta dilersen bazan da kadeh çek, yani şarap iç Fakat artık boy çekme; yetişir, boyun bundan fazla uzamasın." diyor.

***

XV
Gördüm ol âhû nigâh ardınca ser-gerdan gönül
Girdbâdâ-sâ giderdi dâmen-i sahrâ tutup

Vezni: Feilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün


Günümüz Türkçesi
Gördüm, avare gönül, o ceylân bakışlının ardınca, çölün yolunu tutmuş, kasırga gibi gidiyordu.


İzahat
1. Âhû-nigâh : (f. St.) Ceylân bakışlı.
Girdbâd kelimesinin gird hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece değerince okumak lâzımdır. Bu kelimenin sonundaki âsâ gibi anasına gelen edattır ki Farsçada isimlere eklenerek enzerlik manası taşıyan sıfatlar yapar.
Dâmen-i sahrâ : (f. is. t.) Kırın eteği; ovanın bir yanı; çöl tarafı.

NECMETTİN HALİL ONAN, İZAHLI DİVAN ŞİİR ANT