OSMANZADE TAİB - ÇIKTI ATEŞ PAHASINA ODUN (HİCVİYE) İNCELEMESİ
HİCVİYE
Çıktı ateş pahasına odun
Satılır dirhem ile "öd" âsâ.
Ya kömür? Şöyledir ki gubarı dahi
Tûtuyâ oldu gözlere hâlâ.
Arpa torbası sanır onu gören
Olsa bir gözde arpacık peyda.
Şimdi bir yağlı kapı da yok ki
Bulalım açlık derdimize deva!
Hasret-i bal'ı hele sorma onun
Kıymeti şekerden dahi bâlâ.
Allah Allah! ki sünnet çocuğuna
Yiyecek bal bulunmuyor hayfâ!
Kahveyi mezhebine uydurdu
Nohudu kavurup içer zurefâ.
Dervişin başında külah görse
Bal kabağı sanıp kapar gurebâ
Sabun anılsa ağzımız köpürür
Köpürmüş develer gibi meselâ.
Koltuğunda somun sanıp sevinir
Bir fakir olsa mübtelâ-yı veba.
Pahalığa sebep nedir bilemem
Yine her şeyde var, bakılsa rehâ.
Her taraftan zahire gelmekte
Dolmuş, gemilerle leb-i derya.
Yolun öğrendi satmanın tüccar
Sorar izler bir kimse yok zirâ.
Ham tamahları ile hükkâmın
Muhtekirler belasıdır bu belâ.
Sımsıkı narh'ı koy ki sultanım
Defola şehrin halkından bu galâ.
Yakalat nerde muhtekir var ise
Vezirlik sânını eyle i'fâ.
Osmanzâde TAİB
ATEŞ PAHASI
Bu defa size, incelemeyi âdet edindiğimiz üst dorukta "pür-şiir"ler yerine, mizahi havada, hicve karışık, manzum bir parça sunacağım. Toplum derilerini dile getiren bir şiir de diyebilirsiniz. Şikâyetleri içinde, sebep ve çözümleri gösterilmiş, nükteleri keskin, kafiyeleri mazbul bir manzum fıkra gibi de okuyabilirsiniz.
Osmanzâde Tâib, 18. asır başlarında yetişmiş; "Lâle Devri"nin kudretli şairlerinden biridir. Nedim'e çağdaş olup zamanında büyük şöhret kazanmıştır. Lâle Devri'nde gelişmiş olan MAHALLİLEŞME (yerellik) akımının da sayılı mensuplarından ve öncülerindendir.
Kaside tarzında kafiyelenmiş olan fakat bilinen kasidelere konu bakımından hiç uymayan bu şiir, büyük ihtimalle, devrin her şeyi demek olan Damad İbrahim Paşa'ya hitaben yazılmıştır. İstanbul halkının dertlerini anlatmakta, gittikçe artan pahalılıktan yakınmaktadır.
Toplum dertlerini böyle gazete makalesi üslubu ve açıklığı ile dile getiren bu türlü şiirler Divan edebiyatında çok azdır. Daha ziyade 18. asırdan sonra (mahallîleşme akımı içinde) bir yenilik olarak göze çarpmaktadır.
Pahalılıktan canı yanmış şair, fakirlerin haline de delil getirmekte, "bolluk içindeki bu kıtlığın" sebebi olarak, kontrolsüzlüğe ve "muhtekirlerin" (toptancı, istifçi, aracı vs.) cüretlerine işaret etmekledir.
İki yüz elli, üç yüz yıl önce yazılmış bu şiirin, üzerinde durduğu deri ve şikâyetler, hatla koyduğu teşhis ve gösterdiği çareler bugünün Türkiye'sinde aynen görülüyor. Bugün de, gazetelerimizin yaptığı şey, pahalılıktan şikâyet, pahalılığı kızıştıran kimselerin teşhiri ve pahalılığa karşı devletten, belediyeden kontrol ve tedbir istemektir.
Hattâ Fransa'da, Mısır'da, Kanada'da aynı pahalılık ve ihtikâr'dan, dün, bugün şikâyet edildiğine ve yarın da edileceğine göre, denilebilir ki Taib'in şiiri, bir manada ölümsüzdür. Nitekim bugün bize de bazı nükteleri ile "oh!" dedirtmekte, yüreğimizi soğularak, bugünün halkına da dil olmaktadır.
Yukarıdaki şiir, seçilmiş halk deyişleri ve pahalılığı hicveden nükteleri ile dikkatli çekiyor. Halkla teması ve Türkçeyi kullanma gücü yüksek bir şair karşısındayız. Bununla birlikle aslının birçok kelimesi eskimiş olan bu kasideyi, şairin ruhunu ve şiirin veznini, ahengini, anlamım incitmemeğe çalışarak, sadeleştirmek zorunda kaldım. Yalnız kasidenin, büyük ustalıkla dizilmiş kafiyelerine dokunmadım.
Şiirin vezni, ahengi, manası bakımından aynen bırakmak zorunda kaldığım kelimeler ve karşılıkları şunlardır:
"Öd: güzel kokulu, tütsü ağacı- âsâ: gibi.- tûtuya: (tütye, tütiye) gözlerde tüten, tütünce kokular saçan değerli nesne. Dilimizde: "Elde hediye, gözde tütüye" diye bir tabir vardır. Çok değer verilen kimse veya şey anlamına kullanılır. - hasret-i bal: Bal özlemi.- bâlâ: yüksek.- hayfa!: yazık.- zurefa: zarif, kibar kişiler.- gurebâ: garipler, yoksullar.- mübtelâ-yı veba: veba hastalığına tululmuş.- rehâ: bolluk.- tamah: küçük şeylere, rüşvete tenezzül.- hükkâm: hâkimler, âmirler.- galâ: pahalılık.-İ'fâ: yerine getirmek.
Bu açıklamalar ile Osmanzâde'nin nükte ve şikâyetleri anlaşılmış olacaktır. Şimdi bazı noktalar üzerinde duralım:
Odun'un "ateş pahasına" satıldığını ve ödağacı gibi "dirhem ile" satıldığını söyleyerek, halk Türkçesinin güzelliği içinde mânâ sanatları yapıyor. Kömür gibi "kara nesne" ise; "gözlerde tütye" olmuştur.
4. beyitte: "Yağlı kapı" deyimi, iyiliksever, zengin, fukaraya yardım eden, anlamlarına kullanılıyor.
7. beyit: Kahve sıkıntısı olduğu anlaşılıyor. Kahveye, demek o zaman da nohut karıştırıyorlar... "Kibarlar, kahveyi de (karışık) mezheplerine uydurdular." diyerek alay ediyor.
10. beyit: Fakir kişiler, ekmeğe o kadar hasretler ki, koltuklarının altında beliren veba iltihabını bile somun zannedip seviniyorlar.
11. beyit: Çarşı pazarlarda her şey bol olduğu halde, bu pahalılığın sebebinin ne olduğunu soruyor. (12. Beyitte) O zamanki İstanbul'un canlı ticaret hayatından bir sahne sunuluyor. Leb-i deryâ (deniz kıyısı, liman) gemilerle doludur, her taraftan zahire gelmektedir.
13.beyit, derde parmak basarak kontrolsüzlükten yakınmaktadır. "Sorar izler bir kimse" bulunmadığı için, tüccar malları el altından pahalı satmakladır.
14.beyit: Pahalılığın sebebi vurguncu ve istifçilere (muhtekirlere) rüşvet alarak göz yuman hâkimler ve yöneticiler (bürokratlar)dır.
Son iki beyitle, Taib, İbrahim Paşa'ya veya ilgili bir vezire hitab ederek, onu vazifeye çağırmakla, halkı korumak için "vezirlik töresini" yerine getirmesini islemekledir. İstediği; her mala "narh", belli, sabit bir fiyat konulması, muhtekirlerin yakalanması, halkın bu pahalılıktan kurtarılmasıdır. Bu gün de aynı şeyi isliyoruz.
AHMET KABAKLI (Tercüman, 11 Temmuz 1976)