Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

ŞEYH GALİP- HÜSN Ü AŞK İNCELEMESİ 

Yine zevrak-ı derunum kırılup kenare düştü

Dayanır mı şişedir bu reh-ı sengsare düştü.

 

HÜSN Ü AŞK

"Beni Mahahbet" adlı bir kabilede, aynı gün iki çocuk doğar; bunlardan kıza "Hüsn", erkeğe de "Aşk" adı verilir.

Hüsn ve Aşk, büyüyünce "Mektep-i Edep"e giderler. "Molla-yı Cünun'"dan ders almaya başlarlar.

Daha küçük yaştan Hüsn'ü seven Aşk, zamanı gelince onunla evlenmek is­ter. Kabilenin büyükleri de de ona sevgisini ispat etmeden, çeşitli acılara katlanma­dan, bazı engelleri aşmadan Hüsn'e kavuşamayacağını söylerler:

 

...
Hüsn akdine çok bahâ gerekdir 
Evvel sana kîmyâ gerekdir 

Durma sefer et diyâr-ı Kalb'e 
Cân baş ko reh-güzâr-ı Kalb'e 

Ol şehrde kîmyâ olurmuş 
Yolda belî çok belâ olurmuş 

Bin başlı bir ejderi münakkaş 
Mumdan gemi altı bahar-ı âteş 

Bin yıllık yol harâbe-i gam 
Anın ötesi sarây-ı mâtem 

Meşhûr o yolun başında câdû 
Her mûyı yılan yalan değil bu 

Bir deşt içinde dîv ü perrî 
Arslan kaplan vuhûş-ı berrî 

Cin nev'i hezâr bed-likâlar 
Câdû kılığında ejdehâlar 

......
Allah muîn olup geçersin 
Kalb şehrinin âbını içersin 

Kıl andaki kîmyâyı hâsıl 
Gel bunda ol işte Hüsn'e vâsıl

 

Aşk, her şeyi göze alır, yıllarca çabalar, sonunda "Kalp Şehri" ne vararak Hüsn'e kavuşur.

Hüsn ü Aşk'ın son bölümünde Şeyh Galip, bu manzum eserin eskiden ayrı­lan, yepyeni söyleyişle bir hikâye olduğunu söyler ve kendini över:

tarz-ı selefe tekaddüm ettim 
bir başka lügat tekellüm ettim 

ben olmadım ol gürûha pey-rev 
uymuş belî Gencevî'ye Hüsrev 

billah bu özge mâcerâdır 
sen bakma ki defter-i belâdır 

zannetme ki şöyle böyle bir söz 
gel sen dahi söyle böyle bir söz 

erbâb-ı sühan tamâm malûm 
işte kalem işte kişver-i Rûm 

gördün mü bu vâdi-i kemîni 
dîvân yolu sanma bu zemîni 

......
esrârını Mesnevî'den aldım 
çaldımsa da mîrî malı çaldım 

fehmetmeğe sen de himmet eyle 
ol gevheri bul da sirkat eyle 

çok görme bu hikmet-i beyânım 
tevfîka havâle eyle cânım 

İn dem ki zi şâirî eser nîst 
sultân-ı sühan menem diger nîst

 

VEZİN: Mefûlü mefâilün feûlün

 

Metin İncelemesi:

Biçim Yönünden:

Biçimi: Nazım.

Nazım biçimi : Mesnevi.

Nazım birimi : Beyit.

Ölçüsü: Aruz

Mef û lü/me fâ î lün/fe û lün

Hüsn ak di/ne çok ba hâ/ge rek tir

 

Türü: Manzum ve tasavvuf i hikâye.

Konusu: "Beni Mahabbet" adlı bir kabilede,, aynı gün doğan "Hüsn" adlı kız ile "Aşk" adlı erke­ğin yaşam öyküsü anlatılır.

Temi: Aşk, özlem ve mutluluk duygusu.

Kafiye şeması: aa/bb/cc/dd/ee/ff... Kafiyeli olan, "Bahâ gerektir/kimyâ gerektir"

sözlerinde yinelenen "geretir" sözcükleri rediftir. "Baha/kimya" sözcüklerinde ortak kafiye sesi "A" olup yarım kafiyedir. "Diyâr-ı kalb-e/reh-güzâr-ı kalb-e" sözlerindeki "-ı" tamlama eki ile yinelenen "kalb" sözcüğü ve "-e" hal eki rediftir. Geriye kalan bölümlerde ortak kafiye sesi "AR" olup tam kafiyedir.

