Bir “Kitap oku” kampanyalarıyla okuyanların sayısı çoğaltılabilir mi?
İki... Kitap, sadece kitap okutarak sevdirilir mi?
Bu sorular ilk bakışta tuhafınıza gitmiş olabilir, anlarım.
Ama toplumumuzun kitapla ilgili manzarasına açık bir zihinle bakarsanız, yukarıdaki iki sorunun doğru yere parmak bastığını kabul edersiniz. Üstelik iki sorunun cevabı da açık: Hayır!
Kitap okumayı coşkuyla yüceltmek, iki kitap okuyanı “aydın” saymak, her kitabı “kutsallaştırmak” falan kâr etmiyor.
Rakamlar, oranlar, kıyaslamalar defalarca gözünüze ilişmiştir. Mesela, bir Japon yılda 25 kitap okuyor; bizdeki oran ise şöyle: Yılda 6 kişiye tek bir kitap düşüyor. Bu oranlar birçok ülkenin de çok gerisinde.
Oysa bizim bütün kuşaklarımız ilkokuldan başlayarak “kitap oku, kitabı sev” kampanyalarıyla, hatta okumaya zorlanarak yetişmiştir.
Ama ne oldu? Okuma alışkanlığı hala yerleşmedi, böyle giderse de yerleşmeyecek!
Gariptir, bu konu açılınca “Eğitim şart, eğitim önemli” diye söylenmeye başlayanlar, yanı başlarında kitap görünce içini sıkıntılar basan pek eğitimli insanları görmezden gelirler.
Daha fazla uzatmadan söyleyeyim...
Meselesi olmayan insanlar, meselelerini tartışamayan toplumlar kitap okuma alışkanlığı edinemezler.
Kitap okuma alışkanlığı meselesi ve sorulan olmaya; hatta insanın can sıkıntısının bile hakiki olmasına dayanır.
Aslında bir kitabın kapağını açıp “okumaya” başladığımız şey insandır, toplumdur, evrendir, hayattır.
Manevi, milli, evrensel ve varoluşsal soruları bastırıp resmileştiren bir eğitim istediği kadar kitabı övsün... Okuma alışkanlığına zerre kadar faydası yok, zararı vardır.
Artık bu gerçekle yüzleşmek zorundayız.
Haşmet Babaoğlu, sabah gazetesi