Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

HASAN EFENDİ - SEVDAYA DÜŞDÜN EY GÖNEÜL HALKA TEMAŞADUR YİNE 

GAZEL

Sevdaya düşdüñ ey göñül halka temaşadur yine
‘Aşk bahridür cuş eyledi bu tuhfe gavgadur yine

Yar arzusu bu canuma gayetde tesir eyledi
Feryad ü ah ü zarile candan temennadur yine

Bülbül gibi efgan ider şol verd-i hamra aşkına
Bu mürg-ı dil daim öter gülşende guyadur yine

Virdi hararet göñlüme añlar dem-a-dem ah idüb
Sığmaz yire göge aceb bu sırr-ı esmadur yine

Bu medh ü zem añılmadı aşık katında zerrece
Fikrinde anuñ dem-be-dem çün vech-i zìbadur yine

Şol vechi gören dünyede gayrısına dil virmedi
Havf itmedi bir nesneden Tur’ında Musa’dur yine

Ten katresi çün Kaimi deryaya saldı aşkile
Can ü dilinden söyleyen hikmetle deryadur yine

(135., Syf:278-279)

Vezni: Müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün

1-Sevdaya düşdüñ ey göñül halka temaşadur yine
‘Aşk bahridür cuş eyledi bu tuhfe gavgadur yine
Aşk hastalığına düştün ey gönül! Bu yine halka ibrettir. Bu armağan, mücadeledir ve çekişmedir. Yine coştu çünkü aşk denizidir.
Sevda: f. Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk. * Hırs. Tama. * Heves, istek. *Siyah. * Balgamdan, kandan ve safradan başka vücuddan çıkan bir nevi ifrazat. * Gam. Keder, Sıkıntı. Temaşa: f. Hoşlanarak bakmak. Seyretmek. Seyre çıkmak. Gezmek. İbretle bakmak.
Gavga: f. Döğüşme, kavga, vuruşma. Gürültü. Savaş, muhârebe, harp. Çekirge. * İnsanların rezilleri. Adi, aşağılık olan kimseler.
Tuhfe: yeni, hediye, armağan.
“Sevgili gönül tahtının sahibi, gönül sarayında misafir kalan bir sultan şeklinde düşünülerek gönül de kul, saray, taht, divan, padişah meclisi olarak ele alınır.[…] Gönül bazan da o sultanın peşinden giden asker olur.”(DİA, Gönül maddesi) Tasavvufta ise gönül Allah’ın, tecelligahıdır.

2-Yar arzusu bu canuma gayetde tesir eyledi
Feryad ü ah ü zarile candan temennadur yine
Sevgili arzusu bu canıma son derece tesir etti. Feryatlar ve ahlar çekip inleyerek candan selamlamadır yine.
Ah u zar: âh çekip inleme. Zar: zayıf, dermansız, bahçe. Temenna: Eli alnına götürerek selâmlama işareti yapma. * Minnettar olma.
Dünyada herşeyden aziz olan, «Can cümleden aziz» atasözüyle ifâdesini bulan bu söz, ihvan tarafından birbirine söylenen sözdür; herkesin adının sonuna bu «Can» sözü katılır; «Ali can, Veli can…» gibi. İhvandan, yâni kardeşlerden bahsedilirken de «Canlar» denir. Bazen de «Canlar» ve «Canım» sözleriyle vahdet yolunun yolcularını kasdedilmektedîr. (Alevî-Bektaşi Nefesleri; s. 133).
Can Cömertliği Kolay Olmaz
Anlamından da anlaşıldığı gibi candan cömertliğin, hele can vererek, inancına, gerekirse, canını feda ederek cömertlik yolunu tutmanın kolay olmadığını belirten bir atasözüdür.
Can Elden Gitmedikçe Canan Ele Girmez
Bu atasözü de, gerçek sevgiliye kavuşmak için candan geçmeyi göze almak gerektiğini bildirmektedir. Yunus Emre,
“Serî canından geçmedin, canan arzu kılursun;
Bilden zünnar kesmedin îman arzu kılursun.” beytiyle bu atasözünü şiirle dile getirir.
Can Cömertliği Lakırdıyla Olmaz
«Can cömertliği kolay olmaz» atasözünün bir başka deyişidir.(a.g.e., Gölpınarlı, can maddesi) Tasavvufta ise aynı kavram(can), bazanAllah anlamında, bazan Resûlullah, bazan da şeyh için kullanılmıştır.(DİA, Can maddesi)

3-Bülbül gibi efgan ider şol verd-i hamra aşkına
Bu mürg-ı dil daim öter gülşende guyadur yine
Şu kırmızı gül aşkına bülbül gibi acıyla bağırıp çağırır. Yine bu gönül kuşu gül bahçesinde öter konuşur.
Efgan: Acı ile bağırıp çağırmalar. Feryatlar ve istimdat. Mürg-ı dil: Gönül kuşu. Guyi: Söyleyiş, söyleme. Çün: f. Gibi. * Zira, çünki, madem ki. * Nasıl, nice.
“Dil, farsça gönül anlamına gelir; gönül ehli demektir. Neşeli, zevkli, hâl ehli, aşk ve şevk sahibi kimseye denir.”(a.g.e. Gölpınarlı, ehl-i dil maddesi)

