Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Bugüne kadar, bir saatlik okumayla dinmeyen hiçbir üzüntüm olmadı.

Charles de Louis MONTESQUIEU

(Fransız Düşünür, 1689-1755)

Konuyla ilgili olarak yıllardır çeşitli düzeylerde araştırmalar yapılır, bıkıp usanılmadan. 'Bu millet niye okumaz?', 'Okuma alışkanlığı nasıl kazandırılır?', 'Eğitim sistemimizin bu konudaki eksiklikleri ve! Veya yanlışları nelerdir?' vb. onlarca soru etrafında beyin patlatılır, yazılar yazılır, konuşmalar yapılır. Nedenler sıralanır ve alt alta çözümler dizilir.

Her çalışmanın bir amacı vardır. Okuma alışkanlığı ka­zandırma çalışmalarının amacı ise, araştıran, eleştiren, sorun­ların çözümünde 'bilgi'yi kullanan ve toplumun bilgi düzeyi­nin yükselmesine katkı sağlayacak bireylerin yetiş(tiril)mesini sağlamaktır.

Peki, ülkemizde okuma ile ilgili yaşanan ilginç olayları bu çerçevenin neresine oturtabiliriz? Olaylar tam da, 'güler misin, ağlar mısın?' dedirten cinsten. İlk ikisi Konya ve Yozgat'ta yaşandı.

 

Konya'daki olayda, arkadaşıyla kavga ettiği gerekçesiyle bir kişiye haftanın üç günü kütüphaneye gitme cezası veril­miş; ailesi temyiz başvurusu yapsa da, verilen ceza Yargıtay tarafından onanmıştı.

Daha ilginç olan yeni olay ise, Yozgat'tan... 'Halkın rahatı­nı bozacak şekilde sarhoşluk' suçundan 15 gün hapis cezasına çarptırılan vatandaş, hâkimin cezayı tedbire çevirmesi sonu­cunda, her gün kütüphanede bir buçuk saat kitap okumaya mahkûm edilmiş. Belli ki, hâkim, suçu hafif görerek ağır bir ceza vermek istemediği gibi, bu vesileyle vatandaşın kitap okumasını istemişti.

Ancak olayın devamı oldukça ilginç ve bir o kadar da, toplumumuzda okumanın nasıl algılandığına yönelik verdiği mesaj açısından ibretlik.

'Kitap okuma cezası'na çarptırılan vatandaş, kararı duyar duymaz hâkime yalvarmış yakarmış. 'Bana da herkes gibi ceza verin, bu cezayı verirseniz, herkes benimle alay eder, ha evde bulaşık yıkamışsın ha kitap okumuşsun' demiş, ama dinletememiş. Hâ­kim kararından dönmemiş. O da, çareyi Ankara'ya kaçmakta aramış, ama nafile... Altı ay sonra, kaçmakla bu cezadan kur­tulamayacağını anlayarak geri dönmüş ve 'bağrına taş basa­rak' cezasını çekmeye başlamış.

Anlattığına göre, kütüphaneye ilk girişi adeta işkence gibi gelmiş ve sanki tüm kasaba kendisine gülüyor gibi his­setmiş. İlk zamanlar kitap okuyor gibi yaparken, hâkimin okuduğu yerlerden sınav yapabileceği hatırlatılınca gerçekten okumaya başlamış.

İlginçtir okuduğu bilgilerle daha sonra katıldığı bir ya­rışmadan çok küçük de olsa bir miktar para da kazanmış.

Sonuçta okumanın yararını görmesine rağmen, yine de köylülerin kendisini gördüklerinde kıskıs gülmelerine bozul­duğunu ve kahveye girerken başını dik tutamadığım belirtmiş 'kitap okuma mahkûmu'. Ve ilave etmiş; 'keşke bana da adam gibi ceza verilseydi; aslanlar gibi 15 gün yatar çıkar, kahveye de başım dik girerdim, Allah düşmanıma bile böyle ceza vermesin. Hâkimin, bu yöntemle de olsa, kitap okutabilmek için bulduğu formülün masumiyeti bir yana, kitap okumanın böylesine işkence, ceza ve başı öne eğdirecek derecede utanma sebebi olarak algılandığı bir toplumda bu sorunun altından nasıl kalkılır? Dahası kalkılabilir mi? Olumlu cevap vermek zor doğrusu...

Sözlerinin sonunda, fırsat buldukça okuduğunu da söy­lemiş, ‘okuma mahkûmu' vatandaş. Ancak tahmin etmek hiç de zor değil ki, herhalde gizli gizli okuyordur, 'delikanlılığa leke sürmemek' ve kahveye başı dik girebilmek için!


EROL YILMAZ, TÜRK'ÜN OKUMA İLE İMTİHANI, KİTAPSIZLAR

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi