Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

NAİLİ –HEVA-YI AŞKA UYUP KU-YI YAREDEK GİDERİZ

GAZEL
1. Hevâ-yi aşka uyup kû-yi yâredek gideriz
    Nesîm-i subha refikiz bahâredek gideriz

2. Pelâspâre-i rindî bedûş kâse bekef
    Zekât-i mey verilür bir diyâredek gideriz

3. Verüp tezelzül-i Mansûru sâk-ı arşa tamâm
    Hudâ Hudâ diyerek pâ-yi dâredek gideriz

4. Ederse kand-i lebin hâtır-i mezâka hutûr
    Diyâr-i Mısra değil Kandehâredek gideriz

5. Tarîk-ı fâkada hemkefş olup Senâîye
    Cenâb-i Külhani-i Lâyhâredek gideriz

6. Felek girerse kef-i Nâilîye dâmânın
    Seninle mahkeme-i Kirdgâredek gideriz.

Vezni: Mefâilün Feilâtün Mefâilün Feilün (Fa'lün)


Günümüz Türkçesi

1. Aşk arzusuna uyarak sevgilinin bulunduğu yere kadar gideriz; biz sabah rüzgârının arkadaşıyız, bahara kadar gideriz.
2. Rintlik çulu omuzda ve çanak elde olarak, şarabın zekâtı verilen bir ülkeye kadar gideriz.
3. Hallacı Mansur’un asılma sarsıntısına benzer bir sarsıntı ile Allah Allah diyerek darağacının dibine kadar gideriz.
4. Dudağının tadı aklımıza gelirse, Mısır ülkesine değil, Kandehara kadar gideriz.
5. Fakirlik, yokluk yolunda Senâîye ayaktaş olup, Külhanîi Lâyhar’ın huzuruna kadar gideriz.
6. Ey felek! Eğer eteğin bir kere Nâilînin eline geçerse, (bana ettiklerinin hesabını sormak üzere) seninle Allah’ın mahkemesine kadar gideriz.

İzahlar:
1. Hevâ-yi aşk: (f. is. t.) Aşk arzusu.
Kûy-i yar: (f. is. t.) Sevgilinin köyü; sevgilinin oturduğu yer.
Nesîm-i subh: (f. is. t.) Sabah rüzgârı.
Hevâ kelimesinin bildiğimiz hava manası hatıra getirilmek suretiyle, birinci mısradaki hevâ-yi aşk ve kûy-i yâra mukabil ikinci mısrada nesîm-i subh ve bahâr sözleri zikrolunarak leffü neşir yapılmıştır.

2. Pelâspâre-i rindi: (f is. t.) Rintlik çulu.
Pelâspâre-i rindîbedûş: Rintlik çulu omuzda olarak.
Kâse-bekef: Çanak (şarap çanağı) elde olarak.
Bedûş ve bekef kelimelerindeki (be)ler Farsçanın bir nesne edatıdır.
Zekât-i mey: (f. is. t.) Şarabın zekâtı.
Rintliğin, yani hayatin maddî kıymetlerini tanımadan gönül âleminde kayıtsız yaşamanın zevkini anlatan bu beyitte şair, şarabın zekâtı verilen bir diyar demekle, dünyadaki bütün işlere ve hareketlere ancak dinî taassubun dar görüşüyle bakan kaba sofuların sözlerinin geçmediği, şarabın ulu orta haram sayılıp menedilmediği, hattâ muhtaçlara şaraptan zekât verildiği bir muhiti kastetmektedir. Şarap, eski hayatta, dar şeriat telâkkilerine karşı serbest düşünüşün bir sembolü, adeta bir isyan bayrağı hükmündedir. Divan Edebiyatı şairleri, şarabın mahiyetini anlamıyan zahitlere daima tarizlerde, hücumlarda bulunurlar.
Bu beyitte pelâspâre kelimesinin lâk ve bedûş kelimesinin dûş hecelerini, vezinde birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumalıdır.

3. Tezelzül-i Mansûr: (f. is. t.) Mansurun sarsıntısı. 921 de ölen ve Hallâç lâkabıyla tanılan Mansur, meşhur bir mutasavvıftır ki, ruh erginliğinin en yüksek derecesine varıp enelhak (ben hakkım) dediği için, bu sözünün manasını anlamayan şeriatçıler tarafından, Allah’lık iddia ediyor diye asılmıştır.
Tasavvufta enelhak sözünün delâlet ettiği mana, hakla hak olmak dünyaya ait bütün hırs ve arzulardan ruhu temizleyip ilâhî varlığa yaklaşıp karışmaktır.
Arş; eskilerin inanışlarına göre dokuz kat, yahut üstüste geçmiş dokuz kubbe farz edilen göğün en üst tabakasıdır ki buna feleküleflâk, felek-i a'zam ve felek-i atlas da denir. Sâk bacağın dizkapağı ile topuğu arasındaki baldır kısmıdır. Ağaç gövdesi manasına da gelir.
Sâk-ı arş: (f. is. t.) Arşın direği.
Arşın sâkına Mansûrun tezelzulünu veririz ifadesinin delâlet ettiği mana, Mansur’un davasıyla arşın temel direğini sarsarız, bu idealin akislerini oraya kadar yükseltirizdir.
Pâ-yi dâr: (f. is. t.) Darağacının dibi.

4. Kand-i leb: (f. is. t.) Dudağın şekeri; dudaktaki tat.
Hâtır-i mezâk: (f. is. t.) Damağın hatırı, düşüncesi.
Hutûr etmek, hatıra gelmek demektir.
Diyâr-i Mısr: (f. is. t.) Mısır ülkesi.
Gerek Mısır’da, gerek Hindistan’daki Kandehâr eyaletinde şeker kamışı yetişmektedir. Dudağın lezzeti dolayısıyla bu memleketler hatırlanmıştır. Ayrıca kand ile Kandehar arasındaki kelime münasebeti de göze çarpmaktadır. Kand, şeker demektir.

5. Tarîk-ı fâka: (f. is. t.) Fakirlik, yokluk, ihtiyaç yolu.
Hemkefş olmak; pabucu bir olmak, aynı ayakkabıyı giymek, ayaktaş olmak, aynı yolda olmak demektir.
Bu beytin manasını anlamak için, Senâî ile Külhanîi Lâyhâr’ın kim olduklarını bilmek lâzımdır:
Hakîm Senâî, X’uncu asırda yaşamış, İran’ın meşhur mutasavvıf şairlerinden biridir ki gençliğinde, diğer şairler gibi, zamanının hükümdarına kasideler yazarken Külhanîi Lâyhâr isimli bir meczubun sözlerinden müteessir olarak şahın methi için yazdığı kasideleri yakmış ve sonra dehasını hikmet ve marifet yoluna çevirerek bu tarzdaki eserleriyle büyük bir şöhret kazanmıştır. Bundan anlaşılıyor ki, Senâî, Külhanîye rastgelmeden önce dünyanın servetine, hükümdarın iltifatına kıymet veren bir adammış; fakat Külhânînin sözleri ona hakikatin kapılarını açmış. Nâilî de bu beytinde bu hadiseye telmih etmektedir.
Külhanî’nin lâkabı olan Lâyhâr kelimesinin lûgat manası "tortu yiyen, şarap tortusu içen” dir. Bu kelimenin Lây hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.
Bir sıfat tamlaması halinde olan Külhanîi Lâyhâr tamlayan gibi alınarak başına cenâb tamlananı eklenmiştir; bu kelime tazim ifade etmektedir.

6. Kef-i Nâilî: (f. is. t.) Nâilî’nin eli, avucu.
Mahkeme-i Kirdgâr: (f. is. t.) Allah’ın mahkemesi.
Kirdgâr kelimesinin Kird hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.

İzahlı Şiir Ant. N.H.ONAN

SON EKLENENLER

Üye Girişi