Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

NEFİ – TUT-İ MUCİZE-GUYEM NE DESEM LAF DEĞİL

GAZEL

1. Tûti-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil
    Çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil

2. Ehl-i dildir deyemem sînesi sâfolmayana
    Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil

3. Yine endişe bilür kadr-i dür-i güfârım
    Rûzgâr ise denî dehr ise sarrâf değil

4. Girdi miftâh-i der-i genc-i maânî elime
   Âleme bezl-i güher eylesem itlâf değil

5. Levh-i mahfûz-i sühanğir dil-i pâk-i Nefî
   Tab'-i yâran gibi dükkânçe-i sahhâf değil

Vezni: Feilâtün (Fâilâtün Feilâün Feilün (Fa'lün)


Günümüz Türkçesi:
1. Mucize gibi sözler söyleyen bir papağanım, dediklerim lâf değildir. Felekle konuşamam; tenezzül etmem; çünkü onun aynası, kalbi temiz değildir. (O benim seviyemde değildir.)

2. Gönlü temiz olmayana gönül ehlidir diyemem; gönül ehillerinin birbirlerini bilmemesi insafa sığar bir iş değildir.

3. Felek alçak, dünya ise kıymet bilmez; inciye benzeyen sözümün değerini gene düşünce bilir.

4. Şiir hazinesinin kapısının anahtarı elime geçti; âleme bol bol cevher dağıtsam bunlara ziyan olmuş gözüyle bakılamaz.

5. Nefi’nin temiz gönlü şiirin levhi mahfuzudur, dostlarınki gibi kitapçı dükkânı değil!

İzahlar:

1. Mu'cize-gûy: (f. St.) Mucize söyleyen. Mucize, Peygamberlerin yaptıkları ve halkın yapmaktan aciz olduğu şeyler demektir.

Tûtî-i mu'cize-gûy: (f. s. t.) Mucize söyleyen papağan.

Şairin kendisini papağana benzetmesi, insan sesini taklit edebilen bu kuşun fevkalâde bir yaradılışa sahip sayılmasından dolayıdır. Eski şairler, kendilerine veya tatlı dilli sevgililerine kendisine benzetilen olarak aldıkları tûtî için şeker-hâ (şeker çiğneyen), şeker güftâr (şeker sözlü), şîrîn zebân (tatlı dilli) gibi sıfatlar kullanılırdı. Bu beyitte tûtî kelimesinin tî hecesi zihaflıdır.

Mu'cize-gûyum yerine mu'cize gûyem denilmesi eski söyleyiş tarzının hususiyeti iktizasındandır. Fiillere getirilen im, sin tarzındaki çekim eklerinin em, sen diye söylenilmesi bilhassa Azerî lehçesinin hususiyetlerindendir.

Ayîne: (f.) Papağanlara söz öğrettikleri ayna. Bu aynanın arkasına saklanan kimsenin söylediği sözü, papağan, aynada gördüğü papağan söylüyor zannederek, kendisi de söylemeğe çalışırmış.

Şiirde bazan birinci hecesi gibi ikinci hecesi de uzatılarak, bazan da -burada olduğu gibi- ikinci hecesi uzatılmadan kullanılan âyîne kelimesi bu beyitte mecazen, iç, kalp manasını almaktadır.

Bu beytin kafiyeleri olan lâf ve sâf kelimeleri, vezinde birer açık hece karşılığı olacak surette uzatılarak okunmalıdır. Diğer beyitlerin kafiyeleri olan insaf, sarrâf, itlâf ve sahhâf kelimelerinin son heceleri de böyledir.

2. Ehl-i dil: (f. is. t.) Gönül ehli; gönül âleminin şevk ve zevkleri içinde yaşayanlar.

3. Konuşurken daha ziyade keder, merak karşılığı olarak kullandığımız Farsça “endişe” kelimesinin asıl manası -burada olduğu gibi- düşünce, tefekkürdür.
Dür-i güftâr: (f. is. t.) Söz incisi.

Kadr-i dür-i güftâr: (Zincirleme f. is. t.) Söz incisinin değeri.

Güftârım, kelimesinin sonunda nesne eki kullanılmamıştır, kadr-i dür-i güftârım, kadr-i dür-i güftarımı demektir.

Rûzgâr kelimesinin rûz hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.

4. Ma'nânın çoğulu olan maânî kelimesi, eskiden, dilin sentaks (syntaxe) kısmının inceliklerinden bahseden ilmin de adı idi. Arapçada Maânî ile birlikte okutulan ve gene ifade güzelliğinden bahseden Bedî ve Beyân ilimleri de vardı. Nefî de burada maânî kelimesini sadece şiirin içindeki manalar yerine değil, söz inceliği, güzel söz, şiir manasında kullanmıştır.

Genc-i maânî: (f. is. t.) Manalar hazinesi; şiir hazinesi.

Der-i genc-i maânî: (Zincirleme f. is. t.) Şiir hazinesinin kapısı.

Miftâh-i der-i genc-i maânî: (Uçüzlüz incirleme f. is. t.) Şiir hazinesinin kapısının anahtarı.

Bezl-i güher: (f. is. t.) Bol bol cevher dağıtmak, bol bol inci saçmak.

5. Levh-i mahfûz: (f. s. t) Allah'ın, kâinatın mukadderatını tespit etmiş olduğu manevî levha.

Levh-i mahfûz-i sühan: (f. is. t.) Şiirin levhi mahfuzu. Söz demek olan Farsça sühan kelimesi, şairler kendi sözleri için kullandıkları zaman, manzum söz, şiir diye anlamak lâzımdır.

Dil-i pâk: (f. s. t.) Temiz gönül.

Dil-i pâk-i Nefî: (f. is. t.) Nefi’nin temiz gönlü.

Tab'-i yârân: (f. is. t.) Dostların tabiati, yaradılışı.

Dükkânçe-i sahhâf: (f. is. t.) Kitapçı dükkâncığı. Dükkân kelimesinin sonundaki çe, Farsçada manayı küçültücü bir ektir.

Kân hecesini burada uzatmadan okumalıdır.

Nefi bu beytinde kendi gönlüne, kimsenin söyleyemeyeceği sözlerin Allah tarafından ilham edildiğini ve bu yüzden gönlünün levh-i mahfûza benzediğini söyledikten sonra; başka şairlerin tabiatlerını kitapçı dükkâncığına benzetmekle de onların şiir mazmunlarını kitaplardan, başka şairlerin divanlarından aldıklarına ve bu yüzden eserlerinin söylene söylene güzelliğini taklitlerden ibaret olduğuna tariz ediyor.

İZAHLI DİVAN ŞİİR ANTOLOJİSİ, N.H.ONAN

SON EKLENENLER

Üye Girişi