NE OKUMALI? -İBRAHİM ÜNAL
Rabbimizin vahyi "Oku!" emriyle başlatmasının enteresan bir yönü de şudur:
Bu ayet, Arapça dil bilgisi yönünden bir fiil cümlesidir. Normal bir fiil cümlesinde özne ve fiilden başka bir de nesne olması gerekir. Fakat bu ayette nesne belirtilmemiştir. Böylece, enteresandır ki, Allah "Oku!" demesine rağmen neyin okunacağını belirtmemiştir. Sadece "Allah'ın adını an ve oku!" denilmektedir. Buradaki gizli hikmet, şüphesiz Müslümanların her ne olursa olsun, ister dinî, ister müspet ilimler, isterse edebiyat sahasında her şeyi okuyup öğrenmeleridir. Eğer Allah nesneyi kesin olarak, meselâ, "Kur'an'ı oku" deseydi, Müslümanlar ondan başka bir şey okumayabilirlerdi. Bununla Allah (c.c.) okumanın ve ilmin sınırı olmadığını göstermiş olmaktadır.85
Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.), "İlim öğrenmek, her Müslüman ve kadına farzdır."86 buyurmaktadır. Yalnız, Peygamberimiz, şu dualarıyla, öğrenilecek ilme sınır getirmektedir:
Allah'ım! Bana öğrettiklerinden yararlandır, bana yarar sağlayacak ilim öğret, ilmimi artır;"87 "Allah'ım! Faydasız ilimden Sana sığınırım."88
Bu durumda, fayda vermeyecek bilgilerden kaçınmakta yarar var. İlk paragraftaki "ilmin sının olmadığı" görüşü ile "fayda vermeyecek ilim" konusunu ayırmak gerekir. "Oku!" emrinin nesnesinin belirtilmemesi, "Eline geçerse zararlı da olsa oku." demek değildir. İnsanlar, ihtisaslarına göre en ince ayrıntılarına kadar çeşitli bilgileri öğreneceklerdir; ama herkes, her bilgiyi öğrenmeye kalkmamalıdır. Faydasız bilgiler, faydalı olanları etkisiz hâle getirebilir. İmam Mâlik, güzel bir ölçü getirmektedir: "İlim öğrenmek hoştur. Lâkin sana, sabah akşam lâzım olacak ilimlere bak ve onlara yapış." Ruskin'in şu sözü bu görüşü doğruluyor: "Kitapları, ikiye ayırmak mümkündür: Günün kitapları, her zamanın kitapları."
Bütün Müslümanların, kesinlikle öğrenmesi gereken bilgiler vardır. Farz olanlar da bunlardır. Hayreddin Karaman'ın "bütün Müslümanların, dinî bilgi ve uygulama bakımından durumlarının kesiştiği, birleştiği bir ortak saha" diye ifade ettiği "İslâm'ın inanç, ibadet ve günlük yaşayışla ilgili hükümleri" olan ilmihâl bilgileri. Müslümanların, bu konudaki ihmalleri üzüntü vericidir.
İnsanların yaratılma sebebi olan "ibadet'lerin, genellikle büyük hatalarla yerine getirildiğini itiraf etmemiz gerekir. Nice Müslüman’ın her rekâtta okuduğu Fatiha Suresinde bile birçok telâffuz hatası bulunmaktadır. İbadetlerdeki hangi yanlışının bedelinin ne olduğunu bilen Müslümanların sayısı Çok fazla değildir. Belki de asırlardır, Kur'an-ı Kerim'in Mesajı alınamamaktadır. Müslümanlar, daha çok, sevap ve fazilet peşindedirler. Kur'an'ın lâfzından öteye fazla gidilememiştir. Hâlbuki önemli olan, onun anlaşılması değil midir? O, dünyada uygulanmak için indirilmemiş midir? Anlamını ve anlatmak istediğini öğrenemeden nasıl uygulayacağız? Cenab-ı Hakk, Sâd Suresinin 29. ayetinde "(Resulüm!) Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar, diye indirdik." buyurmaktadır. Bu durumda, Kur'an'ı bir zikir kitabı olarak okuyup sevap kazanırken; bir fikir kitabı olduğunu bilerek, anlamını bize anlatan meal ve tefsirleri ile uygulanışını öğreten ilmihâl kitaplarını bol bol okumalıyız. Ölülere ve ölmek üzere olanlara Yasîn Suresini okumak güzeldir; ama dirilerin, bu surenin anlattıklarını öğrenmeleri daha güzeldir.
Okumak kadar, neyi okuyacağımız da önemlidir. Okuduğumuz kitaplar, bize ne kazandırıyor? Bilgilerimiz artıyor mu? Davranışlarımızda olumlu değişiklikler oluyor mu? Kitapları sıraya koyabilmemiz gerekiyor; problemlerimizi ve yapılacak işleri, sıraya koymak gerektiği gibi...
