Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

İŞLEYEN YARA ROMANIN ÖZETİ ve TAHLİLİ - NECMETTİN HALİL ONAN 

ROMANIN ÖZETİ

İzmir’de sultanî hocası olan Cevat Bey, Türk Ocağı’nın ileri gelen üyelerinden biridir. Amerikan kolejini bitiren Nihal Hanım ile evlenirler. Bu evlilikten Turan adını verdikleri bir çocukları doğar. Turan’ın doğduğu günlerde Cevat Bey de sultanî müdürlüğüne tayin edilir. Bu görevdeyken, 1944’te Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve Türkiye’nin savaşa katılmasıyla, okuldaki genç öğretmenler de savaşa alınırlar. Çanakkale’de kazanılan zafer ile millet, savaş içinde millî bir bayram sevinci yaşar. Oğlu Turan’ın iki yaşına geldiği bu günlerde Cevat Bey de Türk Ocağı’ndaki faaliyetlerini yeniden artırır. Gayesi mütareke günlerinde millî birliği ve beraberliği sağlamaktır. Mütarekeyi takiben, maarif müfettişliği göreviyle İstanbul’a çağırılır. İstanbul’da da Türk Ocağı’ndaki çalışmalarını devam ettirir. Sultan Ahmet’te yapılan mitinglerde daima ön saflarda yer alır. Fakat bu çevredeki zehirli havadan bir an önce uzaklaşmak ister, özellikle, yetiştirmek istediği oğlunun bir an önce bu çevreden uzaklaşmasını çok arzu eder. Bu sıralar, arkadaşlarının Anadolu’da millî vazifeler alarak İstanbul’dan ayrılmaları, onu da Anadolu’ya sevk eder. Üç beş ay Balıkesir’de, üç beş ay Eskişehir’de kaldıktan sonra Ankara’ya gelip Hacı Bayram Camii civarında bir yere yerleşirler. İstanbul’dan ayrıldıktan iki yıl sonra mebus olarak meclise girer. Turan Ankara’da okula devam eder. Savaşın kazanılması, Ankara’daki yeni görevi, Turan’ın zekî bir çocuk ve çalışkan bir öğrenci olması onların mutluluklarını artırır. Yazları İzmir’e gidip gelirler. Hayatın güzelliği içinde oldukları bu günlerde Cevat Bey mide kanamasından ölür. Nihal Hanım oğlunu alarak yeniden İzmir’e dönmek zorunda kalır.

Nihal Hanım, ilkokulu bitiren Turan’ı, İzmir’de koleje verir. Cevat Bey’i seven ve takdir eden Ocaklı arkadaşları bu duruma çok üzülürler. Cevat Bey gibi idealist bir babanın oğlunun böyle bir yabancı mektebe verilmesini doğru bulmazlar. Nitekim lise müdürü Nimet Bey, Nihal Hanım’ı evinde ziyaret ederek ecnebi mekteplerin bizim cemiyetimize yabancılığını ve Turan’ın böyle bir eğitim kurumunda okumasından duydukları üzüntüyü anlatırsa da anneyi fikrinden vazgeçiremez. Turan kolejli bir öğrenci olur.

Turan, koleje çabuk alışır. Başarılı bir öğrenci olduğu için dikkati çeker ve hocalarının takdirini kazanır. Fakat kolejdeki hocalar esas itibariyle birer misyoner olduklarından, her fırsatta Hristiyanlık propagandası yaparlar. Mister Peri bunların en ateşli olanlarından biridir. Onun çocuk ruhunu ve çocuk dimağını yalnız “protestanlık tohumlan saçılacak bir saha” olarak kabul etmesi ve uluorta konuşmaları, bazı öğrencilerin tepkisine yol açar. Bu tepkiler dikkate alınarak kolej müdürü Doktor Vud’un çizdiği plân doğrultusunda hareket edilir. Bu plâna göre takip edilecek yol şudur: “Çocukları ilk önce kendi muhitlerinden ve onun tesirlerinden tecrit etmek ve bir aksülamele meydan vermemek için onlara kendi dinleri, memleketleri ve harsları aleyhinde bir şey söylemeyerek yalnız karşı âlemin cazibelerini göstermek. Bu isimsiz Hristiyanlıktır.”

“İsimsiz Hristiyanlık” propagandasından etkilenenlerden biri de Turan’dır. Onda, koleji bitirince tahsiline Amerika’da devam etme fikri uyandırılır. Buna, ”öte tarafa geçiş” denilmektedir. Öte tarafa geçişi sağlamak, kolejin en büyük başarısı ve gayesine en önemli hizmetidir. Kazanılan talebelerle, ötekiler kontrol altında tutulur. Böylece, henüz kazanılmamış öğrencilerin koleje karşı olan tepkileri zamanında öğrenilir ve tedbir alınır.
Kazanılamamış öğrencilerin okulda “Tayyare İane Kolu” kurmak istemeleri, kolejin gayesine ters düştüğü için engellenir. Doktor Vud ve yardımcısı Mister Ailen bu fikrin “şovenlik” olduğunu belirterek, kazanılmış öğrencilerin arkadaşlarını böyle bir düşünceden vazgeçirmelerini isterler. Fakat başaramazlar. Zira bu konu basına intikal eder. Gayret gazetesinde çıkan yazıların tesiriyle Doktor Vud, öğrencilerin isteğine izin verileceğini bildirir.
Kolejli öğrencilerin hareketleri, genel olarak çevre tarafından hoş karşılanmaz. Öğrencilerin İngilizce konuşup İngilizce şarkılar söylemeleri dikkati çeker. Bu öğrenciler arasında Cevat gibi idealist bir babanın oğlunun da bulunmasına anlam veremezler. Turan’ın babasına lâyık bir evlat olmadığını gören Cevat’ın arkadaşları üzülürler. Cevat Bey’in, Nihal gibi kolejden yetişmiş kozmopolit bir kadınla evlenmiş olmasını en büyük hatası olarak görürler.
Başarıyla son sınıfa geçen Turan’ın tek gayesi, burayı bitirince tahsiline Amerika’da devam etmektir. Bu sıralar, Miss Rozalind adında, okula İstanbul’dan bir sekreter getirilir. Ermeni olma ihtimali de bulunan bu güzel kıza bütün öğrenciler yakın olmaya çalışırlar. Turan da onlar arasındadır. Kısa zamanda Miss Rozalind’e âşık olur. Bu aşkın etkisiyle derslere ilgisi her geçen gün biraz daha azalır. Turan’ın kendine karşı olan bu ilgisini fark eden kız, içten içe güler. Fakat Mister Allen’in tavsiyesine göre; “Bir Hristiyan’a yakışır şekilde, onu ürkütmeden memnun etmesi” gerekir. Kolejin genç hocaları da bu sekretere ilgisiz kalamazlar. Turan, Miss Rozalind hakkında çıkan söylentilere inanmak istemez. Fakat bir akşam, okuldaki kâtiplerden biriyle sarmaş dolaş dans ettiğini görür ve ondan nefret eder. Bundan sonra çok sevdiği sporla bile ilgilenmeyerek kendisini bütün olarak yeniden derslerine verir. Amerika’ya gitmek isteğini ilk olarak müdüre açar. Beklediği ilgiyi göremezse de, ümitsizliğe kapılmaz.

Turan, talebe bayramında gördüğü kız öğretmen okulu öğrencilerinden birine uzaktan uzağa ilgi duyar. Kızın adının Ayşe olduğunu öğrenir. Ayşe ciddî ve dürüst bir kızdır. Kolej hakkında gerekli bilgiye sahip olduğu için, kolejlileri beğenmeyen biridir.

Müdür Vud, gayeye daha çok hizmet edebilmek için okulda “İnternesionel Kulüb”ü açtırır. Turan bu kulübün umûmî kâtibi olur. Okulun öğrencilerinden bazıları, Rıza’nın başkanlığında birleşerek bu kulübe karşı çıkarlar. Rıza ve arkadaşlarının Türkçe konuşmaları ve kulübe karşı olan tutumları yine “şovenlik” olarak vasıflandırılır. Rıza ve arkadaşlarının millî duygularına dokunulması, okuldaki huzursuzluğu iyice arttırır, İsviçreli hoca Mösyö Roje’ye göre öteki hocalar; bu ecnebi okulunun Türkiye’de bulunduğunu ve burada Türk çocuklarının okuduğunu unutuyorlardı. Kolejdeki anlaşmazlıklardan doğan huzursuzluğun basına aksetmesi, idareyi iyiden iyiye telaşlandırır. Müdür Doktor Vud, Amerika’daki genel merkeze mektup yazarak durumun iyi olduğunu, gayelerine ulaşacaklarını, şimdiden yola girmiş gençlerin bulunduğunu bildirir.

Yola girmiş gençlerden biri olan Turan, okulu başarı ile bitirir. Doktor Vud, onu Amerika'ya göndermeye söz verir. Turan Amerika’ya gideceği güne kadar kendisini bir boşlukta hisseder. Kendi ifadesine göre; bir çocuk olarak girdiği bu okuldan hocalarının sayesinde hakikati bulmuş bir insan olarak çıkmıştır. Fakat ona, bu müesseseyi açmış olanların bir zaafı var gibi görünür. Zira onlar, kendi itikatlerini başkalarının kabul etmesini isterler. Nitekim kendisine de aynı teklifte bulunurlar. Kendisi, hocalarının fikirlerini benimsediği için “maviler” arasında yer alır. Kendilerine karşı olan Türkçüler ise “kırmızılar”dı. Bir de renksizler vardı.

Turan, giderek Ayşe ile ilgilenmeye başlar. Onu sevdiğini anlar. Ayşe’ye yakın olabilmek ve onu görebilmek için, renksizlerden olmasından dolayı sevmediği okul arkadaşı Fethi’yi evine davet eder. Ayşe’nin İzmir'de kalabilmesi için, babasının mebus arkadaşlarından birine annesine mektup yazdırmayı bile düşünür.   

Turan, Doktor Vud’a teşekkür etmek için koleje gider. Müdür Turan’ın Amerika’ya gidene kadar çalışması için (...) Şirketin müdürüne bir tavsiye mektubu yazar. Bunun üzerine hemen işe alınır. Ancak, onun bu derece Amerikalılara yakınlığı çevrede iyi karşılanmaz. Spor takımına alınmak için müracaatı bile bunun için reddedilir. Gerçekten Turan, kendisinin Müslüman olmadığını, gerekirse din değiştirebileceğini düşünecek kadar çevresine yabancıdır. Tramvayda İngilizce konuşması üzerine biletçinin “Vatandaş Türkçe konuş” levhasını göstermesini ilkellik olarak düşünür.

Turan, bir gün arkadaşı Fethinin evinde Ayşe ile karşılaşır. Söz arasında Ayşe’nin Edirne’den Ardahan’a kadar, neresi olursa olsun gidip çalışabileceğini söylemesini; öğretmen okullarında verilen eğitimin saçmalığına bağlar. Fakat Turan’ın ona olan ilgisi günden güne artar. Fethi’yi, Fethi’nin halazadesi Hüsniye’yi ve Ayşe’yi evlerine davet eder. Ayşe ile görüşüp konuşmaları arttıkça bağlılığı da artar. Bu bağlanmayı idealine engel olarak görür ve kendi kendine telkinlerde bulunur. Yaz günlerini güzel geçirmek ve Amerika’ya buralardan daha çok hatıra götürebilmek için bu arkadaşlığı istemektedir.
Yazın Amerika’ya giden Doktor Vud döner ve Turan’a beklediği haberi getirir. Buna göre Turan üç yıllığına Amerika’ya gidecek ve Kolombiya Üniversitesi’nde sosyolojiyle birlikte ilahiyat dersleri de okuyacaktır. Orada “Y.M.C.A.” kulübünde kalırsa, masrafı yarıya ineceğinden Doktor Vud bu konuda bir tavsiye mektubu verecektir. Doktor Vud ile imzalayacakları kontratla kendi tabiriyle, “vatanı olan bu cehennemden” kurtulacaktır.
Ayşe İzmir’de öğretmenliğe başlamıştır. Turan onu göremeyince bir mektup yazarak aşkını ve durumunu anlatmak ister. Ama beklediği ilgi yerine sert bir cevap alır:

“Turan Efendi! Biliniz ki ben her şeyimle bu memleketin kızıyım, Varlığımın her zerresinde bu memleketin hakkı, bu memleketin ve bu milletin aşkı var. Benimle aynı aşkı tanımayan bir insanın bana el uzatması iğrenç bir cüretkârlıktır. Aklınızı başınıza alın. Sizin mecnunâne hülyalınızı tatmin edecek matmazeller, missler arayınız.”

Bu satırların altına Ayşe Cemil imzasını koyar ve Turan'ın gönderdiği, açıp okumadığı mektubu ekleyerek iade eder.

Turan Amerika’ya giderken arkasına bakmamaya ahd ettiği için, İzmir Limanı’ndan ayrılırken dönüp arkasına bakmaz. Limanda karşılaştığı Rıza, “İkinci bir Halûk olmaya!” demekten kendini alamaz. Pire, Napoli, Cebelitarık yoluyla Atlantik’ten geçerek karaya ayak basar. Sıkı bir kontrolden geçirmek için Elis Aylond’a götürülürler. O “bu hürriyet ülkesinde” böyle bir harekete anlam veremez. Fakat her gelen serseriye engel olmak için buna mecbur olduklarım düşünür. Kontrol sırası Turan’a geldiğinde, Y.M.C.A. kulübü temsilcisi gelir ve onu alıp götürür. Y.M.C.A. müdürü Mister Ales, ona şark hakkında konferanslar vermesi teklifinde bulunur. Böylece hem faydalı olacak hem de harçlığına bir miktar para daha ekleyecekti, tik konferansı Türkiye hakkında olacaktı. Aynı kulüpte kalan Helen Huvayt ile arkadaş olurlar. Onun Türk olduğunu öğrenen Helen, daha yakından ilgilenir. Turan konferansında Türkiye’yi medenileştirmek için Amerikalıların yaptıkları fedakârlıkları anlatır. Helen; memleketini sevmediğini ve ülkesine dönmeyi düşünmediğini öğrenince Turan’a “Sizin biraz maceraperest ve serseri bir ruhunuz var, sanırım.” der.

Kozmopoliten kulüpte otururken Ermenilerin “Eşek Türkler” demeleri, ilk olarak Turan’a mensubu olduğu milleti hatırlatır ve kavgaya tutuşur. Fakat sonraları kulüpte verdiği bir başka konferansta yine memleketini ve dinini kötüler. Ona göre; şark milletlerinin kalkınabilmek için dinlerini değiştirmeleri gerekir. Aksi halde, medenîleşemeyeceklerdir. Buralardan gidenler, onlara feyz vermeye çalışmadalar. Kendisi de bu feyiz ile yetişmiştir. Vicdanen ve irfanen Türkiye’ye değil, Amerika’ya bağlıdır.

Alkışlar arasında birinin “Namussuz!” diye Türkçe bağırdığını duyar. Fakat bunun kim olduğunu anlayamaz, Bu, Ahmet adında Newyork Üniversitesinde okuyan bir Türk’tür. Bu Türk, bir gece yalnız başına kulübe dönmekte olan Turan’ın suratına indirdiği bir yumrukla yere sererken, “namussuz!” sözünü bir kere daha tekrar eder.

Turan, giderek burada da bir yalnızlığın içine düşer. Helen’e âşık olması ve evlenmek istediğini söylemesi, onunla olan bağlarını gevşetir. Zira Helen'e göre evlilikte mantık gerekir. Mantık ise, böyle bir evliliğe cevaz vermez. Ayrı ayrı cemiyetlere ait olmaları buna engeldir. Turan’ın milletiyle ve içinden çıktığı cemiyet ile bağlarının kuvvetli olmaması, böyle bir evlilik için yeterli değildir. Evlilik hatır için yapılamaz. Çünkü Helen’e göre, haklı olan Ayşe’dir.
Arkadaşları Turan’ı, Ferit adında, üniversiteyi Amerika’da bitirerek ülkesine dönmekte olan bir Türk ile tanıştırırlar. O Ferit’in konuşmalarını dinledikçe içindeki buhran daha çok artar. Adeta ona imrenir. İlk olarak, kolejde aldığı eğitimi tenkit etmeye başlar. Kulüpteki odasına döndüğünde; kulüpteki konferansını dinleyen bir Çinli arkadaşının “Vatanım çok seven bir Çinliden memleketini sevmeyen bir Türk’e” notuyla “Vatansız Adam” kitabını gönderdiğini görür. Bu kitabı okuyan Turan, kendisinin de vatansız olduğuna hükmeder. Bu buhran günlerinde Ferit’e rastlar. Konuşmak istediğinde Ferit, “Bu isimde bir vatandaş tanımıyorum.” diyerek geçer gider.

Turan böyle yaşayamayacağını anlar. Helen’e göre o, sıla hastalığına yakalanmıştır. Çaresi ise, gidip görmektir. Artık Helen de onu avutmaz olur. Bu durum karşısında tek düşüncesi, kontratını fes ettirerek yurduna dönmektir. İzmir’den Doktor Vud sabretmesini telkin ederse de dinlemez. Gözünden perde kalkmıştır. Kulüp müdürüne bir konferans daha vermek istediğini bildirir. O da sabretmesi gerektiğini söyler. Çünkü önceki konferansında söyledikleri, Türk öğrenciler tarafından Türk Konsolosluğuna bildirilmiştir. Oysa Turan, bu konferansında ilk söylediklerinin tersini söyleyecekti. Fakat fırsat verilmez. Buralardan kaçıp kurtulma çareleri arar. Dalgın dalgın dolaşırken bir araba çarpar ve yirmi gün hastanede kalır. Daha önce para istemek için büyükbabasına yazdığı mektuptan beklediğini bulamaz. Fakat onun ölüm felâketini öğrenir. Bu felâket, Turan için kurtuluş olur. Çünkü büyükbaba vasiyetinde torunu için üç bin lira ayırmıştır. Turan telgrafla annesinden istediği bu parayı alır almaz doğru müdüre giderek bin dolar öder ve kontratı alır. Kontratı eline atınca, ilk olarak hür olduğunu hisseder. Kendini satın aldığını ve bunun “sefil bir alış veriş” olduğunu düşünür.

Türkiye’ye dönen Turan, kendisini kolejin “meş’um bir zaferi” olarak görür. Bu ve benzeri müesseselerin memleketin bünyesinde işleyen bir yara, bir çıban olduğunu düşünür.
Turan, Türkiye’de bir iş bularak çalışmak ister, fakat bulamaz. Amerika’daki faaliyetleri İzmir’e kadar gelmiştir. Çaldığı bütün kapılar yüzüne kapanır. Annesi evlenmek üzeredir. Üvey babası, Ödemiş’te bir işten söz eder. Turan, bunu annesinin evinden kovulmak olarak düşünür. Babasının sandığından çıkan tabancanın boş olmasına üzülür. Eğer dolu olsa, o an intihar edecekti.

Bayram günü, mini mini talebeleri yanında uzaktan uzağa Ayşe’yi görür. Ayşe ve öğrencilerini en çok Turan alkışlar. Ayşe de onu görür, fakat aldırmaz. Turan, bir boşluk içinde sandala binerek denize açılır. Rüzgâr artar. Sandal alabora olarak batar. Turan kurtulamaz. Cesedini rüzgâr vatan sahillerinden uzaklara sürükler.

Gazetelerde çıkan yazılarda; “Bir firâri veya müntehir bir genç, muhitinde mâcerâperestiiği ve seciyesinin bozukluğu ile mâruftur.” denilir.

ROMANIN TAHLİLİ
İşleyen Yara, Necmettin Halil Onan’ın yazdığı tek romanıdır. Kitap olarak henüz basılmamış olan bu roman, 7 Teşrinisani (Kasım) 1932- 8 Kânunisâni (Ocak) 1933 tarihleri arasında Vakit gazetesinde tefrika edilmiştir. Altmış bir bölümde tefrikası tamamlanan romanın başlığının altında “millî roman” kaydı vardır.

Yazar bu romanda eğitim konusunu ele almıştır. Romanın esas olayları Cumhuriyetin ilk yıllarında geçer. Bu döneme gelmeden geniş bir zaman kavramına yer verilmiştir. Hazırlık devresi diyebileceğimiz bu geniş zaman, esas itibariyle romanın zeminini meydana getirmektedir. Bu zemin içerisinde; Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale Zaferi, Mütareke yılları, aydınların Ankara’ya yönelişi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi ana batlarıyla yer alan dönüm noktalarıdır. Cevat Bey burada yer alır. Fakat romanın aslî tipi, Cevat Bey’in yetiştirmek istediği oğlu Turan’dır. Turan, Türk Ocaklarının aktif üyesi olan Cevat Bey’in ideallerini ifade eden bir isimdir. Cevat Bey’in erken ve âni ölümü, eğitime dayalı olan bir zihniyet ve kültür farklılığını ortaya çıkarır. Cevat Bey’in eşi Nihal Hanım yabancı kolejlerde okumuştur, Ayrıca babası hariciyeci olduğu için dış dünya ile münasebeti vardır. Bunlara, bilhassa o zamanlar gayri müslim insan unsurunun yoğun olduğu bir ortamı da eklemeyi unutmamak gerekir. Cevat Bey de aynı ortamda yetişmiştir. Fakat yetişme tarzı birbirinden farklı olduğu için o yabancılaşmamış; bilakis dönemin millî hareketleri içerisinde yerini almıştır. Gerçi Cevat Bey’in sağlığında eşi ile aralarında herhangi bir çatışma olmamıştır. Fakat Turan’ın geleceği üzerinde anne ve babasının yetişme tarzları ve içinden çıktıkları sosyal çevrelerin birbirinden farklılığının etkisi büyük olmuştur. Nihal Hanım, kocasının ölümü üzerine ilkokulu bitiren oğlunu alarak Ankara’dan İzmir’e, baba ocağına dönmüştür. İzmir’de Turan’ı Amerikan kolejine vermiştir. Bu konuda hiç tereddüt etmemiştir. Zira hareket noktası bizzat kendisidir. Cevat Bey’in Ocaklı arkadaşlarının bu durumu öğrenerek müdahaleleri sonucu değiştirmemiştir. Böylece Turan, annesinin isteğiyle her geçen gün kendisinden uzaklaşarak yabancılaşmaya doğru ilk adımı atmış olur.

Kolejin bütün hocaları yabancıdır. Hemen hepsi misyoner oldukları için öğrenciler üzerinde dinî bakımdan etkili olmayı gaye edinirler. Esasen, kolejin yabana ülkelerde açılmasının aslî sebebi de burada yatar. Hristiyanlıkla birlikte, yabancı dünyalara karşı uyandırılan arzu, körpe dimağlar üzerinde etkili olur. Öğrencilerin “kazanılabilmeleri” veya “yola girmeleri” için tutulan yol şuurludur. Bunun için önce öğrencilere yaklaşmak gerekir. Sonra onları çevrelerinden, kültürlerinden, inançlarından ve kısaca millî ve manevî değerlerinden uzaklaştırmak gerekir. Bunda, dolaylı bir yol tutmak daha doğrudur. Zira doğrudan doğruya bu değerlere karşı harekette bulunmak, çeşitli tepkilere yol açar. Öğrencinin sahip olduğu ve yaşadığı değerleri yokmuş kabul ederek, bunlara karşı verilecek olanlar benimsetilmelidir. Kendini ayakta tutan millî ve manevî değerlerden kopan bir körpe dimağa istenileni vermek kolay olacaktır. Bütün bunlar, romanda Hristiyanlık adına yapıldığı için bu tarza, “sessiz Hristiyanlık” denilmiştir.

İşleyen Yara tezli bir romandır. Yazar, ülkemizde açılan yabancı eğitim kurumlarının millî bünyede yaptığı tahribata daha 1932’de dikkati çekmiştir. Bu açıdan romana bakıldığında, romanın aslî tipi olan Turan’ın çok dikkatle seçildiği anlaşılır. Romanın ortaya koyduğu meseleler bakımından Turan önemli bir tiptir. Bu tipin aile çevresi verilirken ana hatlarıyla bazı noktalara dikkat çekilmiştir. Bunlardan biri, anne ve babanın çocuğa gösterdikleri değer ve onu idealize etmeleridir. Baba, zehirli hava olarak vasıflandırıldığı Mütareke yılları İstanbul’undan özellikle «çocuğu için uzaklaşmak ister. Çünkü çocuk gençliktir, gelecektir. Hayal edilen bütün değerler ondadır. Baba, İzmir ve İstanbul’da Türk Ocağı’ndaki yoğun çalışmalarıyla çevresinde dikkati çeken biridir. O bakımdan, görmek isteyip de göremeyeceklerini, yapmak isteyip de yapamayacaklarını oğlunun gerçekleştireceğinden emindir. Tek gayesi onu istediği gibi yetiştirmektir. Anne, babanın ölümüne kadar Turan üzerindeki etkisi bakımından ikinci plândadır. Zaten bütün olarak kocasına ve evine bağlı bir kadındır. Fakat kocasının Ölümünden sonra Turan’ın geleceğine yön veren o olur. Burada ise, almış olduğu eğitim ve öğretimle beraber, yetiştirdiği çevrenin etkisi görülür. İşte dikkati çeken bir nokta da annenin bu tavrının sebebidir.

