Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

FUZULİ - BENİ CANDAN USANDIRDI CEFADAN YAR USANMAZ MI? AÇIKLAMASI

1.Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
  Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

2.Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd ider ihsân
  Niçin kılmaz bana dermân meni bîmâr[ı] sanmaz mı

3.Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
  Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı

4.Gül-i ruhsârına karşu gözümden kanlı akar su
  Habîbüm fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

5.Gamım pinhân dutardım ben dediler yâre kıl rûşen
  Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı

6.Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
  Bana ta'n eyleyen gafil seni görgeç utanmaz mı

7.Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
  Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

Vezni
Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün

Günümüz Türkçesi
1. Sevgilim beni candan usandırdı, kendisi cefadan usanmaz mı? Ahımdan felekler yandı muradımın mumu hâlâ yanmayacak mı? (Arzuma kavuşmayacak mıyım?)
2. Sevgili, bütün hastalarının (âşıklarının) dertlerine deva bağışlar, fakat bana niçin derman vermez, beni hasta (âşık) sanmaz mı ki?
3. Ayrılık gecesinden canım yanar, ağlayan gözlerim kan döker; feryatlarım halkı uyandırır. Kara bahtım uyanmaz mı?
4. Yanağının gülüne karşı gözümden yaşlar kanlı olarak akar. Sevdiğim! Bu, gül mevsimidir, bu mevsimde akarsular bulanık akmaz mı?
5. Ben gamımı gizli tutuyordum; Sevgiline aç.” dediler. Fakat derdimi söylesem, bilmem o vefasız inanır mı, yoksa inanmaz mı?
6. Ben sana düşkün değildim; sen benim aklımı başımdan aldın. Bu halimden dolayı bana dil uzatan gafil, seni görünce, bana hak vererek, söylediğinden utanmayacak mı?
7. Fuzuli, aşk yüzünden çılgına dönmüş bir rinttir. Bu yüzden de daima dile düşmüştür. Ona sorun ki, bu ne biçim sevgidir, bu sevgiden usanmayacak mı?

İzahlar:
1. Gök manasına gelen felek kelimesinin çoğul hâlinde kullanılması, eskilerin gökyüzünü iç içe dokuz kubbeden meydana gelmiş etmelerinden dolayıdır. Divan edebiyatı manzumelerinde nüh felek, nüh kıbâb tabirlerine çok rast gelinir; nüh, Farsça dokuz demektir, kıbâb da, Arapça “kubbe”nin çoğuludur.
Muradım şem’i, tamlayan eki kullanılmamış Türkçe bir isim tamlaması olup, tamam söylenişi “muradımın şem’”ıdır. Ahın gökleri tutuşturması, onun yanık ve ateşli olmasından dolayıdır. Ondan sonra, mumun ışığı nasıl karanlığı giderir, etrafa ışık ve ferahlık saçarsa, insanın da muradı yerine gelince, öyle kederleri dağılır. Muradın muma benzetilmesi bu yüzdendir.
Kamu; Bütün, hep manasına bir Türkçe kelimedir.
Devâ-yi derdi (f. is. t.) Derdin devası,
İkinci mısradaki bimâr kelimesinin mâr hecesi, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatılarak okunmalıdır.

3. Şeb-i hicrân: (f. is. t.) Ayrılık gecesi.
Çeşm-i giryân: (f. s. t.) Ağlayan göz.
Uyarmak, uyandırmak demektir.

4. Gül-i ruhsâr: (f. is. t.) Yanak gülü, yanağın kırmızılığı. Tamlananla tamlayanın bir birine bağlanışı, aralarındaki benzeyiş yüzündendir.
Fasl-i gül: (f. is. t.) Gül mevsimi, ilkbahar.
Bu beyitte cidden zevkli bir hüsnü talil vardır:
Şair, birinci mısrada sevgilisinin gül yanağı karşısında kanlı yaş döktüğünü söyledikten sonra, gül mevsiminde, yani ilkbaharda suların coşkun ve bulanık aktığını zikrederek kendisinin kanlı yaş dökmesini de böyle zarif bir sebep ve mazerete bağlıyor.

5. Bu beyitte tutardım kelimesinin dutardım ve bilmem kelimesinin bilmen şeklinde kullanılışı Azeri lehçesi icabıdır.

6. Görgeç, görünce demektir Eskiden bilhassa Çağatay lehçesinde kullanılan bu tarzdaki fiil sığalarına Fuzûli’de de çok rast gelinir. Gene Divan Edebiyatı mahsullerinde, bu fiil kiplerinin görücek, gelicek, gidicek tarzında da kullanıldığı görülür î

7. Eski edebiyatımızın birçok beyitlerinin manasını iyice kavramak için, bu beyitte geçen Farsça rind (rint) kelimesinin aldığı geniş manayı bilmek lâzımdır. Rint; dünyayı fani bilip onun derdiyle zevkini gözünde bir tutan, içinde bulunduğumuz gerçek âlemin kayıtlarına, servetine, mevkilerine bakmayıp başka bir âlemin, kendi gönül dünyasının bazıları, coşkunlukları içinde yaşayan bir tip, eski telâkkiye göre, olgun, kâmil insan tipidir.
Rind-i şeydâ (f. s. t.) Divane rint, aşk yüzünden çılgına dönmüş rint.
Bu bir musammat gazeldir. Evvelce izah edildiği veçhile, gazelin asıl kafiyelerinden başka, her beytinin birinci mısraının ortasıyla sonunda ve ikinci mısraının ortasında da ayrı üç kafiye bulunan gazellere musammat gazel denir.

N.H.ONAN, İ.D.ANTOLOJİSİ

 

İLGİLİ İÇERİK

FUZULİ - EĞER ÇIKSA İDİ DERDÜN CİSMDEN DERDÜM Kİ CANDUR BU

FUZULİ - BUDUR FARKI GÖNÜL MAHŞER GÜNÜNÜN RUZ-I HİCRANDAN

FUZULİ - KEREM KIL KESME SAKİ İLTİFATUN Bİ-NEVALARDAN

FUZULİ - BENDE MECNUN'DA FÜZUN AŞIKLIK İSTİDADI VAR

FUZULİ HAYATI ve ESERLERİ

FUZULİ-ÖYLE SERMESTEM Kİ İDRAK ETMEZEM...

FUZULİ-BERCESTELER

FUZULİ-ÂL-İ ABÂ MERSİYESİ

FUZULİ - LEYLÂ VE MECNUN AÇIKLAMASI


FUZULİ - BENİ CANDAN USANDIRDI CEFADAN YAR USANMAZ MI? AÇIKLAMASI

Birinci beyitte “Felekler yandı ahımdan..” derken ahının ateşiyle göklerin tutuştuğunu söylüyor. Bu gerçekte mümkün olamayacağı için mübalağa sanatı olarak nitelendirilebilir. İkinci beyitte bimar (hasta), derd, derman, deva kelimeleri anlamca birbirine uygun kelimelerdir. Dolayısıyla bu beyitte tenasüp sanatı vardır. 

Şair, “Niçün kılmaz mana derman..” derken, cevabını bildiği bir konuyu bilmez göründüğü için tecahül-i arif; ayrıca bimar kelimesi hasta anlamı yanında “aşk derdine düşen” anlamında kullandığı için mecaz sanatı yapmıştır. 

Üçüncü beyitte pinhan tut- (gizlemek); ruşen kıl- (açıklamak) kelimeleri arasında tezat sanatı vardır. 

Dördüncü beyitte çeşm, giryan, efgan, dökmek arasında ve çeşm, şeb, uyandırmak arasında tenasüp sanatı vardır. “Kara bahtım uyanmaz mı?” sorusu ile cansız bir kavrama insana mahsus bir özelliği yüklediği için teşhis sanatı vardır. 

Beşinci beyitte sevgilinin gül yanağı yüzünden gözünden kanlı yaş gelmesinin sebebini bir başka olaya gül mevsiminin gelmesine ve bu mevsimde suların akmasına bağlanarak hüsn-i talil sanatı yapılmıştır. Gül, su, ruhsar, fasl-ı gül (ilkbahar) kelimeleri arasında tenasüp; akar su ve akarsu arasında cinas sanatı yapılmıştır. 

Altıncı beyitte şair kendisini arkadaşlarının ayıplaması üzerine Yusuf ile Züleyha hikâyesindeki şu olayı örnek gösteriyor: "Züleyha'nın Hz. Yusuf'a (a.s) âşık olması üzerine arkadaşları kendisini ayıplıyorlar ve bir erkek için bir vezir eşinin böyle durumlara düşmesini eleştiriyorlar. Bunun üzerine Züleyha da arkadaşlarını saraya davet ediyor, onlara meyve ikram ediyor. Kadınlar meyvelerini yerken sarayda çalışan Yusuf'u bir bahaneyle oraya çağırıyor. Kadınlar Yusuf'un güzelliği karşısında kendilerinden geçiyor ve farkında olmadan elmalarını kesecek yerde ellerini kesiyorlar. Bu olaydan sonra Züleyha'yı ayıplamakta haksız davrandıklarını anlıyorlar." Herkesçe bilinen bu olay hatırlatıldığı için telmih sanatı yapılıyor. 

Yedinci beyitte “rind-i şeyda” tamlaması ile asıl kastedilen Mecnun'dur. Bu beytin içinde Leyla ve Mecnun mazmunu vardır. Ayrıca bütün beyitlerde anlamı kuvvetlendirmek için soru sorularak istifham sanatı yapılmıştır. 

 

BEYİT BEYİT AÇIKLAMASI 

1.BEYİT: 

Beni cāndan usandırdı cefādan yār usanmaz mı 

Felekler yandı āhumdan murādum şem’i yanmaz mı 

Cān: (F.) can, ruh; hayat. Cefā: (A.) eziyet, incitme. Murād: (A.) İstek, dilek, maksat. Felek: (A.) Gökyüzü, semā. Şem’: (A.) Mum. 

Sevgili beni canımdan usandırdı, bana cefa etmekten usanmayacak mı. Āhımdan gökyüzü tutuşup yandı da dileğimin mumu hālā yanmayacak mı? Sevgili âşığa sürekli cefa eder, âşığı sürekli ıstırab içinde bırakır. Âşık da bunun sonucunda ölmeyi ister. Ama âşık için bu aynı zamanda istenen bir durumdur. Çünkü sevgili cefa etse de âşığa ilgisini bu şekilde ortaya koymuş olur. Mum, dini alt yapısı ile Tanrı’dan ya da Tanrı vasıtasıyla yüce bir kişilik huzurunda bir dileğin gerçekleşmesi için yakılır. Âşık da sevgiliyle birleşme tutkusunu, dileğini bir mum yakarak gerçekleştirmek ister. Bu dileğin gerçekleşmesi için çok çabalamıştır. Bu dilek adına içinde öylesine bir ateş beslemiştir ki âşık “ah” ettiğinde içindeki ateş tüm gökyüzünü tutuşturduğu halde “dilek mumu”nu bir türlü tutuşturmaz. Bu da âşığın dileğinin gerçekleşmeyeceğine dair korkuya kapılmasına yol açar. Şair, burada olağanüstü güzellikte bir mübalağa yapmıştır. Akşam vakti ya da gün doğarken gökyüzünde oluşan kızıllık, âşığın ahının yaktığı feleklere benzetilir. Âşığın ölümü istemesi candan vazgeçmesi maddeden kurtulması manasına gelir. Allah kulunu kendine yakınlaştırmak için bir takım denemelere tabi tutar. Madde ile mana arasında kalan kul acı çeker. Bu sınavları geçen kul artık gerçek Sevgiliye kavuşmak ister. Bu kavuşma isteği gecikince kul korkuya düşer ve bu anın bir an önce gelmesini ister. 

2.BEYİT: 

Kamu bįmārına cānān devā-yı derd eder ihsan

 Niçün kılmaz bana dermān meni bįmār sanmaz mı 

Kamu: Hep, bütün, hepsi. Bįmār: (F.) hasta, sayrı. Cānān: (F.) sevgili; Allah. Devā: (A.) çare, ilaç. İhsān: (A.) iyilik etme, lutuf,bağışlama. Dermān: (F.) çare, ilaç, güç. 

Sevgili bütün âşıklarının (hastalarının) derdine bir çare bağışlar. Benim derdime niçin bir çare sunmaz. Yoksa benim âşık (hasta) olduğumu bilmez mi? Sevgili, kendine âşık olanlara yani aşk hastalığına tutulmuşlara ilgisiyle birer derman bağışlar. Hepsi ile teker teker ilgilenir. Adeta bir doktor gibi şifa dağıtır. Ama aşkta asıl çare, ilaç aşkın kendisidir, aşkın verdiği acıdır. Sevgili, âşığa gösterdiği cefa ile birlikte bir ilgi göstermiş olur. Cefa, acı da olsa sevgilinin nazarını üzerinde hissetmesine bir delil olarak âşık derman bulur. Ancak  şair burada sevgilinin ilgisizliği karşısında büyük bir acı içindedir. Onun bu ilgisizliği bu sefer de âşığı farklı bir korkuya sevk eder. Acaba sevgili, âşığın bu sevgisinden şüphe mi etmektedir. Âşık, sevgilinin derdi de olsa çekmeye razıdır. Dert çekilemeyince vahdete ulaşmak mümkün değildir.  

3.BEYİT 

Gamum pinhān dutardum men dediler yāre kıl rūşen 

Desem ol bį-vefā bilmem inanır mı inanmaz mı 

Gam: (A.) keder, tasa, kaygı, dert. Pinhān: (F.) gizli, saklanmış. Yār: (F.) dost, sevgili. Rūşen: (F.) aydın, parlak; belli, meydanda. Bį-vefā: (A.) sözünde durmama.        

Ben gamımı gizli tutuyordum, “sevgiliye açıkla” dediler. Bilmem, acaba açıklasam o vefāsız sevgili inanır mı inanmaz mı?        

Âşık, içindeki aşkla yanar durur. Bu aşkın ıstırabıyla gam, acı çeker. İçindeki bu ateşle aşkını dillendirip durur. Âşığın bu halini gören çevredekiler bu aşktan sevgiliyi de haberdar etmesini isterler.  Aslında sevgili bu aşktan haberdardır çünkü vefasızlık göstermiştir. Sevgili, vefasızdır âşığa hep acı verir. Aşkı, çekilen acıyı bilir ama bilmezden gelir. Âşık da bu durumda kendi aşkını da görmeyeceğini düşünür. Bu yüzden umutsuzdur Ancak âşık, yine bir korku içindedir. Sevgilinin aşkını anlayıp anlamayacağını düşünüp durur. 

4.BEYİT: 

Şeb-i hicrān yanar cānım töker kan çeşm-i giryānım 

Uyarur halkı efgānum kara bahtum uyanmaz mı

Şeb: (F.) gece. Hicrān: (A.) ayrılık, unutulmaz acı. Giryān: (F.) ağlayan. Efgān: (F.) ıstırap ile haykırma, bağırma. Baht: (F.) talih, kader, kısmet.   

Ayrılık gecesi canım yanar. Ağlayan gözlerim kanlı yaşlar döker. Haykırıp bağırmam herkesi uyandırır da kara bahtım hala uyanmaz mı?  Âşık, aşkın ve ayrılığın acısıyla karanlıklar içinde gözyaşı dökerek haykırır. Herkes bu feryatla uyanır ama hala bahtı uykudan uyanmaz. Gecenin karanlığına bir de bahtın karanlığı karışınca âşığın umutları iyice kaybolur. Bahtının uykudan uyanması sevgiliye kavuşmakla olur. Sevgili gelince karanlık kaybolur ve aydınlanır.   

5.BEYİT 

Gül-i ruhsāruna karşu gözümden kanlu akar su 

Habįbüm fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı 

Ruhsār: (F.) yanak. 

Habįb: (A.) sevgili, dost. 

Fasl: (A.) dört mevsimden her biri.        

Yanağının kırmızı gülüne karşı gözyaşları da gözümden kanlı akar. Sevgilim bu gül mevsimi, ilkbahardır. Bu mevsimde akarsular bulanık akmaz mı?        

Yanak hem gül hem de sudur. Kırmızılığı ile güle benzetilir, parlaklığı ile de su gibidir. Sevgilisinin yanağını gören âşık da gözünden kanlı yaşlar akıtır. Göz yaşının kanlı oluşu da ilkbaharda suların bulanık akışına benzetilmiştir.          

Âşık, sevgilisi için kanlı göz yaşı döker. Yani kul kendini yaratan Rabbi için, ona ulaşmak için cefalar çekmiştir ve bu uğurda o kadar ağlamıştır ki artık gözünden yaş değil kan akmaktadır. Kan maddedir, kulun gözünden yani nur kaynağı olan gözden maddeyi akıtması saflığa ulaşması söz konusudur. Böylece kul Allah’a maddeden uzaklaşmakla yakınlaşır. Gül ve Habįb olan Hz. Muhammed’dir. Gül mevsiminde yani Hz. Muhammed’in zamanında da maddeden uzaklaşmak Allah’a yaklaşmak esastır. Dolayısıyla kulun maddeyi özünden atarak manaya dalması, saflığa erişmesi belirtilmiştir. 

6.BEYİT 

Degüldüm ben sana mā’il sen etdün aklumı zā'il  

Mana ta’n eyleyen gāfil seni görgeç utanmaz mı 

Mā’il: (A.) bir yana eğilmiş, eğri, eğik, istekli,düşkün Zā’il: (A.) sona erme, sürekli olmama, ortadan kalkma. Ta’n: (A.) sövme, ayıplama. gāfil: (A.) gaflette bulunan, ihmal eden.       

 Ben sana düşkün değildim. Benim aklımı başımdan sen aldın. Beni ayıplayan kişi, acaba seni görünce beni ayıpladığına utanmayacak mı?        

Âşık, delidir. Ne yaptığını, ne söylediğini bilmez. Kendinden geçmiş bir hali vardır. Kendisini önemsemez. Mecnun, Leyla’nın aşkından öyle bir hale gelmiştir ki başında kuşlar yuva yapmaktadır. Onu görenler onunla dalga geçer, çocuklar tarafından taşa tutulur. Âşık aşkı ile bu acınası halleri yaşar.               

Gafil, aşk derdine tutulmamış olandır. Aşkın ne olduğunu bilmez bu yüzden âşığın düştüğü acınacak durumdan dolayı onu ayıplar. Ancak daha sonra sevgiliyi ve güzelliğini görünce âşığın haklılığına kanaat getirir ve söylediklerinden dolayı utanır.        

 Beytin tasavvufi manası ise şöyledir: Allah, kullarını denemeye tabi tutar. Bu denemeyi geçeni nazarına layık bulur. Kulunun gönlünde tecelli eder. Bu tecelli ile kul masivadan kurtulur ve aklın yerini Allah’ın aşkı alır. Aşka tutulan ise artık dünya ile bağlantısını koparır.  Cezbeye tutulur ve “mecnun”luk payesini edinir.         

Gafil ise; gözü ve gönlü kesrete kapılmıştır. Allah’ın aşkını ve tadını bilemez durumdadır. Ahiret gününde Allah’ın huzuruna varınca, yani gerçeği anlayınca düştüğü durumu, gafleti görüp yaptıklarına utanacaktır. 

7.BEYİT: 

Fuzūli rind-i şeydādır hemişe halka rüsvadır

 Sorun kim bu ne sevdādur bu sevdādan usanmaz mı 

Rind: (F.) kalender, dünya işlerini hoş gören kimse. Şeydā: (F.) aşktan deli divāne olmuş; şaşkın. Hemişe: (F.) daima, her vakit, her zaman. Rüsvā: (F.) rezil, itibarsız; insanlar arasında saygınlığı azalan kişi, rezil. Sevdā: (F.) aşk, sevgi; aşırı sevgiden doğanbir çeşit hastalık. 

Fuzūli aşk yüzünden deli, divāne olmuş bir rinddir. Her zaman dile düşmüş, halka rezil olmuştur. Sorun bakalım bu ne biçim bir aşktır? Bu aşktan usanmayacak mı? 

Yukarıdaki beyitte aşkın halleri açıklamıştır. Fuzūli de aşk hastalığına tutulmuştur. Bu hastalığın getirdiği delilik davranışlarını göstermektedir. Bu davranışlarla da halk arasında rezil bir konuma düşmüştür. Bir kez  İlahi aşka tutulan için geri dönüş yoktur ki; bu beyitte aşk “sevda” kelimesi ile ifade edilmiştir. Sevda karalığı ve aşkın çok derin boyutlarını göstermek için kullanılmıştır. Kara sevdanın sonu yoktur, vaz geçilmezdir. Bir kez kara sevdaya tutulan ancak ölümle kurtulur ki bu da “Asıl Sevgili”ye kavuşmaktır.  Beytin ikinci mısrasında “usanmaz mı” ifadesi bünyesinde aynı zamanda “us” kelimesini barındırır. Us; akıl demektir. Âşığın aynı zamanda akıllanıp akıllanmayacağını sorgular. Oysa sevda akıllanmaya ya da bıkmaya müsaade etmez.    

Sibel ÜST'ün  "FUZŪLİ’NİN “USANMAZ MI” REDİFLİ GAZELİNİN YAPISALCILIK AÇISINDAN İNCELENMESİ " başlıklı makalesinden alınmıştır.  

 

 http://www.edebiyatfatihi.net

 

İLGİLİ İÇERİK

FUZULİ - EĞER ÇIKSA İDİ DERDÜN CİSMDEN DERDÜM Kİ CANDUR BU

FUZULİ - BUDUR FARKI GÖNÜL MAHŞER GÜNÜNÜN RUZ-I HİCRANDAN

FUZULİ - KEREM KIL KESME SAKİ İLTİFATUN Bİ-NEVALARDAN

FUZULİ - BENDE MECNUN'DA FÜZUN AŞIKLIK İSTİDADI VAR

FUZULİ HAYATI ve ESERLERİ

FUZULİ-ÖYLE SERMESTEM Kİ İDRAK ETMEZEM...

FUZULİ-BERCESTELER

FUZULİ-ÂL-İ ABÂ MERSİYESİ

FUZULİ - LEYLÂ VE MECNUN AÇIKLAMASI


ALİ NİHAT TARLAN ŞERHİ

GAZEL
1) Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
    Felekler yandı ahumdan murâdum şem’i yanmaz

Yârin ettiği cefa beni canımdan usandırdı. Sevgili artık bana cefa etmekten usanmaz mı?

Sevgili âşığa cefa eder. Onu candan “maddeden” usandırmak ve kemâle eriştirmek için. Zahiren cefadan âşık o derece bıkmış usanmış ki yaşayıp o cefaya katlanmaktansa ölmeyi istiyor.
Ah, burada güneşin battığı zamanki kızıllıktır. Çünkü muradım şem'i yani arzumun mumu yanmaz mı diyor. Güneş batınca mumlar yanar.
Görünüşte o kadar ah ettim ki felekler yanan gönlümden çıkan ahımın ateşinden yandı ve ben hâlâ muradıma ermedim diyorsa da hakikatte ben candan, maddeden bıktım, onu terk edecek hâle geldim demek istiyor. Bu aşk ıstırabı içinde felekleri de yaktım kül ettim. Yani felekler dahi gözümde yok artık. Böyle olunca muradım olan visâle niçin ermiyorum diyor.
Candan usanmak, ölümü istemektir. Bu çok acıdır, güçtür.
Fakat cefa etmekten bıkıp usanmak, artık cefa etmemek, candan usanmak yanında hiçtir. Şâir ikisini bir usanmak fiili ile birleştiriyor.

2) Kamu bîmârına cânan devâ-yı derd eder ihsân
    Niçün kılmaz mana derman meni bîmâr sanmaz mı

Sevgili, aşk yüzünden bütün hasta düşenlere derdinin devasını ihsan ediyor. Niçin benim derdime derman kılmıyor, acaba beni hasta zannetmiyor mu?

Sevgilinin âşıkların derdine derman bulması bir umumî kaidedir. Yani Hak âşıklarını, aşk hastalarım sevgili visâline nail eder. Çünkü onları kendine bağlayan zaten sevgilidir.
Sevgili, âşıkların derdine onlara cefa çektirmekle derman verir. Şâir sevgiliden cefa istiyor. Sevgili, onu aşk hastası sanmamakla tegafül gösteriyor. Bu tegafül ise âşık için çok büyük bir derttir.

3) Gamum pinhân dutardum men dediler yâra kıl rûşen
     Desem ol bîvefâ bilmen inanur mu inanmaz mı

Ben aşk uğrunda çektiğim ıstırabı gizliyordum. Sevgiliye bunu açıkla, bildir dediler. Eğer bu gizli ıstırabımı kendisine bildirsem, bilmiyorum o vefasız inanır mı inanmaz mı?

Bundan evvelki beytin devamıdır. Gamım gizlediği için sevgili onun aşk hastası olduğunu bilmiyor. Eğer aşk hastası olduğunu açıklasa acaba inanır mı?
Sevgili, hayat müddetince daima vefasızdır. Âşığı kendine çeker, Fakat daima onu uzaklaştırmak için türlü cefalar eder.
Âşığın bunlara mukavemet etmesini ister.

4) Seb-i hicrân yanar cânum töker kan ceşm-i giryânum
     Uyarur halkı efgânum kara bahtum uyanmaz mı

Ayrılık gecesi canım yanar. Ağlayan gözüm kanlı yaş döker. Figan ve feryadım halkı uyandırır. Şu kara bahtım uyanmaz mı?

Bu beyitte mum tasviri vardır. Mum gece yanar, mumun fitili can riştesidir. Yanan candır. Bu benzetiş birkaç defa geçti, Mumun eriyip damla damla akması da gözyaşı dökmesidir.
Bütün halkı uyandıran bir feryat, şâirin kara bahtını uyandırmıyor.
Yanmayan mumun fitili karadır. Bunu talihine benzetiyor.
Mumun yanmasına mumun uyanması derler. Mumu yak yerine mumu uyandır derler. Kara bahtının mumu bir türlü uyanmıyor. Yani aydınlanmıyor. Talihli insana bahtı uyanık derler

5) Gül-i ruhsâruna karşu gözümden kanlu ahar su
    Habîbüm fasl-ı güldür bu ahar sular bulanmaz yor.

Gül gibi yanağına karşı gözümden kanlı yaşlar dökülüyor. Sevglim, bu gül mevsimidir. Akar sular elbette bulanacaktır.

Sevgilinin güle benzeyen yanağına karşı âşık kanlı yaş döküyor. Gül mevsiminde ki bahardır, sular bulanık seller hâlinde akar. Kanlı yaşta bulanık sudur.
Kan madde olduğuna göre Hakk uğrunda dökülen yaşlar, insanı maddeden kurtarır. Çünkü gül mevsimidir yani devr-i Muhammedî'dir. Gül Hazret-i Muhammed'dir. Hazret-i Muhammed de Habibullâhtır. Gül mevsimi devr-i Muhammedî olduğuna göre bu maddeden tecerrüd edip Hakk'a yaklaşmak ancak İslâmiyette olur diyor. İsevîlikte de varsa da bu tecerrüd yani tasavvufun kemâl şekli İslâmiyettedir demek istiyor. Bu fikri Kadı Burhaneddin de şu beyti ile ifade ediyor:
Gönülde kopalı sanemâ bir safâ-yı ışk
Toldı bu âleme yine bizden nedâ-yı ışk

Bu beyitte : Gönül, çan; sanem, put; safa-yı aşk ise Hazret-i İsa'dır. Yani Hırıstiyanlıkta safa-yı aşk var ise de aşkın yüksek sesi ancak İslâmiyet ile bu âleme doldu demek istiyor.

6) Degüldüm men sana mâ'il sen etdün aklumı zâ'il
    Mana ta'n eyleyen gâfil seni görgec utanmaz mı

Ben sana gönül vermiş değildim. Benim aklımı sen aldın. Yani beni kendine sen âşık ettin, akıl yerine aşkı getirdin. Beni bu çılgınca hareketlerimden dolayı ayıplayan, kınayan gafil, seni görünce utanmaz mı?

Geçen gazellerde de izah edildiği gibi evvelâ Allah kulu sever, kendine çeker. Sonra kul Allah'ı sever. “Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Ayet” Onun için ben sana gönül vermedim, sen benim aklımı aldın diyor. Akıl alınınca yerine aşk gelir ve âşık çılgınca hareketler yapar. Bu inceliği bilmeyen insanlar âşıka ta'n ederler. Eğer onun sevgilisini görseler bu kınamadan utanırlar.
Sevgili görünmez. Zâtı görünmez, sıfatı yani bütün mükevvenat görülür. Bu ise manevî bir müşahededir.

7) Fuzûlî rind ü şeydâdur hemîşe halka rusvâdur
    Sorun kim bu ne sevdâdur bu sevdâdan usanmaz

Fuzûlî aşkın icabı olarak rinddir yani cemiyetin mevzuatına değer vermez. Ve değer vermediği için de çılgındır. Sorun bu ne cinnettir, bu delilik devam eder mi, yoksa akıllanır mı?

Fuzûlî, herkesin ayıpladığı bu çılgınca hareketlerde aşk yüzünden bulunuyor. Çünkü aklı Hak tarafından alınmıştır.
Rind ve mecnûn olmuştur. Bu bir sevdadır yani akıl hastalığıdır Usanmak, us yani akıldan gelir, usanmak akıllanmak demektir. Bıkmak değil.


FUZULİ DİVAN ŞERHİ, PROF.DR. ALİ NİHAT TARLAN, KÜLTÜR BAKANLIĞI

İLGİLİ İÇERİK

FUZULİ - EĞER ÇIKSA İDİ DERDÜN CİSMDEN DERDÜM Kİ CANDUR BU

FUZULİ - BUDUR FARKI GÖNÜL MAHŞER GÜNÜNÜN RUZ-I HİCRANDAN

FUZULİ - KEREM KIL KESME SAKİ İLTİFATUN Bİ-NEVALARDAN

FUZULİ - BENDE MECNUN'DA FÜZUN AŞIKLIK İSTİDADI VAR

FUZULİ HAYATI ve ESERLERİ

FUZULİ-ÖYLE SERMESTEM Kİ İDRAK ETMEZEM...

FUZULİ-BERCESTELER

FUZULİ-ÂL-İ ABÂ MERSİYESİ

FUZULİ - LEYLÂ VE MECNUN AÇIKLAMASI