Kullanıcı Oyu: 3 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

NEF’İ – NE TENDE CAN İLE SENSİZ ÜMİD-İ SIHHAT OLUR

GAZEL

1. Ne tende cân ile sensiz ümîd-i sıhhât olur
   Ne cân bedende gâm-ı firkatûnle rahat olur


2. Ne çâre var ki firâkunla eglenem bir dem
    Ne tâli’üm meded eyler visâle fırsat olur


3. Ne şeb ki kûyuna yüz sürmesem o şeb ölürüm
    Ne gün ki kâmetüni görmesem kıyâmet olur


4. Dil ise gitdi kesülmez hevâ-yı aşkundan
    Nasîhat eyledüğümce beter melâmet olur


5. Belâ budur ki alışdı belâlarunla gönül
    Gamun da gelse bâ’is-i meserret olur


6. Nedür bu tâli’ ile derdi Nef’î-i zârun
    Ne şûhı sevse mülâyim dedükçe âfet olur

Vezni: Mefâilün feilâtün mefâilün feilün


Günümüz Türkçesi
1. Sensiz, (vücutta can olsa bile), benim için ne sıhhat ümidi vardır; ne de can, bedende, senin ayrılığının gamıyla rahat eder.
2. Senden ayrı iken, ne bir ân eğlenmemin imkânı var; ne de, talihim yardım edip, sana kavuşmak fırsatını bulabilirim.
3. Hangi gece kapına yüz sürmesem o gece ölürüm ve hangi gün güzel boyunu görmesem kıyamet kopar.
4. Gönülse, senin aşkının arzusundan bir türlü kesilmiyor; ben ona nasihat ettikçe o büsbütün rüsva oluyor.
5. Belâ bu ki, gönül senin belâlarına alıştı; şimdi kalbe gamın da gelse sevinç uyandırıyor.
6. Bu talih ile zavallı Nefi’nin çektiği dert nedir? Hangi güzeli sevse ve ona uysal dese, o güzel, bir âfet olur.

İzahlar:
1. Ümîd i sıhhat: (f. is. t.) Sıhhat ümidi; sağlık umudu.
Gam-i firkat: (f. is. t.) Ayrılık gamı; uzaklık derdi.
Firkat kelimesinin Arapçada doğru söylenişi fürkat ise de dilimizde daima yukarıdaki şekliyle kullanılmıştır.
Bu beyitte şair, sevgilisini kendi cam saydığına göre, ondan ayrı olunca sağlık ümidinin kalmayacağım, canının rahat edemeyeceğini söylüyor.

2. Eğlenem, eğleneyimd emektir.

3. Divan şairleri, kâmet ve kıyâmet kelimelerinin şekil, söyleniş ve bir dereceye kadar mana yakınlıklarından istifade ederek onları böyle yan yana kullanmakla kelime oyunu yaparlardı.

4. Hevâ-yi aşk: (f. is. t.) Aşk arzusu.
Eyledüğümce; eylediğim kadar, ben eyledikçe demektir.
Daha fena, büsbütün manalarında bir zarf olarak kullandığımız beter kelimesi Farsça “bedter”in dilimize geçerken aldığı şekildir. Maamafih daha sonraki asırların edebî mahsullerinde de bu kelimeye bedter suretinde dahi tesadüf edilir. “Bed”, fena demektir; “ter” ise daha manasında bir sıfat zarfıdır ki şirinter (daha tatlı), bâlâter (daha yüksek) kelimelerinde de aynı suretle kullanılmıştır.
Başkalarının kınamasına maruz kalmak, dile düşüp rüsva olmak, rüsvalık manasına gelen “melâmet” kelimesi, isim diye kullanılan Arapça bir mastardır. Fakat, bu beytin ikinci mısraının manası: "Gönül nasihatimi dinlemez ve iş büsbütün rüsvalık halini alır."dan ziyade, "Gönül nasihatimi dinlemeyerek büsbütün rüsva olur.” tarzında anlaşılmağa müsait olduğundan, melâmet kelimesine burada, halk kullanışına uyar bir tarzda, rüsva manası verilmiş olduğu görülüyor.

5. Bâis-i meserret: (f. is. t.) Sevinç sebebi, sevince sebep olan.
Alışmak fiilini şimdi, bir şeye alışmak, belâlarına alışmak suretinde kullanırız; hâlbuki bu fiilin, bu beyitte “belâlarınla alışmak” tarzında kullanıldığı görülüyor, belâlarınla alışkanlık hâsıl etmek gibi.


