Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

“Her toplum bir kitaba dayanır senin kitabın hangisi?”

Cemil Meriç

Kitap medeniyetinin mensupları olan bu coğ­rafyanın insanları son dört asırdır kitapla ilişkilerini kitapsızlaşma yönünde kullandılar. Bilgiden uzaklaştılar ve çağın ürettiği bilgi birikimlerinden yararlanamadılar. Bu zihin çoraklığı insanımızın başta değerleri olmak üzere pek çok alanda yabancılaşmasına zemin hazırladı.

Bilgi ve kitap bir inşa aracıdır. Bilgi ve hikmet, kitabî ol­duğu oranda dünya ölçeğinde var olmamızı mümkün kılar. Kitabın tarihine yapacağımız yolculuk, kitapla kurmamız gereken ilişki hakkında da bize yararlı bir ufuk sağlaya­caktır.

Fransa’nın Chauvet mağarasındaki yaklaşık on iki bin yıllık ilk resimli anlatımdan, giderek yaygınlaşmakta olan bugünkü elektronik kitaba kadar, kitabın tarihî hikâyesine tanıklık edeceğiz. Bu hikâyeye büyük ıstırap ve mücadele adamı Mehmet Akif’in Safahat’taki giriş şiiriyle başlamak, bize aynı zamanda kitap müellifinin sahip olması gereken tevazu hakkında önemli bir hatırlatmada bulunacaktır

Bana sor sevgili kaari, sana ben söyleyeyim,

Ne hüviyette şu karşında duran eş arım;

Bir yığın söz ki, samimiyeti ancak hüneri;

Ne tasannu’ bilirim, çünkü ne sanatkârım.

Şiir için “gözyaşı ” derler; onu bilmem, yalnız,

Aczimin giryesidir bence bütün asarım.

Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!

Oku, şayed sana bir hisli yürek lâzımsa;

Oku, zira onu yazdım, iki söz yazdımsa[1]

Kitabın Kısa Tarihi

Kitap namıyla matbaalarda boyatılmış kâğıt ciltlerinde, kitabın kitap olmasını gerektiren özel­liklerden ne kadarı mevcuttur? Muhteva itibarıyla kitapların hangilerinin eğlencelik, hatta gereksiz olduğu hususundaki tespitlere yazının sonların­da Bacon’ın bir tespitini değerlendirerek cevap vermeye çalışacağız. Bu metin medeniyetimizin kitaplı bir medeniyet olduğu ve tarihin her döne­minde kitabın bu coğrafyada çok özel bir yerinin olduğu kadim bilgisiyle okunmalıdır. Kitap, mede­niyet tarihimizi kucaklayan anlamlar okyanusunda tarihimizin her döneminde belirleyici olmuştur. Me­deniyet geleneğimiz Hz. Âdem’le başlar, ilk yazılı metinlerimiz “inançla ilgilidir. “Vahiy" olarak gelen bu ilk yazılı metinler “suhuf” olarak isimlendirilir. Rabbani metinler daha sonra Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran adlarıyla devam eder. Yunus Emre “dört kitabın manası’nın ardına düşer ve yüreklere doku­nan şiirler söyler. Yazılı, vahye dayalı medeniyet ve kültür geleneğimiz uzun bir süre sözlü aktarımlar üzerinden sürdürüldü.

Yazı: Şekil, Harf, Kelime

Eski Mısır’da papirüsler üzerine çizilen satırla­rın insanlığa taşıdığı birikimi hayal ediniz! Ondan daha öncesine, tabletler üzerine kazınmış çivi yazı­sı ile bize ulaşan ölümsüz sözlere kulak kabartınız! Ninova'da Asurbanipal’ın yirmi bin tabletlik kütüp­hanesinin büyüklüğünü o günün şartlarını göz ardı etmeden düşününüz! Mısır’da Hz. İsa’dan üç bin yıl öncesine ait lif sayfaları hatırlayınız!

Muhayyilenizi zorlayınız ve Homeros’un dünya­nın mitoloji tarihinin kaynağı kabul edilen İlyada ve Odysseia isimli eserlerinin tamamının kırk sekiz rulo ihtiva eden bir sandıkta bulunduğunu düşününüz!

