Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş
Tarih! Sahaflar Çarşısının velisi, delisi, kedisi hiç eksik olmaz. Çarşının hemen yanı başında yer alan Beyazıd-ı Veli türbesi, mistik havasıyla bu köşeyi manevî bir atmosfer içine alıyor. Delisine gelince, bunların da sayı itibariyle hayli kalabalık olduğu biliniyor. Sözü uzatmaya ne hacet, sahaflar çarşısını ziyaret edenlerin büyük bölümünü kitap delileri oluşturuyor. Unutmadan söyleyelim; kedilere muhabbet besleyenlerin çoğu da işte bu kitap delilerinin arasından çıkıyor.
Bir gün, kıdemli sahaflardan İbrahim Manav Beyin dükkânında otururken böyle bir kitap ve kedi muhabbetine şahit oldum. Dükkânda bulunan ve konuşmalarından kitap meraklısı olduğu anlaşılan bir zat, ayrılırken cebinden çıkardığı on milyonu İbrahim Bey’e uzatarak “Lütfen bununla şu kediye yiyecek bir şeyler aldırın!” dedi. İbrahim Bey de parayı çırağına verip denileni yapması için tenbihte bulundu. Bu arada ben de hemen söze karıştım ve “Alman yiyecekleri kediye verirken İsmail Sâib Efendi’nin mübarek ruhuna Fâtiha okumayı da unutmayın!” deyip yakın tarihimizin en büyük kitabiyyât âlimini ve onun kedilere duyduğu sevgiyi hatırlattım.
Kitap ve kedi muhabbeti devam ederken içeriye bir profesör girdi. İbrahim Bey, tezgâhtan çıkardığı yazma ve matbu Kur’an-ı Kerimleri bu hat hocasının önüne serdi. Bu arada, çok güzel bir hatla yazıldığı halde ketebesi olmayan, dolayısıyla hattatı bilinmeyin Kelâm-ı Kadîmlerin varlığından bahsetti. Hat hocası cevaben, “Eskiden öyle usta hattatlar vardı ki, hat sanatının şaheseri sayılacak nice Kur’an-ı Kerimler yazdıkları halde büyük bir tevazu örneği sergiliyorlar, imzalarını atmıyorlardı. Böyle bir şeyi edebe aykırı görüp Allah’ın kitabında benim adımın ne işi olabilir diyorlardı” şeklinde konuştu.
Bu incelik, bu zarafet, bu hassasiyet doğrusunu söylemek gerekirse beni çok etkiledi. Kur’an’a hizmet eden ellere, onu okuyan dillere ne mutlu demekten kendimi alamadım.
Kitap meraklıları hakkında konuşmaya devam eden İbrahim Bey bir ara sözü “İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi”ne getirdi ve yakılan kitaplardan bahsetti. Bu önemli tarih kitabının meydanın orta yerinde nasıl ve kimler tarafından yakıldığını uzun uzun anlattı. Böyle bir facia hakkında daha önceden bilgim olduğu için fazla şaşırmadım. Olayı birkaç cümleyle şöyle özetleyebilirim:
Büyük tarihçimiz İsmail Hâmî Dânişmend Bey’in dört ciltlik “İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi” adındaki muazzam eseri, zannedersem ellili yılların ortalarında, Atatürk’ten bahsetmiyor gerekçesiyle Beyazıt Meydanında yakıldı. Bu çirkin olay o zamanlar büyük bir yankı yaptı. Ve kültür dünyamızın koca bir ayıbı olarak tarihe geçti. Yanılmıyorsam doksanlı yılların sonuna doğru, bir gün, İsmail Hâmî Dânişmend Bey’in, Beşiktaş Serencebey’de oturan eşi İclâl Hanımı ziyaret etmeye gitmiştim. Hanımefendi yan odalardan birinden getirdiği bir cam kavanozu göstererek, “İşte İsmail Hâmî Bey’in yakılan kitabının küllerinden bir numûne!” dedi. Bu korkunç manzara karşısında büyük bir dehşete kapıldım. Yakıcılara, yıkıcılara bir kere daha lânet ettim.[1]
[1] Bu olay hakkında daha ayrıntılı bilgi almak istiyorsanız, adı geçen eserin baş tarafındaki Tahsin Demiray imzalı yazı ile dördüncü cildin sonundaki notu okumanız gerekiyor.