6. Nefî-i zâr: (f. s. t.) Zavallı, ağlayan Nefi.
Belâ, müsibet manasına gelen âfet kelimesi şiirde ekseriya, belâ gibi insanın gönlünü yakıp yıkan güzel manasıyla kullanılır ki bu beyitte de öyledir.
Bu gazelin kafiyelerine dikkat edilince; sıhhat, rahat, fursat kelimeleriyle kıyâmet, meserret, âfet kelimelerinin son heceleri arasında tam bir ses uygunluğu bulunmadığı görülür. Burada, Divan Edebiyatı kafiyeleri hakkında evvelce verilmiş olan izahatı hatırlamalıdır.

İZAHLI D.Ş.ANT. N.H.ONAN


ŞERH-2


Ne tende cân ile sensiz ümîd-i sıhhât olur
Ne cân bedende gâm-ı firkatûnle rahat olur

Ne çâre var ki firâkunla eglenem bir dem
Ne tâli’üm meded eyler visâle fırsat olur

Ne şeb ki kûyuna yüz sürmesem o şeb ölürüm
Ne gün ki kâmetüni görmesem kıyâmet olur

Dil ise gitdi kesülmez hevâ-yı aşkundan
Nasîhat eyledüğümce beter melâmet olur

Belâ budur ki alışdı belâlarunla gönül
Gamun da gelse bâ’is-i meserret olur

Nedür bu tâli’ ile derdi Nef’î-i zârun
Ne şûhı sevse mülâyim dedükçe âfet olur

Vezin Mefâilün feilâtün mefâilün feilün

****
Ne tende cân ile sensiz ümîd-i sıhhât olur
Ne cân bedende gâm-ı firkatûnle rahat olur


Vücudumda sensiz ne can ve sağlık umudu olur. Ne de can bedenimde ayrılığın gamıyla rahat yüzü görür.
Divan edebiyatının hayal ve remiz dünyasında can, genel olarak varlığı bilinen fakat gözle görülüp elle tutulamayan bir özelliktedir ve mücerret olduğundan yok kabul edilmektedir. Diğer bir adı “rûh-ı musavver” olan can, mekânı belli olmadığı için Nev’î’nin.

“Sana hercaîlik ayb olmaz ey rûh-ı musavver sen
Cihanın canısın can ise hergiz lâ-mekânîdir”


beytinde ifadesini bulduğu üzere “lâ-mekânî” diye vasıflandırılır ve sevgilinin hercaî oluşunun sebebi de buna bağlanır. Bu arada hem gizli hem de hayat verici oluşu bakımından âb-ı hayâta benzetilir. Yine Nev’î’nin,


“Nakd-i canı verdi dil âb-ı hayât-ı la’line
Kim-durur dîvânede yokdur diyen akt-ı maaş”


beyti bu anlayışın bir ifadesidir. Can ayrıca ten, beden, cisim, kalıp gibi isimlerle anılan maddî varlığa hayat veren esas unsur olduğundan bunlarla ve özellikle ten ile çok sıkı bir ilişki içinde ele alınır. Nevi’nin

,
“Ten ü cân Kâ’be-i maksûdun özlerler misafirdir.
Demezler râh-ı aşk içre giden gitsin kalan kalsın”


beytinde görüldüğü gibi can, aşk yolunda konup göçen bir yolcu olarak zikredilirken bir taraftan da gelip geçici olduğuna dikkat çekilir. Çünkü İslâmî İnanışa göre can da ten de Allah’ın insana emanetidir. Vakti gelince can kuşu (mürg-i cân) Azrail’in tuzağına (dâm-ı ece!) düşecek ve onun tarafından avlanacaktır. Ayrıca can uçucu oluşundan dolayı kebûter, bülbül, tûtî, hüdhüd ve kumru gibi kuşlara benzetilerek bunlarla ilgili çeşitli vasıflarla anılır. Divan şairleri nazarında âşığın en değerli varlığı can nakdidir. Can nakit olunca ten de meta olarak alınır. Bunun tersi, yani can meta olduğunda ise sevgili onun müşterisi şeklinde tasavvur edilir. Nakit her an kullanmaya hazır bir değer ve sermaye olduğu için sevgisi veya sevgilisi uğruna âşığın verebileceği, vermekten çekinmeyeceği, bu yolda hesapsızca harcayacağı, kurban ve feda edeceği en değerli varlığıdır. Gerçek aşk ve âşık candan geçebilmekle ölçülür.(DİA, Can maddesi) Tasavvufta ise aynı kavram(can), bazan Allah anlamında, bazan Resûlullah, bazan da şeyh için kullanılmıştır.

