Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 NECİP FAZIL KISAKÜREK - TAKVİMDEKİ DENİZ  ŞİİRİNİN İNCELEME 

 Üstad bu şiirde ölümü deniz kisvesine büründürerek karşımıza çıkartıyor. **üme duyulan hasretin büyüklüğü denizin derinliğiyle vücut buluyor:

 

Hasreti denizlerin,

Denizler kadar derin

Ve o kadar bucaksız...

 

Kendisini içine çekecek olan deniz, ömrün günlerinin tükenmesiyle gün ışığına çıkan ölüm gibi yaprakları tükenmiş, kullanılmış bir takvimde tüm haşmetiyle çalkalanıyorken çıkar karşısına: 

 

Ta karşımda, yapraksız,

Kullanılmış bir takvim...

Üzerinde bir resim:

Azgın, sonsuz bir deniz;

Kaygısız, düşüncesiz,

Çalkanıyor boşlukta.

 

Kendisinin ölüm karşısındaki acizliğini belirtmek istercesine, kendisini, gördüğü gemiyi denizin içinde bir nokta olarak tasavvur ediyor:

 

Resimdeyse bir nokta:

Yana yatmış bir gemi...

Kaybettiği âlemi

Arıyor deryalarda.

 

Birden resmin içinde buluyor kendisini. Ve kendisini kaybetmesine yol açıyor bu yolculuk:

 

Bu resim rüyalarda

Gibi aklımı çeldi;

Bana sahici geldi.

Geçtim kendi kendimden,

 

O kadar kendisini resmin içinde hisseder ki, artık denizin ıslaklığını yüzünde, yosunlarını ise ciğerinde hissetmektedir:

 

Yüzüme, o resimden,

Köpükler vurdu sandım;

Duymuş gibi tıkandım,

Ciğerimde bir yosun.

 

Artık önüne hiçbir engelin çıkamayacağına ve hasretini çektiği denize varacağına bütün benliğiyle inanmaktadır.Ve eğer varamazsa bu hasretin onu yakacağını belirtirken denize kavuşmanın bir yok oluş değil, asıl kavuşamamanın onun için bir yok oluş olacağını dile getirmektedir:

 

Artık beni kim tutsun?

Denizler oldu tasam.

Yakar, onu bulmazsam,

Beni bu hasret, dedim,

Varırım, elbet, dedim,

Bir ömür geze geze,

Takvimdeki denize. 

 

Birden o kadar hasretini çektiği vuslatla karşılaşınca hayretler içinde kalır. Hem bekler, hem de yüz yüze gelince şaşkınlığa düşer. Birden odasının içine denize yolculuğun habercisi olarak meltem dolmuştur. Artık yolculuğun başlayacağının hem eşyalar hem de kendisi farkındadır. Yolculuğun başlayacağının farkına varan eşyalar birden odada kıyamet koparırlar:

 

Ne var, bana ne oldu,

Odama nasıl doldu,

Birdenbire bu meltem?

Ve dalgalandı perdem,

Havalandı kâğıtlar.

Odamda kıyamet var! 

 

Vuslat habercisi olan meltem birden kanı donduracak bir etki oluşturur. Evet, bekleniyordur ama hesap edilmeyen bir şeyler vardır sanki. Her ne olursa olsun artık başlamıştır yolculuk:

 

Ah yolculuk, yolculuk!

Ne kadar baygın, soluk,

O gün bizde betbeniz;

Ve ne titrek kalbimiz

Ve eşyamız ne küskün!

 

İşte şimdi yolculuğun en azılı engelleyicileriyle karşı karşıyadır:

 

Yola çıktığımız gün,

Bir sıraya dizilmiş,

Gözyaşlarını silmiş,

Bakarlar sinsi sinsi.

 

Denize hicretin bir ayrılık, bir kopuş, bir terk ediş olduğunu gösteren sahne yaşanmaya başlamıştır. Birden her şey değişir: 

 

Niçin o ânda hepsi,

Bir kuş gibi hafifler,

Arkadan geleyim der?

Niçin o güne kadar,

Dilsiz duran ne kadar

Eşya varsa dirilir,

Yolumuza serpilir?

Ufak böcekler gibi,

Gezer onların kalbi,

Üstünde döşemenin.

 

Şimdi kendisini bir karmaşıklığın ortasında bulur. Ama vuslat zamanı gelmiştir ve titrek kalp son oyunlara aldırmadan bu mahşerin içinden sıyrılır:

 

Bir gizli didişmenin

Saati çalar o ân;

Birden bakar ki, insan,

Her şey karmakarışık.

Ayırmak olmaz artık

Bir kalbi bir taraktan;

Ve kalb, ağlayaraktan,

Çekilir geri geri,

Terkeder bu mahşeri

 

Ve şiirin en son kısmında tasavvur edilen sahnede, Üstad tarafından yaşanılanlar, bu mahşeri terk ederken Üstad'ın neleri arkasında bıraktığı ve bayram olarak gördüğü denize hicretin gönlü hafifliyor olsa bile dönüp arkaya bakmaktan kendisini alamadığı, Şair-i azam sıfatının nereden geldiği bir kez daha gözler önüne serilircesine dile getiriliyor:

 

Bu mahşerin içinden

O gün ben de geçtim, ben;

Nem varsa, evim, anam,

Çocukluğum hatıram

Ve ne sevdalar serde,

Bıraktım gerilerde,

Kaçar gibi yangından.

Rüzgârların ardından,

Baktım da süzgün süzgün,

Kurşun yükünü gönlün,

Tüy gibi hafiflettim,

Denize hicret ettim...

 

TAKVİMDEKİ DENİZ

Şiire biçim olarak baktığımızda ilk dikkat çeken ölçülü oluşudur. Hece ölçüsüyle yazılmıştır.( 7’li ölçü ) Şiirde şairin kendine özgü bir uyak kullanımı da vardır. Şiir tek bir benden oluşuyor. Dörtlük veya beyit gibi kısımlara ayrılmamış. Cümle bir dizede bitmiyor bazen iki bazen daha çok dize bir cümle oluşturuyor. Dizelerin ilk harfleri büyük harfle başlamış ve noktalama işaretlerine de dikkat edilmiştir.

Dil ve anlatım özelliklerine gelince ilk dikkat çeken dilinin sade oluşudur. Söz sanatları kullanılmış. Şairin kendine özgü imgeleri kullandığını görebiliyoruz.”ölüm” sözcüğü şiirde hiçbir yerde geçmiyor ancak “deniz “ sözcüğü ölümü ifade etmektedir. Denize duyulan hasret ölümü istemektir . Kendisi o takvim yaprağında gördüğü gemi gibi uçsuz bucaksız denizde küçücük bir noktadır. ölüm karşısında kendisini aciz görüyor. Şiirdeki kelimeler, çoğu zaman gerçek anlamları dışında kullanılırlar. Parnasizm ve sembolizmin etkileri vardır. Objeler ve bu objelerin şiirdeki işlenişlerini değerlendirdiğimizde, karşımıza “ metafizik endişeler içinde kıvranan, dünya ile âhiret arasında sıkı ilgiler kuran, derin düşünceler içinde muzdarip bir insan” portresi çıkmaktadır

 

TAKVİMDEKİ DENİZ  VE ÖLÜM TEMASI

 

Ölüm ve şair. Ölümün şairin şiirlerindeki yeri o kadar büyüktür ki, Çile başyapıtının bir bölümü ölüme ayrılmıştır. Tabi bu, ölümün sadece bu bölümdeki şiirlerle sınırlı kaldığı anlamınıa gelmiyor, çünkü Şair neredeyse her şiirinde umut ve ölümü ustalıkla bir arada barındırmayı bilmiştir. Belki de Çile'yi okuyan insanlar üzerinde küçük bir anket çalışması yapılsa ve aklınızda en çok kalan şeyi tek kelimeyle ifade eder misiniz diye sorulsa, verilecek cevaplarda en fazla ölüm mefhumu yer alır. Şair ve ölüm mefhumu öyle bütünleşmiştir ki, şairin ölüme bakışı bir çok makaleye hatta kitaba konu olmuştur. ( Necip Fazıl şiirinde ölüm senfonisi-Ekrem SAĞIROĞLU ) Şairin iç dünyasının yansıması olan şiirleri okunduğu zaman, birçok şiirin ortak özelliğinin ölüme duyulan özlem ve mutlak huzur için terk-i dünyanın şart olduğu görülür.

 

"An oluyor bir garip duyguya varıyorum,

Ben bu sefil dünyada acep ne arıyorum?.."

diyen Şair bu garip duygudan kurtulmasının panzehirini de şöyle dile getirmektedir:

 

"**üm ölene bayram, bayrama sevinmek var

Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var"

 

Şairin ölüm konusundaki görüşleri ciltler dolduracak kadar inceleme ve araştırmalarla ele alınabilecek değerdedir ; ama şair Takvimdeki deniz şiirinde ölümle ilgili düşüncelerini öyle güzel özetlemiş ki, aslında hiçbir açıklamaya yer bırakmamış. 

 

TAKVİMDEKİ DENİZ ŞİRİNİN İNCELENMESİ

 

Şair bu şiirde ölümü deniz kisvesine büründürerek karşımıza çıkartıyor. ölüme duyulan hasretin büyüklüğü denizin derinliğiyle vücut buluyor:

 

Hasreti denizlerin,

Denizler kadar derin

Ve o kadar bucaksız...

 

Kendisini içine çekecek olan deniz, ömrün günlerinin tükenmesiyle gün ışığına çıkan ölüm gibi yaprakları tükenmiş, kullanılmış bir takvimde tüm haşmetiyle çalkalanıyorken çıkar karşısına:

 

Ta karşımda, yapraksız, uyakların incelenmesi : 

Kullanılmış bir takvim... – z : yarım uyak 

Üzerinde bir resim: - im : tam uyak 

Azgın, sonsuz bir deniz;

Kaygısız, düşüncesiz,

Çalkanıyor boşlukta.

 

Kendisinin ölüm karşısındaki acizliğini belirtmek istercesine, kendisini, gördüğü gemiyi denizin içinde bir nokta olarak tasavvur ediyor:

 

Resimdeyse bir nokta: - a : yarım uyak 

Yana yatmış bir gemi... – i : yarım uyak 

Kaybettiği âlemi

Arıyor deryalarda.

 

Birden resmin içinde buluyor kendisini ve kendisini kaybetmesine yol açıyor bu yolculuk:

 

Bu resim rüyalarda 

Gibi aklımı çeldi; - di : redif - l : yarım uyak 

Bana sahici geldi.

Geçtim kendi kendimden,

 

O kadar kendisini resmin içinde hisseder ki, artık denizin ıslaklığını yüzünde, yosunlarını ise ciğerinde hissetmektedir:

 

Yüzüme, o resimden, - den : redif - im : tam uyak 

Köpükler vurdu sandım;

Duymuş gibi tıkandım, - dım : redif - an : tam uyak 

Ciğerimde bir yosun.

 

Artık önüne hiçbir engelin çıkamayacağına ve hasretini çektiği denize varacağına bütün benliğiyle inanmaktadır ve eğer varamazsa bu hasretin onu yakacağını belirtirken denize kavuşmanın bir yok oluş değil, asıl kavuşamamanın onun için bir yok oluş olacağını dile getirmektedir:

 

Artık beni kim tutsun? - un : tam uyak

Denizler oldu tasam.

Yakar, onu bulmazsam, 

Beni bu hasret, dedim, - dedim : redif - et : tam uyak 

Varırım, elbet, dedim,

Bir ömür geze geze,

Takvimdeki denize.

 

Birden o kadar hasretini çektiği vuslatla karşılaşınca hayretler içinde kalır. Hem bekler, hem de yüz yüze gelince şaşkınlığa düşer. Birden odasının içine denize yolculuğun habercisi olarak meltem dolmuştur. Artık yolculuğun başlayacağının hem eşyalar hem de kendisi farkındadır. Yolculuğun başlayacağının farkına varan eşyalar birden odada kıyamet koparırlar:

 

Ne var, bana ne oldu,

Odama nasıl doldu,

Birdenbire bu meltem?

Ve dalgalandı perdem,

Havalandı kâğıtlar.

Odamda kıyamet var!

 

Vuslat habercisi olan meltem birden kanı donduracak bir etki oluşturur. Evet, bekleniyordur ama hesap edilmeyen bir şeyler vardır sanki. Her ne olursa olsun artık başlamıştır yolculuk:

 

Ah yolculuk, yolculuk!

Ne kadar baygın, soluk,

O gün bizde bet beniz;

Ve ne titrek kalbimiz

Ve eşyamız ne küskün!

 

İşte şimdi yolculuğun en azılı engelleyicileriyle karşı karşıyadır:

 

Yola çıktığımız gün,

Bir sıraya dizilmiş,

Gözyaşlarını silmiş,

Bakarlar sinsi sinsi.

 

Denize hicretin bir ayrılık, bir kopuş, bir terk ediş olduğunu gösteren sahne yaşanmaya başlamıştır. Birden her şey değişir:

 

Niçin o ânda hepsi,

Bir kuş gibi hafifler,

Arkadan geleyim der?

Niçin o güne kadar,

Dilsiz duran ne kadar

Eşya varsa dirilir,

Yolumuza serpilir?

Ufak böcekler gibi,

Gezer onların kalbi,

Üstünde döşemenin.

 

Şimdi kendisini bir karmaşıklığın ortasında bulur. Ama vuslat zamanı gelmiştir ve titrek kalp son oyunlara aldırmadan bu mahşerin içinden sıyrılır:

 

Bir gizli didişmenin

Saati çalar o ân;

Birden bakar ki, insan,

Her şey karmakarışık.

Ayırmak olmaz artık

Bir kalbi bir taraktan;

Ve kalb, ağlayaraktan,

Çekilir geri geri,

Terk eder bu mahşeri.

 

Şiirin en son kısmında tasavvur edilen sahnede, Şair tarafından yaşanılanlar, bu mahşeri terk ederken şairin neleri arkasında bıraktığı ve bayram olarak gördüğü denize hicretin gönlü hafifliyor olsa bile dönüp arkaya bakmaktan kendisini alamadığı, Şair-i azam sıfatının nereden geldiği bir kez daha gözler önüne serilircesine dile getiriliyor:

 

Bu mahşerin içinden

O gün ben de geçtim, ben;

Nem varsa, evim, anam,

Çocukluğum hatıram

Ve ne sevdalar serde,

Bıraktım gerilerde,

Kaçar gibi yangından.

Rüzgârların ardından,

Baktım da süzgün süzgün,

Kurşun yükünü gönlün,

Tüy gibi hafiflettim,

Denize hicret ettim...

 

Son olarak ölüm teması ve Necip Fazıl deyince şu mısraları söylemeden olmaz **ümün bir yok oluş değil, tam aksine mutlu bir yeniden var oluş olduğunu anlatan ne anlamlı mısralardır bu mısralar.

 

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?...

 

SÖZ SANATLARI 

 

Hasreti denizlerin : hasret insana özgü olan bir duygudur , burada bu özellik denize verilerek “ teşhis” kişileştirme sanatı yapılmıştır.

 

Hasreti denizlerin hasret denize benzetilmiş benzetme yönü de derin oluşudur

Denizler kadar derin benzetmenin dört öğesi de kullanılmış olduğundan tam teşbihtir. 

Benzeyen hasret , benzetilen deniz , benzetme yönü derin oluşu , benzetme edatı kadar

 

Hasreti denizlerin, Bir sözün etkisini güçlendirmek amacıyla bir şeyi ya olamayacağı

Denizler kadar derin bir biçimde anlatmak ya da olduğundan pek çok veya pek az 

Ve o kadar bucaksız... göstermeye mübalağa denir. Burada hasretin derinliği mübalağalı bir biçimde söylenmiştir.

 

Azgın, sonsuz bir deniz; kaygı duymak insana özgü olan bir duygudur , burada bu

Kaygısız, düşüncesiz, özellik denize verilerek “ teşhis” kişileştirme sanatı yapılmıştır.

Çalkanıyor boşlukta

 

Niçin o ânda hepsi, cevap alma amacı gütmeden, duyguyu ve anlamı güçlendirmek için Bir kuş gibi hafifler, soru yoluyla anlatılmıştır istifham / teşhis-i intak 

Arkadan geleyim der? İnsana özgü niteliklerin başka varlıklara aktarılmasına, onlara kişilik kazandırılmasına “teşhis”; onların konuşturulmasına da “intak” denir. İntak sanatının bulunduğu her yerde teşhis sanatı da vardır.

 

Terk eder bu mahşeri. Mahşer yeri gibi oda oda mahşer yerine benzetilmiş

Bu mahşerin içinden yalnızca “mahşer” kullanılmış , benzetilen var.

O gün ben de geçtim, ben; yalnızca benzetilenle yapılan istiareye açık istiare denir.

 

Ve ne sevdalar serde, kargaşa ve telaş yangına benzetilmiş 

Bıraktım gerilerde, yalnızca benzetilenle yapılan istiareye açık istiare denir.

Kaçar gibi yangından. 

http://www.frmtr.com/ sitesinden alıntıdır