Üzerinde durulması gereken bir husus da yazarın özellikle okul çevresine ağırlık vermesidir. Turan üzerindeki etkisi bakımından aile çevresi hemen hemen tamamen ihmal edilmiştir. Böylece yazar, o yaştaki çocukların üzerinde okulun, okulda verilen eğitimin ne derece önemli olduğunu vermek istemiştir. Hatta Turan, Amerika’ya gideceğini, okul müdürüyle çok ağır şartları olan kontratı imzalayana kadar annesinden saklar. Amerika’ya gitme idealine annesinin engel olmasından korkar. Buna meydan vermemek için sonuna kadar annesine bildirmemeyi uygun bulur.

Turan kolejde yapılan eğitimin verdiklerine bağlı kalmıştır. Söylenilenleri uzun zaman kayıtsız şartsız doğrular olarak görmüştür. Okulun dışındaki çevreye kapalılığı, tek yönlü olmasına vesile olmuştur. Başta müdür ve yardımcısı olmak üzere bütün hocaların onunla ilgilenmeleri boşuna değildir. Turan zekî ve çalışkandır. Misyonerliklerini ön plânda tutarak hareket eden hocalar, sıradan öğrenciler yerine Turan ve benzerlerini tercih edeceklerdir. Çünkü ideale ancak bu tür öğrencilerle ulaşılabilir. Turan’ın, Amerika'ya verdiği konferansta, kendisinin ilmen ve fikren Amerika’da bağlı olduğunu söylemesi hocalarının başarısıdır. Kolejde hocaların tabiriyle, yola girmemiş öğrenciler üzerinde Turan gibi yola girmiş olanlar etkili olacaktır. Fakat okulun her istediğini düşünmeden yerine getiren Turan’a karşı, direnenler de vardır. Rıza bunlardan biridir. Turan ve arkadaşlarının İngilizce konuşmalarına karşılık. Rıza ve arkadaşları kolejde bile Türkçe konuşurlar. Rıza ve arkadaşlarının “Tayyare İane Kolu”nu kurmak istemelerine karşılık, Turan “İnternasionel Kulüb”ün genel sekreteri olur. Farkında olmamakla beraber, Turan’ın ciddî çatışması burada başlar. Fakat o, bunlardan etkilenmemiştir.

Kolejdeki propagandanın tesiriyle Turan bir Amerikan hayranı olarak yetişir. Milletinden, memleketinden, dininden ve çevresinden kopmak; buralardan ayrılarak o cennete gitmek en önemli gayesi haline gelmiştir. Onun bu emeline ulaşmasını sağlayacak olan, okul müdürüdür. Turan bunun farkındadır.

Okul müdürü Doktor Vud’un yardımıyla Amerika’ya giden Turan’ın limandan ayrılırken arkasına bakmamaya kendi kendine söz vermiş olması, memleketine bakışını ortaya koyması bakımından önemlidir. Fakat Amerika’ya ayak basar basmaz sıkı bir gümrük kontrolüne girdiğini görmesi, o cennet için düşündüklerine ters düşer. Amerika’da Genç Hristiyanlar Cemiyeti’nde kalması, İzmir’de başlayan beyin yıkama ameliyesinin devam etmesini sağlar. Orada verdiği konferanslarda ülkesi ve genel olarak Doğu hakkında söylediği sözler bir yabancı tarafından bile kolay kolay söylenilemez.

Ancak Turan, hayatında dönüm noktası olabilecek olaylarla Amerika’da karşılaşır. Ermenilerin Türklere hakareti bunların ilkidir. Konferansında duyduğu Türkçe küfür, tahsilini bitirerek yurduna dönmekte olan Ferit’in konuşmaları ve Turan’ın durumunu öğrenince gösterdiği tavır, Turan’ın yurdunu sevmemesi karşısında Amerikalı Helen’in tutumu, vatanını çok seven Çinli öğrencinin Turan’ın durumunu hatırlatan bir kitabı odasına bırakması bunların başlıcalarıdır.

Esasen Turan zayıf karakterli birisidir. Amerikan hülyasının dışında kararlı olduğu bir başka konu daha yoktur. İnsanî münasebetler bakımından aşkları bunun en güzel bir örneğidir. Görür görmez âşık olur. Bunda bütün olarak hisleriyle hareket eder. Kolejdeki sekreterin onunla ilgisi, kolejin idealinden ileri gelir. Turan ise, bu uğurda bir çırpıda dinini değiştirmeye hazırdır. Ayşe’ye olan ilgisi önceleri geçicidir. Koleji bitirdiği günden Amerika’ya gidene kadar geçireceği kısa bir zamanı kendince değerlendirmek ister. Fakat kolejli olarak Turan’ın içine düştüğü durumu öğrenen Ayşe, onunla bir kere daha görüşmek istemez. Amerika’da âşık olduğu ve evlenmek istediği Helen, ona ait olduğu toplumu hatırlatır. Oysa Turan dinini ve milliyetini Helen uğruna değiştirmeye hazırdır. Bilhassa evlilikte mantığın şart olduğunu ve ayrı ayrı cemiyetlerden olduklarını hatırlatan Helen, Turan’a mantık denilen bir nesnenin varlığını bildirir. Helen arkadaşlığında samimi ve dürüsttür. Kolejdeki sekreterin ilgisinde olduğu gibi belirli bir düşünceye dayanmamaktadır. Onun için, Turan’a doğru yolu göstererek ülkesine ve Ayşe’ye dönmesini telkin eder.

Bütün bunlar Turan’ın cemiyeti tanımadığını ve kavrayamadığını, hayatı kavrayamadığını gösterir. Bunun cezasını ise hayatıyla öder Gözünün önündeki perdenin kalkmasından sonra kendini Amerika’ya gönderen duygulara bir anda sırt çevirerek kendine gelmesini, cemiyet kabul etmemiştir. Cemiyetin vurduğu damganın kolay kolay silinememesi, bunun için uzun bir zamanın gerekli olması ve Turan’ın kendisini bırakması ölümüne sebep olur.
Turan’ın hayatını kesin çizgiler halinde veren yazar, ele aldığı konu ile ortaya koyduğu tezi kesin bir sonuca bağlamıştır. Şüphesiz ki bunda yazarın eğitimciliğinin rolü vardır. Yazarın İzmir’de eğitim öğretim hizmetlerinde bulunması; bu çevreyi ve okulların iç yüzünü yakından tanımasına vesile olmuştur. Bu yönüyle roman eğitim ve öğretim anlayışımızdaki çarpıklıkları gerçeğe yakın bir anlayışla ortaya koymuştur. Yabancı okulların Öldürmeye çalıştığı milliyeti kelime olarak ifade etmekten ziyade; bir kavram ve hayat telakkisi olarak ele almıştır. Dil, din, kültür, aile, vatan, memleket ve benzeri kavramlar; milliyet duygusunu meydana getirirler. Tezatlarıyla ortaya konulan kavramlar, okuyucuya karşılaştırma fırsatı vermekte ve Turan’ın iç dünyasındaki çatışmaların doğmasını sağlamaktadır. Cemiyet tarafından reddedilmiş olsa bile, Turan’ın kendini bulmasında bu zıtlıkların rolü büyüktür.

 

ABDÜLKADİR HAYBER, NECMETTİN HALİL ONAN- KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 926, ANKARA

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

NECMETTİN HALİL ONAN'NIN DİĞER ŞİİRLERİ...

ÇAKIL TAŞLARI- NECMETTİN HALİL ONAN

NECMEDDİN HALİL ONAN HAYATI ve ESERLERİ

BİR YOLCUYA - NECMETTİN HALİL ONAN