Ne çâre var ki firâkunla eglenem bir dem
Ne tâli’üm meded eyler visâle fırsat olur

Ne senin ayrılığın yüzünden bir an oturup kalmanın çaresi var ne de talihim yardım eder de sana kavuşma fırsatı bulabilirim.
Şair, daima sevgiye kavuşma sancısı çeken aşığın sıkıntısını yolda giden yolcuya teşbih ederek anlatmaya çalışıyor.

Ne şeb ki kûyuna yüz sürmesem o şeb ölürüm
Ne gün ki kâmetüni görmesem kıyâmet olur

Hangi gece bulunduğun yerlere yüzümü sürmesem o gece ölürüm. Hangi günde selvi boyunu(kametini) görmesem benim için kıyamet olur.
Âşık, sevgilinin varlığıyla varlığının farkında olur; aksi halde kendisinin yürüyen ölü olduğunu düşünür. Çünkü âşık için kıyametin kopuşu demektir, sevgilinin boyunu bosunu göremediği gün. Onun endamıyla kendi dünyasının harap olmasını engeller.
Kamet: Boy. Boy-bos. Endam.

Dil ise gitdi kesülmez hevâ-yı aşkundan
Nasîhat eyledüğümce beter melâmet olur


Gönül ise elden giden aşkının arzusundan bir türlü vazgeçmiyor, ben nasihat ettikçe o daha beter rezil oluyor.
Melamilere telmihte bulunarak aşkından kınanmışlığı, rezil ü rusva olmayı gönül tercih ediyor olmasından serzenişte bulunuyor. Âşık, aslında bu duruma düşmemek için gönle çok nasihatler etmiş ama bu ters tepmiş ve daha da beter olmuş. Çünkü bu gönülde attık aşktan ziyade heva-yı aşk varmış. Dolayısıyla heva bir kuş misali yerinde durmayıp uçuyor tasvirini bize çiziyor şair


Belâ budur ki alışdı belâlarunla gönül
Gamun da gelse bâ’is-i meserret olur

Asıl belâ şu ki gönül belâlarınla alıştı. Şimdi gönle gamın da gelse sevinç sebebi oluyor.
Gönül aşk derdiyle sürekli âh edip İnlediğinden ney, tambur, ud gibi müzik aletlerine de teşbih edilir. Hazine veya definelerin viranelerde bulunmasından hareketle gönül de sevgilinin aşkını veya hayalini hazine gibi kendinde saklayan bir virane şeklinde tasavvur edilir: “Bu hârâbatta sabit olamam sultânım/

Dil-i viranemi yapsan da yıkılsam gitsem”
                                     (Sabit)
Gönül için en çok kullanılan sıfatlar perişan, kaygılı, hayran, zâr, bîçâre, harap, sergeşte, sadpâre, şikeste ve gamgîndir.”(DİA, Gönül maddesi) Ama âşık olan gönül, ne kadar gamlı da olsa ela gözlü güzel, şehla bakışlı sevgiliden gelen belaları, bela değil aksine sevinç vesilesi sayar.

Nedür bu tâli’ ile derdi Nef’î-i zârun
Ne şûhı sevse mülâyim dedükçe âfet olur

Bu talihsiz ve zavallı Nef’î’nin çektiği dertler nedir? Hangi güzeli sevse ona yumuşak huylu ve uysal dedikçe bir afet kesiliyor.
Şuh: f. Şen ve hareketlerinde serbest olan. * Nazlı, işveli. * Açık saçık, hayasız. Oynak.

Bu gönül için zavallı aşık Nef’i ne yapsa hep tersiyle karşılaşmış, kaderinde bu kederle yaşamak varmış. O da en sonunda artık bu tersliğe alışmış ve bundan sevinç duyma yolunu tercih etmiş. Çünkü aşık ne yapsa olmamış. Sevgiliye mülayim demiş, başına afet kesilmiş; nasihat etmiş, daha beter olmuş. Tüm bu dertlerin nedeni ise aşığın sevgiliden firaka dayanamaması, vuslatı arzulaması, gönlünün bir maşuka bağlanması imiş. En sonunda aşık gam ve kederi kaderi kabul etmiş ve hatta bais-i meserret saymış.
İşte aşk buna derler.

EMRE SESSİZ

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi