ŞEYH GALİP- HÜSN Ü AŞK İNCELEMESİ
Yine zevrak-ı derunum kırılup kenare düştü
Dayanır mı şişedir bu reh-ı sengsare düştü.
HÜSN Ü AŞK
"Beni Mahahbet" adlı bir kabilede, aynı gün iki çocuk doğar; bunlardan kıza "Hüsn", erkeğe de "Aşk" adı verilir.
Hüsn ve Aşk, büyüyünce "Mektep-i Edep"e giderler. "Molla-yı Cünun'"dan ders almaya başlarlar.
Daha küçük yaştan Hüsn'ü seven Aşk, zamanı gelince onunla evlenmek ister. Kabilenin büyükleri de de ona sevgisini ispat etmeden, çeşitli acılara katlanmadan, bazı engelleri aşmadan Hüsn'e kavuşamayacağını söylerler:
...
Hüsn akdine çok bahâ gerekdir
Evvel sana kîmyâ gerekdir
Durma sefer et diyâr-ı Kalb'e
Cân baş ko reh-güzâr-ı Kalb'e
Ol şehrde kîmyâ olurmuş
Yolda belî çok belâ olurmuş
Bin başlı bir ejderi münakkaş
Mumdan gemi altı bahar-ı âteş
Bin yıllık yol harâbe-i gam
Anın ötesi sarây-ı mâtem
Meşhûr o yolun başında câdû
Her mûyı yılan yalan değil bu
Bir deşt içinde dîv ü perrî
Arslan kaplan vuhûş-ı berrî
Cin nev'i hezâr bed-likâlar
Câdû kılığında ejdehâlar
......
Allah muîn olup geçersin
Kalb şehrinin âbını içersin
Kıl andaki kîmyâyı hâsıl
Gel bunda ol işte Hüsn'e vâsıl
Aşk, her şeyi göze alır, yıllarca çabalar, sonunda "Kalp Şehri" ne vararak Hüsn'e kavuşur.
Hüsn ü Aşk'ın son bölümünde Şeyh Galip, bu manzum eserin eskiden ayrılan, yepyeni söyleyişle bir hikâye olduğunu söyler ve kendini över:
tarz-ı selefe tekaddüm ettim
bir başka lügat tekellüm ettim
ben olmadım ol gürûha pey-rev
uymuş belî Gencevî'ye Hüsrev
billah bu özge mâcerâdır
sen bakma ki defter-i belâdır
zannetme ki şöyle böyle bir söz
gel sen dahi söyle böyle bir söz
erbâb-ı sühan tamâm malûm
işte kalem işte kişver-i Rûm
gördün mü bu vâdi-i kemîni
dîvân yolu sanma bu zemîni
......
esrârını Mesnevî'den aldım
çaldımsa da mîrî malı çaldım
fehmetmeğe sen de himmet eyle
ol gevheri bul da sirkat eyle
çok görme bu hikmet-i beyânım
tevfîka havâle eyle cânım
İn dem ki zi şâirî eser nîst
sultân-ı sühan menem diger nîst
VEZİN: Mefûlü mefâilün feûlün
Metin İncelemesi:
Biçim Yönünden:
Biçimi: Nazım.
Nazım biçimi : Mesnevi.
Nazım birimi : Beyit.
Ölçüsü: Aruz
Mef û lü/me fâ î lün/fe û lün
Hüsn ak di/ne çok ba hâ/ge rek tir
Türü: Manzum ve tasavvuf i hikâye.
Konusu: "Beni Mahabbet" adlı bir kabilede,, aynı gün doğan "Hüsn" adlı kız ile "Aşk" adlı erkeğin yaşam öyküsü anlatılır.
Temi: Aşk, özlem ve mutluluk duygusu.
Kafiye şeması: aa/bb/cc/dd/ee/ff... Kafiyeli olan, "Bahâ gerektir/kimyâ gerektir"
sözlerinde yinelenen "geretir" sözcükleri rediftir. "Baha/kimya" sözcüklerinde ortak kafiye sesi "A" olup yarım kafiyedir. "Diyâr-ı kalb-e/reh-güzâr-ı kalb-e" sözlerindeki "-ı" tamlama eki ile yinelenen "kalb" sözcüğü ve "-e" hal eki rediftir. Geriye kalan bölümlerde ortak kafiye sesi "AR" olup tam kafiyedir.
Dil özellikleri:
a) Dil, Arapça ve Farsça söz ve tamlamalarla yüklüdür: Hüsn, akd, mûy, deşt, tarz-ı selef, defter-i belâ vb.
b) Şair, mecazlı (alegorik) anlatım yolunu seçmiştir. Hikâyede geçen "Hüsn", Hüsn-i mutlak olan Tanrı; Aşk, Tanrı aşkını duyarak onun yolunda her türlü güçlüğe göğüs geren mürit; Ben-i Mahabbet, tarikattan olanlar, Mekteb-i Edep, dergâh-tekke; Molla-yı Cünun, mürşit; Diyar-ı kalb, gönül; yolculuk ta karşılaşılan engeller de güçlükler ve çile anlamında kullanılmıştır.
c) (o), anın (onun), anda (onda), kıl (et), kılmak (etmek) sözcükleri, o dönem Anadolu Türkçesine özgü sözlerdir.
d) Konuşma diline yakın dizelere yer vermiştir "Zannetme ki şöyle böyle bir söz/Gel sen dahi şöyle böyle bir söz/Allah muin olur geçersin/Kalb şehrinin abını içersin".
e) Yeni söyleyiş yollarını denemiş, güzel buluşlar yapmıştır : "Ateş denizinde mumdan gemi, bin başlı gövdesi süslü ejderha, gam yıkıntılarından bin yıllık yol, her tüyü yılan olan büyücü vb."
Söz Sanatları:
Beyit: 4- "Bin başlı ejderha" ve "ateş denizinde mumdan gemi" gibi mecazlı sözlerde "mübalağa" (abartma) sanatına yer veriliyor.
Beyit: 5- Üzüntüler istiare yoluyla gam yıkıntılarına benzetiliyor. "Câdû" (büyücü kadın), her tüyü yılan olan bir varlık gibi düşünülerek abartma yapılıyor.
Beyit: 14- "Şöyle böyle bir söz" yinelenerek, okuyucuya kolay görünen ama yazılması güç olan bir anlatımla düşünceler dile getirilerek "sehl-i mümte-ni" denilen yol uygulanıyor. Kolay izlenimi veren, ancak söylenip yazılması kolay olmayan söz ve yazılara "sehl-i müınteni" denir.
Beyit: 16- Şair, şiiri tuzaklarla dolu bir vadiye benzeterek iğretileme "istiare" sanatı yapıyor. Benzetilen şiir söylenmeden, benzetilen "vadi" söylenerek açık istiareye yer verilmiş oluyor.
Bunların dışında, "dil özelliklerinin" "b" maddesinde belirtilen mecazlı (alegorik) söyleyişlere yer veriliyor.
İçerik Yönünden:
...
· Hüsn'ü nikâhlamaya çok çaba gerektir,
Önce sana kimya bilimi gerektir.
· Durma, kalp ülkesine sefer et,
Kalbe giden yolda canını ver.
· Altın yapma becerisi o kentte öğrenilirmiş,
Evet, yolda da çok belâlar çıkı verirmiş.
· Bin başlı bir ejderha, gövdesi de nakışlı,
Ateş denizinde yüzen mumdan bir gemi varmış,
· Bin yıllık yolmuş gam yıkıntıları,
Onun ötesinde de matem sarayı.
· yolun başında her tüyü yılan olan,
Bir büyücü kadın oturur, değil yalan.
· Bir çöl varmış, içinde dev bir peri,
Aslan, kaplan ve öteki vahşileri.
· Çirkin yüzlü binlerce yaratıklar,
Cadı görünümünde ejderhalar.
· Tanrı"nın yardımıyla geçersin,
Kalp şehrinin suyunu içersin.
· Altın yapma sanatını öğren orda,
Sonra gel, Hüsn'e kavuş, murada er burda.
· Kendimden önceki şairleri geçtin),
Bir başka dille anlatma yolunu seçtim.
· Husrev Genceli Nizami'ye uymuş,
Ben o şairlere uymadım, gitmedim izlerinden.
· Tanrı tanık olsun bu başka öyküdür,
Sen buna belâ defteri diye bakma.
· Zannetme ki şöyle böyle bir söz,
Gel sen dahi söyle böyle bir söz.
· Söz ustaları, şairlerin tümü malum,
İşte kalem, işte Osmanlı ülkesi.
· Gördün mü tuzak vadisini,
Divan yolu sanma bu yeri.
...
· Gizlerini Mesnevi'den aldım,
Çaldım, fakat beylik malını çaldım.
· Anlamaya sen de gayret et,
O mücevheri bul da çal sen de.
· Çok görme bu anlatımındaki inceliği,
Canını Tanrı yardımına havale et.
· Bu zamanda şairlikten eser yok,
Söz sultanı benim, başkası değil.
Araştırmalar:
• Hikâyenin ilk bölümünde "Aşk'ın" "Hüsn'e" kavuşabilmesi için, yapması gerekenler anlatılıyor; ikinci bölümünde de bununla ilgili olarak dilekler belirtiliyor.
Hikâyede Aşk'ın Hüsn'e kavuşabilmesi için, "Kalp Ülkesine" gitmesi ve orada "kimya bilimini" öğrenmesi isteniyor. Karşılaşabileceği güçlükler ile tehlikeler şöyle sıralanıyor : Yolu üzerinde ejderhalar, her bir tüyü yılana benzeyen cadılar, aslanlar, kaplanlar, bunları andıran başka vahşi hayvanlar, cinler ve periler bulunmaktadır. Üstelik bu yol çok uzundur, geçilmesi zordur. Bu yolu geçmek için, mumdan yapılmış bir gemiyle ateş denizini aşmak zorundadır.
Bu hikâyede şairin yararlandığı masal öğeleri; cinler, periler, cadılar, devlerdir. Şair, gerçekte var olmayan bir ülkeye yapılacak bir yolculuktan söz ediyor. Bu bakımdan, kullandığı masal öğeleri konuya denk düşüyor.
• Şair,, kendisini daha önce yaşayan şairlerden ayrı tutuyor, onlardan önde geldiğini söylüyor. Bunu, "Tarz-ı selefe tekaddüm ettiriı/Bir başka lisan tekellüm ettim" dizeleriyle belirtiyor. Bu dizeleriyle şair, eskiler kalıplaşmış kurallara uydular; ben uymadım, kendime özgü bir söyleyiş yarattım, diyor. "Zannetme ki şöyle böyle bir söz/Gel sen dahi söyle böyle bir söz" dizeleriyle de kendisinin başkalarınca taklit edilmeyecek ölçüde bir söz söyleme ustası olduğunu iddia ediyor, bu yolla övünüyor.
• Şeyh Galip, bu övünmesinde bizce haklıdır. Çünkü, O, Divan şiirinin ve şairlerinin kalıplaşmış kurallarını kırmıştır. Yeni buluşları, özgün söyleyişleri, değişik mazmunları ile Divan şiirini monotonluktan kurtarmıştır, örneğin: "Hüsn ü Aşk", tümüyle alegorik bir mesnevidir. Konu, yapı. anlatım mecazlı, masal öğeleri boldur. Ancak olağanüstü olaylar karşısındaki tavrı, masalcının anlattığı akıl üstü olaylar karşısındaki tavrı gibi değildir. Masalcı, söylediklerine inanmaz. Şeyh Galip ise, tasavvuf kavramlarını alegorilerle anlatıyor, allegorillerin karşılığı olan kavramlara inanıyor. Şair, eserlerindeki bu tip özelliklerle kendi kişiliğini yansıtan yeni bir şiir yazmaya başarmıştır, bu bakımdan övünmesinde haklıdır.
· Şiirin son bölümünde geçen, "çalmak" ve "sirkat eylemek" sözcükleri anlamdaş (eşanlamlı) sözcükler olup "almak, hırsızlama yapmak" anlamına gelir. Şeyh Galip, bu sözle bir şairin başka bir şairden yararlanmasını, ondan aktarmalar yapmasını doğal karşılamaktadır. Aynı zamanda bu sözlerle, kendisinin "Mevlana'dan yararlandığı ve ondan aktarmalar yaptığı" suçlamasına da değinmiş olmaktadır.
· Divan şiirlerinde, şairlerin kendilerini övmelerine, daha çok kasidelerin "fahriyye" bölümünde rastlanır. Zaman zaman kaside dışındaki nazım biçimlerinde kimi övgülerin yapıldığı görülür. Baki ile Nedim'in gazelleri, Şeyh Galip'in "Hüsn ü Aşk" adlı mesnevisi buna örnektir.
· "Hüsn ü Aşk"ın nazım biçimi mesnevidir. Mesneviler, Divan edebiyatında uzun hikâyelerin, hatta romanların manzum olarak anlatıldığı bir nazım biçimidir. Beyitler halinde yazılır. Her beyit kendi arasında kafiyelidir. Mesnevilerde aruz ölçüsünün çeşitli kalıpları kullanılır.
ŞEYG GALİP- HÜSN Ü AŞK- İNCELEME - 2
Şeyh Galib’in 26 yaşında iken yazmış olduğu Hüsn ü Aşk isimli mesnevisi, öteden beri, san'atındaki şahsîliğini gösteren en mühim ve muvaffakıyetli eseri sayılır. Bu yüzden Ziya Paşa da:
Gûyâki o şâir-i yegâne
Gelmiş bu kitâb içün cihâne
demiştir. Şeyh Galib in büyük bir şair oluşunun tek delili şüphesiz Hüsn ü Aşkı değildir; bu mesneviyi yazmamış olsaydı dahi, birçok gazelleriyle musammatları onu mümtaz bir şair saydırmağa yeterdi. Fakat Hüsn ü Aşkı, Şeyh Galib’in san'atında en hâkim unsurlar olan hayal genişliği ve renkliliği ile duyuş derinliğini en toplu ve mütekâmil bir surette gösteren bir eser saymak hiç de yanlış bir hüküm değildir.
Manzum bir hikâye şeklinde yazılmış olan bu eserde, mevzu ve vak'alar, ancak şairin mistik aşk telâkkisini anlatmasına birer vesiledir.
Mevzuu.— Beni Muhabbet isimli bir Arap kabilesi içinde, bir gece gayet acayip birtakım tabiat hadiselerinden sonra, biri kız ve biri erkek olmak üzere, birbirinden güzel iki çocuk doğar. Kıza Hüsn ve oğlana Aşk adı verilir. Kabilenin ileri gelenleri toplanarak, bu çocukların birbirlerinin olmalarına ve bu hususta babalarının muvafakatlerini almağa karar verirler.
Daha beşikte iken, hareketlerinde sevgi alâmetleri görülen Hüsn ile Aşk büyüyünce Edep isimli bir mektebe gitmeğe başlarlar. Hocaları Mollayı Cünûn’dur.
Nihayet Aşk, Hüsn’e talip olunca kabilenin büyükleri, sevgide ehliyetini ispat etmeden ve bu uğurda belâlara, ıstıraplara katlanmadan Hüsn’e kavuşmak kabil olamayacağını Aşk’a anlatırlar. (Bu kısım metinler arasında vardır.).Aşk da, onların teklifini kabul ederek, yolunda bin bir tehlike ve engel bulunan Kalp Diyârına sefere çıkar yıllarca en müthiş mahrumiyet ve ıstıraplara göğüs gerdikten, en büyük tehlikeleri atlattıktan sonra Kalp Şehrine vararak Hüsn’e kavuşur.
Tasavvufu ilhamına kaynak yapan Şeyh Galib’in bu eserindeki vak'alarla şahıslar hep birer sembol olup gerçek hayatın vak'aları ve şahıslarıyla alâkalı değildirler. Hüsn ile Aşk sevilenle sevenin, yani hüsnü mutlak ile ârif’in; Edep isimli mektep dergâhın; Mollâyı Cünûn mürşid’in; Kalp Şehri Allah’ın tahtı olan gönül'ün ve oraya yapılan sefer de sevgideki nefis mücadelesinin çilenin birer timsalidir.
Âğaz-i dâstân-i Benî Muhabbet
1. Dil zinde-i feyz-i Şemsi Tebriz
Neypâre-i hâme-i şeker-rîz
2. Bu resme koyup beyân-i aşkı
Söyler bana dâstân-i aşkı
3. Kim vardır Arabda bir kabile
Müstecmi'-i haslet-i cemîle
4. Serlevha-i defter-i fütüvvet
Serhayl-i arab Benî Muhabbet
5. Ammâ ne kabîle kıble-i derd
Bilcümle siyâh-baht ü rû-zerd
6. Giydikleri âftâb-i temmûz
İçtikleri şu'le-i cihan-sûz
7. Vâdîleri rîk ü şişe-i gam
Kumlar sağışınca hüzn ü mâtem
8. Hargehleri dûd-i âh-i hirmân
Sohbetleri ney gibi hepefgân
9. Her birisi bir nigâra urgun
Şemşîr gibi dehânı pürhûn
10.Erzâkları 'belâ-yi nâgâh
Âteş yağar üstlerine her gâh
11.Ektikleri dâne-i şerâre
Biçtikleri kalb-i pâre pâre
12.Anlar ki kelâma can verirler
Mecnûn o kabîledendi derler
13.Her kim ki belâya mürtekibdir
Elbet o ocağa müntesibdir.
14.Sattıkları hep metâ-i candır
Aldıkları sûziş-i nihandır
Vezni: Mefülü Mefâilün Fâûlün
Günümüz Türkçesi
1. Benî Muhabbet destanının başlangıcı Şemsi Tebrîz'in feyziyle canlanan ve şeker saçıcı bir kamış parçası olan kalem
2. aşkın ifadesine şöyle bir şekil vererek bana aşk destanını söyler
3. Arabistan’da, güzel huyları, meziyetleri kendinde toplamış olan
4. ve adı asâlet, cömertlik defterinin başında yazılı bulunan bir kabile vardı; bu, Arap kavminin başı olan Beni Muhabbet kabilesi idi.
5. Fakat bu, dert kıblesi olan bir kabile idi; bütün halkının bahtları kara ve yüzleri sarı idi.
6. Sırtlarına elbise diye, temmuz güneşini giyerler ve su yerine, cihanı yakan güneş alevini içerlerdi.
7. Oturdukları vadi gam kumu ve sırçası ile dolu idi ve orada kumların sayısı kadar hüzün ve matem vardı.
8. Çadırları mahrumiyet âhının dumanındandı ve konuşmaları, ney gibi sade iniltiydi.
9. Bu kabile fertlerinin herbiri bir güzele vurgundu ve ağızları kılıç gibi kanlıydı.
10. Yiyecekleri apansız gelen belâ idi ve üstlerine daima ateş yağardı.
11. Kıvılcım tanesi ekerler ve parça parça olmuş kalp biçerler-
12. Şairler, Mecnun’un o kabileden olduğunu söylerler.
13. Belâya düşkün olan kim varsa, şüphesiz, bu kabileye mensuptur.
14. Onların sattıkları can malı ve bunun karşılığında aldıkları için için yanmadır.
İzahlar:
Bu parçanın serlevhası olan âğâz-i dâstân-i Benî Muhabbet Fars dili kaidesince yapılmış zincirleme bir isim tamlaması halindedir.
Benî Muhabbet; benî İsrâil, benî âdem tekiplerinde olduğu gibi, bir isim tamlamasıdır, manası aşk oğulları, sevgili sülâlesidir.
Dâstân-i Benî Muhabbet : (f. is. t.) Beni Muhabbetin destanı.
Ağâz-i dâstân-i Benî Muhabbet : (Zincirleme f. is t.) Beni Muhabbet destanının başlaması, başlangıcı.
1. Dil-zinde : (f. St.) Gönlü dirilmiş; canlanmış.
Şemsi Tebriz, bir isim tamlaması halinde olup, Şeyh Galib’in mensup olduğu Mevlevilik tarikatını kuran Mevlâna Celâleddini Rumi’nin mürşit tanıdığı zattır. Bu zatın adı Şemsi Tebrîzî diye anılır.
Feyz-i Şemsi Tebriz : (f. is. t.) Şemsi Tebriz’in feyzi.
Dil-zinde-i feyz-i Şemsi Tebriz : (Zincirleme f. is. t.) Şemsi Tebrîz’in feyzinin dilzindesi; Şemsi feyziyle canlamış olan. Şemsi Tebriz, bir özel ad olduğu için, diğer isim tamlamaları gibi, terkip “i”si ayrı yazılmamıştır. Dilzinde sıfat takımı da burada isim gibi kullanılmıştır.
Neypâre, kamış parçaşı demektir.
Şeker-rîz: Şeker saçan.
Hâme-i şeker-rîz : (f. s. t.) Şeker saçan kalem.
Neypâre-i hâme-i şeker-rîz : (f. is. t.) Şeker saçan kalemin kamışı; şeker saçan bir kamış parçası olan kalem.
Eskiden yazı yazmak için kamış kalem kullanılırdı; bundan dolayı, bu beyitte de kalem için neypâre deniliyor. İnsana zevk veren şeyler yazdığı için, kalem hakkında kullanılan şeker-riz sıfatının ayrıca ney ile de alâkası vardır; çünk, şeker de bir nevi kamıştan çıkarılır.
2. Beyân-i aşk : (f. is. t.) Aşkın ifadesi; söylenişi.
Dâstân-i aşk : (f. is. t.) Aşkın destanı; aşk hikâyesi. Dâstân kelimesinin dâs hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.
3. Bu beytin başındaki kim, ki demektir ve bu beyitle yukarıdaki beyti manaca yekdiğerine bağlamaktadır.
Haslet-i cemile : (E s. t.) Güzel huy.
Müstecmi'-i haslet-i cemile : (f. is. t.) Güzel huyu toplayan; güzel huya sahip olan.
4. Defter-i fütüvvet : (f. is. t.) Asâlet, soyluluk defteri.
Serlevha-i defter-i fütüvvet : (Zincirleme f. is. t.) Asâlet defterinin serlevhası; kerem defterinin en başında gelen.
Serhayl-i Arab : (E is. t.) Arap kavminin başı. Hayl; Kavim, güruh, sürü, cemaat ve Şerhayl de diğer kavimlerin başı, en ileride geleni olan kavim demektir.
Tamamıyla mistik bir aşkın ifadesi olan bu eserde Benî Muhabbet kabilesi, evvelce de söylendiği gibi, hilkatin mahiyetine, aşkın sırlarına vakıf olan arifleri temsil etmektetir.
5. Kıble-i derd : (f. is. t.) Dert kıblesi. Beni Muhabbet kabilesi için dert kıblesi denilmesinin sebebi şudur: Malûm olduğu üzere kıble, Müslüman’ların namaz kımak için yüzlerini çevirdikleri Kâbe’nin bulunduğu taraftır. Bunun gibi dünyada eni Muhabbet kabilesine teveccüh ediyor, orada toplanıyormuş.
Siyâh-baht : (f. St.) Kara bahtlı. Bu sıfat takımındaki siyâh kelimesinin yâh hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.
Rû-zerd : (f. St.) Sarı yüzlü; sararmış.
6. Âftâb-i temmûz : (f. is. t.) Temmuz güneşi.
Cihân-sûz : (f. St.) Cihanı yakan.
Şu'le-i cihân-sûz : (f. s. t.) Cihanı yakan alev.
Benî Muhabbet kabilesinin perişanlığı fakat manevî değerlerini anlatmak için, o kabile efradının çıplak vücutlarına kızgın güneşi elbise gibi giydirmek ve bağrı yanık olduklarını ifade etmek için de onlara su yerine yakıcı güneş ışıklarını içirtmek Şeyh Galib’in en güzel mecazlarındandır.
Âftâb kelimesinin âf hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumalıdır.
7. Şişe-i gam : (f. is. t.) Gam sırçası. Bu terkipteki gam tamlayanın diğer bir tamlananı da “rik”tir.
Sağış; Sayı, rakam demektir.
Bu beytin kafiyeleri olan gam ve matem kelimeleri, son hecelerinin sadalı harfleri itibarıyla uygunsuz iseler de, Arap imlâsına ve eski kafiye telâkkisine göre kafiyelenirlerdi.
8. Âh-i hirmân : (f. is. t.) Mahrumiyet ahı.
Dûd-i âh-i hirmân : (Zincirleme f. is. t.) Mahrumiyet ahının dumanı.
Eski şairler, yürekten kopan yanık âhı göklere yükselen bir duman suretinde tasavvur ederlerdi. Şeyh Galip de bu beytinde, mânevî dert ve yoksulluk içinde yaşayan Benî Muhabbet kabilesinin, çadır diye, ancak yanık kalplerinden kopup yükselen âhlara sığınabildiklerini anlatıyor.
9. Urgun, vurgun demektir. Eskiler vurmak mastarını, hemen daima urmak suretinde kullanırlardı.
Bu beyitteki şemşîr kelimesinin şîr hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.
10. Belâ-yi nâgâh : (f. s. t.) Apansız gelen belâ.
Bu beyitteki erzâkları kelimesinin Zâk hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığıdır.
11. Dâne-i şerâre : (f. is. t.) Kıvılcım tanesi.
Kalb-i pâre pâre : (f. s. t.) Parça parça olmuş kalp.
12. Kelâma can verenlerden maksat, edipler, şairlerdir.
13. Mürtekib; irtikâp eden, bir şeyi yüklenen, üzerine alan demektir; belâya mürtekib olmak, da belâyı isteyip almak demektir.
İkinci mısradaki ocak, kabiledir.
14. Metâ-i cân : (f. is. t.) Can malı.
Sûziş-i nihân : (f. s. t.) Gizli yanma; için için yanma.
Bu beyitte cân, satılan bir mala benzetiliyor. Benî Muhabbet kabilesi efradı da canlarını verip bunun karşılığı olarak ıstırap almış oluyorlar.
Cevâb-i Şâfi dâden-i kabîle
1.Sâdât-i kabîle toplanup hep
Kıldılar ana beyân-i matlab
2.K'ey tâlib-i Hüsn olan hiredmend
Gûşunda durursa gevher-i pend
3. Fikreyle ki cümle âşinâyız
Hep şûr ü hevâya mübtelâyız
4. Bir sözle kim oldu yâra vâsıl
Bir gonca ile bahâra vasıl
5. Hiç mümkin olur mu rencsiz genc
Çok kimseye erdi gencsiz renc
6. Zevklenmemize değil mi bâdî
Birdenbire vasl-i Hüsnü da'vî
7. Hiç sözler olur mu vasl-i dil-dâr
Lûtfen bu kelâmı etme tekrâr
8. Da'vâmızı sanma hîlemizden
Var Kayse de sor kabîlemizden
9. Bîmihnet ü gam vusûl-i dil-dâr
Ayâ kime oldu bu sezâvâr
10.Hiç kimse bu râha gitmemiştir
Bir ferd bunu işitmemiştir
11.Meydandaki baş içündür efser
Ser ver k'olasın bu yolda server
Günümüz Türkçesi
Kabilenin inandırıcı cevap vermesi
1. Kabilenin ileri gelenleri, hep birden, ona neler istediklerini anlattılar.
2. Dediler ki: "Ey Hüsn’ü almak isteyen akıllı! Eğer nasihat incilerimizden yapılmış şu küpe kulağında kalırsa,
3. düşün ki, biz hepimiz birbirimizi biliriz; biz de aşka ve perişanlığa uğramışızdır.
4. Kim bir sözle sevgiliye kavuştu ve bir gonca ile bahara erdi
5. Sıkıntı çekmeden hazine ele geçirmek mümkün olur mu?
6. Birçok kimseler hazineyi bulamadan sıkıntı çekmişlerdir.
7. Bizim seninle eğlenmemize sebep olan, birdenbire Hüsn’e kavuşmak iddiasında bulunman değil midir?
8. Hiç sözle sevgiliye kavuşmak olur mu? Lütfet de bu sözü tekrarlama.
9. Bu işi böyle uzatmamızı hilemizden sanma! (Bu teklif ve iddiamızı seni yanıltmak için yaptığımızı zannetme) istersen git, kabilemizi Kays’a de sor.
10. Gamsız ve eziyetsiz, sevgiliye kavuşmak acaba kime nasip olmuştur?
11. Hiç kimse bu yola gitmemiş ve bir kişi bile böyle bir söz işitmemiştir.
12. Taç, ortaya konulan başın hakkıdır. Sen de başını ver ki bu yolda baş olasın.
İzahlar:
Birinci parçanın serlevhası gibi, bu parçanın serlevhası da isim tamlaması halinde bir Farsça ibaredir. Mesnevilerde fasıl başlarındaki serlevhaların Farsça yazılması âdet olmuştu.
Cevâb-i Şâfi : (f. s. t.) İnandırıcı cevap.
Dâden, Farsça bir mastardır ve manası vermektir. Cevâb-i Şâfi dâden inandırıcı cevap vermek demek olup, Cevâb-i Şâfi dâden-i kâbîle tarzındaki isim tamlamasının tamlananı olmuştur; tamlayan, kabile dir.
Sâdât-i kabile : (f. is. t.) Kabilenin ileri gelenleri.
Beyân matlab : (f. is. t.) İstenilen şeyin beyan edilmesi; dileğin bildirilmesi.
Bu beyitte, gerek sonlarındaki sessiz harfler ve gerek onlardan evvelki sesli harfler biribirine uygun olmadığı halde, “hep” ile “matlabın” kafiye yapılması, eski yazı ile eski kafiye telâkkisi yüzündendir. Türkçe hep kelimesi “p” ile söylendiği halde “b” ile yazılır; matlab kelimesi de “b” ile yazılır ve aynı suretle “p” sesi çıkararak söylenirdi.
2. K'ey; ki bağlama edatıyla ey ünleminin bir arada kullanılmış şeklidir. Buradaki ki yukarıdaki beyitle bu beyit arasında mana bağlılığını temin etmektedir.
Tâlib-i Hüsn : (f. is. t.) Hüsnün talibi, Hüsnü isteyen.
Gevher-i pend: (f. is. t.) Nasihat incisi, öğüt küpesi.
3. Fikreylemek, düşünmek demektir.
5. Bu beyitte, rencsiz ve gencsiz kelimelerinin renc ve genc hecelerini, vezinde birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak surette okumalıdır.
6. Vasl-i Hüsn : (f. is. t.) Hüsn’ün vaslı; Hüsn’e kavuşmak.
Da'vî, Arapça olan da'vâ kelimesinin Farsça söyleniş tarzıdır.
7. Dil-dâr : (f. St.) Gönlü tutan; sevgili.
Vasl-i dil-dâr : (f. is. t.) Sevgiliye kavuşmak.
8. Kays, Mecnûn’un adıdır.
9. Bîmihnet ü gam; bîmihnet ve bîgam, yani mihnetsiz ve gamsız demektir.
Vusûl-i dil-dâr : (f. is. t.) Sevgiliye kavuşmak.
10. Bu beyitte ferd kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.
11. Meydandaki baştan maksat, ortaya konulan, feda edilmeğe hazır bulundurulan baştır.
K'olasın; ki bağlama edatıyla olasın kelimesinin bir arada kullanılmış şeklidir.
İkinci mısrada baş ver başını feda et demek olan ser ver ile, baş, şef manasına gelen server kelimeleri arasında cinas denilen lâfız san'atı vardır.
Manaları ayrı olduğu halde söylenişleri biribirine benzeyen kelimeleri yan yana veya yakın olarak kullanmak san'atına cinas denir.
Kabûl kerden-i Aşk belâhârâ
1. Aşk anladı kim nedir serencâm
Gavgâ-yi kelâma verdi ârâm
2. Didi buyurun ne ela hidmet
Minba'd men ü belâ-yi minnet
3. Sâdât-i kabile etti tedbîr
Kim mehrine eyle nakdi tevfir
4. Hüsn akdine çok bâhâ gerektir
Evvel sana kîmyâ gerektir.
5. Durma sefer et diyâr-i kalbe
Can baş ko rehgüzâr-i kalbe
6. Ol şehrde kîmyâ olurmuş
Yolda beli çok belâ olurmuş
7. Bin başlı bir ejderi münakkaş
Mumdan gemi altı bahr-i âteş
8. Bin yıllık yol harâbe-i gam
Anın ötesi serâ-yi mâtem
9. Meşhûd o yolun başında câdû
Her mûyu yılan yalan değil bû
10. Bir deşt içinde dîv ü perrî
Arslan kaplan vühûş-i berî
11. Cin nev'i hezâr bed-likâlar
Câdû kılığında ejdehâlar
12. Muzlim gecelerde gûl-i yâbân
Avâzesi ra'dden nümâyân
13. Sihr ile yağar o deşte âteş
Gâhice de efi-i münakkaş
14. Allâh muîn olup geçersin
Kalb şehrinin âbını içersin
15. Kıl andaki kîmyâyı hâsıl
Gel bunda ol işte Hüsne vâsıl
Günümüz Türkçesi
Aşkın belâları kabul edişi
1. Aşk, işin sonu neye varacağını anlayarak münakaşayı kesti.
2. Dedi ki: "Ne yolda hizmet etmemi, ne yapmamı istiyorsunuz? Şu andan itibaren her türlü belâ ve mihneti çekmeğe hazırım!”
3. Kabilenin ileri gelenleri bu çareyi gösterdiler: "Hüsn'ün mehri için çok para biriktir.
4. Hüsn ile evlenmek için çok ağırlık vermek lâzımdır ve senin için evvelâ kimyayı elde etmek icap eder.
5. Durma, kalp ülkesine doğru yola çık, gönül yoluna can ve baş koy. (feda et)
6. 0 şehirde kimya bulunurmuş, (fakat) yolda da pek çok belâ varmış:
7. Bin başlı ve alaca derili bir ejderha... Ateş denizinin üstünde mumdan bir gemi...
8. Bin yıllık yol ve gam harabesi... Onun ötesinde de matem sarayı...
9. 0 yolun başında, saçının her teli yılan olan bir cadı görünür ki bu yalan değildir.
10. Bir çöl içinde dev, peri, aslan, kaplan ve yırtıcı kara hayvanları...
11. Cin nev'inden binlerce çirkin suratlılar, cadı kılığında ejderhalar...
12. Karanlık gecelerde, bağırması gök gürültüsünden de şiddetli olan gulyabani...
13. 0 çöle büyü ile ateş yağar; arada sırada da alaca derili engerek yılanı...
14. Allah yardımcın olursa o çölü geçersin ve kalp şehrinin suyunu içersin.
15. Oradaki tılsımı elde et, sonra da gel, burada Hüsn’e kavuş
İzahlar:
Bu bahsin serlevhası olan Farsça ibarede kabûl kerden, kabul etmek demektir.
Kabûl kerden-i Aşk : (f. is. t.) Aşkın kabul edişi.
Belâhârâ, belâları demektir. Belâ kelimesinin sonundaki “hâ” Farsça edatı, “râ” da nesne edatıdır.
Gavgâ-yi kelâm : (f. is. t.) Söz kavgası; çene yarışı, münakaşa
Ârâm; dinlenme, istirahat manasına gelir. Söz kavgasına ârâm vermek de, münakaşayı biraz kesmek demek oluyor.
2. Didi, dedi demektir; bilhassa birinci hecesindeki imâle bu şekilde yazılmıştır.
İkinci mısraın başında bundan sonra demek olan Arapça minba’d kelimesinin ba’d hece, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.
Belâ-yi mihnet:(f. is. t.) Mihnet belâsı.
3. Sâdât-i kabîle : (f. is. t.) Kabilenin ileri gelenleri.
Tedbir etmek; çare düşünmek, çare göstermek demektir.
Nakdi tevfir etmek, parayı çoğaltmak, biriktirmekd emektir.
4. Hüsn akdine; Hüsn’ün akdine, nikâhına demektir.
Kîmyâ; eskilerin, bakırı altın yapmak için ömür ve servet tükettikleri sözde ilme denir. Onlar böyle bir tılsım bulunduğuna inanırlarmış
Benî Muhabbet kabilesinin ileri gelenleri de, Hüsne kavuşabilmesi için Aşka-kendi telâkkilerine göre- pek güç ve -hakikatte- imkânsız bir şeyi şart koşuyorlar.
Kîmyâ kelimesinin kîm hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.
5. Diyâr-i kalb : (f. is. t.) Kalp diyarı
Rehgüzâr-i kalb : (f. is. t.) Kalp geçidi; gönül yolu; kalb şehrine giden yol.
İkinci mısradaki bâş kelimesinin imâlesi, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak kadardır.
6. Şehrde kelimesinin şehr hecesiyle kîmyâ kelimesinin kim hecesini vezinde birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak surette okumak lâzımdır.
Arapçanın evet manasına gelen belâsından alınıp Farsçada da aynı mana ile kullanılan belî kelimesi bu beyitte - pek çok, hakikaten çok, fakat gibi - manalarda kullanılmakla beraber bela ile bu kelime arasındaki söyleniş yakınlığı da gözden kaçırılmamıştır.
Bu beyitten itibaren sayılan şeyler, aşkta rastgelinecek güçlüklerin birer remzidir.
7. Ejder-i münakkaş : (f. s. t.) Nakışlı ejderha; alaca derili büyük yılan.
Bahr-i âteş (f. is. t.) Aşk denizi.
8. Harâbe-i gam : (f. is. t.) Gam harabesi
Serâ-yi mâtem : (f. is. t.) Matem sarayı.
Bu beytin birinci mısraında Sekti melih vardır. Sekti melih, (Mefûlü Mefâilün Feûlün) kalıbının üçüncü ve dördüncü açık hecelerini bir kapalı heceye çevirerek kalıbı (Mefûlün Fâilün Feûlün) şekline koymağa denir. (Mefûlü Mefâilün Feûlün) vezninin (Mefûlümefâ-ilünfeûlün) diye iki parçaya ayrılarak takti edilmesi daha kolaydır: (Cismimdeki şim-di özge candır) gibi. Sekti melih bulunan mısraların taktii ise (Mefûlünfâ-ilünfeûlün) diye yapılır.
9. Farsçanın câdû kelimesi bizde hem cadı diye şeklini, hem de kısmen manasını değiştirmiştir. Farsçada câdûnun nası sihirbaz, büyücü olduğu için eski şiirlerimizde bu kelimeye gözün ve bakışın sıfatı olarak da çok rastlanır: çeşm-i câdû, gamze-i câdû gibi
10. Perî kelimesi burada vezin icabı olarak perrî suretinde kullanılmıştır ki doğru değildir.
Vuhûş-i berrî : (f. s. t.) Karaya mahsus, karada yaşayan yabani hayvanlar. Arapça olan vuhûş kelimesinin müfredi “vahş”tır.
Bu beytin birinci mısraındaki deşt kelimesinin, vezinde bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.
11. Bed-likâ : (f. St.) Kötü yüzlü; çirkin suratlı.
Hezâr kelimesinin zâr hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumalıdır.
12. Gül-i yâbân : (f. is. t.) Gulyabani.
İkinci mısradaki ra'd kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette okumak lâzımdır.
13. Efî-i münakkaş: (f. s. t.) Alaca derili engerek yılanı. Efî kelimesinin son hecesi Zifaflıdır.
Ateş ile münakkaş kelimesinin kafiye yapılışları da eski yazıya ve telâkkiye göredir.
14. Allah kelimesinin lâh hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumalıdır.
15. Bu beyitteki anda ve bunda kelimeleri, orada ve burada manalarıyla kullanılmıştır.
Kîmyâ kelimesinin kîm hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumalıdır.
İZAHLI D.Ş.ANT. N.H.ONAN