Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

NEŞATİ – ŞEVKİZ Kİ DEM-İ BÜLBÜL-İ ŞEYDADA NİHANIZ

GAZEL
1. Şevkız ki dem-i bülbül-i şeydâda nihânız
    Hûnuz ki dil-i gonca-i hamrâda nihânız


2. Bu cism-i nizâr üzre döküp jale-i eşki
    Çün rişte-i can gevher-i mânâda nihanız


3. Mahrem yine her hâlimize bâd-i sabâdır
    Dâim şiken-i zülf-i dilârâda nihânız


4. Olsak n’ola bî nâm-u nişân-ı şöhre-i âlem
    Biz dil gibi bir turfe muammâda nihânız


5. Hem gül gibi rengînî-i mânâ ile zâhir
    Hem neş’e gibi hâlet-i sahbâda nihânız


6. Geh hâme gibi şevke tarâz-ı gam-ı aşkız
   Geh nâle gibi hâme-i şekvâda nihânız


7. Ettik o kadar ref-i taayyün ki Neşati
    Âyîne-i pür tâb-ı mücellâda nihanız


Vezni: Mef’ûlü Mefâîlü Mefâîlü Fâûlün


Günümüz Türkçesi:
1. Biz, çılgın bülbülün nefesinde gizli olan neşe ve arzu, kırınızı gülün kalbinde saklı olan kanız.
2. Bu zayıf vücudun üstüne çiy tanesi gibi gözyaşını döküp, mana incisinin sıkı sıkıya dizildiği can ipliği gibi görünmez olduk.
3. Adsız, esersiz dünyaca meşhur olsak ne var! Biz, gönül gibi acayip, anlaşılmaz bin bilmecede gizliyiz.
4. Her zaman sevgilinin zülfünün büklümünde gizli olduğumuz için her halimizi bilen, her sırrımıza vâkıf olan gene tanyelidir.
5. Biz, hem gül gibi mana renkliliği ile meydandayız, hem de neşe gibi şarabın halinde gizliyiz.
6. Bazan kalem gibi, aşk gamının şikâyetini donatır, söyleriz; bazan da inilti gibi, şikâyeti döken kalemde gizliyiz.
7. Ey Neşati! Ruhumuzun cismimizle olan münasebetini o derece kestik, cismimizi öyle yok edip sade ruh kaldık ki, parlak cilâlı aynada bile görünmez olduk.

İzahlar:
1. Bülbül-i şeydâ: (f. s. t.) Çılgın bülbül.
Dem-i bülbul-i şeydâ: (E is. t) Çılgın bulbülun nefesi.
Dem kelimesinin nefes, kan, şarap, zaman gibi muhtelif manalara geldiği evvelce söylenmişti. Bu kelime, dem-i bülbül-i şeydâ terkibinde nefes manasına gelmekle beraber, kan manası düşünülmek suretiyle, ikinci mısradaki hûn kelimesiyle de münasebetlidir.
Esasen, her iki mısrada bulunan bülbül, gonce, dem, hûn ve hamrâ kelimeleri hep birden bu güzel beytin mana tenasübünü vücuda getirmektedirler.
Gonce-i hamrâ : (f. s. t.) Kırmızı konca.
Dil-i gonce-i hamrâ : (f. is. t) Kırmızı koncanın kalbi.
Bu beytin manasını anlamağa, zevkine varmağa çalışırken şarkta gül ile bülbülün birer aşk sembolü olduğunu hatırlamak lâzımdır. Gül sevenin ateşli yalvarmalarına ve çektiği ıstıraba karşı kayıtsız, neşeli duran sevgilinin; bülbül ise, aşkın bütün sıralarını ve hararetini dile getiren vefakâr âşıkın remzidir.
Bunun içindir ki, aşkın zevk ve şevkini, ruh âleminin bin bir türlü tecellilerini anlatan şair bu beytinde, bülbülün dokunaklı sesinde kendi ruhundaki coşkunluğun dile geldiğini ve kıpkırmızı goncanın renginde gene kendi kanındaki ateşin aksetmiş olduğunu söylüyor.
Daha aşağıdaki beyitlerde de görüleceği üzre, şairin bu gazelde terennüm ettiği duyguların kaynağı, tasavvuftan gelen mistik aşk telâkkisidir. Sevilenin güzelliği ve sevenin hayranlığı, hakikatte aynı şeyin, aşkın iki türlü görünüşüdür: gülle bülbül ve sevilenle seven aşkın meydana çıkmasına ancak birer vesiledirler.

2.Cism-i nizâr : (f. s. t.) Zayıf vücut.
Jâle-i eşk: (f. is. t.) Gözyaşı çiyi; çiy tanesine benzeyen gözyaşı.
Çün, gibi demektir.
Rişte-i cân : (f. is. t.) Can ipliği.
Gevher-i ma'nâ : (f. is. t) Mana incisi.
Bu beyitte ma'nâ kelimesi, cismin aksini ifade etmek üzre kullanılmıştir ki cisimle alâkası olmayan hal ve varlık, ruh demektir. Canın manevi varlığımızda gizli olması, bir inci dizisi içindeki ipliğin görünmemesi teşpihiyle ifade edilmiş ve aşkın tesiriyle dökülen gözyaşlarının da cismimizi eritip yok edeceği, bizi cismin geçici ve değersiz kayıtlerinden kurtarıp öte âleminin ruh âleminin hazlar içinde bırakacağı anlatılmıştır.