İskenderiye Kütüphanesi koleksiyonunun yedi yüz bin kitap olduğu anlatılır. Dindar Romalıların Ya­hudi din kitaplarını [Tevrat/Torah, Zebur] çoğaltma gayretleri papirüs ticaretini canlandırmış, kâğıdın daha sağlıklı ve kaliteli üretimine imkân sağlamış­tır. Bu ilgi Bergama’da iki yüz bin kitaplık bir koleksi­yonun birikmesine vesile olmuş; ancak kâğıda olan aşırı talepten rahatsız olan Mısırlılar, Bergama- Byblos limanından papirüs çıkışını durdurmuşlar.[2] Bu ticari ambargo üzerine Bergamalılar, yazılarını yazacakları Bergamon, ‘parşömen=Bergama işi’ denilen, tabaklanarak sertleştirilmiş ve beyazlatıl­mış deriden kâğıdı icat ettiler. Sonraki yıllarda akgürgen denilen kayın ağacı levhalar halinde dilim­lenip iki veya daha fazla sayfa birbirine bağlanarak kitap hazırlayanlar da ortaya çıktı.

Muhayyilenizi zorlayınız ve Homeros’un dünyanın mitoloji tarihinin kaynağı kabul edilen İlyada ve Odysseia isimli eserlerinin tamamının kırk sekiz rulo ihtiva eden bir sandıkta bulunduğunu düşününüz!

İskenderiye Kütüphanesinde rulo halinde sak­lanan papirüsler ile Bergama Kütüphanesinin par­şömenler çağının geride kaldığı yıllarda ilk kutsal metinlerin yazıldığı kâğıtların dikilerek kitaplara dönüşmesi (MS 250 yılları) din adamlarının çaba­larıyla oldu. O tarihlerde kitap, bir dine inanmanın bilgisi/öğretisi için vasıtaydı. Ortaçağ Avrupa’sında bütün bilimler kilisenin kontrol ve denetiminde ya­pılıyordu. Bu bilgiler, Kilise kontrolündeki on yedinci yüzyıl toplum hayatını anlatan Kayıp Elyazması [Gustav Freytag] ile Gülün Adı [Umberto Eco] adlı romanlarının da konusudur.

İslam dünyasının ortaçağında [çağcıl modern­lerin toptancı bir yaklaşımla ‘Karanlık Çağ’ dediği dönemde] ise kitap, din adamları kadar medresenin [üniversitenin] de denetiminde gelişme kaydetmiş­tir. Kur’an’a/o özel kitaba duyulan saygıdan dolayı yazılan tüm eserlere “Kitap” denmiş ve bunlar özel konularıyla kütüphanelerin demirbaşları arasında yerlerini almıştır.

On beşinci yüzyıldan sonra Avrupa’da başlayan aydınlanma ile kitap, Kilise kontrolünden çıktı. Ki­tap ve bilgi Batı’da bu tarihlerde özgür kalır. Sedat Ümran, bir şiirinde “Gecenin kitabı durur dizimde / Çeviririm yaprak yaprak / Yüzerim hayal denizinde / Altın sayfalarına bakarak” diyor. Şair burada çağlar öncesinden kitabın kıymetini somutlaştıran altın suyuyla yazılan kitapları bize anlatırken kitabı da en değerli madenle tanımlamaktadır.

İslam tarihinde ilk kitap Hz. Ebubekir devrinde bir araya getirilip Hz. Osman döneminde istinsah edilen Kur’an’dır. Müslümanlar kitaba öyle değer verirler ki Abbasi ve Emeviler devrinde Bizans’a karşı kazanılan savaşlarda, Arapçaya çevrilmemiş kitaplar savaş tazminatı, fidye ve ganimet olarak istenirdi. XVI. yüzyılda İslam dünyasının herhangi bir başşehrindeki kitap sayısı Batı dünyasında­ki herhangi bir ülkenin bütün kitaplarından daha fazlaydı. Şarlken’in dokuz yüz ciltlik bir kütüphane kurduğu dönemde, Endülüs’teki Elhamra sarayında dört yüz bin cilt kitap bulunmaktaydı. Bugün kütüp­hane deyince akla Amerika Kongre Kütüphanesi, British Museum ve Biblioteque Nationale geliyor. Bir zamanların en büyük kütüphaneleri kabul edi­len Eski Mısır, Asur Banipal, İskenderiye, Endülüs ve Osmanlı kütüphanelerindeki koleksiyonların yerini alan bu kütüphanelerden ayrıca bahsedilecek.

