Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

FUZULİ-ÂL-İ ABÂ MERSİYESİNDEN


(Bu mersiye terkibibent şeklindedir ve beş bentlidır.)
Üçüncü bend
1. Tedbîr-i katl-i Âl-i Abâ kıldın ey felek
   Fikr-i galat hayâl-i hatâ kıldın ey felek

2. Berk-ı sehâb-ı hâdiseden tîgler çekip
   Bir bir havâle-i şühedâ kıldın ey felek

3. İsmet-i harem-serâsına hürmet revâ iken
   Pâ-mâl-ı hasm-ı bî-ser ü pâ kıldın ey felek

4. Sahrâ-yı Kerbelâ’da olan teşne leblere
   Rîk-i revân ü seyl-i belâ kıldın ey felek

5. Tahfîf-i kadr-i şer’den endîşe kılmayup
   Evlâd-ı Mustafâ’ya cefâ kıldın ey felek

6. Bir rahm kılmadun ciğeri kân olanlara
   Gurbetde rûzgârı perîşân olanlara

 

Günümüz Türkçesi
1. Ey felek! Âliabâ’nın öldürülmesi için tedbir aldın; bunu yapmakla yanlış bir şey düşündün, yanlış bir şey tasarladın.
2. Hadise bulutunun şimşeğinden kılıçlar çekerek onları birer birer şehitlere salladın, vurdun.
3. Namus ve temizliğin mübarek bucağına hürmet etmek münasipken, onu sefil düşmanın ayakları altında çiğnettin.
4. Kerbelâ sahrasında dudakları susuzluktan kurumuş olanlara, akan savrulan kumu bir belâ seli haline getirdin.
5. Şeriatin kadrini düşürmekten çekinmedin; peygamberin çocuklarına cefa ettin.
6. Bağrı yaralılara, gurbette hayatı ve talihi perişan olanlara azıcık olsun acımadın.

Dördüncü Bend
1. Basdıkda Kerbelâ’ya kadem Şâh-ı Kerbelâ
    Oldu nişân-ı tîr-i sitem-i Şâh-ı Kerbelâ

2. Düşmen okuna gayr siper görmeyüp revâ
   Yakmışdı câna dâg-ı elem-i Şâh-ı Kerbelâ

3. A’dâ mukâbilinde çekende saff-ı sipâh
   Kılmışdı medd-i âhı 'alem-i Şâh-ı Kerbelâ

4. Dûd-ı dil-i pür-âteş ehl-i nezâreden
   Etmişdi perde-dâr-ı harem-i Şâh-ı Kerbelâ

5. Oldukça ömrü râhat-ı dil görmeyip demî
  Olmuş hemîşe hem-dem-i gam Şâh-ı Kerbelâ

6. Yâ Şâh-ı Kerbelâ ne revâ bunca gam sana
   Derd-i demâdem ü elem-i dembedem sana

Vezni: Mefûlü Fâilâtü Mefâîlü Fâilün


Günümüz Türkçesi
1. Kerbelâ Şahı (Hz. Hüseyin) Kerbelâya ayak kasınca zulüm okunun hedefi oldu
2. Düşman oku için başka bir siperi münasip görmeyip göğsünü germiş canını elemle daglamıştı.
3. Bu vak’aya şahit olanların ateşli gnülleinin dumanıyla çoluk çocuğunu perdeleyip saklamıştı.
4. O, ömrü oldukça bir an gönül rahatlığı görmeyip daima gamın arkadaşı olmuştur.
5. Düşmanlar karşısında sıra sıra dizilince, Hazreti Hüseyin de ahı bayrak olarak çekip yükseltmişti.
6. Ey Kerbelâ Şahı! Bunca gam ve zaman zaman gelen dertler, elemler sana lâyık mıdır?

İZAHLAR:
Üçüncü bend
1. Âl-i Abâ: (f. is. t.) Peygamberin ailesi ki kendisiyle beraber, kızı Fâtıma, damadı Hazreti Ali, torunları Hazreti Hasan ile Hüseyinden ibarettir. Hüseyin, hilâfet ihtilâfları yüzünden, Kerbelâ’da Emevilerden Yezid’in ordusu ile çarpışıp şehit düşmüştür. Bu vak’anın elemli hatırasını anmak için, Ali taraftarlarının her sene muharrem ayının 10 unda matem ayini yapmaları âdet olmuştur. Fuzûli de şiî olduğu için, nebinin mükemmel bir nümunesi olan bu mersiyeyi vücude getirmiştir. Fuzûllden başka, XIX uncu asır şairlerinden Mekâlid-i Aşk sahibi Kâzım Paşanın, bentlerinin sonunda:


Düştü Hûseyn atından sabrâ-yi Kerbelâya
Cibril var haber ver Sultân-i Enbiyâya


beyti tekerrür eden manzumesi de, edebiyatımızda muvaffakiyetli ve tesirli bir Kerbelâ mersiyesidir.
İran edebiyatında bu nev’in üstadı Muhteşem-i Kâşâni’dir.
“Âl”, Arapça’da, aile, soy sop demektir; birde hile manasına geldiği evvelce söylenmişti. Abâ ise bilinen kalın yün kumaşın adıdır. Muhammet, ailesini abasına sarmış olduğu için çoluğuna çocuğuna Âl-i âbâ denilmiştir. Âl-i Abâ yerine Ehl-i Beyt terkibi de kullanılır.
Katl-ı Âl-i Abâ: (Zincirleme ikizli f. is. t.) Âliabânm öldürülmesi.
Tedbîr-i katl-i Âli-i Abâ: (Zincirleme üçüzlü F i8 t.) Aliabâyı öldürmenin tedbiri.
Tedbîr-i katl-i Âl-i Abâ kılmak; Aliabâyı öldürmek için tedbir almak, çare düşünmek demektir. Bu terkibin sonundaki Türkçe kılmak yardımcı Fiili tedbîr kelimesine aittir.
Fikr-i galat: (f. s. t.) Yanlış düşünce, yanlış bir şpyi düşünmek.
Hayâl-i hatâ: (f. s. t.) Yanlış hayal, yanlış bir şeyi tasarlamak, ikinci mısraın sonundaki kılmak yardımcı fiili de fikr ve hayâl kelimelerine aittir; yani, Türkçe mürekkep fiiller, fikir kılmak (düşünmek)ve hayâl kılmak (tasarlamak) tır.

2. Sehâb-i hâdise: (f. is. t.) Hadise bulutu.
Berk-ı sehâb i hâdise: (Zincirleme f. is. t.) Hadise bulutunun şimşeği.
Tîğler kelimesinin tîğ hecesini, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece kıymetince uzatarak okumalıdır.
Havâle kılmak; atmak, savurmak, vurmak demektir. Havâle-i şühedâ kılmak ta şehitlere sallayıp vurmak demek olur.
Havâle-i şühedâ, Farsça bir isim tamlamasıdır.
Bu beytin birinci mısraıındaki berk ve tîğ kelimeleri arasındaki münasebete dikkat etmek lâzımdır. Şair, vukuatın şevkiyle Hüseyinin Kerbelâda şehit düştüğünü anlatmak için, bir bulut gibi üstlerine yığılan hadiselerden şimşek gibi inen kılıçlarla Âliabânın şehit düştüklerini söylüyor.

3. Bu beyitte “ismet haremserâsı” terkibiyle, Hazreti Hüseyinin ailesinin bulunduğu yer; onların, girilmemesi icap eden çadırları, harimi kastedilmiştir.
Bîser ü pâ; sefil, perişan manasıyle kullanılan Farsça bir sıfattır.
Hasm-i bîser ü pâ: (f. s. t.) Sefil düşman.
Pâmâl-i hasm-i bîser ü pâ: (f. is. t.) Sefil düşmanın ayağı altında kalan.
Bu beytin sonundaki kılmak yardımcı fiili de pâmâl kelimesine aittir; pâmâl kılmak, ayak altına almak, çiğnemek, çiğnetmek demektir.

4. Sahrâ-yi Kerbelâ: (f. is. t.) Kerbelâ sahrası, çölü.
Teşne-leb: (f. st.) Dudağı susamış; susuz; yanık.
Rîk-i revân: (f. s. t.) Akan kum; rüzgârla savrulan kum.
Seyl-i belâ:(f. is. t.) Belâ seli.

5. Kadr-i şer’: (f. is. t.) Şeriatin değeri.
Tahfîf-i kadr-i şer’: (Zincirleme f. is. t.) Şeriatin değerinin hafifletilmesi, düşürülmesi.
Endîşe kılmak; düşünmek, tasa etmek, çekinmek demektir.
Evlâd-i Mustafâ: (f. is. t.) Mustafa’nın çocukları.
Bu beyitteki şer’den kelimesini okurken, şer’ hecesinin sonundaki (’) yi bir sessiz harf diye göz önüne alarak, bu heceyi, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda -adeta “şer-i”den gibi- telâffuz etmelidir.

6. Bu beyitteki rahm kelimesiyle rüzgâr kelimesinin rûz hecesi, vezinde, birer kapalı ve birer açık hece karşılığıdır.

Dördüncü bend
1. Şâh-i Kerbelâ: (f. is. t.) Kerbelâ şahı (Hazreti Hüseyin).
Tîr-i sitem: (f. is. t.) Zulüm oku.
Nişân-i tîr-i sitem: (Zincirleme f. is t.) Zulüm okunun nişanı, hedefi.

2. Başka demek olan, Arapça “gayr” kelimesini, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.
Dağ-i elem: (f. is. t.) yarası, elem yanığı, yarası
Dağ yakmak, dağlamak demektir.

3. Dil-i pürâteş: (f. s. t.) Ateşli gönül.
Dûd-i dil-i pürâteş: (f. is. t.) Ateşli gönlün dumanı.
Ehl-i nezâre: (f. is. t.) Bakalar, Kerbelâ vak’asına şahit olanlar. Bu terkiple kastedilenler; döğüşe doğrudan doğruya iştirak etmeyip o elim manzaranın seyircisi kalan kimselerdir.
Dûd-i dil-i pürâteş-i ehl-i nezâre: (Zincirleme f. is. t.) Kerbelâ vak’asına şahit olanların ateşli gönüllerinin dumanı. Bu zincirleme tamlamada Dûd-i dil-i pürâteş tamlanan ve ehl-i nezâre tamlayandır.
Perdedâr-i harem: (f. is. t.) Haremin perdecisi, haremi yabancılardan saklıyan. Burada perdedâr olan dumandır.

4. Râhat-i dil: (f. is. t.) Gönül rahatlığı
Demî; bir dem, bir zaman, bir ân demektir.
Hemdem-i gam: (f. is. t.) Gamın arkadaşı; zamanı daima gamla geçen.

5. Çekende, Azerî lehçesince, çektiği zaman demektir.
Saf-i sipâh: (f. is. t.) Asker dizisi.
Medd-ı ah: (f. is. t.) Ahi uzatmak, uzun âklar çekmek.

6. Ne revâ: reva mıdır, lâyık mıdır? demektir.
Demâdem ve dembedem zaman zaman, vakit vakit demektir
Derd i demâdem: (f. s. t.) Zaman zaman gelen dert
Elem-i dembedem: (f. s. t.) Vakit vakit zaman gelen dert, gelen elem.

Gerek bu beyitte, gerek yukanki beyitler arasında “gam” kelimesinin, “em” diye nihayetlenen diğer kilemelerle kafiyelenmiş olması, eski yazıda bu kelimelerin son hecelerinde sesli harf kullanılmamasından ve binaenaleyh yazılı şekillerinin biribirine benzemesinden dolayıdır. Eskilerin söyleyişlerine göre de, gamın “a”sı, “a” ile “e” arasında ses verirdi.
Sırası düştükçe işaret edilen bu kafiye hususiyetlerinde; bilhassa yabancı kelimelerin eski telâffuz tarzlarıyle Divan Edebiyatının kelimelerdeki ses uygunluğundan ziyade, onların yazılı şekillerinin benzerliklerine dayanan kafiye telâkkisini hatırlamak icap eder.
Bunlar, Halk Edebiyatımızdaki yarım kafiyelerle karıştırmamalıdır. Halk Edebiyatının kafiye sistemi, esas itibariyle, kelimelerin kulakta bıraktıkları ses intibaına, ahenge dayanır. Ancak, halk şiirlerinde gelir, alır, bulur gibi-ses itibariyle biribirine tam uymayan-kelimelerin kafiye yapılması; bu edebiyatın dar kaidelere bağlı ve yazılı bir edebiyat olmaması, mahsullerinin hazırlıksız meydana gelmesi ve esasen sözün yanında sazın bulunması hasebiyle sözdeki eksik ahengin musiki ile tamamlanıp belli olmaması yüzündendir.

İZAHLI DİVAN ŞİİR ANTOLOJİSİ, N.H.ONAN