 

Dil özellikleri:

a) Dil, Arapça ve Farsça söz ve tamlamalarla yüklüdür: Hüsn, akd, mûy, deşt, tarz-ı selef, defter-i belâ vb.

b) Şair, mecazlı (alegorik) anlatım yolunu seç­miştir. Hikâyede geçen "Hüsn", Hüsn-i mutlak olan Tanrı; Aşk, Tanrı aşkını duyarak onun yolunda her türlü güçlüğe göğüs geren mürit; Ben-i Mahabbet, tarikattan olanlar, Mekteb-i Edep, dergâh-tekke; Molla-yı Cünun, mürşit; Diyar-ı kalb, gönül; yolculuk ta karşılaşılan engeller de güçlükler ve çile anlamın­da kullanılmıştır.

c) (o), anın (onun), anda (onda), kıl (et), kılmak (etmek) sözcükleri, o dönem Anadolu Türkçesine özgü sözlerdir.

d) Konuşma diline yakın dizelere yer vermiştir "Zannetme ki şöyle böyle bir söz/Gel sen dahi şöy­le böyle bir söz/Allah muin olur geçersin/Kalb şehri­nin abını içersin".

e) Yeni söyleyiş yollarını denemiş, güzel buluş­lar yapmıştır : "Ateş denizinde mumdan gemi, bin başlı gövdesi süslü ejderha, gam yıkıntılarından bin yıllık yol, her tüyü yılan olan büyücü vb."

 

Söz Sanatları:

Beyit: 4- "Bin başlı ejderha" ve "ateş deni­zinde mumdan gemi" gibi mecazlı sözlerde "mübala­ğa" (abartma) sanatına yer veriliyor.

Beyit: 5- Üzüntüler istiare yoluyla gam yıkın­tılarına benzetiliyor. "Câdû" (büyücü kadın), her tü­yü yılan olan bir varlık gibi düşünülerek abartma ya­pılıyor.

Beyit: 14- "Şöyle böyle bir söz" yinelenerek, okuyucuya kolay görünen ama yazılması güç olan bir anlatımla düşünceler dile getirilerek "sehl-i mümte-ni" denilen yol uygulanıyor. Kolay izlenimi veren, ancak söylenip yazılması kolay olmayan söz ve yazı­lara "sehl-i müınteni" denir.

Beyit: 16- Şair, şiiri tuzaklarla dolu bir vadi­ye benzeterek iğretileme "istiare" sanatı yapıyor. Benzetilen şiir söylenmeden, benzetilen "vadi" söyle­nerek açık istiareye yer verilmiş oluyor.

Bunların dışında, "dil özelliklerinin" "b" mad­desinde belirtilen mecazlı (alegorik) söyleyişlere yer veriliyor.

 

İçerik Yönünden:

...

· Hüsn'ü nikâhlamaya çok çaba gerektir,

  Önce sana kimya bilimi gerektir.

· Durma, kalp ülkesine sefer et,

  Kalbe giden yolda canını ver.

· Altın yapma becerisi o kentte öğrenilirmiş,

  Evet, yolda da çok belâlar çıkı verirmiş.

· Bin başlı bir ejderha, gövdesi de nakışlı,

  Ateş denizinde yüzen mumdan bir gemi varmış,

· Bin yıllık yolmuş gam yıkıntıları,

  Onun ötesinde de matem sarayı.

· yolun başında her tüyü yılan olan,

  Bir büyücü kadın oturur, değil yalan.

· Bir çöl varmış, içinde dev bir peri,

  Aslan, kaplan ve öteki vahşileri.

· Çirkin yüzlü binlerce yaratıklar,

  Cadı görünümünde ejderhalar.

· Tanrı"nın yardımıyla geçersin,

   Kalp şehrinin suyunu içersin.

· Altın yapma sanatını öğren orda,

   Sonra gel, Hüsn'e kavuş, murada er burda.

· Kendimden önceki şairleri geçtin),

   Bir başka dille anlatma yolunu seçtim.

· Husrev Genceli Nizami'ye uymuş,

  Ben o şairlere uymadım, gitmedim izlerinden.

· Tanrı tanık olsun bu başka öyküdür,

  Sen buna belâ defteri diye bakma.

· Zannetme ki şöyle böyle bir söz,

  Gel sen dahi söyle böyle bir söz.

· Söz ustaları, şairlerin tümü malum,

  İşte kalem, işte Osmanlı ülkesi.

· Gördün mü tuzak vadisini,

  Divan yolu sanma bu yeri.

...

· Gizlerini Mesnevi'den aldım,

  Çaldım, fakat beylik malını çaldım.

· Anlamaya sen de gayret et,

  O mücevheri bul da çal sen de.

· Çok görme bu anlatımındaki inceliği,

  Canını Tanrı yardımına havale et.

· Bu zamanda şairlikten eser yok,

  Söz sultanı benim, başkası değil.

 

Araştırmalar:

• Hikâyenin ilk bölümünde "Aşk'ın" "Hüsn'e" kavuşabilmesi için, yapması gerekenler anlatılıyor; ikinci bölümünde de bununla ilgili olarak dilekler belir­tiliyor.

Hikâyede Aşk'ın Hüsn'e kavuşabilmesi için, "Kalp Ülkesine" gitmesi ve orada "kimya bilimini" öğrenmesi isteniyor. Karşılaşabileceği güçlükler ile tehlikeler şöyle sıralanıyor : Yolu üzerinde ejderha­lar, her bir tüyü yılana benzeyen cadılar, aslanlar, kaplanlar, bunları andıran başka vahşi hayvanlar, cin­ler ve periler bulunmaktadır. Üstelik bu yol çok uzundur, geçilmesi zordur. Bu yolu geçmek için, mumdan yapılmış bir gemiyle ateş denizini aşmak zorundadır.

Bu hikâyede şairin yararlandığı masal öğeleri; cinler, periler, cadılar, devlerdir. Şair, gerçekte var olmayan bir ülkeye yapılacak bir yolculuktan söz ediyor. Bu bakımdan, kullandığı masal öğeleri konu­ya denk düşüyor.

• Şair,, kendisini daha önce yaşayan şairlerden ayrı tutuyor, onlardan önde geldiğini söylüyor. Bunu, "Tarz-ı selefe tekaddüm ettiriı/Bir başka lisan tekel­lüm ettim" dizeleriyle belirtiyor. Bu dizeleriyle şair, eskiler kalıplaşmış kurallara uydular; ben uymadım, kendime özgü bir söyleyiş yarattım, diyor. "Zannet­me ki şöyle böyle bir söz/Gel sen dahi söyle böyle bir söz" dizeleriyle de kendisinin başkalarınca taklit edilmeyecek ölçüde bir söz söyleme ustası olduğunu iddia ediyor, bu yolla övünüyor.

• Şeyh Galip, bu övünmesinde bizce haklıdır. Çünkü, O, Divan şiirinin ve şairlerinin kalıplaşmış kurallarını kırmıştır. Yeni buluşları, özgün söyleyişle­ri, değişik mazmunları ile Divan şiirini monotonluk­tan kurtarmıştır, örneğin: "Hüsn ü Aşk", tümüyle alegorik bir mesnevidir. Konu, yapı. anlatım mecazlı, masal öğeleri boldur. Ancak olağanüstü olaylar kar­şısındaki tavrı, masalcının anlattığı akıl üstü olaylar karşısındaki tavrı gibi değildir. Masalcı, söyledikleri­ne inanmaz. Şeyh Galip ise, tasavvuf kavramlarını alegorilerle anlatıyor, allegorillerin karşılığı olan kavramlara inanıyor. Şair, eserlerindeki bu tip özelliklerle kendi kişiliğini yansıtan yeni bir şiir yazmaya başarmıştır, bu bakımdan övünmesinde haklıdır.

· Şiirin son bölümünde geçen, "çalmak" ve "sir­kat eylemek" sözcükleri anlamdaş (eşanlamlı) söz­cükler olup "almak, hırsızlama yapmak" anlamına gelir. Şeyh Galip, bu sözle bir şairin başka bir şair­den yararlanmasını, ondan aktarmalar yapmasını do­ğal karşılamaktadır. Aynı zamanda bu sözlerle, ken­disinin "Mevlana'dan yararlandığı ve ondan aktarma­lar yaptığı" suçlamasına da değinmiş olmaktadır.

· Divan şiirlerinde, şairlerin kendilerini övmeleri­ne, daha çok kasidelerin "fahriyye" bölümünde rast­lanır. Zaman zaman kaside dışındaki nazım biçimle­rinde kimi övgülerin yapıldığı görülür. Baki ile Ne­dim'in gazelleri, Şeyh Galip'in "Hüsn ü Aşk" adlı mesnevisi buna örnektir.

· "Hüsn ü Aşk"ın nazım biçimi mesnevidir. Mes­neviler, Divan edebiyatında uzun hikâyelerin, hatta romanların manzum olarak anlatıldığı bir nazım biçi­midir. Beyitler halinde yazılır. Her beyit kendi ara­sında kafiyelidir. Mesnevilerde aruz ölçüsünün çeşitli kalıpları kullanılır.

 


ŞEYG GALİP- HÜSN Ü AŞK- İNCELEME - 2 

Şeyh Galib’in 26 yaşında iken yazmış olduğu Hüsn ü Aşk isimli mesnevisi, öteden beri, san'atındaki şahsîliğini gösteren en mühim ve muvaffakıyetli eseri sayılır. Bu yüzden Ziya Paşa da:
Gûyâki o şâir-i yegâne
Gelmiş bu kitâb içün cihâne
demiştir. Şeyh Galib in büyük bir şair oluşunun tek delili şüphesiz Hüsn ü Aşkı değildir; bu mesneviyi yazmamış olsaydı dahi, birçok gazelleriyle musammatları onu mümtaz bir şair saydırmağa yeterdi. Fakat Hüsn ü Aşkı, Şeyh Galib’in san'atında en hâkim unsurlar olan hayal genişliği ve renkliliği ile duyuş derinliğini en toplu ve mütekâmil bir surette gösteren bir eser saymak hiç de yanlış bir hüküm değildir.
Manzum bir hikâye şeklinde yazılmış olan bu eserde, mevzu ve vak'alar, ancak şairin mistik aşk telâkkisini anlatmasına birer vesiledir.
Mevzuu.— Beni Muhabbet isimli bir Arap kabilesi içinde, bir gece gayet acayip birtakım tabiat hadiselerinden sonra, biri kız ve biri erkek olmak üzere, birbirinden güzel iki çocuk doğar. Kıza Hüsn ve oğlana Aşk adı verilir. Kabilenin ileri gelenleri toplanarak, bu çocukların birbirlerinin olmalarına ve bu hususta babalarının muvafakatlerini almağa karar verirler.
Daha beşikte iken, hareketlerinde sevgi alâmetleri görülen Hüsn ile Aşk büyüyünce Edep isimli bir mektebe gitmeğe başlarlar. Hocaları Mollayı Cünûn’dur.
Nihayet Aşk, Hüsn’e talip olunca kabilenin büyükleri, sevgide ehliyetini ispat etmeden ve bu uğurda belâlara, ıstıraplara katlanmadan Hüsn’e kavuşmak kabil olamayacağını Aşk’a anlatırlar. (Bu kısım metinler arasında vardır.).Aşk da, onların teklifini kabul ederek, yolunda bin bir tehlike ve engel bulunan Kalp Diyârına sefere çıkar yıllarca en müthiş mahrumiyet ve ıstıraplara göğüs gerdikten, en büyük tehlikeleri atlattıktan sonra Kalp Şehrine vararak Hüsn’e kavuşur.
Tasavvufu ilhamına kaynak yapan Şeyh Galib’in bu eserindeki vak'alarla şahıslar hep birer sembol olup gerçek hayatın vak'aları ve şahıslarıyla alâkalı değildirler. Hüsn ile Aşk sevilenle sevenin, yani hüsnü mutlak ile ârif’in; Edep isimli mektep dergâhın; Mollâyı Cünûn mürşid’in; Kalp Şehri Allah’ın tahtı olan gönül'ün ve oraya yapılan sefer de sevgideki nefis mücadelesinin çilenin birer timsalidir.

Âğaz-i dâstân-i Benî Muhabbet


1. Dil zinde-i feyz-i Şemsi Tebriz
    Neypâre-i hâme-i şeker-rîz
2. Bu resme koyup beyân-i aşkı
    Söyler bana dâstân-i aşkı
3. Kim vardır Arabda bir kabile
    Müstecmi'-i haslet-i cemîle
4. Serlevha-i defter-i fütüvvet
    Serhayl-i arab Benî Muhabbet
5. Ammâ ne kabîle kıble-i derd
    Bilcümle siyâh-baht ü rû-zerd
6. Giydikleri âftâb-i temmûz
    İçtikleri şu'le-i cihan-sûz
7. Vâdîleri rîk ü şişe-i gam
    Kumlar sağışınca hüzn ü mâtem
8. Hargehleri dûd-i âh-i hirmân
    Sohbetleri ney gibi hepefgân
9. Her birisi bir nigâra urgun
    Şemşîr gibi dehânı pürhûn
10.Erzâkları 'belâ-yi nâgâh
     Âteş yağar üstlerine her gâh
11.Ektikleri dâne-i şerâre
    Biçtikleri kalb-i pâre pâre
12.Anlar ki kelâma can verirler
    Mecnûn o kabîledendi derler
13.Her kim ki belâya mürtekibdir
    Elbet o ocağa müntesibdir.
14.Sattıkları hep metâ-i candır
    Aldıkları sûziş-i nihandır

Vezni: Mefülü Mefâilün Fâûlün

Günümüz Türkçesi
1. Benî Muhabbet destanının başlangıcı Şemsi Tebrîz'in feyziyle canlanan ve şeker saçıcı bir kamış parçası olan kalem
2. aşkın ifadesine şöyle bir şekil vererek bana aşk destanını söyler
3. Arabistan’da, güzel huyları, meziyetleri kendinde toplamış olan
4. ve adı asâlet, cömertlik defterinin başında yazılı bulunan bir kabile vardı; bu, Arap kavminin başı olan Beni Muhabbet kabilesi idi.
5. Fakat bu, dert kıblesi olan bir kabile idi; bütün halkının bahtları kara ve yüzleri sarı idi.
6. Sırtlarına elbise diye, temmuz güneşini giyerler ve su yerine, cihanı yakan güneş alevini içerlerdi.
7. Oturdukları vadi gam kumu ve sırçası ile dolu idi ve orada kumların sayısı kadar hüzün ve matem vardı.
8. Çadırları mahrumiyet âhının dumanındandı ve konuşmaları, ney gibi sade iniltiydi.
9. Bu kabile fertlerinin herbiri bir güzele vurgundu ve ağızları kılıç gibi kanlıydı.
10. Yiyecekleri apansız gelen belâ idi ve üstlerine daima ateş yağardı.
11. Kıvılcım tanesi ekerler ve parça parça olmuş kalp biçerler-
12. Şairler, Mecnun’un o kabileden olduğunu söylerler.
13. Belâya düşkün olan kim varsa, şüphesiz, bu kabileye mensuptur.
14. Onların sattıkları can malı ve bunun karşılığında aldıkları için için yanmadır.


İzahlar:
Bu parçanın serlevhası olan âğâz-i dâstân-i Benî Muhabbet Fars dili kaidesince yapılmış zincirleme bir isim tamlaması halindedir.
Benî Muhabbet; benî İsrâil, benî âdem tekiplerinde olduğu gibi, bir isim tamlamasıdır, manası aşk oğulları, sevgili sülâlesidir.
Dâstân-i Benî Muhabbet : (f. is. t.) Beni Muhabbetin destanı.
Ağâz-i dâstân-i Benî Muhabbet : (Zincirleme f. is t.) Beni Muhabbet destanının başlaması, başlangıcı.

1. Dil-zinde : (f. St.) Gönlü dirilmiş; canlanmış.
Şemsi Tebriz, bir isim tamlaması halinde olup, Şeyh Galib’in mensup olduğu Mevlevilik tarikatını kuran Mevlâna Celâleddini Rumi’nin mürşit tanıdığı zattır. Bu zatın adı Şemsi Tebrîzî diye anılır.
Feyz-i Şemsi Tebriz : (f. is. t.) Şemsi Tebriz’in feyzi.
Dil-zinde-i feyz-i Şemsi Tebriz : (Zincirleme f. is. t.) Şemsi Tebrîz’in feyzinin dilzindesi; Şemsi feyziyle canlamış olan. Şemsi Tebriz, bir özel ad olduğu için, diğer isim tamlamaları gibi, terkip “i”si ayrı yazılmamıştır. Dilzinde sıfat takımı da burada isim gibi kullanılmıştır.
Neypâre, kamış parçaşı demektir.
Şeker-rîz: Şeker saçan.
Hâme-i şeker-rîz : (f. s. t.) Şeker saçan kalem.
Neypâre-i hâme-i şeker-rîz : (f. is. t.) Şeker saçan kalemin kamışı; şeker saçan bir kamış parçası olan kalem.
Eskiden yazı yazmak için kamış kalem kullanılırdı; bundan dolayı, bu beyitte de kalem için neypâre deniliyor. İnsana zevk veren şeyler yazdığı için, kalem hakkında kullanılan şeker-riz sıfatının ayrıca ney ile de alâkası vardır; çünk, şeker de bir nevi kamıştan çıkarılır.

2. Beyân-i aşk : (f. is. t.) Aşkın ifadesi; söylenişi.
Dâstân-i aşk : (f. is. t.) Aşkın destanı; aşk hikâyesi. Dâstân kelimesinin dâs hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.

3. Bu beytin başındaki kim, ki demektir ve bu beyitle yukarıdaki beyti manaca yekdiğerine bağlamaktadır.
Haslet-i cemile : (E s. t.) Güzel huy.
Müstecmi'-i haslet-i cemile : (f. is. t.) Güzel huyu toplayan; güzel huya sahip olan.

4. Defter-i fütüvvet : (f. is. t.) Asâlet, soyluluk defteri.
Serlevha-i defter-i fütüvvet : (Zincirleme f. is. t.) Asâlet defterinin serlevhası; kerem defterinin en başında gelen.
Serhayl-i Arab : (E is. t.) Arap kavminin başı. Hayl; Kavim, güruh, sürü, cemaat ve Şerhayl de diğer kavimlerin başı, en ileride geleni olan kavim demektir.
Tamamıyla mistik bir aşkın ifadesi olan bu eserde Benî Muhabbet kabilesi, evvelce de söylendiği gibi, hilkatin mahiyetine, aşkın sırlarına vakıf olan arifleri temsil etmektetir.

5. Kıble-i derd : (f. is. t.) Dert kıblesi. Beni Muhabbet kabilesi için dert kıblesi denilmesinin sebebi şudur: Malûm olduğu üzere kıble, Müslüman’ların namaz kımak için yüzlerini çevirdikleri Kâbe’nin bulunduğu taraftır. Bunun gibi dünyada eni Muhabbet kabilesine teveccüh ediyor, orada toplanıyormuş.
Siyâh-baht : (f. St.) Kara bahtlı. Bu sıfat takımındaki siyâh kelimesinin yâh hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.
Rû-zerd : (f. St.) Sarı yüzlü; sararmış.

6. Âftâb-i temmûz : (f. is. t.) Temmuz güneşi.
Cihân-sûz : (f. St.) Cihanı yakan.
Şu'le-i cihân-sûz : (f. s. t.) Cihanı yakan alev.

Benî Muhabbet kabilesinin perişanlığı fakat manevî değerlerini anlatmak için, o kabile efradının çıplak vücutlarına kızgın güneşi elbise gibi giydirmek ve bağrı yanık olduklarını ifade etmek için de onlara su yerine yakıcı güneş ışıklarını içirtmek Şeyh Galib’in en güzel mecazlarındandır.
Âftâb kelimesinin âf hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumalıdır.

7. Şişe-i gam : (f. is. t.) Gam sırçası. Bu terkipteki gam tamlayanın diğer bir tamlananı da “rik”tir.
Sağış; Sayı, rakam demektir.
Bu beytin kafiyeleri olan gam ve matem kelimeleri, son hecelerinin sadalı harfleri itibarıyla uygunsuz iseler de, Arap imlâsına ve eski kafiye telâkkisine göre kafiyelenirlerdi.

8. Âh-i hirmân : (f. is. t.) Mahrumiyet ahı.
Dûd-i âh-i hirmân : (Zincirleme f. is. t.) Mahrumiyet ahının dumanı.
Eski şairler, yürekten kopan yanık âhı göklere yükselen bir duman suretinde tasavvur ederlerdi. Şeyh Galip de bu beytinde, mânevî dert ve yoksulluk içinde yaşayan Benî Muhabbet kabilesinin, çadır diye, ancak yanık kalplerinden kopup yükselen âhlara sığınabildiklerini anlatıyor.

9. Urgun, vurgun demektir. Eskiler vurmak mastarını, hemen daima urmak suretinde kullanırlardı.
Bu beyitteki şemşîr kelimesinin şîr hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.

10. Belâ-yi nâgâh : (f. s. t.) Apansız gelen belâ.
Bu beyitteki erzâkları kelimesinin Zâk hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığıdır.

11. Dâne-i şerâre : (f. is. t.) Kıvılcım tanesi.
Kalb-i pâre pâre : (f. s. t.) Parça parça olmuş kalp.

12. Kelâma can verenlerden maksat, edipler, şairlerdir.

13. Mürtekib; irtikâp eden, bir şeyi yüklenen, üzerine alan demektir; belâya mürtekib olmak, da belâyı isteyip almak demektir.
İkinci mısradaki ocak, kabiledir.

14. Metâ-i cân : (f. is. t.) Can malı.
Sûziş-i nihân : (f. s. t.) Gizli yanma; için için yanma.
Bu beyitte cân, satılan bir mala benzetiliyor. Benî Muhabbet kabilesi efradı da canlarını verip bunun karşılığı olarak ıstırap almış oluyorlar.


Cevâb-i Şâfi dâden-i kabîle


1.Sâdât-i kabîle toplanup hep
   Kıldılar ana beyân-i matlab
2.K'ey tâlib-i Hüsn olan hiredmend
   Gûşunda durursa gevher-i pend
3. Fikreyle ki cümle âşinâyız
   Hep şûr ü hevâya mübtelâyız
4. Bir sözle kim oldu yâra vâsıl
   Bir gonca ile bahâra vasıl
5. Hiç mümkin olur mu rencsiz genc
   Çok kimseye erdi gencsiz renc
6. Zevklenmemize değil mi bâdî
    Birdenbire vasl-i Hüsnü da'vî
7. Hiç sözler olur mu vasl-i dil-dâr
    Lûtfen bu kelâmı etme tekrâr
8. Da'vâmızı sanma hîlemizden
    Var Kayse de sor kabîlemizden
9. Bîmihnet ü gam vusûl-i dil-dâr
    Ayâ kime oldu bu sezâvâr
10.Hiç kimse bu râha gitmemiştir
     Bir ferd bunu işitmemiştir
11.Meydandaki baş içündür efser
     Ser ver k'olasın bu yolda server

Günümüz Türkçesi
Kabilenin inandırıcı cevap vermesi
1. Kabilenin ileri gelenleri, hep birden, ona neler istediklerini anlattılar.
2. Dediler ki: "Ey Hüsn’ü almak isteyen akıllı! Eğer nasihat incilerimizden yapılmış şu küpe kulağında kalırsa,
3. düşün ki, biz hepimiz birbirimizi biliriz; biz de aşka ve perişanlığa uğramışızdır.
4. Kim bir sözle sevgiliye kavuştu ve bir gonca ile bahara erdi
5. Sıkıntı çekmeden hazine ele geçirmek mümkün olur mu?
6. Birçok kimseler hazineyi bulamadan sıkıntı çekmişlerdir.
7. Bizim seninle eğlenmemize sebep olan, birdenbire Hüsn’e kavuşmak iddiasında bulunman değil midir?
8. Hiç sözle sevgiliye kavuşmak olur mu? Lütfet de bu sözü tekrarlama.
9. Bu işi böyle uzatmamızı hilemizden sanma! (Bu teklif ve iddiamızı seni yanıltmak için yaptığımızı zannetme) istersen git, kabilemizi Kays’a de sor.
10. Gamsız ve eziyetsiz, sevgiliye kavuşmak acaba kime nasip olmuştur?
11. Hiç kimse bu yola gitmemiş ve bir kişi bile böyle bir söz işitmemiştir.
12. Taç, ortaya konulan başın hakkıdır. Sen de başını ver ki bu yolda baş olasın.

İzahlar:
Birinci parçanın serlevhası gibi, bu parçanın serlevhası da isim tamlaması halinde bir Farsça ibaredir. Mesnevilerde fasıl başlarındaki serlevhaların Farsça yazılması âdet olmuştu.
Cevâb-i Şâfi : (f. s. t.) İnandırıcı cevap.
Dâden, Farsça bir mastardır ve manası vermektir. Cevâb-i Şâfi dâden inandırıcı cevap vermek demek olup, Cevâb-i Şâfi dâden-i kâbîle tarzındaki isim tamlamasının tamlananı olmuştur; tamlayan, kabile dir.
Sâdât-i kabile : (f. is. t.) Kabilenin ileri gelenleri.
Beyân matlab : (f. is. t.) İstenilen şeyin beyan edilmesi; dileğin bildirilmesi.
Bu beyitte, gerek sonlarındaki sessiz harfler ve gerek onlardan evvelki sesli harfler biribirine uygun olmadığı halde, “hep” ile “matlabın” kafiye yapılması, eski yazı ile eski kafiye telâkkisi yüzündendir. Türkçe hep kelimesi “p” ile söylendiği halde “b” ile yazılır; matlab kelimesi de “b” ile yazılır ve aynı suretle “p” sesi çıkararak söylenirdi.

2. K'ey; ki bağlama edatıyla ey ünleminin bir arada kullanılmış şeklidir. Buradaki ki yukarıdaki beyitle bu beyit arasında mana bağlılığını temin etmektedir.
Tâlib-i Hüsn : (f. is. t.) Hüsnün talibi, Hüsnü isteyen.
Gevher-i pend: (f. is. t.) Nasihat incisi, öğüt küpesi.

3. Fikreylemek, düşünmek demektir.

5. Bu beyitte, rencsiz ve gencsiz kelimelerinin renc ve genc hecelerini, vezinde birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak surette okumalıdır.

6. Vasl-i Hüsn : (f. is. t.) Hüsn’ün vaslı; Hüsn’e kavuşmak.
Da'vî, Arapça olan da'vâ kelimesinin Farsça söyleniş tarzıdır.

7. Dil-dâr : (f. St.) Gönlü tutan; sevgili.
Vasl-i dil-dâr : (f. is. t.) Sevgiliye kavuşmak.

8. Kays, Mecnûn’un adıdır.
9. Bîmihnet ü gam; bîmihnet ve bîgam, yani mihnetsiz ve gamsız demektir.
Vusûl-i dil-dâr : (f. is. t.) Sevgiliye kavuşmak.

10. Bu beyitte ferd kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.

11. Meydandaki baştan maksat, ortaya konulan, feda edilmeğe hazır bulundurulan baştır.
K'olasın; ki bağlama edatıyla olasın kelimesinin bir arada kullanılmış şeklidir.
İkinci mısrada baş ver başını feda et demek olan ser ver ile, baş, şef manasına gelen server kelimeleri arasında cinas denilen lâfız san'atı vardır.
Manaları ayrı olduğu halde söylenişleri biribirine benzeyen kelimeleri yan yana veya yakın olarak kullanmak san'atına cinas denir.

Kabûl kerden-i Aşk belâhârâ

1. Aşk anladı kim nedir serencâm
    Gavgâ-yi kelâma verdi ârâm
2. Didi buyurun ne ela hidmet
    Minba'd men ü belâ-yi minnet
3. Sâdât-i kabile etti tedbîr
    Kim mehrine eyle nakdi tevfir
4. Hüsn akdine çok bâhâ gerektir
    Evvel sana kîmyâ gerektir.
5. Durma sefer et diyâr-i kalbe
    Can baş ko rehgüzâr-i kalbe
6. Ol şehrde kîmyâ olurmuş
    Yolda beli çok belâ olurmuş
7. Bin başlı bir ejderi münakkaş
    Mumdan gemi altı bahr-i âteş
8. Bin yıllık yol harâbe-i gam
    Anın ötesi serâ-yi mâtem
9. Meşhûd o yolun başında câdû
    Her mûyu yılan yalan değil bû
10. Bir deşt içinde dîv ü perrî
     Arslan kaplan vühûş-i berî
11. Cin nev'i hezâr bed-likâlar
     Câdû kılığında ejdehâlar
12. Muzlim gecelerde gûl-i yâbân
     Avâzesi ra'dden nümâyân
13. Sihr ile yağar o deşte âteş
    Gâhice de efi-i münakkaş
14. Allâh muîn olup geçersin
     Kalb şehrinin âbını içersin
15. Kıl andaki kîmyâyı hâsıl
     Gel bunda ol işte Hüsne vâsıl

Günümüz Türkçesi
Aşkın belâları kabul edişi
1. Aşk, işin sonu neye varacağını anlayarak münakaşayı kesti.
2. Dedi ki: "Ne yolda hizmet etmemi, ne yapmamı istiyorsunuz? Şu andan itibaren her türlü belâ ve mihneti çekmeğe hazırım!”
3. Kabilenin ileri gelenleri bu çareyi gösterdiler: "Hüsn'ün mehri için çok para biriktir.
4. Hüsn ile evlenmek için çok ağırlık vermek lâzımdır ve senin için evvelâ kimyayı elde etmek icap eder.
5. Durma, kalp ülkesine doğru yola çık, gönül yoluna can ve baş koy. (feda et)
6. 0 şehirde kimya bulunurmuş, (fakat) yolda da pek çok belâ varmış:
7. Bin başlı ve alaca derili bir ejderha... Ateş denizinin üstünde mumdan bir gemi...
8. Bin yıllık yol ve gam harabesi... Onun ötesinde de matem sarayı...
9. 0 yolun başında, saçının her teli yılan olan bir cadı görünür ki bu yalan değildir.
10. Bir çöl içinde dev, peri, aslan, kaplan ve yırtıcı kara hayvanları...
11. Cin nev'inden binlerce çirkin suratlılar, cadı kılığında ejderhalar...
12. Karanlık gecelerde, bağırması gök gürültüsünden de şiddetli olan gulyabani...
13. 0 çöle büyü ile ateş yağar; arada sırada da alaca derili engerek yılanı...
14. Allah yardımcın olursa o çölü geçersin ve kalp şehrinin suyunu içersin.
15. Oradaki tılsımı elde et, sonra da gel, burada Hüsn’e kavuş

İzahlar:
Bu bahsin serlevhası olan Farsça ibarede kabûl kerden, kabul etmek demektir.
Kabûl kerden-i Aşk : (f. is. t.) Aşkın kabul edişi.
Belâhârâ, belâları demektir. Belâ kelimesinin sonundaki “hâ” Farsça edatı, “râ” da nesne edatıdır.
Gavgâ-yi kelâm : (f. is. t.) Söz kavgası; çene yarışı, münakaşa
Ârâm; dinlenme, istirahat manasına gelir. Söz kavgasına ârâm vermek de, münakaşayı biraz kesmek demek oluyor.

2. Didi, dedi demektir; bilhassa birinci hecesindeki imâle bu şekilde yazılmıştır.
İkinci mısraın başında bundan sonra demek olan Arapça minba’d kelimesinin ba’d hece, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.
Belâ-yi mihnet:(f. is. t.) Mihnet belâsı.

3. Sâdât-i kabîle : (f. is. t.) Kabilenin ileri gelenleri.
Tedbir etmek; çare düşünmek, çare göstermek demektir.
Nakdi tevfir etmek, parayı çoğaltmak, biriktirmekd emektir.

4. Hüsn akdine; Hüsn’ün akdine, nikâhına demektir.
Kîmyâ; eskilerin, bakırı altın yapmak için ömür ve servet tükettikleri sözde ilme denir. Onlar böyle bir tılsım bulunduğuna inanırlarmış
Benî Muhabbet kabilesinin ileri gelenleri de, Hüsne kavuşabilmesi için Aşka-kendi telâkkilerine göre- pek güç ve -hakikatte- imkânsız bir şeyi şart koşuyorlar.
Kîmyâ kelimesinin kîm hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.

5. Diyâr-i kalb : (f. is. t.) Kalp diyarı
Rehgüzâr-i kalb : (f. is. t.) Kalp geçidi; gönül yolu; kalb şehrine giden yol.
İkinci mısradaki bâş kelimesinin imâlesi, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak kadardır.

6. Şehrde kelimesinin şehr hecesiyle kîmyâ kelimesinin kim hecesini vezinde birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak surette okumak lâzımdır.
Arapçanın evet manasına gelen belâsından alınıp Farsçada da aynı mana ile kullanılan belî kelimesi bu beyitte - pek çok, hakikaten çok, fakat gibi - manalarda kullanılmakla beraber bela ile bu kelime arasındaki söyleniş yakınlığı da gözden kaçırılmamıştır.
Bu beyitten itibaren sayılan şeyler, aşkta rastgelinecek güçlüklerin birer remzidir.

7. Ejder-i münakkaş : (f. s. t.) Nakışlı ejderha; alaca derili büyük yılan.
Bahr-i âteş (f. is. t.) Aşk denizi.

8. Harâbe-i gam : (f. is. t.) Gam harabesi
Serâ-yi mâtem : (f. is. t.) Matem sarayı.
Bu beytin birinci mısraında Sekti melih vardır. Sekti melih, (Mefûlü Mefâilün Feûlün) kalıbının üçüncü ve dördüncü açık hecelerini bir kapalı heceye çevirerek kalıbı (Mefûlün Fâilün Feûlün) şekline koymağa denir. (Mefûlü Mefâilün Feûlün) vezninin (Mefûlümefâ-ilünfeûlün) diye iki parçaya ayrılarak takti edilmesi daha kolaydır: (Cismimdeki şim-di özge candır) gibi. Sekti melih bulunan mısraların taktii ise (Mefûlünfâ-ilünfeûlün) diye yapılır.

9. Farsçanın câdû kelimesi bizde hem cadı diye şeklini, hem de kısmen manasını değiştirmiştir. Farsçada câdûnun nası sihirbaz, büyücü olduğu için eski şiirlerimizde bu kelimeye gözün ve bakışın sıfatı olarak da çok rastlanır: çeşm-i câdû, gamze-i câdû gibi

10. Perî kelimesi burada vezin icabı olarak perrî suretinde kullanılmıştır ki doğru değildir.
Vuhûş-i berrî : (f. s. t.) Karaya mahsus, karada yaşayan yabani hayvanlar. Arapça olan vuhûş kelimesinin müfredi “vahş”tır.
Bu beytin birinci mısraındaki deşt kelimesinin, vezinde bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.

11. Bed-likâ : (f. St.) Kötü yüzlü; çirkin suratlı.
Hezâr kelimesinin zâr hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumalıdır.

12. Gül-i yâbân : (f. is. t.) Gulyabani.
İkinci mısradaki ra'd kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette okumak lâzımdır.

13. Efî-i münakkaş: (f. s. t.) Alaca derili engerek yılanı. Efî kelimesinin son hecesi Zifaflıdır.
Ateş ile münakkaş kelimesinin kafiye yapılışları da eski yazıya ve telâkkiye göredir.

14. Allah kelimesinin lâh hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumalıdır.

15. Bu beyitteki anda ve bunda kelimeleri, orada ve burada manalarıyla kullanılmıştır.
Kîmyâ kelimesinin kîm hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumalıdır.

İZAHLI D.Ş.ANT. N.H.ONAN