Kullanıcı Oyu: 3 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

FUZULİ -AY EYLEDİĞİM SERV-İ HIRAMANIN İÇİNDİR

GAZEL
Âh eylediğim serv-i hırâmânın içindir
Kan ağladığım gonce-i handânın içindir


Ser-geşteliğim kâkül –i müşkınin ucundan
Âşüfteliğim zülf-i perîşânın içindir

Bîmâr tenim nerkis-i mestin eleminden
Hûnin ciğerim lâ’l-i dür-efşânın içindir


Yaktım tenimi vasl günü şem’ tek ammâ
Bil kim bu tedârük şeb-i hicrânın içindir


Kurtarmağa yağmâ-yı gamından dil ü cânı
Sa’yim nazar-ı nerkis-i fettânın içindir


Can ver gönül ol gamzeye kim bunca zamandır
Cân içre seni sakladığım ânın içindir


Vâiz bize dün dûzahı vasf etti Fuzûlî
Ol vasf senin külbe-i ahzânın içindir


Vezin: Mef’ûlü Mefâîlü Mefâîlü Feûlün


Günümüz Türkçesi
1. Ah edişim, senin o selvi gibi biçimli boyun için; kan ağlayışım da, konca gibi gülen dudakların içindir.
2. Başımın dönmesi (sarhoşluğum) misk kokulu kaküllerin yüzünden ve perişanlığım da dağınık zülfün içindir
3. Vücudum, senin mahmur gözlerini eleminden hastadır ve bağrım, arasından inci gibi dişlerin görünen dudakların için kanla doludur.
4. Kavuşma gününde, (gündüz gözüyle) vücudumun mum gibi yaktım, neşeliyim ama bil ki bu hazırlı, ayrılık gecen içindir.
5. Gönlümü ve canımı gamının yağmasından kurtarmağa çalışmam, fettan gözünün bakışı içindir (Yani senin dikkatini üzerime, çekmek içindir; yoksa ben, hiç senin gamından kaçar mıyım?)
6. Ey gönül! O yan bakışa can ver; çünkü bunca zamandır seni onun için canımın içinde saklıyorum.
7. Fuzuli! Vâiz dün bize cehennemin nasıl olduğunu anlattı. O anlattıkları, senin hüzün yuvası olan kulübenin haline uymaktadır.

İZAHLAR:
1. Serv-i hirâmân: (f. s. t.) Nazlı nazlı iki yana sallanan selvi.
Selvi nasıl eski şairler tarafından güzel boyun timsali diye alınmışsa, hirâmân kelimesi de, rüzgârla tatlı tatlı sallandığı için, hemen daima selviye sıfat olarak verilmiştir. Bu itibarla buradaki serv-i hıraman tamlaması da bize, naz ve eda ile salına salına giden sevgilinin boyunu düşündürmektedir.
Gonce-i handan: (f. s. t.) Gülen konca.
Birinci mısradaki selvi kelimesiyle boyu düşündüğümüz gibi, ikinci mısradaki konca kelimesiyle de “ağız ve dudak” hatıra gelmektedir. Konca için gülüş, açılış olduğuna göre, gonce-i handan terkibinden de, “kırmızı dudakları gülmek için açılmış bir ağız” manası çıkmaktadır. Bu beyitte gerek selvi, gerek konca kelimelerinin kullanılışı musarrah istiareye misaldir
Gazelin bu birinci beytinde dikkat edilmesi icap eden mana incelikleri vardır:
Şair, esas itibariyle, sevgilisinin güzel boyu ve kırmızı dudakları için hasret ve ıstırap duyduğunu anlatıyorsa da, bunu “selvi” ile “âh” arasındaki “yükseliş” ve “konca” ile “kan” arasındaki “renk” münasebetlerini ihmal etmiyerek ifade ediyor. Beyti:

Kan ağladığım serv-i hirâmânın çündür
Aheylediğim gonce-i handânun içündür

şekline sokarsak, vezni ve basit bir anlayışa göre manası değişmezse de tenâsübü ve ifade inceliği tamamen bozulmuş olur.

2. Ser-geşte: (f. st.) Başı dönmüş.
Ser-geştelik; başı dönmüştük, sarhoşluk demektir.
Kâkül-i müşgîn: (f. s. t.) Misk kokulu kâkül.
Ucundan; Türkçede için sebebiyle, yüzünden manalarında kullanılan bir kelimedir. Esasen bugün için diye kullandığımız kelimenin eski şekli “ucun” dur
Zülf-i perîşân: (f. s. t.) Dağınık zülf.
Bundan evvelki beyitte olduğu gibi bu beyitte de kelimeler arasında, güzel mana münasebetleri vardır:
Sevgilinin kâküllerinin misk kokusu şairin başını döndürüyor, dağınık saçları da halini perişan ediyor. Beytin manası koku ile baş dönmesi ve kâküllerin dağınıklığı ile aşüftelik arasındaki alâkalara dayamaktır
Ayrıca, ucundan kelimenin de saçın ucunu hatıra getirecek tevriyeli kullanılmış olduğu da muhakkaktır.

3. Nerkis-i mest: (f. s. t.) Sarhoş nergis, yani, mahmur göz.
Eski şiirlerde nergisin, istiare olarak göz yerine kullanıldığı da vardır.
Dür-efşân: (f. st.) İnci saçan.
La'l-i dür-efşân: (f. s. t.)İnci saçan, yani arasından inci gibi dişler görünen dudak.
Esasen kıymetli ve kırmızı bir taş olan “la'l”, şiirde mecaz olarak dudak manasıyla kullanıldığı gibi, onun yanındaki dür kelimesi de, aynı suretle diş manasına gelir.
Bu beytin birinci mısraındaki bîmar ile nerkis ve kan kelimeleri arasındaki münasebetleri de gözden kaçırmamak lazımdır.
Birinci mısradaki bimar tenüm kelimelerini tenim bimârdır ve hunin ciğerüm kelimelerini de “ciğerim hunin”dir suretinde anlamak icap eder; her ikisinde de vezin icabınca özne ve yüklem yer değiştirmiştir.
Bunar kelimesinin mâr hecesini, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.

4. Vasl ve şem’ kelimelerini, vezin icabınca, birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak surette okumak lâzımdır.
Şem’ tek, mum gibi demektir; tek, eskiden gibi manasıyla kullanılan diğer bir teşbih edatıydı ki buna bilhassa Fuzûlî’nin eserlerinde çok rast gelinir. Son devre kadar yetişen diğer divan şairleri bu kelimelerden ziyade “veş, âsâ” gibi Farsça kelimelere şiirlerinde yer vermişlerdir.
Arapça olan ve hazırlık manasına gelen tedarik kelimesinin aslı tedarük ise de bu söyleyiş bize tuhaf ve büsbütün yabani gelir.
Şeb-i hicran: (f. is. t.) Ayrılık gecesi.
Bu beyitte mum gibi yanmak; hazdan erimek ve sevinmekten kinayedir. Şair: “Sana kavştuğum gün yanıyorum, seviniyorum ama, bu, gamla geçecek simsiyah ayrılık gecene biraz ışık ve teselli hazırlamak içindir” diyor.

5. Yağmâ-yi gam: (f. is. t.) Gam yağması; gamın yağma etmesi.
Nerkis-i fettan: (f. s. t.) Fitneci nergis, yani gönlü allak; bulak eden göz.
Nazar-i nerkis-i fettân: (f. is. t.) Fitneci gözün bakışı.
Anlaşılıyor ki, şairin gönlünü ve canını gamın yağmasından kurtarmağa çalışması, ancak, sevgilisinin dikkatini kendi üzerine çekebilmek, gözüne girebilmek yahut canını onun bakışlarına yağma ettirmek içindir.

6. Şair gönlünü, kendi canı içinde ayrı canı olan bir varlık gibi telâkki ederek onu, fırsat düşmüşken, sevgilisinin bakışları uğrunda ölmeğe teşvik ediyor.
Anın, onun demektir.

7. Vâiz; camilerde vaiz veren, yani, halka dinî vecibelerini öğretmek için nasihat yollu konuşmalar yapan adamlara denir. Hocalar, halkı din icaplarına göre hareket etmeğe teşvik için, korkutma yolunu tutarlar, dünyada günah işleyenlerin cehennemdeki gayyâ kuyusunun ateşlerinde nasıl yanıp azap çekeceklerine ve ellerinde ateşten topuzlar taşıyan cehennem zebanilerine dair türlü korkunç hikâyeler anlatırlardı.
Vasfetmek, bir şeyin nasıl olduğunu anlatmak demektir. İkinci mısradaki vasi kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette okumak lâzımdır.
Kûlbe-i ahzân: (f. is. t.) Hüzünler kulübesi.
Arapça birer isim tamlaması olan beytülhazen ve beytül- ahzân, kaybolan oğlu Yusuf’un hasretiyle ağlaya ağlaya gözleri görmez olan Yakup peygamberin ikametgâhı için kullanılan tabirlerdir, beytülhazen hüzün evi ve beytül’ahzân, “hüzünler evi” demektir. Külbe-i ahzân da bu Arapça tamlamanın karşılığı olarak Farsçada kullanılır. Şairler, kendi fakir ve gamlı odaları, evleri için de bu tabiri kullanırlar. Nitekim içinde sevgilisinin Hasretiyle yaşadığı kulübesi de Fuzûlî’ye cehennem azapları çektiriyormuş.