Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

BENİM KİTAPLIKLARIM-RAUF MUTLUAY

Edebî Hâtıralarıma" 'İlk Çocukluk' bölümüyle başlar Hüseyin Cahit Yalçın: "Bende kitap merakının ne zaman başladığını tayin etmek için gözlerimi maziye çevirdiğim vakit çocukluğuma kadar inmeğe mecbur oluyorum. İlk kütüphanem, elime geçirmiş olduğum bir ayakkabı kutusu olmuştur. Bütün itina ve dikkatimle burada sakladığım hazineler de galiba sokaklarda satılan destanlar, Âşık Garip ve Kerem hikâyeleri idi. Daha sonraları, marangoz elinden çıkmış küçük bir kütüphanem olduğu vakit de, oynarken içine girebilecek kadar küçüktüm..."

Uşaklıgil'in, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın, Karaosmanoğlu'nun, ilerde edebiyata ömür adayacak hemen bütün yazı ustalarının hep aynı okuma iştahından yola çıktıklarını, çok zaman hemen yalnızca kitap yoluyla kalem sahibi olduklarını görüyoruz.

Şiir, daha başka bir şey; erken bir yetenek gösterisi olarak doğabilir, asıl vakti geldiği zaman başka işlerin ardında unutulabilir de. Fazıl Hüsnü Dağlarca, çocukluğunda herkesin şiir yazabilmek için okula gittiğini sanırmış. Yahya Kemal Beyatlı da "şiire bir aşkla başladım" der. Beş yaşında ilk kez gördüğü Redife Hanımın güzelliğiyle "ona karşı içinde günlerce ateş gibi bir üzüntü hisseder." "Bu aşk hâtırasından bahsetmekle şiirin kuvvetli hislerden kendi kendine doğduğunu söylemek istemiyorum. Ben buna asla inanmam. Herkes gençliğinde, hattâ benim gibi pek erken olarak, aşkı duyar. Lâkin şiirle ifade etmeği hatırından geçirmez. Hattâ geçirse bile istidadı yoksa iki kâfiyeyi bir araya getiremez. Ben şiirin, en adi görünen tarifiyle, lisan, vezin ve kafiyeyle söylenir bir sanat olduğuna kaniyim şair doğmuş olanlar bile nazmetmek kabiliyetindi yavaş yavaş edinirler.

"İnsan türünün derece derece ilerlemesine sebep olan şey, elbette kişisel kazançların meyvelerinin soydan soya geçirilmesidir. Buna benzer bir olay yoktur hayvanlar âleminde; terbiye görmüş bir köpek, başka bir köpeği eğitemez" diyor Emerson. Dil ve yazıyla bütün ürünler insandan insana geçebilir. Ama gerçekten iyi konuşma ve yazma ustalığı nasıl edinilebilir?

Nedir o uygun yol, nasıl bulunur, kimden öğrenilir? Buna bir tek cevabım var benim. Kitaplardan, ancak kişisel okuma yoluyla. Dolana dolana aksa da gideceği yere varır su. Yeter ki yazı diliyle yaratılmış kaynaklardan özgürce yararlanabilsin. Derslerinde başarısız, Türkçeleri zayıf, anlatımları pürüzlü, konuşmaları kekelemeli, kendilerini ifade edemeyen bütün soru sahiplerine salık vereceğim tek bir yol var: Kendi kendine okumak. Bazı işler var ki, onu tekrarlaya tekrarlaya, yapa yapa, hatalarını eylem içinde gidererek, her yanlıştan bir deney ustalığı kazanarak öğrenebiliriz Yazmak, bu işlerin başında gelir; yetiştirici kaynağı, okumaktır. Bilirsiniz, yaşamının yoksulluklar içinde deneylerle zenginleşmiş bütün etkilerini "Benim Üniversitelerim" adlı kitabında anlatır Gorki. Onun, hemen aynı yollarla yetişmiş Panait İstrati'nin bütün anıları, çocukluklarının, gençliklerinin güzel kitaplarından çıkar. Yalnız kişisel ve sessiz kuma yoluyla yazılı anlatımın düzgünlüğü, bir düşünce ve deyiş hızına erişecek biçimde yerleşebilir insan kafasına. Başka yolu yok.

Bunları söylerken ilkokul çocukluğumun yaz tatillerinde gitmeme izin verilen Kütahya Vahit Paşa kitaplığının sağır duvarlarını, serin havasını hatırlıyorum şimdi.
Sonra bir dizi kitaplık girdi yaşamıma.

Doğrusu küçük üzüm sandıklarından duvara asabileceğim ilk kitap rafını yapabildiğim bekâr lise öğretmenliğine kadar kitaba para verebilecek halde olmamıştım; konuk olduğum evlerde de hiç kitap yoktu.

Yüksek Öğretmen Okulu'nun, Türkiyat Enstitüsünün kitaplıklarında derslerle ilgili pek az eserle ilgilendiğimi hatırlıyorum.

Beni çeken, önümde yeni dünyalar açanlar daha çok çağdaş ürünlerdi. Oğullarımdan birinin adı bile Sabri Esat Siyavuşgil'in çevirdiği Jean Giono'nun bir romanından gelir: "Tepe".
Yerdeki kâğıt parçacıklarının kaldırılıp duvar kovuklarına olsun sıkıştırıldığı eski günlerden geliyoruz biz. Kitaba saygı, ruhumuza sinmiştir. "Bütün bu kitapları okudunuz mu siz" diye şaşıran gençlik, odamın dört duvarını tavana kadar dolduran eserler birikiminden çekiniyor. Türk dili ve edebiyatı derslerinin amaçları doğru, araçları yanlış da ondan. Öğrenim gençliği, tarihsel gelişimi konu edinen edebiyat tarihi yöntemiyle yetiştirilmek istendiği için, kendi dilinin kolay, yatkın kullanımıyla yaratılmış çağdaş edebiyatın ürünlerinden uzakta kalıyor, ölü bir dilin, ölü bir belagat bilgisinin ardından kitaplara ürkerek bakıyor. Edebiyat derslerinde dilin güzel, aydınlık biçimiyle yaratılmış, okunup anlaşılası ürünler gerekliyken eğitim için, karanlık ve dolaşık Osmanlıcanın koridorlarında sıkışıp duruyorlar. Okuma sevgisi aşılayamadığımız için de kitabın eğitiminden yoksun kuşaklar geliyor.
Buna bir de ayaktopu salgınını, televizyon karşısında oturma kolaylığını, değerler kargaşasına uğramış toplum yönsemelerini ekleyin. En sıradan bir şarkıcının karşısında alkışlarını harcayan okul kalabalıklarım görün. Bir de "Kitaplar" saatinde "reklâm olur" korkusuyla üstünde konuşulan eserlerin yayınevlerinin bile söylenmemesi dikkatine bakın. Yalnız aşkı öğrenegörmesi için değil, kendilerini ve dünyayı tanıyabilmesi için "Rahatı kaçırılması gereken" ne* çok ağaç var.

                                           * Rahatı Kaçan Ağaç, Melih Cevdet Anday (18 Nisan 1975)