Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

OKUYOR MUYUZ? - AHMET SELİM

Haldun Taner'den not almışım. Bilgi şöyle: Paul Valery, her sabah, güne başlarken Descartes'ten mutlaka birkaç sayfa okurmuş. Andre Gide, aynı alışkanlığı, Montaigne'den birkaç sayfa okuyarak yaşamış.
 
"Niçin böyle yapıyorlar?" sorusunu Haldun Taner, Bablo Casals'a atfen, ki o da benzeri bir alışkanlığı 80 yıl sürdürmüş, şöyle cevaplıyor: "... İçimi olağanüstü bir duygu kaplar, insan olduğumun farkına varırım."
 
"Farkına varmak" tam karşılamıyor. Doğrusu, "farkında oluş" sürekliliğini korumaktır... Canlı tutulmayan ilgiler ve alışkanlıklar yavaş yavaş çekilmeye başlar, kaybolmaya doğru gider.
 
Hakkı Devrim "Eskiden de okumazdık." diyor; ama ben katılmıyorum. Herkes en iyi kendi yaşadıklarını bilir; öğrencilik yıllarımı hatırlıyorum, biz okuyorduk (950'li, 60'lı yıllar). Liseye giderken klasiklerin çoğunu okumuştuk... Balzac'ı, Tolstoy'u, Hugo'yu, Dostoyevski'yi, Stendhal'i... Bir arkadaş grubumuz vardı, her öğle tatilini kitapçı vitrinlerine bakarak geçirirdik. Okul harçlıklarımızdan artırabildiklerimizle "Sen şunu al, ben bunu." diyerek farklı kitaplar satın alır, sonra da onları değişimli olarak okurduk... Doğru dürüst okurduk hem. Tartışarak, üzerinde değerlendirmeler yaparak...

A. İlhan'ın nakline göre Sina Akşin şöyle diyormuş:
 
"...Asgari düzeyde Osmanlıca bilmeyen birinin aydın sayılabilmesine, toplumsal ve beşeri ilimlerde adam gibi öğrenim yapmasına imkan yoktur... Nutuk'u Atatürk'ün dilinden okuyamayana aydın denilemez." (Ulusal Kültür Savaşı)
 
Çok doğru. Bana göre Elmalılı tefsirini okuyamayana da aydın denilemez. Kendimizi kandırmayalım. İlahiyat tahsili yapmış gençler bile o tefsiri okuyamıyor.

Günümüzde okumanın görüntüsü zenginleşti! Evlerin birçoğunda birkaç metre ansiklopedi var. "Dar alan" tercihine göre seçilmiş bazı kitaplar da var. Neye yarıyorlar ki? Benden ödünç alınan kitapları toplayabilsem ciddi bir kitaplık oluşur. Sebebi, okunmak için alınmıyor olmasıdır. Ne okur, ne getirip de yenisini almayı düşünür. Haftalar, aylar, yıllar geçer; o unuttum zanneder, ben istemeye sıkılırım. Bu, okumak mıdır?
 
... 1950'li yıllarda Türkiye'nin nüfusu 20 küsur milyon. Okuma-yazma oranı % 25'ten yukarıya çıkmaya çalışıyor. Ama 15 bin, 30 bin satan dergiler var! 1950'li yılların sonunda tirajı 100 bin sınırını aşan (zorlayan) birçok gazete mevcut. (Hürriyet dışında) Milliyet, Yeni Sabah, Vatan, Cumhuriyet, Dünya vs... Bunlar okunmak için alınan gazetelerdi. Cemal Kutay "Benim dergim 40-50 bine ulaşmıştı." diyor. Nazım'ın dergisi bile 10-15 bini geçmişti...
 
Nasıl yorumluyorsunuz bütün bunları?
 
Okuma-yazma bilenlerin oranı % 100'e yakın. Nüfus 3 katına çıkmış. Toplam tiraj, renkli-resimli-bilgisayarlı 3,5 milyon! Dergi ilanları, bir masanın üzerine 20-30'u konulup fotoğrafı çekilerek gerçekleşiyor; içlerinde 5 bini aşan yoktur. Alanların niçin aldığı ve ne kadar okuduğu da belli değildir... Halimiz işte bu!
 
Televizyonlarda yapılan kelime yanlışları (Cümleden vazgeçtim.) aklın alabildiği şeyler değil. Not ediyorum; fakat yazmaya katlanamıyorum... Bir televizyonda sabaha kadar "İlahi kelimetullah" sözü tekrarlanıp durdu. Belli ki "ilayı kelimetullah" demek istiyor. Bu türlü hatalar, eskiden en küçük gazetenin tashih servisinden bile geçemezdi. Şimdi belki yabancılaştık; fakat o söz bir terimdir (ıstılahtır), biraz aşinalığı olan herkes tarafından bilinmesi gerekir.
 
Bilgi çağı, adeta "bilgelik çağı" gibi tebcil ediliyor. Halbuki orada kastedilen informasyondur, haber bilgisidir. Bu farkı sadece Metin Eriş bir makalesiyle işledi. Amaçlanan, "ilmi bilgi" değil. "Fikri bilgi" hiç değil. Bir firmanın binlerce sayfa tutan kayıt bilgilerini ezberleseniz alim mi olursunuz? Bilgisayar, bu çeşit bilgi yüklerinden insanı kurtardığı için faydalıdır. Biz "insanlar düşünmeye daha çok vakit ayırabilecek." diye sevinirken, yine "vasıtayı gaye haline getirme" illetimiz depreşti ve onu, vaktimizi yutan, gözlerimizi harap edip kamburumuzu çıkaran bir zararlı oyuncak haline dönüştürdük. Okumayı hepten unuttuk.
 
... Gerçekler, doğrular, yerinde duruyor. Dünyada bu işler böyle değil. Dilin önemi azalmadı. İlim lüzumsuzlaşmadı, sanat ve tefekkür çöplüğe atılmadı, birikimler silinmedi, geçmiş yok edilmedi; bu işler bizde böyle!
 
Batıcılık adına Batı'yı yanlış anlamanın en pahalı ve en dramatik tecrübesini yaşıyoruz. Batı'yı tenkidin hayati önem taşıdığını defalarca yazdığım halde, bu türlü bir Batıcılık karşısında Batı'yı savunasım geliyor... 3-5 yüz kelimenin ufkunda "aydın" arıyoruz. Daha ne olsun?
Ahmet Selim

SON EKLENENLER

Üye Girişi