Franz Kafka'ya göre kitap, insanda şok tesiri uyandırmalı. O, "Okuduğumuz kitap, bir yumruk gibi bizi uyarmıyorsa ne işe yarar?" sorusunu sorar. Alexandre Pope "Okuduğunuz eser sizi fikren yükseltir, içinizi iyi ve mert duygularla doldurursa onun hakkında karar vermek için bu duygular yeterlidir." derken, Alcott şu hükmü verir:
"Umutla açılıp kazançla kapanan kitap, iyi bir kitaptır."
Ömrümüz sınırlı, kitaplar sayısızdır. Öyleyse seçme durumunda olacağız. Okuma, çok kitapla değil, sindirilen kitapla hedefi bulacaktır. Birkaç samimî dost, birçok tanıdıktan iyidir. Çok kitabı azar azar okumaktansa, az kitabı çok çok okumalıdır. Bir kitabı tekrar tekrar elimize almaktan zevk duymalıyız. Okunan kitapların mahsulünü kaldıra-bilmeliyiz. Hele düşünerek okumak, okuyarak düşünmek ne güzel olur. Kitap tiryakiliğinde seçmek, en mühim huyumuz olmalıdır- Russel, kitaplar için "Büyük babanızı iyi seçin." der Churchill de "Yaşlıların yiyeceklerinde dikkatli olmaları gerektiği gibi gençler de okumak için seçeceklerinde titiz davranmalıdır." diyordu. "Çok fazla yemesinler. İyice çiğnemeleri gerekir."
Francis Bacon'ın şu tespiti, okunacak kitaplar konusunda güzel bir ölçü getirmektedir:
"Bazı kitaplar tatmak için, bazısı yutmak için, geriye kalan birkaçı ise çiğnemek ve sindirilmek içindir."
Okunması gereken kitaplar, bizi anlatan, yani içinde en çok kendimizi bulduğumuz kitaplardır. "Bana ne okuduğunuzu söyleyin, size kim olduğunuzu söyleyeyim." sözü, bu bakımdan doğru her hâlde...
En güzel kitapların en güzel sayfalarını, bu en güzel sayfaların da en güzel satırlarını seçelim. Hoşumuza giden bir sayfa keşfedince, kendi kendimize şunu söyleriz:
"İşte, benim düşündüğüm! İşte, ben de böyle yazmak isterdim; yazamadımsa, buna gücüm olmadığı içindir."
Seçmek usulüne dayanan bu düstur, bize âdeta bir muhafız alayı, dostumuz olan kitaplardan müteşekkil bir küçük yaran meclisi sağlayacaktır. Bu dost kitapları, iyice saklayalım.89
Fransız yazarlarından Andre Maurois'in okunacak kitaplar ve okuma şekli konusunda şu görüşleri vardır:
* Birçok yazarı sathî olarak tanımaktansa birkaç yazarı ve birkaç konuyu iyice tanımalıdır.
Büyük metinlere ehemmiyet verilmelidir.
Ruhun gıdası iyi seçilmelidir.
Okuyan insanı saygı ve sükûn havası kuşatmalıdır.
"Hangi kitaplar?" konusunda kalıplaşmış ölçüler koymak yanlış olur. Onun için değişik görüşleri tespit etmemiz yerinde olur. Şu görüşler, Yazar Taha Kıvanç'ın:
"Çok erken farkına vardığım bir gerçek var: Okumalarda kimse kimseye rehberlik edemez. Sadece zevkler değişmiyor, kitap beğenileri de insandan insana değişiyor. Bu yüzden, 'Bir kitap listesi verir misiniz?' veya 'Hangi kitapları okumamı tavsiye edersiniz?' diye yanıma yaklaşanlara tek bir isim bile vermem ben...
"Uzun yıllar önce, elime, Hayrettin Karaman ile Bekir Topaloğlu'nun ortak hazırladıkları bir 'okunacak kitaplar' listesi geçmişti. Listedeki kitapları sırasıyla okumaya kalktığımda daha en başlarda sürdüremeyeceğimi anlayıverdim. Herkesin kitap serüveninin kendine olduğunu o liste sayesinde anladım işte...
"En iyisi, ilgi duyulan alanlarda en seçkin kitapları okumaktır her hâlde... Dünya edebiyatının önde gelen isimlerinin imzasını taşıyan 100 kitaba, düşünce hayatını etkilemiş 100 düşünürün yazdıklarını ekleyin; hepsinin önüne de maneviyatınızı zenginleştirecek eserleri koyun. Hepsi 250 kitaplık bir kütüphaneden söz ediyorum. Belli bir yaşa geldikten sonra, listenizdeki kitaplardan en fazla beğendiklerinizi, o kitaplıktan döne döne yeniden okursunuz. Seçkinci okumaların, benim ve dostlarım gibi abur cubur okuyanlarda olduğundan çok daha ince bir zevke sahip kılacağından eminim."
Mustafa Armağan da Zaman Gazetesinde çıkan bir yazısında, kitap tavsiye etmenin ağır bir sorumluluk gerektirdiğini ifade ederek şunları söylüyor:
"Bir bisküvi markası tavsiye etmeye benzemiyor ki! 'Beğenmezseniz atın.' diyemeyeceğiniz bir konuma sokuyorsunuz karşınızdakini... Eline alıp okuduğunu henüz bütün encamıyla ölçüp tartabilecek bir birikim kıvamına erişmiş değil ki muhatabınız...
"Düşünün: Bir insan, size bütün aklını ve gönlünü bir kova gibi açmış, ağzınızdan çıkan üç beş kitap ismiyle kendine bir gelecek kurmayı hayal ediyor. İşte burada 'abi'nin sorumluluğu bir kat daha artıyor."
"İslâm tarihinin yetiştirmiş olduğu âlimlerin hayat hikâyelerini okurken bir şey dikkatimin cımbızından hiç kaçmaz. Orada söz konusu âlimin, filânca medreseyi bitirmiş olmasından ziyade tahsilini kimden yaptığı, hangi hocalardan o dersi okuduğu önemle vurgulanır. Bunun anlamı şudur:
"Kitaplar, okuryazarlığı olanların önünde açık bir vaziyette duruyor. Lâkin o kitapları hangi usulle, hangi yöntemle ve kimin dizinin dibine diz çökerek öğrendiğiniz önemlidir, geleneksel tahsil sistemi için... Bu tefsir ilmi için olduğu kadar hadis ilmi için de böyle. Tasavvuf ise zaten başlı başına bir davranış ve zihin eğitimi demektir.
"...Öyleyse, şu okuma listesi vermek meselesi, nereden bakarsanız bakın tehlikeli. Tavsiye ettiğiniz kitabı alacak kaba sahip olmayabilir muhatabınız... Gelip sizi bulabilecekse, mesele yok; ancak gazete köşelerinde kitap tavsiye edenler için böyle bir yakınlaşma imkânı yok denecek kadar sınırlı. O insanın okuduğunu hazmedip edemeyeceğini, okuduktan sonra kafasında uyanan soruları nasıl izah edebileceğini, bir müşküle karşılaşırsa kime gidip danışabileceğini de öğretmeden, yeni bir tür usul bilgisi öğretmeden 'Yelkenler fora!' deyip insanları kitap ormanına rehbersiz olarak salıvermek göründüğünden de ağır bir sorumluluk yüklüyor yazarın omzuna."
Birkaç yazara sadık kalmak, dostluğun kaidelerindendir. Seneca, "Bir sürü yazar ve her neviden eser okumak, karardığa ve maymun iştahlılığa işarettir. Her zaman okuya-
…
faydalısı ve zararlısı vardır. Tarihi saptıran, dinî değerleri hafife alan, gençliği ahlâksızlığa teşvik eden kitapları hoş görmek mümkün mü?
Kötü kitaplar, kötü kelimelerden daha kötüdürler; kötü davranışlar gibi, gelecek nesillerin düşünce ve iradesine şekil verirler. Yazarın vücudu beden olarak çürüdüğü hâlde kitabın ömrü uzayıp gitmektedir.
Kötü kitaplar, insan ahlâkını ifsat eden zehirdirler ve durmadan kötülük saçmaktadırlar. Zararlı yazarlar, mezarlarında bile, nesilden nasıla, yaşayanların da ruhlarını öldürmektedirler. Yayılmakta olan bilgiler bırakarak sevap yönünden amel defteri kapanmayan kimseler olduğu gibi, "Sebep olan işleyen gibidir." hadis-i şerifine göre zararlı fikirleri yazılı olarak bırakan kimseler, günahlarını yazdırmaya devam etmektedirler.
Bu durumda ne yapılmalı? Faydalı kitaplar, alternatif hâle getirilmeli. Çocukların ve büyüklerin yaş seviyesi ve kapasitelerine göre, kitaplar yazılıp profesyonelce pazarlanmalıdır.
Bizim gençliğimizde komünist hareketler, kıpır kıpırdı. Şöyle bir fikir, iyi niyetle sık sık gündeme gelirdi:
"Komünistlerin kitaplarını da okuyun ki ne olduklarını, yanlışlarını anlayınız."