3. Şühre-i Nem : (f. is. t.) Âlemin meşhuru: dünyaca tanınmış.
Şair; aşkın sırları ve bin türlü halleri herkes tarafından kolayca anlaşılamayacağı için, o aşkın ocağı olan gönlünü bir bilmece diye alıyor ve kendi varlığı gönülde saklı olduğu için izi ve adı meydanda görünmeden de herkes tarafından bilinip tanındığını söylüyor.

4. Bâd-i sabâ : (f. is. t) Sabâ rüzgârı, tanyeli.
Zülf-i dil-ara : (f. is. t) Sevgilinin zülfü. Gönlü süsleyen manasında bir sıfat takımı olan dil-ârâ burada o vasfın sahibi olan sevgili yerine kullanılmıştır.
Şiken-i zülf-idil - âra : (Zincirleme f. is. t) Sevgilinin zülfünün kıvrımı.
Sevgilinin saçlarına ancak rüzgâr dokunabildiği o saçların kıvrımları arasına yalnız rüzgâr girebildiği için şairin o kıvrımlar saklı olan gönlünün sırlarını da sade rüzgâr öğrenebilmektedir.

5. Rengin, renkli ve rengînî, renklilik demektir.
Rengînî-i ma'nî : (f. is. t.) Mana renkliliği.
Hâlet-i sahbâ : (f. is. t.) Şarabın hali, mahiyeti.
Bu beyitte ilk göze çarpan şey, gül ile şarap arasındaki renk münasebetidir. Gülün ruhundaki şevk, göz alan rengi ile görünmektedir; hâlbuki şarabın neşesi, kadeh içindeki duruşunda görünmez, neşe onun içinde saklıdır.
Renginî kelimesinin son hecesinin sadalı harfi olan “î”, aslında uzun ise de burada Zihaflı kullanılmıştır.

6. Şekve - tırâz : (f. St.) Şikâyet donatan.
Gam-i aşk : (f. is. t.) Aşk gamı.
Şekve-tırâz-i gam-i aşk : (Zincirleme f. is. t.) Aşk gamının şikâyetini donatan, aşk gamından şikâyet eden.
Şekve-tırâz sıfat takımı isim gibi kullanalarak tamlananan olmuştur.
Hâme-i şekvâ : (f. is. t.) Şikâyet kalemi; şikâyeti yazan kalem.
Gerek bu beytin, gerek bundan evvelki beyitlerin güzelliklerinde, nükteli, mana tezatlarının da dahli vardır. Bu beytin birinci mısraında "şikâyetin kalemden dökülmesi" ve ikinci mısraında "nalenin kalemde gizli olması" birbirine zıt gibi duran manalar halindedir. Eskiden yazı yazmak için kullanılan kamış kalemle kâğıt üstünde hareket ettikçe bir cızırtı çıkardığı için şair, kalemle nalenin münasebetinde -eskilerin sarîr-i hâme dedikleri- bu cızırtıyı da kastetmiş oluyor. Filhakika, iniltiye benzeyen bu çızırtı ancak yazı yazarken meydana çıkarsa da, kalemde zaten bu sesi çıkarma hassası mevcuttur.
Bundan başka bu beyitte, mana ile mühim bir münasebeti olmayan, bir kelime oyunu da bulunabilir: inilti manasına gelen nale kelimesine-bir harf eksikliği ile-benzeyen bir de nal kelimesi vardır ki kamış kalemin içindeki tel manasına gelir. Nalenin kalemde gizli olması, kalemin içinde bulunan nalide dolayısıyla hatıra getirmektedir.

7. Ref-i taayyün : (f. is. t.) Belliliği gidermek; görünürlüğü cismi, vücudu ortadan kaldırmak.
Ayîne-i pürtâb : (f. s. t.) Parlak ayna.
Ayine-i pürtâb-i mücellâ : (Zincirleme f. s. t.) Cilâlı parlak ayna.
Taayyün ve ref-i taayyün tabirlerinin bu beyit içindeki manaları ancak tasavvuf zihniyet ve telâkkisi içinde izah olunabilir. Görünmek belli olmak manasına gelen taayyün cismin bir tezahürüdür. Cisim ise, mütasavvıflar indinde, itibar edilmemesi lâzım gelen, ruhu hapseden bir varlıktır.
Bu varlık aşkın kudretiyle ortadan kaldırılabilir, yani bu suretle insan cisme ait olan zevk ve ihtiyaçlara yabancı kalmış solur. İşte, cismin böylece yok sayılması ref-i taayyündür.
Şair de, aşkın kudretiyle cisim olmaktan kurtulup öyle ruhlaşıyor ki aynada bile görünmez bir manevî varlık halini almış olur.

izahlı divan şiir ant. necmettin halil onan

SON EKLENENLER

Üye Girişi