NEF’İ - KALMAZSA GER OL GUŞE-İ DAMAN ELİMİZDE
GAZEL
1. Kalmazsa ger ol gûşe-i dâmân elimizde
Elden ne gelür çâk-i girîbân elimizde
2. Zâhid bize peymâne yeter sanma tehî-dest
Lâzım mı heman sübha-i mercân elimizde
3. Dil teşne beden aşk ile bir mertebe pürtâb
Yahpâre olur ahker-i sûzân elimizde
4. Bir nice doyuncg kanalım câm-i murâda
Bir lâhza komaz sâki-i devrân elimizde
5. Bir sünbüle benzer ki ola şebnemi vâfir
Nefî yine bu kilk-i dür efşân elimizde
Vezni: Mefûlü Mefâîlü Mefâîlü Feûlün
Günümüz Türkçesi
1. Eğer o, güzel bizden el etek çekerse ne yapalım? Dövünüp yakamızı yırtmak elimizde ya!
2. Ey sofu! Bizi eliboş sanma! Bize elimizdeki kadeh yeter; mercan tespih bulunması mı lâzım?
3. Gönül susuzluktan yanıyor ve vücut aşkla o derece ateşli ki, elimizde yakıcı kor kesilir.
4. Murat kadehinin şarabına nasıl doyasıya kanalım ki devran sakisi onu bir lâhza elimizde bırakmıyor.
5. Ey Nefî! Üstünde çiy taneleri dolu bir sünbüle benzeyen ve inciler saçan kalem elimizde ya... (varsın, murat kadehi elimizde olmasın...)
İzahlar:
1. Ger, eğer ve ol, o demektir.
Gûşe-i dâmân: (f. is. t.) Eteğin ucu.
Çâk-i girîban: (f. is. t.) Yakanın yırtığı.
Gûşe-i dâmânın elde kalmaması, istenen, sevilen şeyi elden kaçırmaktan; çâk-i girîban etmek ise dövünüp ağlamaktan kinayedir.
Sevgilinin eteğinin bir parçası elimizde kalmazsa elden ne gelir, en azından kendi yakamızın yırtığı elimizde. Ya da sevgili bizden elini eteğini çekmişse, bizimle ilgilenmiyorsa yapılacak bir şey kalmamış demektir, tek yapabileceğimiz dövünüp yakamızı bağrımızı yırtmak ve bu vesileyle bir nevi teselli bulmaktır.
Sevgilinin eteği âşığa göre sultanların padişahların eteğine denk hatta onlardan daha da üstündür. Sıradan bir insanın padişahın eteğine ulaşması ne kadar zorsa aşığın da sevgilinin eteğine ulaşması o kadar zor ve imkânsızdır.
Yaka yırtmak ise âşığın ızdırap içinde olduğunun önemli bir işaretidir. Sevgilinin ilgisizliği ve ulaşılamazlığı aşığın bu ızdırabını ikiye katlar.
(http://www.edebiyatturkiye.com/)
2. Tehî-dest: (E St.) Eliboş.
Sübha-i mercân: (f. is. t.) Mercan tespih şarapla mercan arasındaki renk münasebetinden dolayı, şair: "Biz sofuluk edip mercan tespih çekeceğimize, o renkleri şarapla dolu kadehi çekip keyfimize bakarız.” diyor.
3. Yahpâre, buz parçası demektir.
Ahker-i sûzân: (f. s. t.) Yakıcı kor.
4. Bir nice, burada nasıl demektir. “Bir nice”, daha ziyade, birçok yerinde kullanılır ve nasıl, ne kadar yerine de “nice bir” denir.
Câm i murâd: (f. is. t.) Murat kadehi. Bu terkipte, câmdan maksat, doğrudan doğruya kadeh değil, mecâzı mürsel olarak, kadehin içindeki şaraptır. Bu sebeple, câm-i muradı murat, arzu şarabı diye anlamak lâzımdır.
Bir göz atma; bir göz atacak kadar kıssa zaman manasına gelen lâhza kelimesinin “a” sı üzerindeki işareti “a” yı uzatmak için değil, sadece “l” harfini ince okutmak içindir.
Sâkî-i devrân: (f. is. t.) Felek sakisi; devran denilen saki.
Sâkî kelimesinin ikinci hecesi zihaflıdır.
5. Dür-efşân: (f. St.) İnci saçan.
Kilk-i dür-efşân: (f. s. t.) inci saçan kalem.
Kaleme inci saçan sıfatının verilmesi, onun inci gibi kıymetli ve güzel şeyler yazmasından dolayıdır ve bu vasfıyla kalem, üstünde birçok çiy taneleri bulunan bir sümbüle benzetilmiştir. Sümbülün sapı, eski kamış kalemlere benzer ve sümbül, kokusu insanı sarhoş edecek kadar güzel bir çiçektir; kalemden çıkan şiirlerin tesiri de böyledir.
N.H.ONAN, İZAHLI DİVAN ŞİİR ANT.