Kullanıcı Oyu: 3 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

NEF’İ –KASİDE İNCELEMESİ 

1. Gamzen ne dem ki tîğ çekip hûn feşan olur
    Uşşak-ı dil-figâra ecel mihribân olur.

2. Çeşmin o kahramân-i gazabnâkdir senin
    Kim hışımı zâil olsa dahî bîamân olur

3. Kim gördü böyle hindû-yi mest-i kemîn-güşâ
    Kim bir hadengi âfet-i cân-ı cihân olur

4. Müjgânlarınla seyr eden ol ebrûvânı der
    Birden bu denlü tîr nice derkemân olur

5. Gamzen suâle başlasa uşşâka her müjen
    Gûyâ lisân-ı hâl ile bir tercemân olur

  Gamzen görür itâb ile öldürdüğün bizi
  Durmaz girişme dahi ana hem-zebân olur

6. Bu nâz ü bu nigâh-i tegâfül ki sen de var
    Hızr olsa âşıkın sebeb-i terk-i cân olur

7. Sen böyle nâz ü şive satınca gedalara
    Narh-ı metâ-ı der ü belâ rayegân olur

8. Yeksân ise yanında seven sevmeyen seni
    Hûbâna bu muameleden çok ziyân olur

9. Râzî değilse ger buna nâmûs-ı dilberi
    Uşşâka derse böyle ihânet yamân olur

10. Her nâmahalle ruhsat-i nezzâre ya neden
    Bir gün demez misin ki mahallinde kân olur

11. Dil bu havâ ile kafes-i teng-i sinede
    Manend-i mürg-i bâl-i şikeste-tapân olur

12. Kim gülşen-i ruhunda vere nağmeye karâr
     Tâ ol zamân ki bağ-ı cihân pür hazân olur.

13. Fikr eyleyince dâm-ı girih-gîr-i zülfünü
     Bir hâlet elverir ki kafes gülsitân olur

14. Zülfün mü yâ gezende siyeh mâr-i hambeham
     Kim pâsbân-ı genc-i nihân-ı miyân olur

15. Yahut hümâ şikâr edici şâhbâzdır
    Dâim havâ-yi sayd ile bîâşiyân olur

16. Gâhi ki halka halka durur pîç ü tâb ile
    Tuğra-yı hükm-i padişeh-i hüsn ân olur (Buraya kadar olan kısmı nesip bölümüdür)

17. Gâhi ki deste deste yatar yerde gûyiyâ
     Çârûb-ı âsitân-ı memâlik-i sitân olur

18. Ol safder-i yegâne ki tâb-ı mehâbeti
     Cevşen-güdâz-ı Tehmeten ü Kahramân olur

19. Ol dâver-i zemâne ki âb-ı adâleti
     Gülbün tırâz-ı gülşen-i emn ü emân olur

20. Paşa-yı bî-karîne-i âlem ki âleme
     İhsânı bî-nihâyet ü bî-imtihân olur

Düstûr-ı kâmkâr ki yekrûze bahşişi
Dahl-i hezâr sâle-i deryâ vü kân olur

Maksûd-ı kâinât u Murâd-ı cihâniyân
Kim âsitân-ı kıble-geh-i ins ü cân olur

Şem’-i cihân-serây-i vezâret ki şu’lesi
Meş’âl-fürûz-ı encümen-i hüsrevân olur

Mâh-ı felek-serîr-i saâdet ki pertevi
Nûr-ı çerâğ-ı baht-ı şeh-i ahterân olur

Rey’i münîri kim felek-i fehm ü dânişe
Bir mihr-i zerreperver-i arş-âsümân olur

Ger zerre denlü nûru ziyâ verse âleme
Hurşîd zerre gibi nazardan nihân olur

Bâd-ı sabâ ki bûy-ı gül ü yasemen için
Cerrâr-ı bînevâ-yı reh-i bûstân olur

Bir şemmesini bulsa eğer bûy-ı hûlkunun
Attâr-ı çârsû-yı zemîn ü zemân olur

Adli ki bir diyâr-i pür-âşûbe hükm ede
Düzd ü harâmi bedreka-i kârbân olur

Ol sâfder-i yegâne ki tâb'ı mehabeti
Cevşen-güdâz-ı Tehmeten ü Kahraman olur

Diller doyar mı görmeye cenk içre nîzesin
Ol dem ki hûn-i düşmen ucundan revân olur

Düştükçe hâke gûy-sıfat kelle-i adû
Pây-ı semendi tut ki ana savlecân olur.
……………………………………….

21. Saflar düzüp hücum edicek hayl-i düşmene
      Dehşetle âsmân fi zemin pür-figân olur

22. Sarsıldıgınca zelzele-i hamleden zemin
     Âşûb-ı rüste-hiz U kıyamet iyân olur

23. Gerd-i siyeyde şu’le –i şemşir-i tâbdâ
     Gûyâ sehâb-i tîred berk-i cehân-olur

24. Oklar sihâm-ı kavs-i kazadan nişân verir
     Peykân-ı tir ise ecel-i nâgehân olur

25. Evc-i hevâda sîl-i çekâçâk-ı tiğden
     Âvâz-ı ra'd ü saika reh-güm-künân olur

26. Her hamlede hücûm-i dilirân-ı nîzedar
      Hayl-ı adûya ol kadar âfet-resan olur

27. Kim tenlerinde râhı mesamat ser-beser
     Sûrak-i mâr-i mühre-rüba-yi sinarı olur

28. Gâhî miyân-ı safla durur kendi tîğ-veş
     Gâhî miyân-şikâf-ı sâf-ı düşmenân olur
……………………….
29. Ger âsiyan-ı Rûz-ı cezadan bir ehl-i şer
     Seyretse ol Kıyameti kim ol zaman olur

30. Birini eder dilinden o dem bîm-i duzahı
     Mevdan-i Mahşer ana riyaz-i cinan olur

Hakka benim o nâdire-perver ki her sözüm
Bir tuhfe gibi elden ele armağan olur

Tuttu cihanı debdebe-i kûs-i şöhretim
İşitmez anı gûşu hasudun girin olur

Anda liyâkat olsa ki ben lâf urup desem
Gelsün benimle var ise bir imtihan olur

Nef'î duâyâ başla ko da'vâyı (da'vîyi) kim duâ
Nazm âhirinde âdet-i nazm-âverân olur

Dönsün felekte sâgar-ı ikbâli gün gibi
Tâ anadek kl âhir-i bezm-i cihan olur

Vezni: Mef’ûlü Fâilâtü Mefâîlü Fâilün 

Not: Koyu yazılan beyitler izah edilmiştir.


Günümüz Türkçesi
1. Yan bakışın kılıç çekip kan saçmağa başlayınca yüreği yaralı âşıklara ecel acır, şefkat gösterir.
2. Senin gözün öyle hiddetli bir Kahramandır ki kızgınlığı geçse bile amansız, merhametsizdir.
3. Böyle, bir oku dünyanın canına belâ olan, (açıkça) tuzak kuran ve kendinden geçmiş kara yağız bir Hintliyi kim görmüştür?
4. 0 kaşları kirpiklerinle beraber seyreden: "Birden bu kadar ok nasıl yaya konulabilir?” der.
5. Yan bakışın, senin bizi azarlıyarak öldürdüğünü gördüğü halde, cilve de durmadan onunla söz birliği eder.
6. Âşıkın Hızır da olsa, sendeki bu naz ve bu bilmezlikten, anlamazlıktan gelen bakış, onun bile ölümüne sebep olur.
7. Sen aşkını dilenen herkese böyle naz ve şive satınca, dert ve belâ malı da değerini kaybeder.
8. Seveninle sevmiyenin sence farkı yoksa bu yolda hareket etmekten güzellere çok zarar gelir.
9 ve 10. Dilberlik haysiyeti ve namusu buna razı olmaz da, âşıklara: ”Bize böyle hakaret etmeniz, sonra fena olur!” derse peki, öyle her olur olmaza sana bakma müsaadesini neden veriyorsun? Sırasında, bu yüzden kan dökülebileceği aklına gelmez mi?
11, 12 ve 13. Gönül; dünya bahçesinde sonbahar oluncaya, (yani kıyamete) kadar, senin bir gül bahçesini andıran yanağında öte durmak arzusuyla, kanadı kırık kuş gibi, göğsün dar kafesinde çırpınır. Fakat saçının düğümlerle dolu olan tuzağını düşününce, öyle bir hal gelir ki, kafes ona bir gülistan kesilir.
14. Bu, zülfün müdür; yoksa, gizli bel hazinesinin bekçisi olan kıvrım kıvrım, sokucu bir kara yılan mıdır?
15. Yahutta, daima av hevesiyle yuvasından uçan ve (oraya dönmeyen) hüma avlayıcı bir doğan mıdır?
16. Bazan, kıvrımlarla halka halka durunca güzellik ve cazibe padişahının fermanındaki turaya benzer.
17. Bozan da, yerde tutam yatınca sanki memleketler fethedenin (Murat Paşa’nın) eşiğinin süpürgesi olur
18. 0 eşsiz, saf yaran yiğit (Murat Paşa) ki, kudretinin ve büyüklüğünün ateşi Tehemten ile Kahramanın zırhlarını eritir.
19. Devrin o âdil adamı ki, adaletinin suyu, feyzi, emniyet ve asayiş gülistanını gül ağaçlarıyla süsleyip donatır.
20. Âlemde eşi bulunmayan paşa ki, ihsanı herkes için nihayetsiz ve minnetsizdir.
……………………………………..
21. Askerlerini sıralayıp düşman ordusuna hücum edince yer, gök dehşetle inlemeğe başlar.
22. Yeryüzü hücumun zelzelesiyles arsıldığı zaman kıyamet kargaşalığı meydana gelir.
23. Kapkara toz duman içinde parlak kılıçların ışıltısı, sanki karanlık bulutta çakan bir şimşek olur
24. Oklar, kaza ve belâ yayının oklarını andırır; okların temreni ise ansızın gelen ecele benzer.
25. Kılıç şakırtılarından, semada, gök gürültüsüyle yıldırım sesi yolunu kaybeder.
26 ve 27. Her atılışta, mızraklı yiğitlerin hücumu düşman sürüsüne o kadar belâ getirir ki, düşmanların vücutlerındeki mesame delikleri, "gözenekler” baştanbaşa, mızrağın yılan mühresine benzeyen ucunu çeken birer delik olur.
28. Bazan kendisi (Murat Paşa), asker dizisinin artasında kılıç gibi durur; bazan da, düşman saflarının ortasını paramparça eder.
………………………
29 ve 30. Eğer kıyamet günün asilerinden bir günahkâr o zaman (harp zamanında) kopan kıyameti görse, o anda gönlünden cehennem korkusunu çıkarıp atar ve mahşer meydanı ona cennet bahçeleri gibi görünür.

İzahlar:
1.. Hûn-feşân: (f. St.) Kan saçan.
Dil-figâr: (f. St.) Yüreği yaralı.
Uşşâk-ı dil-figâr: (f. s. t.) Yüreği yaralı âşıklar.
Mihrbân, Farsçada, muhabbetli, şefkatli demektir ve dili-mizde mihriban diye söylenir. Mihr hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumalıdır.
Mihrbân olmak da; muhabbet göstermek, şefkatli davranmak, acımak manasınadır.
Bakışın, bilhassa gamzenin kılıca ve oka benzetilmesi, Divan Edebiyatımızda her şair tarafindan yapılagelen bir teşpihtir. Bu beyitte de gamzenin kılıç çekmesi tabiriyle, bakışın kılıç gibi keskinleşip kalbi yaralaması kastedilmiştir.
Kılıç demek olan tîğ kelimesini de, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak kadar uzatarak okumalıdır.

2. Kahramân-i gazabnâk: (f. s; t.) Kızgın, hiddetli Kahraman.
Şair bu beytiyle, sevgilisinin bakışlarının, yalmz kızgınlık zamanlarında değil, sakin bulunduğu anlarda da âşıkl hakkında merhametsiz davrandığını, amansız olduğunu ifade etmektedir.
Gazabnâk kelimesinin nâk hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece kadar uzatarak okumalıdır.
Kahraman, İran mitolojisindeki savaşçılardan biridir.

3. Hindû, hintli demektir. Eski şairler, siyahlığından dolayı, yüzdeki siyah benler için, yahut kara gözler ve siyah saçlar için bu kelimeyi kullanırlar. Bu kelime ile Müslüman olmıyan, kâfir hintliler kastedildiği için bu bakımdan da siyahlıkla alâkası vardır. (Küfr ve kâfir kelimelerine dair evvelce, verilen izahata bakınız.) Hindû kelimesinin son hecesindeki û aslında memdut bir sesli harf iken burada zihaflı olarak kullanılmıştır.
Hindû-yi mest: (f. s. t.) Sarhoş, kendinden geçmiş hintli.
Kemîn-küşâ: (f. St.) Tuzak açan, tuzak kuran.
Hindû-yi mest-i kemîn-küşâ: (f. s. t.) Tuzak kuran sarhoş hintli. Hindû yi mest terkibi bir isim gibi alınıp ona yeniden kemîn-küşâ sıfatı verilmiştir.
Âfet-i cân: (f. is. t.) Canın belâsı, can belâsı.
Âfet-i cân-i cihân: (Zincirleme f . is. t.) Cihanın canının belâsı.
Şairin burada hindû-yi mest dediği, sevgilisinin kara ve mahmur gözleridir. O kara gözler, âşıkların gönüllerini avlamak için tuzak kurduğu için kemîn-küşâ oluyor. İkinci mısradaki hadeng kelimesi de o gözlerin yüreklere saplanan bakışları için kullanılmıştır.

4. Bu denlü; böyle, bu türlü, bu kadar demektir.
Derkemân; yayda, yaya konulmuş demektir. Kemân kelimesinin başındaki der Farsçanın nesne eklerinden biridir.
Tîr kelimesi, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak, lâzımdır.

5. Hemzebân; dilleri bir, aynı dili konuşan, aynı şeyi söyleyen demektir.
Gamzen bizi öldürdüğün görür, senin gamzenin bizi öldürdüğünü görür demektir.

6. Nigâh-ı tegâfül: (f. is. t.) Tegafül bakışı; maksadı ve hali anlamazlıktan gelen bakış.
Hızr, Hızır Aleyhisselâmdır. Rivayete göre, Hızır Abıhayattan içerek ölmezlik sırrına ermiş. Sevgilinin nazı ile bakışının, Hızrı bile öldüreceği zikredilmekle onlardaki tesirin şiddeti anlatılmış oluyor.
Terk-i cân (f. is. t.) Can vermek.
Sebeb-i terk-i cân: (Zincirleme f. is. t.) Can verme sebebi.

7. Bu beyitteki gedâlardan maksat; zavallı, düşkün âşıklardır.
Meta'-i derd ü belâ: (f. is. t.) Dert ve belâ malı. Derd ve belâ, metâ, kelimesinin ayrı ayrı birer tamlayanıdır.
Nerh-i metâ'-i derd ü belâ: (Zincirleme f. is. t.) Dert ve belâ malının narkı, değeri.
Derd ve belâ malının narh râygân olur (bedavalaşır) denilmekle, sevgili uğrunda çekilecek ızdırabın değerden düşeceği anlatılıyor.
Râygân kelimesinin rây hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır. Bu kelime bizde daha ziyade rayegân şekliyle tanılır.

8. Yanında; indinde, sence demektir.

9. Dilberî; dilberlik, güzellik demektir; aslında bir sıfat takımı olan dil-ber kelimesinin sonuna, Farsçada sıfatlardan isim yapmağa yarıyan “î” eki getirilerek yapılmıştır. Aynı ek isimlerden de sıfat yapar.
Nâmûs-i dilberî: (f. is. t.) Dilberlik namusu; güzellik şerefte haysiyeti.
Yaman; fena, kötü demektir. Azerî lehçesindeb u mana ile bugün de kullanılır.

10. Nâmahal; yersiz, münasebetsiz demektir.
Ruhsat-i nezzâre: (f. is. t.) Bakma izni, bakmağa müsaade etmek

11.Kafes-i teng: (f. s. t.) Dar kafes.
Kafes-i teng-i sîne: (f. is. t.) Göğsün dar kafesi.
Bâl-şikeste: (f. St.) Kanadı kırık.
Mürg-i bâl-şikeste: (f.s. t.) Kırık kanatlı kuş.
Mânend-i mürg-ı bâl-şikeste: (Zincirleme f. is. t.) Kırık kanatlı kuş misali, kanadı kırık kuş gibi.
“Bâl-şikeste”nin bâl hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.

12. Beytin başındaki “kim” ki rabıt edatıdır ki üstündeki beyitle bu beyti manaca biribirine bağlamaktadır.
Gülşen-i ruh: (f. is. t.) Yanak gülşeni. Bu terkibin tamlananı olan gülşen ile tamlayanı olan ruhun birbirine bağlanmaları aralarındaki benzerlik dolayısıyladır. Yanak, kırmızı yahut pembe renginden dolayı gül bahçesine benzetilmiştir.
Vere, versin demektir.
Durma, sükûn demek olan karar; musikide, muhtelif makamlarda dolaşan sesin herhangi bir perde ve makama gelip bağlanması manasıyla kullanılır. Bu beyitte de, daha önce nağme kelimesinin kullanılmış olması, kararın böyle anlaşılmasını icap ettirmektedir.
Farsça tâ edatı, bizdeki -ye kadar edatının karşılığıdır ve buradaki tâ ol zaman, o zamana kadar demektir.
Bâğ-i cihân: (f. is. t.) Dünya bahçesı.
Perhazân; sonbahara uğramış, solup sararmış demektir.

13. Fikreylemek, düşünmek demektir.
Girih-gîr: (f. St.) Düğün tutmuş; düğümlü; dolaşık.
Dâm-i girih-gîr: (f. s. t.) Düğümlü tuzak,
Dâm-i girih-gîr-i zülf: (f. is. t.) Zülfün düğümlü tuzağı.

14. Hambeham; kıvrım kıvrım, büklüm büklüm demektir.
Mâr-i hambeham: (f. s. t.) Kıvrım kıvrım yılan.
Genc-i nihân: (f. s. t.) Gizli hazine.
Genc-i nihân-i miyân: (f. is. t.) Gizli bel hazinesi.
Pâsbân-i genc-i nihân-i miyân: (Zincirleme f. is. t.) Gizli bel hazinenin bekçisi.

Nefî bu beytinde, eskilerin ekseriya yaptıkları bir teşpihle, sevgilisinin beline kadar uzamış olan kıvrım kıvrım saçını, bir hazinenin kapısında bekçilik eden bir yılana benzetiyor.
Pâsbân kelimesinin pâs hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hae karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.

15. Hümâ, rivayete göre, Çin adalarında bulunan ve kemikle beslenen gayet büyük bir kuş imiş. Buna devlet kuşu da denir ki, kimin başına bu kuşun kanadının gölgesi düşerse o devlete erermiş.
Şâhbâz da, avda kullanılan beyaz ve iri doğan kuşudur. Bu kelimenin hem şâh, hem de bâz hecesini, vezinde birer kapalı ve birer açık hece kadar uzatarak okumak lâzımdır.
Hevâ-yi sayd: (f. is. t.) Av hevesi.
Bîâşiyân olmak; yuvasız kalmak, yuvadan uzaklaşnıak demektir.

16. Pâdişeh-i hüsn ü ân: (f. is. t.) Güzellik ve cazibe padişahı. Bu terkipte birincisi Arapça ve ikincisi Farsça olmak üzere aynı manaya gelen hüsn ve ân kelimeleri pâdişeh tamlananının ayrı birer tamlayanıdır.
Hükm-i pâdişeh-i hüsn ü ân: (Zincirleme f. is. t.) Güzellik padişahının hükmü, fermam.
Tuğrâ-yi hükm-i pâdişeh-i hüsn ü ân: (Zincirleme üçüzlü f. is. t.) Güzellik padişahının fermanının turası.
Yanağın üstünde kıvrılan saç, şekli itibarıyla turaya benzetiliyor.

17. Yatur, yatar demektir.
Gûyyâ; gûyâ, sanki demektir. Bu kelimenin gûy hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.
Memâlik-sitân: (f. st) Memleketler alan, ülkeler fetheden. Bu birleşik sıfat, burada Murat Paşa’nın şahsını gösterecek bir isim gibi kullanılmıştır.
Âstân-i memâlik-sitân: (f. is. t.) Ülkeler fetheden eşiği.
Çârûb-i âstân-i memâlik-sitân: (Zincirleme f. is. t. ) Ülkeler feth edenin eşiğinin süpürgesi.
Âstân kelimesinin âs hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.

18. Saf-der: (f. St.) Saf yaran; kahraman; cesur; yiğit. Bu sıfat da Murat Paşa’ya alem olan bir isim gibi kullanılmıştır.
Saf-der-i yegâne: (f. s. t.) Biricik, eşsiz kahraman.
Tâb-i mehâbet: (f. is. t.) Büyüklüğü, heybetina teşi.
Muhtelif manaları olan tâb kelimesinin buradaki manası ateş, kızgınlıktır.
Cevşen-güdâz: (f. St.) Zırh eriten.
Tehmeten, yahut Tehemten, İran destanının kahramanı olan Zaloğlu Rüstem’in lâkaplarından biridir.
Kahraman da, devleri yenmiş esatirî İran pehlivanlarından biridir.
Cevşen-güdâz-i Tehmeten ü Kahramân: (f. is. t.) Tehmetenin ve Kahramanın zırhını eriten.

19. Ol, o demektir.

Dâver-i zamâne: (f. is. t.) Devrin, zamanın âdili.
Âb-i adâlet: (f. is. t.) Doğruluğun feyiz ve bereketi, adaletin suyu. Su manasına gelen Farsça âb kelimesi burada, istiare yolu ile feyz ve bereket manasında kullanılmıştır.
Gülbün-tırâz: (f. St.) Gül ağaçlarını donatan, süsleyen.
Gülşen-i emn ü emân: (f, is. t.) Emniyet ve asayiş gülistanı.
Manaları aynı olan Arapça emn ve emân kelimeleri gülşen tamlananının ayrı birer tamlayanıdır.
Gülbün-tırâz-i gülşen-i emn ü emân: (Zincirleme f. is. t.) Emniyet ve asayiş gülistanını gül fidanlarıyla donatan.

20. Pâşâ-yi bîkarîne: (f. s. t.) Eşi olmayan paşa.
Pâşâ-yi bîkarîne-i âlem: (f. is. t.) Âlemin eşsiz paşası.

21. Edicek, edince demektir.
Hayl-i düşmen: (f. is. t.) Düşman ordusu, düşman güruhu.
Gök demek olan âsmân kelimesinin âs hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece değerince uzatarak okumak lâzımdır.

22. Sarsıldığınca; sarsıldıkça, sarsılınca, sarsıldığı zaman demektir.
Zelzelesi hamle: (f. is. t.) Atılış, hücum zelzelesi.
Âşûb-i restehîz ü kıyâmet: (f. is. t.) Kıyamet kargaşalığı. Bu terkipte âşûb tamlanan, biri Farsça, öteki Arapça olmak üzere aynı manaya gelen restehîz ve kıyâmet kelimeleri de onun iki tamlayanıdır. Bazı divanlarda bu iki kelimenin restehiz-i kıyamet diye bir isim tamlaması halinde yazılması yanlış olmalıdır.
Restehîz ü kıyâmet şeklinde de bu kelimelerden biri lüzumsuz ise de, bunların isim tamlaması halinde biribirine bağlanmalarının izahı pek mümkün değildir.
Belli, aşikâr, gözle görünen manalarına gelen ayân kelimesinin aslı iyân ise de bizde ötedenberi ayân olarak kullanılagelmiştir.

23. Gerd-i siyeh: (f. s. t.) Kara toz.
Şemşîr-i tâbdâr: (f. s. t.) Parlak kılıç.
Şu'le-i şemşîr-i tâbdâr: (f. is. t.) Parlak kılıcın alevi, Tâbdâr kelimesinin tâb hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumalıdır.
Sehâb-i tîre: (f. s. t.) Karanlık bulut.
Berk-1 cehân: (f. s. t.) Kımıldıyan, sıçrayan çakan şimşek.

24. Kavs-i kazâ: (f. is. t.) Kazâ yayı.
Sihâm-i kavs-i kazâ: (Zincirleme f. is. t.) Kazâ kavsinin okları.
Mukadderatın meydana gelmesi demek olan ve yerine göre kader ve felek kelimeleriyle de ifade edilen kazâ, bu beyitte bir yaya; dünyada olup biten şeyler, yani kazâ hükümleri de o yaydan çıkan oklara benzetilmiştir. Bundan sonra ise, hakikî oklar, yani Murat Paşa’nın askerlerinin okları da, kazâ yayının oklarına benzetilmiş oluyor.
Peykân-i tîr: (f. is. t.) Okun temreni.
Ecelsi nâgehân: (f. s. t.) Ansızın gelen ölüm.

25. Evc-i hevâ: (f. is. t.) Havanın üstü, en yüksek tabakası.
Çekâçâk-i tîğ: (f. is. t.) Kılıç şakırtısı sesi.
Sıyt-i çekâçak-i tîğ: (Zincirleme f. is. t.) Kılıç şakırtısı sesi.
Tîğden kelimesinin tîğ hecesini, vezindeb ir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.
Avâz-i ra'd ü sâika: (f. is. t.) Gök gürültüsünün ve yıldırımın sesi. Ra'd ve sâika kelimeleri âvâz tamlananının ayrı ayrı tamlayanıdır.
Güm-künân: (f. St.) Kaybeden.
Reh-güm-künân: (f. St.) Yolunu kaybeden. Bu, yukarıdakinden bir kat daha birleşik bir sıfattır. Reh-güm-künân olmak, yolunu kaybetmek demektir.

26. Dilîran-i nîzedâr (f. s. t.) Mızraklı yiğitler.
Hücûm-i dilîran-i nîzedâr: (f. is. t.) Mızraklı yiğitlerin hücumu.
Hayl-i adû: (f. is. t.) Düşman sürüsü.
Afet-resân: (f. St.) Belâ getiren, musibet eriştiren.
Ol kadar, o kadar demektir.

27. Bu beytin başındaki kim, üstteki beyitle bunu manaca bağlayan ki rabıt edatıdır.
Râh-i mesâmât: (f. is. t.) Mesamelerin, gözenekleriny olları; derideki ter deliklerinin deri altındaki ince kanalları.
Serteser, baştanbaşa demektir.
Mârmühre, yılan mühresi demektir. Mühre, küçük ve yuvarlak cisim manasına gelir. Yılanın başında da böyle bir yuvarlak vardır ve bu yılan zehrinin panzehridir.
Mârmühre-rübâ (f. St.) Yılan mühresini çeken.
Sûrâh-i mâhmühre-rübâ (f. s. t.)Yılan mühresini çeken delik.
Sûrâh-i mârmühre-rübâ-yi sinân: (f. is. t.) Mızrağın yılan mühresini çeken delik.
Bu beyitte, mızrak yılana, onun tepesi yılanın mühresine, düşmanların vücutlarındaki mesâmeler de yılan deliğine benzetilmiştir. Bu suretle, Murat Paşa’nın kumandasındaki ordunun hücumunun, düşman neferlerinin vücutlarındaki her deliğe bir mızrak isabet edecek derecede çok olduğu anlatılıyor.
Mesâmât kelimesininin ât hecesiyle mârmühre kelimesinin mâr hecesi, vezinde birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak tarzda uzatılarak okunmalıdır.

28. Miyân-i saf: (f. is. t.) Safın ortası.
Miyân-şikâf: (f. St.) Bir şeyin ortasını yarıp paralayan.
Saf-i düşmenân: (f. is. t.) Düşmanların safı,
Miyân-şikâf-i saf-i düşmenân: (Zincirleme f. is. t.) Düşmanların safının ortasını parçalayan.
Şair bu beyitte “paşa”yı bir kılıca benzettiği için birinci mısradaki miyân kelimesinin hem “orta”, hem de “bel” manasını düşünmek lâzımdır. Kılıç belde durur. Esasen “bel” de vücudun ortası demektir.
Bu beyitteki tîğ kelimesini de vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.

29. Rûz-i cezâ: (f. is. t.) Ceza günü, kıyamet günü.
Kıyamet gününe rûz-i cezâ denilmesi, herkesin dünyada yaptıklarının karşılığını görecek olmasından dolayıdır.
Cezâ kelimesi, bir hareketin -kötü olsun, iyi olsun- karşılığı, yani hem ceza, hem mükâfat manasına gelir. Fakat biz onu, sadece bir hareketin fena, eziyetli karşılığı manasıyle kullanagelmişizdir.
Asiyân-i rûz-i cezâ: (Zincirleme f. is. t.) Kıyamet gününün asileri.
Ehl-i şer: (f. is. t.) Şerli kimseler; fenalık yapan adam; şerir; günahkâr.
Şer kelimesinin sonundaki “r” aslında çift seslidir; bundan dolayı bu kelimenin sonuna sadalı harfle başlayan bir ek geldiği zaman ikinci “r” meydana çıkar; şerrin, şerri gibi.

30. Bîrûn etmek; dışarı çıkarmak, atmak demektir.
Bîm-i dûzah: (f. is. t.) Cehennem korkusu.
Meydân-i mahşer: (f. is. t.) Mahşer meydanı; kıyamet ününde bütün ölülerin dirilip kalkacakları meydan.
Riyâz-i cinân: (f. is. t.) Cennet bahçeleri.
Bu son iki beyitte harp meydanının dehşetini anlatan Nefi, kıyamet gününde dirilen günahkârlardan biri, bir o mahşer manzarasına, bir de bu harp meydanına baksa, o kimsenin, bunun dehşeti karşısında cehennem korkusunu unutacağını ve bunun yanında mahşer meydanını bir cennet bahçesi sayacağını söylüyor.
xxx
Bu kaside, Divan Edebiyatı şairleri arasında bir söz üstadı sayılan Nefi’nin en muvaffakıyetli eserlerinden biridir; beyitlerinin ahenginde harbin gürültüsü ve dehşeti sahiden duyulmaktadır.
Buraya alınırken birçok beyitleri çıkarılan bu kasidenin 16 numaralı beyte kadar olan kısmı nesîbidir. Kasidelerde nesip ekseriya bir tasvire hasredilir; bazan bunda olduğu gibi, kasideye bir gazelle başlandığı da vakidir. Fakat kasideye katılan gazelin sona doğru olması daha makbul sayılır. Kasideye, böyle tegazzül (gazel söylemek) suretiyle ilâve, edilen gazele gazel-i müzeyyel (ekleme gazel) denir. Kaside içinde gazel, şairin medih esnasındaki coşkunluğuna delâlet eder. 17 numaralı beyit, maksada geçmek için münasebet düşürülen girîz beyti, yahut girîzgâhtır. Bunu takip eden beyitler ise kasidenin esası, yani methe tahsis edilen kısmıdır.

İZAHLI DİVAN ŞİİR ANT. N.H.ONAN

SON EKLENENLER

Üye Girişi