Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

FUZULİ -LEYLÂ VE MECNUN

Leylâ ve Mecnûn, Arapların bir aşk hikâyesidir. Bu hikâye İran şairlerince de birçok defa yazılmış; bizde de, XV inci asırda, Ali Şir Nevâî bu mevzuu ilk defa Şark Türkçesiyle nazmetmiştir. Daha sonra Fuzuli, aynı mevzuda bu meşhur mesneviyi vücuda getirmiştir. Aynı mevzuda evvelden birçok eserler yazılmış olmakla beraber, Fuzûli’nin Leylâ ve Mecnûn’u tamamen orijinal bir eserdir. Çünkü bu eserde mevzu, aşkın ifadesine bir vesiledir. Fuzûli’nin eseri ise bu bakımdan, asırlardan beri bir şaheser olarak tanınmıştır.

Mevzuu.— Leyli (Leylânın Farsçadaki söylenişidir.) Kays (Mecnûn'un asıl adıdır.) daha mektepte iken birbirlerini seviyorlar. Aşk, bulunduğu yerde gizli kalamayacağı için, az zamanda bu efsane dilden dile düşüp macera cihana yayılıyor. Leylâ’nın anası bu aşktan ve onun uyandırdığı dedikodulardan haberdar olunca kızım mektepten alıyor; Kays da artık Leylâ’yı göremez oluyor.

Bu aşk ve ayrılık ıstırabı yüzünden derdini saklayamayıp halka rüsva olan Kays, Mecnûn diye anılmağa başlıyor. Bundan sonra, çöllere düşen Mecnun’a, babası, bu sevdadan vazgeçmesi için nasihatte bulunuyor; fakat Mecnun için kâinat artık Leylâ’dan ibarettir, nasihat kabul etmiyor; hattâ kendisini bu dertten kurtarması için Allah’a yalvarmak üzere babası tarafından Kâbe’ye götürüldüğü zaman derin bir vecit içinde, derdinin artması hususunda münacatta bulunuyor. Daha evvel Mecnun’un babası Leylâ’nın babasından kızını istemişse de, o razı olmamıştır.

Bunun üzerine, bir taraftan Mecnun’un, diğer taraftan Leylâ’nın halleri büsbütün perişanlaşıyor. Nihayet Leylâ’yı bir başkasına nikâhlıyorlar. Fakat Leylâ, bir perinin tesiri altında bulunduğunu ve eğer evlenirse ikisinin de o peri tarafından öldürüleceklerini söyleyerek kocasını kandırıyor, yanına yaklaştırmıyor. Bir müddet sonra da kocası ölüyor.

Çölde, kurda kuşa arkadaş olan Mecnun, aşkın bin bir türlü cefa ve ıstırabıyla öyle yoğruluyor ki dünyada yalnız ruhu ile yaşar bir mahlûk haline geliyor; dünyanın bütün maddî varlıklarıyla alâkasını kesiyor, hattâ Leylâ’nın vücuduyla bile... Bu yüzdendir ki, Leylâ koşup geldiği zaman Mecnun onu tanımıyor ve: “Leylâ benim içimdedir, sen kimsin?” diyor. Leylâ, Mecnun’daki bu ruh erginliğini anlıyor ve dönüp gidiyor. Nihayet, ilk önce Leylâ ve arkasından Mecnun ölüyorlar. Bu suretle ruhları hakikî kavuşmaya nail oluyor.

Gerek eserin mevzuunu en kısa şekilde hulâsa eden yukarıdaki satırlardan, gerek numune olarak aşağıya aldığımız parçalardan anlaşılacağı üzere, bu mesnevi, git gide maddeden ayrılıp tamamıyla ruha ait bir keyfiyet ve haz haline gelen ulvî aşkın ifadesidir. Fuzûlî’nin aşkı; kökleri beşerî unsurlardan gıda aldığı halde, plâtonik ve mistik meyva veren bir ağaç gibidir. Bu itibarla Fuzûlî’yi, doğrudan doğruya mutasavvıfane aşkı terennüm etmiş bir şair saymak doğru değildir, onun gazellerinde ve musammatlarında da hayattan ilham aldığım, yaşayan güzellerin beşerî güzelliklerine hayran olduğunu gösteren birçok beyitler vardır. Lâkin işte bu beşerî intibalar ve tahassüsler şairin ruhundaki büyük temsil kabiliyetiyle değişe değişe, olgunlaşa olgunlaşa maddeden sıyrılıp tamamen ruhî bir haz ve hayranlık mahiyetini alan bir aşk olmaktadır.


