Kullanıcı Oyu: 3 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

AHMET PAŞA - KARAR Ü SABRUM ALAN ZÜLF-İ BİKARARUNDUR

GAZEL
1. Karâr ü sabrum alan zülf-i bîkarârundur
    Harâb eden beni şol çeşm-i pürhumârundur

2. Cihan şikârına şehbâz-i zülfüni. salagör
    Kebûter-i dil ü can hep sentin şikârundur

3. Aceb mi bâğ kenârında dursa lâle hacil
    Ki lâlezâr-i cemâlünde hâr ü zârundur

4. Nazar fakire kıl ey pâdişâh-i hüsn ü cemal
   Ki devlet-i ezelî hüsn-i i’tibârundur

5. Dem-i bahârın ile dû cihânı hurrem eden
   Nesîm-i gâliye- zülf-i müşg-bârundur

6. Mürûr-i vâ’de-i yâra inanma sen Ahmed
   Gama inan inanursan ki eski yârundur

Vezni:
Mefâilün Feilâtün Mefâilün Feilün (Fa’lün)

Günümüz Türkçesiyle
1. Benim kararımı ve sabrımı alan senin kararsız zülfün ve beni hArap eden de senin şu mahmur gözündür
2. Gönül ve can güvercini nasıl olsa senin avındır; doğana benzeyen zülfünü dünya avına salıver
3. Lâle, bağ kenarında mahcup dursa şaşılır mı? Çünkü bir lâle bahçesini andıran yüzünün güzelliği yanında, senin bir hakir zavallın, bir düşkünündür.
4. Ey güzellik padişahı! Ben zavallıya bak ki benim için ezelî saadet, senin bana iltifat göstermendir.
5. İki cihanı senin güzellik baharının gelmesiyle mutlu kılan şey mis saçan saçlarının nefis kokusunu getiren hafif rüzgârdır.
6. Ahmet! Sevgilinin verdiği sözün yerine getirileceğine inanma. İnanırsan gama inan ki o senin eski dostundur; verdiği sözü tutar.

İZAHLAR:
1. Sabrımı demek olan sabrım kelimesinin sonundaki “ı” nesne eki, eski bir nazım hususiyetine göre kullanılmamıştır. Karâr ü sabrım alan, kararımı ve sabrımı alan demektir.
Zülf-i bîkarâr: (f. s. t.) Kararsız, durmadan oynayan zülf.
Zülf; şakaklardan iki yana sarkan saç demektir. Bazan alelûmum saç yerine de kullanılır.
Eski şiirlerimizde, muhtelif mana farklanyle. saç için kullanılan diğer kelimeler şunlardır:
Kâkül ve perçem: (f.) Tepedeki saç tepeden öne doğru dökülen saç.
Gisû: (f.) Omuza dökülen saç.
Turra: (a.) Alındaki saç.
Çeşm-i pürhumâr: (f. s. t) Mahmur, baygın, süzgün göz.
Dolu manasına gelen pür kelimesi, Farsçada isimlerin başına gelince, Türkçe mizdeki “lı, lı” eki gibi - sıfat yapmağa yarar: pürhumâr, pür’ümid gibi. Aynı suretle, “bî” eki de aksi manada sıfatlar, yapar: bîkarâr, (kararsız) gibi. Bu işi gören bir de “na” eki vardır: nâümîd (ümitsiz) gibi.

2. Şehbâz-i zülf: (f. is. t.) Zülf doğanı. Bu tamlamada “i” tamlanan, tamlayana benzeyiş alâkasıyle bağlandığı için, terkibe doğana benziyen zülf diye mana vermek lâzımdır.
Şehbâz, iri akdoğandır; çakır gibi, fakat ondan büyük, kıvrık gagalı, kuvvetli pençeli bir yırtıcı kuştur. Avcılar bu kuşu terbiye edip diğer kuşları yakalatmak için kullanırlar; elde taşıyıp, av görünce salıverirler.
Bu beyitte zülfün doğana benzetilmesi, onun gagası veya pençesi gibi kıvrık olmasından dolayıdır.
Kebûter-i dil (f. is. t.) Gönül güvercini, güvercine benzeyen gönül. Bu da teşbih maksadıyla yapılmış bir isim tamlamasıdır. Kebûter-i dil ü cân deyince kebûter kelimesinin dil ve can diye iki tamlayanı olmuş oluyor.
Bu beyitte şair, gönlünü sevgilisinin doğan pençesine veya gagasına benziyen saçlarıyle avlanmış zavallı, masum bir güvercine benzetiyor ve sevgilisine: “Sen saçındaki kudret ve cazibe ile yalnız benim gönlümü değil, bütün dünyayı avlamağa muktedirsin.” diyor.

3. Arapça olan aceb şaşılacak şey demektir. bu kelimeye, eski şiirlerimizde, acebdir, aceb mi ve ne aceb şekillerinde de çok rastlanır. Acebdir, şaşılacak şeydir ; aceb mi, şaşılacak şey mi şaşılır mı? ve ne aceb, ne garip! manalarında kullanılır. Aceb mi yerine, XV inci asra kadar olan eserlerde ve nadiren daha sonra yazılmış olanlarda Türkçe “tan mı”tabiri geçer.
Şimdi bizim park dediğimiz cinsten büyük bahçe manasına gelen Farsça bağ kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette, uzatarak okumak lâzımdır
Lâlezâr-i cemâl: (f. is.t.) Güzellik laleliği; bir lâle bahçesini andıran kırmızı yanaklı yüzün güzelliği. Bu tamlamada da tamlanan ile tamlayan birbirine benzeme münasebetiyle bağlanmıştır.
Bu beyitte, lâlenin hacil, yani, utanmış olarak gösterilmesi renginin kırmızılığından dolayıdır. Eskiler, utanmanın. utangaçlığın timsali olarak bu çiçeği alırlardı. Şairin sevgilisinin yanakları o kadar kırmızı imiş ki lâle bu kırmızılık karşısında kendi renginin zavallı ve soluk kaldığını görerek mahcup olmuş kızarmış. Lâlenin kırmızılığına hakiki olamayan fakat hoşumuza giden zarif bir sebep bulunup gösteriliyor, Bu san’ata hüsn-ü talîl denir. Arapça olan ta’lil kelimesinin lügat manası illet yani sebep göstermektir.

4. Nazar kılmak veya nazar etmek, bakmak demektir.
Vezin icabı olarak kelimelerin yer değiştirmeleri suretiyle nazar fakire kıl şekline girmiş olan ibareyi fakire nazar kıl suretinde anlamak lâzımdır.
Pâdişâh-i hüsn ü cemâl: (f. is. t.) Güzellik padişahı. Bu terkipte pâdişâh tamlanan ve aynı manada olan hüsn ve cemâl kelimeleri de onun iki tamlayanıdır.
Devlet-i ezeli: (f. s. t.) Başlangıcı bilinmeyen devlet.
Hüsn-i i’tibâr: (f. is. t.) Çok itibar göstermek, iltifat etmek manasıyla kullanılır.
Bu beyitte padişah ile devlet arasında mana münasebeti vardır.

5. Dem-i bahâr: Bahar nefesi; bahar gibi güzel kokan nefes. Tamlananla tamlayan, benzetme münasebeti ile birbirine bağlanmıştır. Ayrıca, dem kelimesi zaman, manasına geldiği için bu tamlama, bahar zamanı manasını da alabilir.
Dû cihan, iki cihan, yani dünya ve ahret demektir. Baştaki “dû” Farsça “iki”dir.
Hoş-dem: (f. st.) Güzel kokulu. Dem kelimesinin burada kullanılmış olan manası hem koku hem zaman olabilir.
Müşg-bâr: (f. st.) Misk yağdıran, misk saçan. Bu mürekkep sıfattaki bâr kelimesi, bir fiil parçası olarak, yağdıran manasınadır. “Bâr”ın isim olarak da birçok manaları vardır ki eski eserlerde en çok kullanılmış olanları: “yük, meyva, defa”dır.
Bu beytin ikinci mısraında bulunan dört kelime Farsça tamlama halinde yekdiğerine bağlanmıştır. Evvelâ:
Nesim-i galiye: (f. is. t.) Güzel kokulu maddenin rüzgârı, esimi.
Sonra:
Zülf-i müşg-bâr: (f. s. t.) Misk saçan zülf.
Nihayet:
Nesim-i galiyei zülf-i müşg-bâr: (zincirleme f. ad. t.) Misk saçan zülfün güzel kokulu maddesinin rüzgârı. Bu zincirleme tamlamada nesim-i gâliye tamlaması tamlanan, zülf-i müşg-bâr tamlaması ise tamlayan olmuştur.
Buna ilâveten, bu dört kelimelik zincirleme tamlamanın tekrar bir tamlanan gibi alınarak, müşg-bâr kelimesinin sonundaki “ın” ekiyle, burada zikredilmemiş olan senin tamlayanına bir Türkçe isim tamlaması halinde bağlandığını söylersek mısradaki tamlamaları tamamen bulmuş ve anlamış oluruz.
Müşg-bâr sıfat takımındaki müşg kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır
Müşg kelimesi gibi, aslında g ile biten Farsça kelimelerden bazılarının bu son harfi Farsçada da “k” olarak söylenir eşk (gözyaşı), sek (köpek) gibi.
Fakat, Türkçe mizde; “g” ile biten bu Farsça kelimelerin hepsi “k” ile söylenip yazılır. Böyle olduğu halde, renk, cenk, senk diye tanıdığımız ve oldukça fazla Kullandığımız Farsça kelimelerin de bu kitaptaki metinler içinde “g” ile yazılmış olması; o kelimelerin asıl şekillerini tanıtmak maksadıyla olduğu gibi, bilhassa, bunların isim çekimleri ve muhtelif teşekkülleri sırasında son harflerinin mutlaka “g” olarak yazılması zarureti hâsıl olunca, başka kelimelermiş zannının uyanmaması düşüncesinden ileri gelmiştir.

6. Va’de-i yâr: (f. is. t.) Yarın vadi; sevgilinin söz vermesi.
Mürûr-i va’de-i yâr: (zincirleme f. is. t.) Sevgilinin, verdiği sözünü, vadini tutması. Bu zincirleme tamlamada mürur tamlanan ve va’de-i yar ise tamlayandır.

ONAN, NECMETTİN HALİL, İZAHLI DİVAN ŞİİR ANTLOJİSİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi