Okuma zevkini kazanmayanın, tahsili yarıda kalmış demektir.
P. PENCAUT/P. PEACUT (?)
Niye Okumuyoruz?
Ülkemizde okuma-yazma bilenlerin oranında önemli artışlar olmakla birlikte, bu durumun "okuma" eylemini "alışkanlık" hâline getirenlerin sayısında da görüldüğünü söylemek, ne yazık ki mümkün değil.
''Bireyin, bir gereksinim ve zevk kaynağı olarak algılaması sonucu, okuma eylemini yaşam boyu sürekli ve düzenli bir biçimde ve eleştirici/ irdeleyici bir nitelikte gerçekleştirmesi[1] şeklinde tanımlanan "okuma alışkanlığı", bir olgu olarak, bugüne kadar birçok araştırmacı tarafından ele alındı, alınmaya da devam ediyor.
Yıllardır kütüphanecilik, eğitim, sosyoloji vb. alanlarda görev yapan araştırmacılar tarafından yapılan çalışmalarda, "Türk toplumu neden okumuyor/ neden az okuyor?" sorusuna cevap bulunmaya çalışılıyor.
Araştırmalardan çıkan ortak sonuçlara bakılırsa, okuma alışkanlığının önündeki en büyük engellerden biri, "televizyon izlemek". Eğitim sistemimizin okuma alışkanlığı kazandıracak biçimde yapılandırılmış olmaması; aile ortamında böyle bir atmosferin bulunmaması; kitap, dergi vb. okuma kaynaklarının pahalı olması; vakit bulamamak gibi gerekçeler ise, en çok öne çıkan nedenler.
Bu noktada, bugüne kadar yapılan araştırmalarda benzer sonuçlara ulaşıldığına göre, bu çalışmalar kapsamında yanlış yapılmakta olan bir şeylerin olabileceğine dikkat etmek, farklı nedenler üzerinde tartışmak ve bir beyin fırtınası yapmak, kaçınılmaz bir durum olarak ortaya çıkmaktadır.
Denilebilir ki, benzer sonuçlara ulaşılmasının ana nedenlerinden biri, -belki de birincisi- okuma alışkanlığı konusunda esas olarak gelişmiş ülkeleri temel almak ve bu alışkanlığın yerleşmesine yönelik "dış merkezli "çareler aramaktır.
Bu bakış açısıyla yapılmış olan birçok araştırmanın hastalığa çare olamaması bağlamında, Türkiye'nin kendine özgü koşullarının göz ardı edilmiş olduğu söylenebilir. Konuyla ilgili olarak, dış ülkelerin durumunu araştırmak, yapılmış yayınlardan sonuçlar ve kuramsal bilgiler almak ve genellemelere giderken bu bilgilerden yararlanmak gerekli ve hatta zorunludur. Ancak dikkatlerden kaçmamalıdır ki, birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da, Türkiye'ye özgü şartlar çözüm yolunda belirleyici olmakta; dış kaynaklı kuramsal ve uygulamalı bilgiler ülke pratiğine uymamakta, derde deva sonuçlar alınamamakta, kısacası, 'evrensellik', 'global köy' vb. yaklaşımlar, söz konusu iç platform şartlarına bol gelmektedir.
O halde konuyla ilgili olarak yapılması gereken temel eylem, şimdiye kadar yapılanların aksine, konuya Türkiye merkezli yaklaşmak ve problemin çözümünü ülke pratiğinden kopmadan ve iç platform şartlarını ıskalamadan aramaktır. Diğer bir ifadeyle, kalkış noktasında yapılması gereken, araştırmacıların cevap aradıkları meşhur soruyu bu bakış açısıyla sormak ve anahtar nedenler üzerinde durmaktır.
Bu noktada, ülke gerçeğinden hareketle bazı değerlendirmeler yapıldığında, söylenilmek istenen durum daha net bir şekilde görülebilecektir:
· Bu ülkede yıllarca okuyup, araştırıp, yazdıktan sonra, bir bilim dalında akademik unvan sahibi olmuş bir bilim insanı, kendi yaşındaki ilkokul mezunu bir kamu işçisinin neredeyse yarısı kadar ücret almakta; üstelik bu bilim adamının, her ay kazancından kitap, dergi, Internet bağlantısı, fotokopi, kırtasiye vb. giderler için pay ayırmak gibi bir zorunluluğu da bulunmaktadır. Bu yetmezmiş gibi, bilim adamı emekli olduğunda, eline, söz konusu işçinin aldığı tazminatının ancak üçte biri, dörtte biri oranında tazminat geçmektedir.
· Ülkemizde yirmili yaşlardaki bir futbolcunun transfer ücreti, eski rakamlarla, yüz milyarları bulmakta ve hatta kimi örneklerde trilyon liralar konuşulmakta; şarkıcılar, şovmenler vb. ise, aldıkları rakamları bile - inanılmaz olduğu için- söyle(ye)memektedir.
· Bu ülkede, okuma eylemini alışkanlık haline getirerek içselleştirmiş ve bununla da yetinmeyerek, "yazma" özelliğini sergilemeye başlamış kimi bireyler, yazdıkları ve konuştukları yüzünden cezaevlerini ikinci adres olarak bellemek zorunda kalmaktadır.
· Uluslararası maçlarda başarı kazanan futbolculara, ülke tanıtımına katkıları nedeniyle "küçük hediyeler (4x4 jeepler vb.)" verilebilen bu ülkede, buna karşılık, uluslararası bir sempozyum, seminer, konferans vb. ortamda Türk kimliğiyle bildiri sunacak bilim adamlarına kimi zaman ödenek bile verilmemektedir.
· Bu ülkede devlet bütçesinden edebiyat, kültür, sanat vb. alanlara ayrılan pay sadece ve sadece "bindelerle" (binde 3-4) ifade edilmektedir.
· Okumak yazmak gibi "gereksiz" ve "tehlikeli" eylemler yerine; kuş besleyerek, çiçek yetiştirerek, televizyon izleyerek, kupon biriktirerek, futbol maçlarına giderek, kırlarda bahçelerde dolaşarak serbest vakitler değerlendirmek, tehlikesiz ve yararlı olarak kabul edilmekte, dahası tavsiye edilmektedir bu coğrafyada.
· Bu ülkede otobüs, vapur ve benzeri ortamlarda zevkle kitap, dergi vb. okuyan insanlara "uzaylı" gibi bakılmakta, bu kişiler adeta bir terbiyesizlik yapıyormuş gibi, tâciz eden bakışların hedefi olabilmektedir.
· Toplumsal zeminde okuyan, araştıran, bilimsel çalışmalar yapan ve bunları kitap, dergi, konferans, panel, vb. düşünce platformlarında sunan kişiler değil; şarkıcı, türkücü, futbolcu, manken ve genelde ekonomik güç sahibi kişiler daha çok itibar görmekte ve ülkenin bir kısım medyası bu durumu her gün ve gece olumlayarak, adeta tavsiye ederek sunmaktadır.
· Ülkenin büyük eğitim sisteminde okuma alışkanlığı, kütüphane kullanma vb. konularda hemen hiçbir planlı çalışma bulunmamakta ve bu nedenle öğrencilerin çoğunda "kitap" kavramı ders kitabını çağrıştırmaktadır. Buna bağlı olarak, Milli Kütüphane ve halk kütüphaneleri, çoğunlukla, sınav dönemlerinde sessiz ders çalışma ortamları olarak değerlendirilmektedir.
Şimdi sormak gerekmez mi; okumanın, yazmanın, bilgili olmanın geçer akçe olmadığı ve bu özelliklere sahip olmanın doğal sonucu/ uzantısı olarak kalıplara sığmamanın, herkesle aynı sırada gitmemenin; olan bitenleri eleştirmenin/ sorgulamanın tehlikeli ve sakıncalı görüldüğü ve gösterildiği; insanların okuma ve araştırma konusunda asla motive edilmediği ve aksine olabildiğince demotive edildiği; şöhretin, güzelliğin, paranın ve pazu gücünün öne çıkarıldığı/ pohpohlandığı bir ülkede Türk insanı niye okusun ki?
Böyle bir sorunun cevabı olarak, "çizilen tabloya göre, bir insan doğal olarak okuma alışkanlığına sahip olmaz" gibi bir ifade dillendirilebilirse de, daha bilimsel ve çok yönlü verilere dayalı sonuçlara ulaşmak, araştırmacıların önünde bir zorunluluk olarak durmaktadır. Bu noktaya gelindiğinde ise, okuma alışkanlığı konusunda ağırlıklı olarak "dış kaynaklara/ dış atmosfere dayalı hangi araştırmalarla, nasıl ve ne zaman olumlu sonuç alınabilecektir?" sorusu önümüze gelmektedir.
Dolayısıyla, yarar sağlayacak sonuçlara ulaşabilmek için, bu araştırmaların çok yönlü ve ülke gerçeklerini dikkate alarak yapılması gerekmektedir.
Aksi halde, "Türk insanı niye okumuyor/ niye az okuyor/ niçin okuma alışkanlığına sahip değil" şeklinde sıklıkla dillendirilen sorular, daha uzun yıllar sorulup duracaktır. Çünkü Türkiye, birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da standartlara ve bilimsel kalıplara sığmamaktadır.
Bu nedenle, okuma alışkanlığı konusu, hemen hemen birbirinin tekrarı olan çalışmalarla zaman kaybetmeden, ülke koşullarının üzerine bina edilerek; sosyolojik, psikolojik, siyasi, kültürel ve eğitimsel boyutlarıyla ele alınmalı ve kesinlikle nesnel bir tavırla irdelenmelidir.
EROL YILMAZ, TÜRK'ÜN OKUMA İLE İMTİHANI, KİTAPSIZLAR
[1] Bülent Yılmaz. (1993). Okuma Alışkanlığında Halk Kütüphanelerinin Rolü. Ankara: Kültür Bakanlığı; s. 30.