(Bu Leylîye Mecnûn'un istiğnâsıdır) (ve isbât-i safâ-yı âlâsıdır.)
1. Mecnun didî ey büt-i perîveş
   Hâşâk-i zaıfe urma âteş

2. Yakmağa beni yeter hayâlün
   Yohdur bana tâkat-i visâlün

3. Zinhâr getürme ey semen-ber
   Ayine-i ânzun berâber

4. Bir zerreye kim vücûd yohdur
   Ayîneden^ana sûd yohdur

5. Ol gün ki gözümde var idi nûr
   Gözden yüzünü kaçurdun ey hür

6. Hâlâ ki nezârenjildı müşkil
   Durmak ne içün bana mukabil

7. Aşk etti binâ-yi vaslı muhkem
   Ma’nîde beni senünle hemdem

8. Refoldu bu i’tibâr-i suret
   Hâşâ ki olam şikâr-i suret

9. Lezzet ruh-i yâr-i dil-sitandan
   Candur bulan ey diriğ candan

10. Cânum gideli besi zamandur
     Cismümdeki şimdi özge candur

11. Sensin hâlâ tenümde cânum
     Gözümde nûrum ciğerde kanum

12. Benden beri eyledün beni sen
    Arza kime eyleyem seni ben

13. Bende olan âşikar sensin
     Ben hod yohum ol ki var sensin

14. Dâim sana bendedür tecelli
     Ben gayrden olmışam teselli

15. Ger ben benjlsem nesin sen ey yâr
     Ver sen sen^isen ney em men-i zâr

16. Çün ben olubem senünle memlû
    Vahdet revişinde hoş değül bu

17. Kim taşrada isteyen nişânun
    Bir özge mekân bilem mekânun

Günümüz Türkçesi
(Bu Mecnunun Leylâya, artık onun maddî varlığına doymuş olduğunu ve içinin yüksek bir zevk ile dolduğunu bildirmesidir.)
1. Mecnun dedi ki: “Ey periye benzeyen güzel! Kuru, ince çalı çırpıyı ateşleme.
2. Beni yakmağa senin hayalin yeter; seninle vuslat etmeğe gücüm, kudretim yoktur.
3. Ey yasemin göğüslü! Sakın, yanağının aynasını beraber getirme! (Bana yaklaştırma.)
4. Varlığı olmayan bir zerreye aynanın faydası yoktur.
5. Ey huri! Gözümde nur bulunduğu zaman yüzünü gözümden kaçırdın.
6. Şimdi, seni görmek güçleşince niçin karşımda duruyorsun?
7. Aşk, kavuşma, yapısını sağlamlaştırdı ve manevi âlemde seninle beni dost, arkadaş etti.
8. Benim için, artık bir şekle, bir surete, maddî bir görünüşe değer vermek meselesi ortadan kalktı; bu dış görünüşe bir av gibi yakalanmamı Allah göstermesin.
9. Gönül alan sevgilinin yanağından zevk duyan candır, (hani bende o can... eyvahlar olsun!).
10. Bana ait olan can gideli hayli zaman oldu; şimdi vücudumde bulunan başka candur.
11. Bu anda, vücudümde canım, gözümde nurum ve ciğerimde kanım sensin.
12. Sen beni benden kurtardın, benliğimden uzaklaştırdın; hiç ben seni kimseye verir miyim?
13. Bende görünen sensin. Ben kendim yokum, var olan sensin.
14. Sen daima bende görünüyorsun; ben artık senden başka şeyleri çoktan unutmuş ve huzura kavuşmuş bulunuyorum.
15. Eğer benf bensem, ey sevgili, sen nesin ve eğer sen, sensen bu ağlayan ben neyim ve kimim?
16. Mademki ben seninle doluyum, o halde birlik kanununa uymaz ki,
17. Senden benliğimin dışında bir eser ve alâmet arayayım ve senin yerini başka bir yer olarak bileyim...

İZAHLARI:

1. Perîveş; peri gibi, periye benziyen demektir. Perî kelimesinin sonundaki veş, Farsçada sıfat yapmağa yariyan bir edattır. Ayrıca, hal ve zarf teşkili vazifesini de görür.
Büt-i perîveş: (f. s. t.) Periye benziyen güzel.
Hâşâk-i zaîf: (f. s. t.) Kuru çalı çırpı.
Mecnun kuru çalı çırpı tabirini kendi bitkin varlığı için ve ateş kelimesini de Leylâ’nın güzelliği için kullanıyor.

2. Takat-i visâl: (f. is. t.) Kavuşma takati; beraber bulunma kudreti.
Bundan sonra gelecek olanlarda görüleceği gibi bu beyitte de bir ideal haline getirilen aşkın ifadesi vardır. Sevgilinin kalpteki hayaliyle iktifa edip onun maddî varlığına kavuşmayı düşünmemek ideal aşkın en büyük hazzı ve tesellisidir. Buraya aldığımız parçanın sonunda, Mecnunun ağzından söylenmiş olan gazelin matlaında da:

Hayâl ile tesellidir gönül meyl-i visâl etmez
Gönülden aşra bir yâr olduğun âşık hayâl etmez


diye, «gönlün hayal ile avunup kavuşma arzusu duymadığı ve hakikî âşıkın, kendi gönlünün dışında bir sevgili bulunduğunu tasavvur edemeyeceği»i fade olunmaktadır.

3. Smen-ber: (f. st.) Yasemin göğüslü.
Âyîne-i ârız: (f. is. t.) Yanak aynası; ayna gibi parlak olan yanak.
Bu beytin başındaki zinhâr kelimesinin hâr hecesini, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak lâzımdır.

4. Birinci mısradaki vücûd kelimesinin cûd hecesiyle, ikinci mısradaki sûd kelimesini, vezinde, birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak gibi uzatarak okumak icap eder.
Ana, ona demektir.

5. Mecnun’un, gözünde nur bulunduğunu ve Leylâ’yı görebildiğini söylediği zamanlar, onun aşkıyla kanlı yaş döke döke gözlerinin kör olmasından evvelki zamanlardır. Yukarıya alınan parçadaki karşılaşma esnasında Mecnun artık görmez olmuştur ve bu körlük, hakikî aşk zevkine eren bir insanın dünya ile alâkasını kesip kendi gönül âlemine kapanmasının güzel bir remzidir.

6. Bir şeye bakmak demek olan Arapça nezâre kelimesine, İranlıların kullanışlarına göre, nazımda nezzâre suretinde de tesadüf edilir

7. Binâ-yi vasl: (f. is. t.) Kavuşma binası.
Birinci mısradaki etti yardımcı fiili, baş taraftaki aşk kelimesine değil, mısraın sonundaki muhkem kelimesine aittir; muhkem etmek; sağlam bir hale getirmek, sağlamlaştırmak demektir.
Ma’ni; mana âlemi, yani, bu maddi dünyanın gayri olan manevî âlem manasıyle kullanılmıştır.

8. Refolmak, kalkmak demektir.
İ’tibâr-i sûret: (f. is. t.) Görünüşe değer vermek; görünüşün itibarı, kıymeti.
Şikâr-i sûret; (f. is. t.) Görünüşe av olmak. Fuzûlî bu terkiple, maddî varlıklara esir olmayı, onlara ait arzular taşımayı kastediyor.
Olam, olayım demektir.

9. Dil-sitan (f. st.) Gönül alan.
Yâr-i dil-sitân: (f. s. t.) Gönül alan sevgili.
Ruh-i yâr-i dil-sitân; (f. is. t) Gönül alan sevgilinin yanağı.

11. Bu beytin her iki mısraında, sekti melih denilen bir vezin hususiyeti vardır. Sekti melih, (Mefûlü Mefâilün Feûlün) kalıbının üçüncü ve dördüncü açık hecelerini bir kapalı heceye çevirerek kalıbı (Mefûlün Fâilün Feûlün) şekline koymağa denir. (Mefûlü Mefâilün Feûlün) vezninin (Mefûlüm efâilünfeûlün) diye iki parçaya ayrılarak takti edilmesi daha kolaydır: (Cismimdeki şimdi özge candır) gibi. Sekti melih bulunan mısraların taktii ise (Mefûlünfâ-ilünfeûlün) diye yapılır ve bu suretle, 11 inci beytin her iki mısraı da:

Sensin hâlâ-tenimde cânım
Gözde nûrum-ciğerde kanım
suretinde,

Mefûlün Fâ-ilünfeûlün
kalıbına uydurulur.
Sekti melih, güzel duraklama manasında Farsça bir ıifat tamamlamasıdır ki, bir manzumeninm ısralarında, arada sırada hissedilen bu aksayış, veznin aynı tarzda sürüp giden ahenginde hoş bir değişiklik husule getirdiği için güzel sayılmıştır.

13. Birinci mısradaki âşikâr kelimesinin kâr hecesiyle ikinci mısradaki vâr kelimesini, vezinde, birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak icap eder.
Ol ki var; o ki vardır, yani var olan demektir.

14. Gayrden kelimesinin gayr hecesi, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette okunmalıdır.

15. Men-i zâr (f. s. t.) Zavallı ben, ağlayan ben.
Gerek 16 ve 17 sayılı beyitlerin, gerek daha üsttekilerin manalarını tasavvuf telâkkilerine göre anlamağa çalışmak lâzımdır. 17 nci beyitte geçen ve birlik gidişi manasına gelen vahdet revişi tabirinden maksat, dünyada var görünen türlü türlü şeylere bakarak çokluk diye bir mefhum kabul etmemek, bilâkis, her şeyin varlığını Allah’ın varlığına irca ederek bütün bu ayrı ayrı görünen şeyleri o tek varlığın tecellileri diye kabul eylemektir.
Buna nâzaran, sevilen ve seven diye iki ayrı varlık tasavvur etmek de doğru değildir. Aşk sayesinde cisim engeli ortadan kaldırıldıktan sonra ruhlar ilâhî visale kavuşur.
İşte burada Mecnun da, bu ruh erginliğine vardığını söyleyerek sevgilisine: «Sen artık tamamen benim içimdesin; ikimiz bir varlık haline geldik, hakikî kavuşmaya, ruhların kavuşmasına nail olduk. Bundan dolayı, senin eserini kendimden dışarıda aramam, gönlümden başka bir yeri senin yerin saymam uygun değildir.» diyor. 17 nci beyitteki mekân kelimelerinden birincisinin kân hecesi uzatılmadan, ikincisinin kâ hecesi ise uzatılarak okunacaktır.
Leylâ ve Mecnunm esnevisinde, bu kısmın buraya alınan beyitlerini takip eden beyitlerinde, Mecnun aşktaki kemalini anlattıktan sonra, kendisinin bu uğurda rüsva olduğunu söyleyerek Leylâ’ya bu yola düşmemesi tavsiyesinde bulunuyor.
Leylâ da buna cevaben, Mecnun’un aşkta vardığı mertebeyi anlıyarak gamdan kurtulduğunu, kendi güzelliğini sevgilisinin bakma zevki için sakladığını, fakat artık buna ihtiyaç kalmadığı için kendisinin de nefsiyle ve dünya ile alâkasını kesmek kararında olduğunu söyleyerek Mecnun’un yanından ayrılıyor.
Mecnun ise, gene kendi âleminde, artık Leylâ’nın bile giremeyeceği âleminde yapayalmz kalıyor.

(Mecnûnun Leyli vefâtından haberdâr olup hasretle dünyâdan gittiğidir.)
1. Mihnet çemeninde gül direnler
   Âlemde yaman haber virenler

2. Gam nüshasın eyleyende tahrir
   Virmişler ana bu nev'-i teşhir

3. Kim Zeyd-i sitem-resîde-i zâr
   Ol vâkıadan olub haberdâr

4. Filhâl kılub azîmet-i râh
   Mecnûn-i hazini etdi âgâh

5. Key şîfte-i şikeste-tâli'
   Efsûs ki sa'yün oldı zâyi'

6. Edbâr-i tılısmın oldı bâtıl
    Bu meşgaleden dahi ne hâsıl

7. Bâzâr bozuldı yığ bisâtun
    Bu silsileden kes irtibâtun

8. Leylî sana verdi zindegânî
   Sen ol bâki ol oldı fânî

9. Sen sudkası olduğun perîveş
   Sudka sana oldı ey belâ-keş

10. Azm-i reh-i cennet etdi ol hür
    Firdevs makâmın etdi ma'mûr

11. Mecnun ki haberden oldı âgâh
    Sûz-i ciğâr ile çekdi bir âh

12. Kim gulgulesin hem ol zamanda
    Cânâm işitdi ol cihanda

13. Az kaldı ki nâlesiyle dil-dâr
    Ol hâb-i ecelden ola bîdâr
……………………………………
14. Çün râz-i dilini etdi takrîr
    Re'yine muvâfik oldıtakdîr

15. İmdâd kılub inâyet-i Hak
   Kıldı am maksadına mülhak

16. Gül derdi hadîka-i emelden
     Mey içdi sürâhi-i ecelden

17. Kabrini kucakladı nigârun
    Can sudkası etdi ol mezârun

18. Leylî dedi verdi cân-i şîrîn
    Ol âşık-i bîkarâr ü miskin

Vezni: Mef’ûlü Feûlün Feûlün

Günümüz Türkçesi
(Mecnunun Leylânın ölümünden haberdar olarak hasretle dünyadan gitmesi.)
1. Keder bahçesinden gül toplıyanlar ve dünyada kötü haber verenler
2. gam kitabını yazdıkları vakit ona şöyle bir anlatış tarzı vermişler:
3. Zavallı, mazlum Zeyd, o hadiseden (Leylânın ölümünden) haberdar olarak
4. hemen yola düştü ve hazin Mecnun’a bunu bildirdi.
5. Dedi ki: "Ey bahtsız âşık? Yazık, bu kadar uğraşman boşa gitti.
6. Senin tılsımının sonu yanlış çıktı. Artık bu uğraşmadan ele ne geçecek?
7. Pazar yeri dağıldı, pılını pırtını topla; zincir gibi birbirine bağlı olan bu dünya işleriyle alâkanı kes.
8. Leylâ hayatını senin için feda etti; o öldü, sen sağ ol.
9. Ey belâ çeken! Kendisine kavuşmak için varlığını verdiği) güzel şimdi sana canını verdi.
10. O huri cennet yolunu tuttu, cenneti mamur etti.„
11. Mecnun bu haberi öğrenince, yürek yanıklığı ile öyle bir ah çekti ki,
12. o anda bu ahın gürültüsünü öbür dünyadaki sevgilisi işitti.
13. Mecnunun feryadıyla, sevgilisi az kaldı o ölüm uykusundan uyanacaktı. (Burada Mecnun’un ne diye feryat ettiğini anlatan beyitler vardır.)
14. Gönlünün sırrını anlatınca, alınyazısı kendi düşündüğüne ve dilediğine uygun düştü.
15. Allah’ın lûtfu yardım ederek onu maksadına ulaştırdı.
16. Emel bahçesinden gül kopardı, ecel sürahisindşn şarap içti.
17. Sevgilisinin kabrini kucakladı ve o mezara camm ziyaret ücreti olarak verdi.
18. O zavallı ve kararsız âşık "Leylâ!” dedi ve tatlı canını verdi.

İZAHLAR:

1. Mihnet çemeninde gül derenlerden maksat, bu dünyada kızıl güllere benzeyen ıstırapları, kederleri toplayanlar, ıstırabı anlatanlardır.
Yaman, Azerî lehçesinde, fena demektir.

2. Eyleyende, Azerî lehçesine göre, eylediği zaman eyleyende tahrir de, yazdığı zaman demektir.
Nev-i teşhir: (f, is. t.) Teşhir çeşidi, teşhir tarzı.
Teşhir, bir şeyi meydana koymak demektir. Burada da meydana konulan, gam defteri olduğuna göre, onun teşhiri de ifadesi demek oluyor.

3. Bu beytin başında bulunan kim, bununla yukarıki beytin manalarını biribirine bağlıyan bir bağlama edatıdır.
Sitem-reside: (f. St.) Siteme erişmiş; zulme uğramış.
Zeyd-i sitem-reside: (f. s. t.) Zulme uğramış, ıstırap çekmiş olan Zeyd.
Zeyd-i sitem - reside-i zâr: (f. s. t.) Zavallı, zulme uğramış Zeyd. Zeyd-i sitem-resîde, bir sıfat tamlaması olduktan sonra bu terkip bir isim gibi alınarak ona yeniden bir de zâr sıfatı verilmiş ve ikinci bir sıfat tamlaması yapılmıştır.

4. Burada hemen, çabucak demek olan filhâl kelimesinin hâl hecesini, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak icap eder.
Azîmet-i râh: (f. is. t.) Yola çıkış. Azîmet-i râh kılmak, yola çıkmak demektir.
Mecnûn-i hazin: (f. s. t.) Hazin Mecnun, kederli, hüzünlü Mecnun.

5. Key; ki bağlama edatıyle ey ünleminin bir arada kullanılmış şeklidir. Ki, bu beyit ile bundan evvelki beyti manaca biribirine bağlamaktadır.
Şikeste-tâli': (f. St.) Talii kırık; talihsiz.
Şikeste-tâli': (f. s. t.) Talihsiz divane. Aslında sıfat sıfatının kelimesi, burada isim gibi kullanılarak şikeste-tâli' belirtileni olmuştur.
Birinci mısradaki şîfte kelimesinin şîf hecesiyle ikinci ve birer efsûs kelimesinin sûs hecesini, vezinde, birer kapalı lâzımdır. Açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lazımdır.

6. Edbâr-i tılsım: (Ü is. t.) Tılsımın sonları akıbeti. Edbâr, son, akıbet, encam manasına gelen dübrün çoğuludur.
Bu beyitteki dahi kelimesi, artık, daha manasınadır.

7. Bu beyitte bâzâr, bisât ve silsile kelimeleri mecazî manalarla kullanılmıştır. Asıl çarşı, pazar, alış veriş demek olan bâzâr kelimesiyle burada dünya, hayat tarzı kastedilmiştir.
Yere serilecek, döşenecek şey demek olan bisât ta insanın dünya ile alâkasını temin ve teşkil eden şeyler manasındadır.
Zincir manasına gelen silsile ise hayatı ifade ediyor.
Bâzâr kelimesinin zâr hecesi, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatılarak okunacaktır.

8. Bu beytin ikinci mısraında da sekti melîh vardır.

9. Sadka, diye de okunabilen sudka, eskiden evlenme esnasında kadının nikâhı için takdir edilen para demektir ki bu beyitte bu kelime ile Mecnun’un Leylâ’yı almak için canını verdiği anlatılmış oluyor. Sıdak ve mehr de sudka manasınadır.
Sen sudkası olduğun perîveş, senin sudkası olduğun periveş demektir.
Belâ-keş: (f. St.) Belâ çeken.

10. Reh-i cennet: (f. is. t.) Cennet yolu.
Azm-i reh-i cennet: (Zincirleme f. is. t.) Cennet yolunu tutmak.
İkinci mısrada gene cennet demek olan Firdevs kelimesinin devs hecesini, vezinde, bir kapalı ve bir açık heceye karşılık olacak surette okumak lâzımdır.

11.Sûz-i ciğer: Ciğerin yanması; ciğer yanıklığı

12.Bu beytin ikinci mısraındaki “ol” diye işaret edilen cihan, Leylâ’nın gittiği öbür dünya, yani ahrettir

13. Hâb-ı ecel (f, İ", t.) Ölüm uykunu

14. Çün, burada vakit bildiren bir edat olarak kullanılmıştır. Çün etti; edince, ellini zaman dernektir.

15. İmdâd (f. is. t.) kelimesinin dâd hecesi, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatılarak okunmalıdır.
İnâyat-i Hak: (f. is. t.) Allah’ın inayeti, lütfu.

16. Hadika-i emel: (f. is. t.) Emel bahçesi. Emel bahçesinden gül toplamak, emeline nail olmak demektir.

18. Cân-i şîrîn: (f. s. t.) Tatlı can.
Âşık-ı bîkarâr: (f. s. t.) Kararsız âşık. Bîkarâr gibi miskin de âşıkın sıfatıdır

İZAHLI DİVAN ŞİİR ANTOLOJİSİ, N.H.ONAN

 

İLGİLİ İÇERİK

FUZULİ - EĞER ÇIKSA İDİ DERDÜN CİSMDEN DERDÜM Kİ CANDUR BU

FUZULİ - BUDUR FARKI GÖNÜL MAHŞER GÜNÜNÜN RUZ-I HİCRANDAN

FUZULİ - KEREM KIL KESME SAKİ İLTİFATUN Bİ-NEVALARDAN

FUZULİ - BENDE MECNUN'DA FÜZUN AŞIKLIK İSTİDADI VAR

FUZULİ HAYATI ve ESERLERİ

FUZULİ-ÖYLE SERMESTEM Kİ İDRAK ETMEZEM...

FUZULİ-BERCESTELER

FUZULİ-ÂL-İ ABÂ MERSİYESİ