Ben bu görüşe şöyle karşı çıkardım:
"Bizler, daha orta öğretim talebesiyiz. Doğruları öğrenmeden yanlışları nasıl ayırt edeceğiz? Önce gerekenleri okuyup öğrenelim. Karşı görüşteki kitapları, uzman kişiler okuyup yanlış ve doğrularını onlar ortaya çıkarsınlar; bize, o tespitler yeterli gelir."
"Karanlık ve kasvetli hayal ülkesinde iki günahkâr aynı zamanda muhakeme edilmek üzere hâkimlerin huzuruna çıkarılmışlardı. Birisi, yolları kesip haraç alan bir hayduttu ve nihayet darağacına gelmişti. Diğeri, şöhret yapmış bir yazardı. Bu yazar, eserlerini anlaşılması güç zehirle doldurmuş, dinsizliği teşvik etmiş ve ahlâksızlığı aşılamıştı. Siren gibi hem güzel sesli, hem de tehlikeliydi. Hades'te adalet işleri kısa zamanda neticelendirilmektedir; lüzumsuz gecikmeler yoktur. Hüküm, derhâl tefhim edilmişti. Muazzam iki demir kazan kalın zincirlerle bir yere tutturulmuş ve her birine suçlulardan biri yerleştirilmişti. Haydudun yerleştirildiği kazanın altına bir yığın odun konmuş ve Fury'nin (Yunan efsanelerinde saçları yılandan olan üç mabudeden biri—ki suçluları cezalandırmaya memur farz olunurdu) odunları ateşe vermişti. Öyle bir alev yükselmişti ki çatıdaki taşlar çatlamaya başlamıştı.
"Yazar hakkında verilen karar, bu kadar şiddetli değilmiş gibi görünüyordu. Onun bulunduğu kazanın altında ilk önce hafif bir ateş yakılmış, zamanla ateş büyümüştü. Aradan yüzyıllar geçmiş, ama ateş hâlâ sönmemişti.
"Haydudun altındaki "Yazar, yapılan işkencenin hafifletilmediğini görünce nihayet feryadı basmış ve ilâhlar arasında adalet olmadığını söylemişti. Şöhreti, bütün dünyaya yayılmıştı. Her şeyi bu kadar serbest yazmışsa gördüğü ceza da ondan az değildi. Hem hayduttan daha büyük bir suç işlediğine kani değildi.
"İşte o zaman, ziynet eşyasını takınmış, saçlarının arasında ıslık çalan yılanlar ve ellerinde kanlı kamçılarla Cehennem Zebanilerinden biri görünmüştü.
"'Sefil!' diye bağırmıştı zebani. Tanrı'ya küfreden sen değil misin? Kendini haydutla mı mukayese ediyorsun? Onun suçu, seninkiyle kıyaslanınca hiçtir. Yalnız yaşadığı müddetçe onun zulmü ve kanunlara riayetsizliği ona zarar vermiştir. Ama sen, kemiklerin çok evvel toz hâline gelmiş olmasına rağmen, bir gün yoktur ki sebep olduğun yeni kötülükler meydana çıkmadan güneş doğmuş olsun. Senin yazılarındaki zehrin azalması şöyle dursun, her tarafa yayılmakta ve yıllar geçtikçe daha öldürücü bir hâl almaktadır. Şuraya bak, sebep olduğun kötülükleri ve sefaleti gör. Aileleri için bir utanç vesilesi olan, ana babalarını ümitsizliğe düşüren şu çocuklara bak. Onların düşüncelerini ve hislerini ifsat eden kim? Tabi, sen!.. Cemiyetin bağlarını koparmaya çalışan, evlenmenin kutsiyetiyle bir çocuk çılgınlığı imiş gibi alay eden ve insanların felâketinden onları sorumlu tutan kim? Bunları da yapan sensin! İlim irfan perdesi altında inançsızlığa değer veren sen değil misin? Şimdi bak! Senin öğrettiklerinle beslenmiş bütün bir ülke, katiller ve haydutlarla mücadele ve isyanla doludur ve senin liderliğinde iflâsa sürüklenmektedir. Her gözyaşı ve kandamlasından sorumlu olan sensin. Şimdi Tanrı'ya küfretme cesaretini kendinde görebiliyor musun? O hâlde acı çekmeye devam et. Çünkü cezan, işlediğin suç ölçüsünde olacaktır."90
85 Doç. Dr. Mehmet Bayraktar, "İslâm ve İlim," Millî Kültür Dergisi, Eylül 1990, s. 70.
86 ibn Mâce, Mukaddime, 17.
87Tirmizî, Daavat, 128.
88Tirmizi, Daavat, 68.
89.Tirmizî, Daavat, 68
90 Samuel Smiles, Vazife, Çev: Mustafa Ertem, s. 224-225.
Ünal İbrahim, Kitap Tiryakiliği, s. 63-72