4-Virdi hararet göñlüme añlar dem-a-dem ah idüb
Sığmaz yire göge aceb bu sırr-ı esmadur yine
Onlar sürekli ah edip gönlüme hararet verdi. Onlar yere göğe sığmaz, acaba yine bu, esmanın sırrı mıdır?
Farsça «dem» soluk ve zaman anlamına gelir; Arapçada «kan» demektir. Sûfılerde zaman, iki olay arasındaki zihnî kıyaslamadan doğan mücerred ve zihnî bir mefhumdur; netekim mekân da kevne, yâni varoluşa, var olan şeye tâbidir. Birşey varolmadıkça onun mekânı da varolmaz. Zemânın gerçeği, bölünmez bir cüz’ü olan içinde bulunduğumuz «ân» dan ibarettir ki «ân» ların sürüp gidişi zaman mefhumunu meydana ge¬tirir; bu bakımdan da bu akıp giden «ân» a «Ân-ı Dâim» denmiştir. Bütün varlıklar, kâinat, her an, gaybden ayna, ydni Tanrı bilgisindeki varoluştan izafî varlığa gelmekte, her an da ayndan gaybe gitmektedir; bu yüzden yaratılış ve yaratış daimîdir ve bir an önceki âlem, bir an sonraki âlemin tıpkısı değildir. Sûfî, her an, ne âlemdeyse onca, o anda tahakkuk eden âlem de odur; suretler geçer, gerçekler bâkiydır. Bu inanç, Sûfîlerce «Dem bu dem, saat bu saat» atasözüyle belirtilir. Umûmî bir tâbir olan ve daha ziyade Azerîler tarafından kullanılan «Demi yomu yerinde» sözü de içinde bulunduğu an ve kutluluğu yerinde anlamına, herhangi bir kişi hakkında kullanılır.(a.g.e. Gölpınarlı, Dem maddesi)

5-Bu medh ü zem añılmadı aşık katında zerrece
Fikrinde anuñ dem-be-dem çün vech-i zìbadur yine
Bu övgü ve yergi aşığın katında zere kadar anılmadı. Çünkü yine aşığın fikrine göre o daima güzel, süslü yüzdür.
Vech: Yüz, çehre, surat. * Tarz, üslub. * Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe. * Tarih. * Suret. * Sebeb. * Bir şeyin nefsi ve zatı. * Semt. Cihet. * Münasebet. Ziba: Güzel, süslü, yakışıklı. Vech-i ziba: güzel yüz, çehre.

6-Şol vechi gören dünyede gayrısına dil virmedi
Havf itmedi bir nesneden Tur’ında Musa’dur yine
Dünyada şu yüzü gören başkasına gönül vermedi. Bir nesneden bile korkmadı. Çünkü yine o kendi Tur’unda bir Musa gibidir. “Külli şeyin halikün ille vecheh”(Her şey yok olup gidicidir; Allah’a bakan vecih(yüz) müstesnadır.) ayetine göre değerlendirecek olursak dünyadayken Allah’a dönük ciheti görenler onun masivasına, muhabbetullahtan gayrısına gönül vermez. O öyle bir dereceye ulaşır ki kainat bomba olup patlasa ihtimaldir ki onu korkutmaz; bilakis Allah’ın kudretini temaşa ederek hayret secdesinde bulunur. O bu makama çıkmışsa kendi Tur’unda Musa gibidir. O mehafetullah denilen tatlı korkuyla yaşarken hiçbir nesne bu gönül ehilinin kalbine korku veremez.

7-Ten katresi çün Kaimi deryaya saldı aşkile
Can ü dilinden söyleyen hikmetle deryadur yine
Kaimi, deryaya ten damlasını aşkla salıverdi. (Artık) o yine canı ve gönlüyle hikmetle konuşan deryadır.
Sina: Musâ Peygamberin (A.S.) Allah (C.C.) kelâmına nâil olduğu, Süveyş ile Akabe Körfezi arasındaki bir yer ve bir dağ ismi. Cebel-i Musa veya Tur-u Sinâ da denir. Can: hayat, sevgili, dost.
Gönül çocuk gibi sonunda tehlike olduğunu bilmeden olur olmaz her şeye heveslenir. Sevgilinin teşrifi için hazırlanmış bir ev, hâne. hücre ve harim olan gönülde sevgili teşrif etmediği için daima gam misafir kalmaktadır. Bundan dolayı gönlün gıdası genellikle gam ve kederdir. Sevgilinin saçlarının tuzak, benlerinin dâne, kendisinin avcı olarak tasavvuru sonucu gönül de sevgiliye tutulan bir kuş kabul edilir: “Zülfüne gönül düştü görüp hâl-i siyahın / Dil murgunu dâ-me düşüren dâne midir bu” (Cem Sultan). Öte yandan aşk ateşiyle yanıp kebap olan gönül ten kafesinde mahpustur.
Gönül aşk ateşiyle eriyen bir mum veya çerağ, göz yaşı da yağıdır: “Firakın odunu gördükçe mum-tek eridi / Sebat ü sabrda fûlâd gördüğün gönlüm” (Fuzûlî). Bu sebeple ağladıkça aşk ateşinin daha parlak olacağı düşünülür. Gönül bazan sevgilinin etrafında çırpınan bir pervane, bazan da gamze oklan için bir hedeftir.
Kırılma, paslanma, tozlanma ve hedi¬ye edilme gibi özellikleri dolayısıyla gö¬nül aynaya benzetilir. Sevgiliye ayna hediye etmek âdet olduğu için âşık ona lâyık bir armağan olarak gönül aynasını verir. Gönül çok hassastır, çabuk kırılır. Sırça, şişe, kâse, sâgar, câm-ı cihannümâ oluşu bu münasebetledir: “Yâhud bu şîşe-i nâzik-mizâc gönlümüze O sengdilden eren inkisarı mı diyelim”(Ahmed Paşa). (DİA, Gönül maddesi)

 

1. HAYATI
Asıl adı, Hasan Efendi’dir; Kâimî Baba, Kâimî Hasan, Hasan Bosnevî isimleri de verilmektedir. 1625 – 1690 yıllarında Bosna’da yaşamıştır. Şeyhî ve Safayî, Kâimî’yi 1090’da vefat ettiğini söylüyorlar. Halbuki bu kaynaklar 1091 hududu veya hilâlinde vefat ettiğini tasrih ediyorlar ki bu da 1091 yılı sınırında, başlarında demektir. Kâimî Hasan Efendi 17. Yüzyıl şairlerindendir. Saraybosna’da yaşamış ve Bosna’ya yakın bir şehir olan İzvornik’te vefat etmiştir. Türbesi halen ziyarete açıktır. Mahlası, Kâimî’dir. Kâimî sözcüğü “ayakta duran” anlamına gelir. Kâimî mahlasını kırk gün boyunca ayakta halvet halinde kaldığı için almıştır. Hayatıyla ilgili bazı menkıbelerde mahlasının Sılavca “ka’imi” (bizim gibi) sözünden geldiği de belirtilmektedir.( Samic, Jansa, DİA, C. 24, s. 215)
Kâimî hakkında en geniş bilgiyi sunan Safaî, yazdığı tezkirede “Namı Hasan’dur. Bosna-saraydan zuhur itmişdür.”demektedir. Kâimî Hasan Efendi’nin 1625-1635 yılları arasında Saraybosna’da doğduğu sanılmaktadır.( Samic, A.g.e., s.215) Kâimî Hasan Efendi, ilköğreniminden sonra Bosna’dan Sofya’ya gelmiş Halveti şeyhlerinden Müsluhuddin Efendi’den icazet almıştır.( Altuner, Nuran, Safai ve Tezkiresi İncelem – Tenkitli Metin – İndeks, Doktora Tezi, İstanbul 1989, s. 710-714) Ardından İstanbul ve Konya’ya gitmiştir.( Samic, A.g.e., s.215) Daha sonra Sofya’da Silahdar Paşa zaviyesinde şeyh olmuştur. Kâimî bu Kadiri tekkesinin bilinen ilk şeyhidir. Aynı zamanda kendi evinde 1667’de kurduğu bir halveti tekkesinin de şeyhliğini yapmıştır. Sonraları İzvornik şehrine gelip ikamet etmiş ve 1690-91 yıllarında vefat etmiştir. iki bilim adamı vardır: Mehmet Uğur Aydın ve Jansa Samic tarafından, Kâimî Hasan Efendi üzerine iki doktora tezi yazılmıştır. Kaimi’nin hayatı hakkında TDV İslam Ansiklopedisi’nde şu açıklamalar geçmektedir: “XVIII. yüzyılın Boşnak şairlerinden Mehmed Meylî İle XIX. yüzyılda yaşamış Şâkir Muîdîzâde, Kâimî hakkında gazeller yazmışlardır. Osman Aziz’in XIX. yüzyıla ait “Ago Saric” adlı hikayesiyle çağdaş Boş¬nak yazarlarından Derviş Susiç’in Kaimija adlı eserinin kahramanı olarak şairin ele alınması hâtırasının Bosna coğrafyasında canlı olduğunu göstermektedir.” (Samic, Jansa, DİA, C. 24, s. 215)
Yararlanılan Kaynaklar:
1- Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, Abdulbaki Gölpınarlı
2- Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
3- Alevî-Bektaşi Nefesleri
4- Altuner, Nuran, Safai ve Tezkiresi İncelem – Tenkitli Metin – İndeks, Doktora Tezi, İstanbul 1989
5- Mehmet Uğur Aydın, Kaimi Divanı Tezi
http://www.kandildergisi.com

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi