Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

GAZEL-NECATİ-2


1- Çıkalı göklere ahım şereri döne döne
Yandı kandil-i sipihrin ciğeri döne döne

2- Ayağı yere mi basar zülfüne berdâr olanın
Zevk-u şevk ile verir can u sen döne döne

3- Şâm-ı zülfünde gönül Mısr-ı harâb oldu deyü
Sana iletti kebuter haberi döne döne

4- Sen olasın deyü yer yer asılıp âyineler
Gelene gidene eyler nazarı döne döne

5- Ey NECATİ yaraşır mutrıbı Şeh meclisinin
Raks'urup okuya bu şi'r-i teri döne döne
                               NECATİ

DÖNE DÖNE
DÖNE DÖNE


Türk edebiyatında, cihanlar açan tablolar, sahneler, canlılıkla dolu şiirler var. Bunlara çok kez, eski metotlarla bakılmış, çoğu yalnız, dillere lezzet olmuş. Bugün ise doğunun üzerine cehaletin, ihmalin "kültür devrimi” denilen barbarlığın kara perdesi çekilmiş.

Bu Şiirlerin dili, azıcık gayret, hattâ 500 kadar kelime öğrenmekle kolayca anlaşılır. Bu şiirlerin (hiç anlaşılmadığını farz etsek) sadece söylenmeleri bile ruha ferahlık verir.
Yalnız o kadar değil, bu şiirlerde, göze hitap eden, hayal manzara, insan, çevre, tabiat unsurları da pek çok... Ayrıca alabildiğine "orjinal” ve meraklıları için son derece modemdir. Benzerlerine ne Batı şiirinde ne de "yeni" denilen parçalarda rastlarsınız. .
Batılı ressamların, televizyon, sinema, heykel, tablo, fotoğraf karton-film yapımcı ve yorumcularının eline bu hazineler geçse, dünyanın en akıl almaz cazibelerini çıkarır ve ağzımızın suyu aka aka bize de seyreltilirlerdi. Şimdi ben, size elim gücüm yettikçe (Divan'dan, Dergâh'tan, Halktan, Tanzimat'tan, Yeniden) bu şiirlerden birini sergileyeceğim. O şiirlerdeki bilhassa göze hitap eden unsurları sahne sahne ayırıp göstermeye çalışacağım. Sahnelediğimiz ve sergilediğimiz bu göz alıcı, bu "plastique” unsurlar (bize başvurulmak ve izin alınmak şartı ile) radyo, televizyon, film, karton-film, fotoroman, senaryo sanatkârlarınca işlenebilecektir.

Kelimeler:
Şerer: kıvılcım (âhım şereri: âhımm kıvılcımı)
Kandil-i sipihr: gökyüzünün kandili (güneş)
berdâr olmak: asılmak
cân u ser: can ve baş
Şâm-ı zülf: zülfünün karanlığı saçlarının akşam
Mısr: ülke, Mısır.
Kebuter: güvercin.
mutrıb: çalgıcı şarkıcı,
raks urup: raks edip, oynayıp.
şi'r-i ter: taze şiir.

Bugünkü dile çevrilişi:

1- (Ateşli) ahimin kıvılcımı göklere döne döne çıkalı beri, güneşin (gökteki kandilin) ciğeri döne döne yanıyor.

2- Zülfüne asılmış olanın ayağı yere basar mı? (Sevinçten uçar) O kimse, (senin aşkın için) can ve başını döne döne verir.

3- Saçının karanlığında gönül ülkesinin harab olduğu haberini, güvercin döne döne sana getirdi.

4- Belki sensindir diyerek (sen olman ihtimalini düşünerek) aynalar, gelene gidene, döne döne bakıyorlar.

5- Ey Necati, padişah meclisinin şarkıcısı (çalgıcısı) senin bu taze şiirini döne döne raks ederek okursa bu çok yaraşır (uygun olur).

Sahneler:

1 - Kara sevdalı bir adam ahlar çekmekte, âşıkın ciğeri (yüreği) zaten yanık olduğu için bu ahlâr, görünür bir tarzda, helezonlar döne döne yükselmektedir. O kadar yükselmektedir ki, yedi kat feleği açmış gökyüzünün sönük duran kandilini( güneşi) ateşlemiştir. Güneş onun için kızarmıştır. Hattâ zavallı âşıkın hâline ortak olarak bu yüzden döne döne yanmaktadır. Güneşin yüreği kan ve ateş dolmuştur. Kırmızılığı ve ateşi ondandır.

2. Bütünüyle modern bir tablodur bu: Aşık (şair) sevgilinin zülfüne manen asılmıştır (idam edilmiş, cansız, o saçların uçuştuğu istikamete dönüp durmaktadır) üstelik bu asılıştan memnun bir Mevlevî'nin, sema’da ilâhi âleme yükseliş ve asılışı gibi bir şevk içinde, ayağı yere basmayan sevinçle dönmektedir.

3- Sevgilinin zülfü siyah... O kadar siyah ki, güneşin girmesine engel oluyor, öylesine karanlık... Bu karanlık ayni zamanda kâfirlik. Sevgili, kiliselerdeki putlar kadar güzel, zalim ve kâfir. Kara dinli kâfir. Şairin gönül ülkesini (Mısır'ını) basmış yıkıp yakmış, yağmalamış... Ama sevgili, elliği bu zulmünden, yani şairin gönlünü kâfirce yıktığından habersizdir... Onun için, karanlık ülkeden uçan (şairin gönlünden çıkan) beyaz bir güvercin yıkım haberini, döne döne uçarak sevgiliye iletiyor. (Belki şu şiirdir bu, belki bir mektuptur.) Çünkü derdi, sevgili vermiştir, dermanı da bulsa o bulacaktır.

4- Yine modem, şaheser bir tablo karşısındayız: Büyük bir konak veya sarayın, salon ve merdivenleri, kristal boy aynaları ile dolu. Bu aynalar şairin güzel sevgilisine âşıktırlar. Başka hiçbir kadın ve erkek umurlarında değil. Fakat bir insan (bir âşık) gibi tasavvur olunan ve kendilerini duvarlara asmış da, sevgiliyi beklemekte olan bu aynalar belki de o güzel geliyor ihtimali ile ve o arzu hevesle, her gelip geçene bakıp durmaktadırlar... Dikkat: aynalara bakan sevgili (ve insanlar) değil, sevgiliye hasret ve bekleyişle bakan aynalardır.

5- Son beyit, hem bir dilek, hem Necati’nin kendini övmesi (fahriye) hem de yine bir tablodur. Şair, gazelini o kadar çok beğeniyor ki, bu şiir bestelenmeli, ortada kalmamalı; padişah meclislerine lâyık olan bu taze şiiri, özel meclisinde Sultanı eğlendirmekte olan "mutrıb” hem de raks ederek okumalı, söylemeli, çalıp çağırmalıdır. Canlı, şen ve hareketli bir tablodur bu. Şiir, besle, saz, meclis, dansçı ve okuyucu sanatkârlar, padişah ve Necati hep birden canlandırılabilir.


AHMET KABAKLI, Tercüman, 22 Haziran 1975

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi