Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

OSMANZADE TAİB - ÇIKTI ATEŞ PAHASINA ODUN (HİCVİYE) İNCELEMESİ

 

HİCVİYE

 

Çıktı ateş pahasına odun

Satılır dirhem ile "öd" âsâ.

 

Ya kömür? Şöyledir ki gubarı dahi

Tûtuyâ oldu gözlere hâlâ.

 

Arpa torbası sanır onu gören

Olsa bir gözde arpacık peyda.

 

Şimdi bir yağlı kapı da yok ki

Bulalım açlık derdimize deva!

 

Hasret-i bal'ı hele sorma onun

Kıymeti şekerden dahi bâlâ.

 

Allah Allah! ki sünnet çocuğuna

Yiyecek bal bulunmuyor hayfâ!

 

Kahveyi mezhebine uydurdu

Nohudu kavurup içer zurefâ.

 

Dervişin başında külah görse

Bal kabağı sanıp kapar gurebâ

 

Sabun anılsa ağzımız köpürür

Köpürmüş develer gibi meselâ.

 

Koltuğunda somun sanıp sevinir

Bir fakir olsa mübtelâ-yı veba.

 

Pahalığa sebep nedir bilemem

Yine her şeyde var, bakılsa rehâ.

 

Her taraftan zahire gelmekte

Dolmuş, gemilerle leb-i derya.

 

Yolun öğrendi satmanın tüccar

Sorar izler bir kimse yok zirâ.

 

Ham tamahları ile hükkâmın

Muhtekirler belasıdır bu belâ.

 

Sımsıkı narh'ı koy ki sultanım

Defola şehrin halkından bu galâ.

 

Yakalat nerde muhtekir var ise

Vezirlik sânını eyle i'fâ.

Osmanzâde TAİB

 

ATEŞ PAHASI

Bu defa size, incelemeyi âdet edindiğimiz üst dorukta "pür-şiir"ler yerine, mizahi havada, hicve karışık, manzum bir parça sunacağım. Toplum derilerini dile getiren bir şiir de diyebilirsi­niz. Şikâyetleri içinde, sebep ve çözümleri gösterilmiş, nüktele­ri keskin, kafiyeleri mazbul bir manzum fıkra gibi de okuyabilir­siniz.

Osmanzâde Tâib, 18. asır başlarında yetişmiş; "Lâle Devri"nin kudretli şairlerinden biridir. Nedim'e çağdaş olup zama­nında büyük şöhret kazanmıştır. Lâle Devri'nde gelişmiş olan MAHALLİLEŞME (yerellik) akımının da sayılı mensupların­dan ve öncülerindendir.

Kaside tarzında kafiyelenmiş olan fakat bilinen kasidelere konu bakımından hiç uymayan bu şiir, büyük ihtimalle, devrin her şeyi demek olan Damad İbrahim Paşa'ya hitaben yazılmıştır. İstanbul halkının dertlerini anlatmakta, gittikçe artan pahalılık­tan yakınmaktadır.

Toplum dertlerini böyle gazete makalesi üslubu ve açıklığı ile dile getiren bu türlü şiirler Divan edebiyatında çok azdır. Da­ha ziyade 18. asırdan sonra (mahallîleşme akımı içinde) bir ye­nilik olarak göze çarpmaktadır.

Pahalılıktan canı yanmış şair, fakirlerin haline de delil getir­mekte, "bolluk içindeki bu kıtlığın" sebebi olarak, kontrolsüzlü­ğe ve "muhtekirlerin" (toptancı, istifçi, aracı vs.) cüretlerine işa­ret etmekledir.

İki yüz elli, üç yüz yıl önce yazılmış bu şiirin, üzerinde dur­duğu deri ve şikâyetler, hatla koyduğu teşhis ve gösterdiği çare­ler bugünün Türkiye'sinde aynen görülüyor. Bugün de, gazete­lerimizin yaptığı şey, pahalılıktan şikâyet, pahalılığı kızıştıran kimselerin teşhiri ve pahalılığa karşı devletten, belediyeden kontrol ve tedbir istemektir.

Hattâ Fransa'da, Mısır'da, Kanada'da aynı pahalılık ve ihtikâr'dan, dün, bugün şikâyet edildiğine ve yarın da edileceğine göre, denilebilir ki Taib'in şiiri, bir manada ölümsüzdür. Nite­kim bugün bize de bazı nükteleri ile "oh!" dedirtmekte, yüreği­mizi soğularak, bugünün halkına da dil olmaktadır.

Yukarıdaki şiir, seçilmiş halk deyişleri ve pahalılığı hicve­den nükteleri ile dikkatli çekiyor. Halkla teması ve Türkçeyi kul­lanma gücü yüksek bir şair karşısındayız. Bununla birlikle aslı­nın birçok kelimesi eskimiş olan bu kasideyi, şairin ruhunu ve şi­irin veznini, ahengini, anlamım incitmemeğe çalışarak, sadeleş­tirmek zorunda kaldım. Yalnız kasidenin, büyük ustalıkla dizil­miş kafiyelerine dokunmadım.

Şiirin vezni, ahengi, manası bakımından aynen bırakmak zo­runda kaldığım kelimeler ve karşılıkları şunlardır:

"Öd: güzel kokulu, tütsü ağacı- âsâ: gibi.- tûtuya: (tütye, tütiye) gözlerde tüten, tütünce kokular saçan değerli nesne. Dili­mizde: "Elde hediye, gözde tütüye" diye bir tabir vardır. Çok de­ğer verilen kimse veya şey anlamına kullanılır. - hasret-i bal: Bal özlemi.- bâlâ: yüksek.- hayfa!: yazık.- zurefa: zarif, kibar kişiler.- gurebâ: garipler, yoksullar.- mübtelâ-yı veba: veba hastalığına tululmuş.- rehâ: bolluk.- tamah: küçük şeylere, rüş­vete tenezzül.- hükkâm: hâkimler, âmirler.- galâ: pahalılık.-İ'fâ: yerine getirmek.

Bu açıklamalar ile Osmanzâde'nin nükte ve şikâyetleri anla­şılmış olacaktır. Şimdi bazı noktalar üzerinde duralım:

Odun'un "ateş pahasına" satıldığını ve ödağacı gibi "dirhem ile" satıldığını söyleyerek, halk Türkçesinin güzelliği içinde mânâ sanatları yapıyor. Kömür gibi "kara nesne" ise; "gözlerde tütye" olmuştur.

4. beyitte: "Yağlı kapı" deyimi, iyiliksever, zengin, fukaraya yardım eden, anlamlarına kullanılıyor.

7. beyit: Kahve sıkıntısı olduğu anlaşılıyor. Kahveye, demek o zaman da nohut karıştırıyorlar... "Kibarlar, kahveyi de (karı­şık) mezheplerine uydurdular." diyerek alay ediyor.

10. beyit: Fakir kişiler, ekmeğe o kadar hasretler ki, koltuk­larının altında beliren veba iltihabını bile somun zannedip sevi­niyorlar.

11. beyit: Çarşı pazarlarda her şey bol olduğu halde, bu paha­lılığın sebebinin ne olduğunu soruyor. (12. Beyitte) O zamanki İstanbul'un canlı ticaret hayatından bir sahne sunuluyor. Leb-i deryâ (deniz kıyısı, liman) gemilerle doludur, her taraftan zahire gelmektedir.

13.beyit, derde parmak basarak kontrolsüzlükten yakınmak­tadır. "Sorar izler bir kimse" bulunmadığı için, tüccar malları el altından pahalı satmakladır.

14.beyit: Pahalılığın sebebi vurguncu ve istifçilere (muhte­kirlere) rüşvet alarak göz yuman hâkimler ve yöneticiler (bürok­ratlar)dır.

Son iki beyitle, Taib, İbrahim Paşa'ya veya ilgili bir vezire hitab ederek, onu vazifeye çağırmakla, halkı korumak için "vezir­lik töresini" yerine getirmesini islemekledir. İstediği; her mala "narh", belli, sabit bir fiyat konulması, muhtekirlerin yakalan­ması, halkın bu pahalılıktan kurtarılmasıdır. Bu gün de aynı şeyi isliyoruz.

AHMET KABAKLI (Tercüman, 11 Temmuz 1976)

SON EKLENENLER

Üye Girişi