İlk yazılı materyalleri kısaca hatırlayalım:

· Mağara Resimleri

· Hiyeroglifler

· Kil tabletler [Çivi Yazılı Kil Tabletler]

· Rulo Kitaplar [El Yazmalar]

· Dünyada bilinen en eski kitap 2 bin 500 yıllık olup birkaç sayfadan oluşuyor ve şu an Bulgaristan Ulusal Tarih Müzesinde bulu­nuyor. Etrüsk diliyle yazılan kitap, dövülmüş altınla kaplı ve sadece altı sayfadan oluşuyor.

· Dünyanın en eski Kur’an-ı Kerim nüshasının Hz. Osman tarafından toplatılıp kitap hâline geti­rildiği kabul edilen ve Kahire’de muhafaza edilen deri üzerine yazılı 1087 varak, 80 kilo ağırlığındaki mushaftır; ancak yapılan karbon testlerinde mushafın Hz. Osman (ra) tarafından yazdırılan nüsha olmadığı ancak çoğaltılan ilk mushaflardan biri ol­duğu tespit edilmiştir.

Osmanlı’dan bize miras kalan yazma kaynak­lar, Süleymaniye Kütüphanesi, Topkapı Sarayı, Millî Kütüphane, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü, halk kütüphaneleri, bölge yaz­ma eserler kütüphaneleri, üniversite kütüphaneleri, özel koleksiyonlar... gibi değişik yerlerde muhafaza edilmektedir. Sayılarının 250.000- olduğu, bunla­rın 80.000 adedinin Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesinde olduğu, diğerlerinin de farklı kü­tüphanelerde bulunduğu, ancak hâlâ kataloglara girmemiş [evlerde ve özel koleksiyonlarda] eserler olduğu da tahmin edilmektedir. Türkiye’deki on yedi yazma eser kütüphanesi birbirilerinin katalog­larını görebilmektedir. Bakanlık yetkilileri yakında bu kütüphanelerdeki kitapların dijital olarak tüm merkezlerden görüntülenmesi çalışmalarının yapıl­dığını açıkladılar.

Kütüphane ve arşivler insanlığın hafızasıdır. Osmanlı Arşivleri dünyada en çok belge barındıran ana kaynaklardan biridir. Osmanlı arşivi olmaksızın sağlıklı bir insanlık tarihi ve siyasi tarih yazılamaz. Osmanlı coğrafyasında 17-18. asır sonrasında yaklaşık altmış devlet kurulmuştur. Komşu dev­letleri ve Devlet-i Âli’nin diplomatik ilişki kurduğu devletleri dikkate aldığımızda şaşırtıcı sonuçlara ulaşırız. Osmanlı Arşivinde 100 milyon belge, 365 bin defter var.[3] Derler ki, Kuran Mekke-Medine’de nazil oldu; Kahire’de okundu; İstanbul’da yazıldı. Dünyanın en iyi ve estetikte zirve kabul edilen eserle­ri bu coğrafyadadır.

Osmanlılar dönemin­de yazma eserlerde görülen başlıca yazı çeşitleri kûfi, sülüs, nesih, reyhanî, mu­hakkak, tevki, rikaa, rik’a, talik, divani ve siyakattir. Ancak görsel ve sanat değeri bakımından kullanı­lan süsleme tekniklerine uygun olmasından dolayı yazmalarda daha çok nesih, sülüs, muhakkak, diva­ni ve rikaa yazıları tercih edilmiştir.

Roma kilisesinin önemli evrakının saklandığı kütüphane ve arşiv olarak hizmet veren Vatikan Kütüphanesinin tarihi dördüncü yüzyıla uzanır. On beşinci yüzyılın ortalarında Vatikan kilisesinin mo­dern tarihi şekillenmeye başlamıştır: Papa V. Nikola kütüphanede bulunan ve kendi döneminde sayıları 1.200 olan Latince, Yunanca ve İbranice dillerinde -yazılmış eserlerin eğitimliler tarafından inceleme­sini ve okumasını serbest bırakma kararı almıştır. Yüzyılların birikimleriyle kütüphane günümüze ka­dar sürekli olarak genişletilmiş ve barındırdığı eser sayısı 150.000 adet el yazmasına, 1.500.000 ba­sılmış esere, 500.000 parça madeni paraya ve ma­dalyaya ve 100.000 adet kart ve nota ulaşmıştır.

Matbaa

Matbaanın Türkiye’ye geç gelmesinin nedeni ‘gavur icadı’ olması mı?

Matbaa, insanlık tarihinin en önemli buluşların­dan biridir. Matbaa sayesinde yazılı eserlerin kop­yaları daha hızlı bir şekilde çoğaltılabilmişti. Çünkü bir bilginin varlığı kadar onun yaygınlaştırılması ve geniş kitlelere ulaştırılabilmesi de oldukça önem­liydi.

Bugün matbaanın tarihteki önemine değinmek pek de ilgi çekici gelmeyebilir. Mesela Rembrandt [(1606-1669), Hollandalı ressam] ile Leonardo da Vinci (1452 - 1519) Rönesans döneminde yaşa­mış İtalyan hezârfen. Döneminin önemli düşünür­lerinden, mimar-mühendis, mucit, matematikçi, anatomisi, müzisyen, heykeltıraş, yazar ve ressam. En tanınmış eserleri Mona Lisa ve Son Akşam Yemeği isimli eserleridir.

Bu gün ilk matbaa bize ne kadar ilkel ge­liyorsa; unutmayalım ki Leonardo ve Remb­randt için de dijital fotoğraf makinesi ve bilgisayar o kadar ga­rip ve anlaşılmazdır.

Osmanlı’nın matbaayı ‘gâvur icadı’ diyerek ül­keye sokmadığı yönündeki iddialar sahih olmasa da bu iddialar üzerinden Osmanlı gerici damgası yemiştir.

Matbaa Avrupa’da 1450’de Johannes Gutenberg tarafından geliştirilmiştir. Gutenberg’in 1450’li yılların başında matbaayı icadından kısa bir süre sonra matbaa Osmanlı topraklarında İstanbul’da 1493’te Yahudiler, 1567’de Ermeniler, 1627’de de Rumlar tarafından kullanılmaya başlandı. Müslü­manların ilk matbaası ise ancak 1727’de kuruldu. Müteferrikanın Yavuz Sultan Selim semtindeki evinde kurulan matbaada basılan ilk kitap Vankulu Lügatiydi. Müteferrika, ölümüne kadar matbaada 17 kitap bastı.

Dünyanın en eski basılı kitabı 1450 yılında ba­sılan Gutenberg İncil’idir. İncil taşınabilir daktiloyla basılmıştı.

Matbaadan Önce

Müstensih hattatlar dönemi [yazı/satır ade­di/cilt. Takdim/arz amaçlı hazırlanan kitaplar için tezhip. Birkaç günde hazırlanıp teslim edilirdi.] bu gün kırtasiye ve üniversite kitapları satılan Sahaf­lar Çarşısı, dönemin matbaacılar sitesi gibi çalışan bir kurumdu. Sahaf Başı denilen biri tarafından yö­netilen çarşıdaki küçük dükkânlar müstensih hat­tatlar arasında bölüşülürdü. Bir kitap çoğaltılacağı vakit Sahaf Başı tarafından yazı sitili, satır arası ve yazı stili tarif edilerek dağıtılır, birkaç gün içinde ciltlenmiş olarak müellif ya da çoğaltma talebinde bulunan kişiye teslim edilirdi.

Osmanlı matbaaya karşı olduğu için değil, istihdam endişesiyle matbaanın girişini geciktirdi

Kitabın Hikâyesi

Benim ve yaşıtlarımın önemli bir kısmının ha­yatına kitap, sözlü bir anlatı olarak girer. Bizim ilk kitaplarımız, büyüklerimizin okudukları “Kerem ile Aslı”, Tahir ile Zühre”,Yusuf ile Zeliha”, "Leyla ile Mecnun”, “Memo Zin”, “Hz. Ali Cenkleri”, Battal Gazi Cenkleri ve Binbir Gece Masalları idi. Bu durumu Sezai Karakoç şöyle anlatır:

Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde

Binmiş gelirdi Ali bir kırata

Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından

Asya'da, Afrika’da, geçmişte gelecekte

Biz o atın tozuna kapanır ağlardık

Güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü

Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü

Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar

kahraman

Ali olmak bir hedef her çocukta

Babam lambanın ışığında okurdu

Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık

Fetihlerde bayram yapardık

İslam bir sevinçti kaplardı içimizi[4]

Yıllar sonra yatılı bölge okulunda ilk tanıştığım kitaplar MEB klasikleriydi. Beş yıl büyük bir açlık­la ne buldumsa okudum. Kuralsız ve amaçsız bir okuma...

Matbaa 1450 yılında kurulmasına rağmen, ki­tap yayıncılığı son elli yılda gelişti. Yayıncılık 15. yüzyılda taşınabilir harflerle başlamasına rağmen basılı eserlerde hızlı bir gelişme sağlanamadı. Bu ilk teknolojinin ardından gazetelerin basımında 1904 yılından itibaren ofset teknolojisi kullanılma­ya başlandı.

1960’lı yıllarda tipo/kurşun dizginin başlama­sıyla yayıncılık yeni bir evreye geçti. Ardından bu dizgi yönteminden alınan kalıplarla kitap ve der­giler de ofset baskıya dahil edildi. Tifturuk ve serigrafi baskı yöntemlerinden söz etmeyi gereksiz addediyorum.

Bilgisayar teknolojilerinin hayatımıza girme­siyle baskı teknolojilerinde yeni bir dönem başladı. CTP teknolojisi kitap yayıncılığında yeni bir dönem başlattı.

Bizde kitap yayıncılığı, Haşan Ali Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığı döneminde devlet eliyle yaygın­laştırılmak üzere klasiklerin yayınlanmasıyla baş­ladı. 19401ı yıllarda başlayan bu çalışmalar, daha sonraları Kültür Bakanlığı tarafından 1000 temel eser başlığı altında sürdürülmek istendi ise de 170 civarında eser basılabildi.

Haşan Ali Yücel öncülüğünde Doğu-Batı Klasik­lerinden yapılan tercümelerle 1000 civarında eser yayınlandı. 50 ve 601lı yıllar başta olmak üzere [günümüz de dahil] Türkiye’nin entelektüel hayatını bu eserler belirlemiştir. Okur-yazarların, aydınların, asker ve sivil bürokratın zihin dünyasını inşa eden kitaplar bu dönemde yayımlanmış ve etkileri hâlâ devam etmektedir.

Ne yapacaksın plaj yerlerini

Gidelim Kâğıthane’ye Sadabad harabelerine

Şad etmek için Nedim’in ruhunu

Ağzımızı dayayalım kurumuş çeşmelerine

‘Sinemaya gidiyorum” de annene

Cuma namazına gidelim onun yerine

Bakalım hayranlıkla Süleyman iyeye

Sultanahmed kubbe ve minarelerine

Sahaflarda kitapların sonbaharında

Erelim geçmiş baharın menekşelerine

İstanbul'un kaybolan geçmiş tarihini tabiatını

Son kez tadalım başlamadan ahiret seferine

Dünyadan daha dünya ahiretten ahiret

Bir kent ki benzer divan sairlerinin kasidelerine"[5]

Okuma alışkanlığı bir çiçeği büyütmek gibidir. Zamanında su vermezsen büyümez ve kurur. Bu nedenle çocukları zamanında okumaya alıştırmak çok önemlidir. Zihinsel ve ruhi tembellikten kurtul­manın ilk adımı kitapla dostluk kurmak ve okuma alışkanlığı edinmektir.

Amerika Kongre Kütüphanesi

ABD’nin başkenti Washington D.C.'de üç fark­lı binada yer alan kütüphane, kitap sayısı ve kitap rafı bağlamında dünyanın en büyük kütüphanesidir. 1800 yılında ABD Kongresi tarafından oluşturulan kütüphane 1812 Savaşında tamamen harap oldu ve tüm kitap koleksiyonunu kaybetti. Savaştan hemen sonra, 1815 yılında, Thomas Jefferson, kü­tüphanesinde yer alan 6.487 adet kitabı bu kütüp­haneye bağışladı. Amerikan İç Savaşına kadar pek büyümeyen kütüphane, bu savaştan sonra gerek kapasite, gerekse bina bakımından oldukça geniş­lemiştir.

Kongre kütüphanesinde 470 dilde, 29 milyon­dan fazla kitap ve diğer yayınlar, 58 milyon el yaz­ması, içlerinde Gutenberg İncilinin de bulunduğu Kuzey Amerika’nın en büyük nadir kitap koleksiyo­nu, bir milyonun üzerinde hükümet belgesi, son üç yüzyılda dünyada yayımlanmış bir milyon gazete nüshası, 33.000 ciltlenmiş gazete, 500.000 mikro­film, 6.000’in üzerinde karikatür dergisi, dünyanın en büyük hukuki belgeler koleksiyonu, filmler, 4,8 milyon harita, müzik notaları ve 2,7 milyon işitsel kayıt bulunur.

Toplam kayıtlı kitap sayısı 15 milyon.

Moskova Millî Kütüphanesi: Yaklaşık 15 mil­yon kitap.

British Library/İngiltere Millî Kütüphanesi: 14 milyon kitap.

Harward Üniversitesi Kütüphanesi: 14 milyon kitap.

Boston Üniversitesi Kütüphanesi: 14 milyon kitap.

Fransa Millî Kütüphanesi: 10 milyon kitap.

Türkiye’nin Millî Kütüphanesi: 1.277.000 kitap!

Kitaba Ayrılan Süre 15 Saniye

Türkiye'de geçmiş yıllarda 20-25 milyon adet kitap basılırken 2012 yılında bu rakam 480 milyo­na ulaşmış; ancak bunların önemli bir kısmı ilk-orta ve yüksek öğretim kurumu öğrencilerinin ihtiyacı­nı karşılayan kitaplardan oluşmuştur. Yeni başlıkla yayımlanan kitap miktarı 48.000’dir. 120 milyon nüfuslu Japonya’da bir yılda basılan kitap adedi 4 milyar 200 milyon [Nüfusun %20'si 65 yaş üstü].

Üç kişinin bir araya geldiği her ortamda devlet­ler kurup-yıkan bizler, günde kitap okumaya sadece 15 saniye ayırarak meğer ne çok şey bilirmişiz?

AB ülkelerinde yıllık kitap harcaması 100-150 do­ları bulurken; Türkiye’de bu rakam bir dolar bile değildir.

Eğitim-Sen’in yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye’de öğretmenlerin % 8’i hiç kitap okumuyor, % 39’u bu konuda bilgi vermiyor [belki de kitap oku­madığını itiraf etme cesareti yok], % 28’i ayda bir kitap alıyor.

Gazi Üniversitesinde 1.915 öğretim üyesiyle yapılan araştırmada öğretim üyelerinin % 21,9’u uzmanlık alanıyla ilgili akademik yayın, % 56.2’si ayda bir-iki kitap okuyor.

Kitap konusundaki sayısal veriler ürkütücü­dür; Türkiye, kitap okuma alışkanlığında maalesef çoğu Afrika ülkesinin gerisinde bulunmaktadır. Japonya’da toplumun % 14’ü, Amerika’da % 12’si, İngiltere ve Fransa’da % 2’si düzenli kitap okurken Türkiye’de bu veri yüzde ile tanımlanamıyor; çünkü toplumun ancak on binde biri düzenli kitap oku­yor. Türkiye nüfusunun onda birine tekabül eden Azerbaycan’da bir kitap ortalama 100 bin tirajla basılırken, Türkiye’de bu rakam iki ya da üç bin ci­varındadır. Birleşmiş Milletler insani gelişim rapo­runa göre, Türkiye kitap okuma sıralamasında 173 ülke arasında 86. sıradadır.

İnsanlar Türkiye’de günde beş saat televizyon seyrederken kitap okumaya yılda sadece altı saat ayırmaktadır. Birleşmiş Milletlerin yaptığı bir araş­tırmaya göre yılda kitap için Norveçli 137, Alman 122, Belçikalı ve Avustralyalı 100, Güney Koreli 39 dolar ayırıyor. Dünya ortalaması 1.3 dolardır. Ülke­mizde ise kitaba kişi başına harcanan para yılda 0,45 dolar yani 45 [85 Kuruş] senttir.

Türkiye’de dergi okuma oranı nüfusun yüzde 4’ünü, gazete okuma oranı yüzde 22’sini oluştu­rurken, radyo dinleme oranı yüzde 24’ü, televizyon izleme oranı ise yüzde 95’i bulmaktadır. Türkiye te­levizyon okuyan, kitap seyreden bir toplum görün­tüsü vermektedir. Bu oranlar, bilgilenmekten çok eğlenmeye önem verdiğimizi gösteriyor.

Kişi başına okunan kitap miktarı, bir toplumun insanlık evrenindeki değer sıralamasına dair önemli ipuçları verir, istatistikî veriler ışığında baktığımız­da; bir Japon yılda ortalama 25 kitap, bir İsviçreli 10 kitap, bir Fransız 7 kitap okurken, ülkemizde altı kişi yılda bir kitap okumaktadır.

Sonuç olarak bir Çin atasözü “kitaplar insan­ların yolunu aydınlatır” der. “iyi kitaplar en gerçek dostlarımızdır” diye fısıldar Francis Bacon. Devlet adamı Franklin D. Roosvelt “kitaplar uygarlığın ön­derliğini yapan ışıklardır” derken, “bir ulusun en de­ğerli hâzinesi, onu yükselten yayınıdır" diye tarihe not düşer Churchill. Filozof Victor Hugo “kitaplar çoğunlukla kitabı yazan kimselerin en iyi duyguları­nı, en doğru düşüncelerini, en sağlam kanılarını, en temiz umut ve ülkülerini taşırlar” der. Namık Kemal “Âdemin hayvaniyeti yemekle, insaniyeti okumakla kaimdir” tespitiyle insanı hayvandan ayırt eden te­mel farka vurgu yapar. Goethe “okumayı öğrenmek en güç sanattır” diyerek; insana okumanın öğreni­len bir edim olduğunu hatırlatır.

Son Notlar

“Kitap vardır, ancak tadına bakılmak içindir; kitap vardır yutulmak, kitap da vardır, çiğnenmek, özümsenmek içindir; başka bir deyişle, insan kimi kitapla­rın ancak birkaç bölümüne göz atmalı, kimisini baş­tan sona şöyle bir okuyup geçmeli, pek azını da her ayrıntı üzerinde titizlikle durarak adamakıllı okumalı.’’

Francis Bacon

Bu tanım üzerinden kitabın hikâyesine son bakışlar:

· “tadına bakılmak” ile çerçevesi çizilen ‘çok satan’ “tadımlık” kitaplar:

Bunların kapağında birinci baskı 100.000 yazar. Büyük marketlerde zerzevat kasalarının yanında satılır.

Erkek ve dişi renkleri vardır.

Plaj şezlonglarında okunur ve plaj entelektüeli üretir. Kişisel gelişim ve bestseller kitaplar...

· “baştan sona şöyle bir oku”nan kitaplar:

Edebî eserler: [Sanat, Felsefe, Sosyoloji, Ro­man, hikâye, şiir, hatırat/gezi kitapları]

Düşünce kitapları.

· “kitap vardır yutulmak içindir” sınıfındakiler:

Hayata hazırlayan ve uzmanlık alanıyla ilgili kitaplar.

Özel ilgilenilen alanlar. [Bu durumda edebî eser­ler bu alana girer.]

Tarih, siyer.

· “çiğnenmek özümsenmek” sınıfındakiler:

Kim, neye nasıl inanıyorsa o inandığı meseleye dair var olan her kaynak. Kutsal metinler, temel fıkıh/hukuk kitapları.

Bu tasnif kişisel bir tespit olup her bireye göre farklılık gösterebilir. Kitap insanı, insan kitabı ço­ğaltır. İnsanlık kitapla anlam kazanır. Aldığınız ki­tap önce evde paylaşılır. Ardından arkadaşlarla... Zincirleme büyür ve çoğalır. Paylaşmaktan utana­cağınız niteliksiz kitapları almayınız! Marketlerde zerzevat ve deterjan doldurduğumuz arabalarla taşıyacağımız kitaplardan uzak yaşamak gerek. Çünkü o kitaplar hayatımızı anlamlı kılmaz; zihin­lerimizi ve yüreklerimizi kirletir. Bizi çoğaltacak ve dünyaya değer katmamıza zemin hazırlayacak ki­tapların dünyasına yönelirsek; kitap da bir duaya dönüşür. Mehmet Âkif’in sözüyle:

“Arkamda kalırsın, beni rahmetle anarsın.”

Derdim, sana baktıkça, a biçâre kitabım!

Kim derdi ki: sen çök de senin arkana kalsın,

Uğrunda harâb eylediğim ömr-i harabım?

Üzeyir İlbak

Dil ve Edebiyat, Ağustos 2013, sayı, 56

 



[1] eş’ârım: şiirlerim, tasannu’: Yapmacık, sun’i hareket, girye: gözyaşı, bizar: bıkmış, usanmış, bezgin.

 

[2] - Batı dillerinde ‘kitap’ anlamına gelen ve daha sonra İncil anlamı taşıyacak olan Bibi kelimesi bu limanın adından gelir.

[3] • Not: İstanbul yangınlarında ne kadar kitap, hat levhası ve kıymetli evrakın yok olduğunu bilmiyoruz.

[4] - Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 97.

[5] - Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 618.

SON EKLENENLER

Üye Girişi