Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Salah Birsel'in yazdığına göre, 'Tarih ve Edebiyat Mec­muası' sahibi, meşhur kitap kurdu Ali Emîrî Efendi, elde ede­mediği kitapları sahibinden yalvar yakar ödünç alır, el yazı­sıyla kopya ettikten sonra geri verirmiş. Onun, bu yolla yüz­lerce el yazması kitaba sahip olduğu söylenir. Kitap uğruna görmediği eza, çekmediği cefa kalmayan Hazret, sağlığında on dört bin kitabını Millet Kütüphanesi'ne bağışlamış. Sonra da buraya müdür olmuş ve kendisine 'Millet Kütüphanesi Nazırı' diye bir de mühür kazıtmış.

Konumuz Ali Emîrî Efendi değil, 'kütüphane'dir. Fakat kütüphaneden söz açıp da Ali Emîrî Efendi'ye selam çakma­dan geçmek kadirnaşinaslık olur. Memleket kütüphanelerine kazandırdığı, sağda solda çürümekten kurtardığı binlerce ki­tap, Millet Kütüphanesi'ne bıraktığı yedi yüz küsur el yazması bir yana; onun büyüklüğünü ve 'kitap'a olan hizmetini anlat­maya sadece Divanü Ligati't-Türk yetip artar. Tek nüshası bulunan bu nadide esere devletin çok gördüğü 30 lirayı gö­zünü kırpmadan veren Ali Emîrî Efendi, onu eşine az rastlanır bir kıskançlıkla, kimselere göstermeden yıllarca saklar. Gü­nün birinde Macar Bilim Akademisi, Hazret'in önüne 10 bin sarı lirayı sayar; ama o yine de dönüp bakmaz. Onun bu ha­sis aşkı sayesindedir ki bugün Divanü Lügati't-Türk gibi bir hazineye sahibiz.

Çıtaları çok yükseklere tuttuk; ama kitap sevgisinin ve şahsi kütüphane merakının biraz da geleneğe dayandığını, atadan oğula geçen bir aşkın meyvesi olduğunu da kaydet­memiz icap edecektir. Osmanlı devrinde neredeyse her pa­şanın binlerle, on binlerle ifade edilen zengin kütüphanelere sahip olduğu gerçektir. Bugünkü devlet kütüphanelerinin ço­ğu, onların suyundan beslenmiştir. Osmanlı'nın son dönem­lerinde ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında bu zengin kütüphane­ler bir bir dağılmaya başlamış, kitaplar da kadir kıymet bil­mezlerin elinde ziyan olmuştur. Hayret verici bir durumdur ki devlet kitap alma ve şahsi kütüphaneleri değerlendirme ko­nusunda hiçbir zaman istekli davranmamıştır. Payami Safa, Hakkı Tarık Us'un hediye ettiği muazzam kütüphanenin dev­ri için resmi makamlar nezdinde yapılan teşebbüslerin uzun süre cevapsız kaldığını yazar ve 'Hususi kütüphanelerin en zengini ve en değerlisi olan bu eserleri güvelerden ve zama­nın kemirici dişlerinden kurtaran bir devlet anlayışına muh­tacız.' diye feryat eder.

Bir adamın fikriyatı, ufkunun genişliği veya darlığı hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız onun şahsi kütüpha­nesine göz atmalısınız. Kütüphanesi, kişiyi ele veren en sahi­ci 'ayine'dir. Aynı zamanda bu kütüphaneye bakarak sahibi­nin fikriyatındaki gelişme safhalarını adım adım takip etmek ve onun nerede durduğunu, nereden baktığını ve neler söyle­yebileceğini görmek ve anlamak da mümkündür. Her okur­yazarın trajedisi biraz da, onun elinden geçmiş kitapların say­faları arasında saklıdır. Kütüphanesinde mesleki kitaplardan başka eser bulunmayan bir avukat veya mühendisin şiire, edebiyata meyil verdiğini, o dünya ile bağının olduğunu söy­lemek imkânsızdır. Edebiyat öğretmeni olan birinin kütüpha­nesi, oraya girebilen şair ve yazarların çeşitliliği ve çokluğuy­la değer kazanır. Edebiyat yanında tarihten, sosyolojiden, fel­sefeden, tasavvuftan, dinî ilimlerden kapıyı açıyorsa kütüp­hane denir ona...

Siz de birlisiniz ki kitaba pirim vermeyen okumuşlar; doktorlar, avukatlar, mühendisler hatta öğretmenler pek çoktur. Boylerinin kütüphaneleri varsa da pek fukaradır. Dünya görüşlerinin birkaç temel eserini bulundu;Urlar raflarında. Onlar da kendilerini durdukları yerde sağlam Ve emniyette bilmeleri için psikolojik bir 'dayanak' olmaktan öte anlam taşımaz.

Çocuklarını hür düşünceli, ufku geniş ve aydınlık bir ka­fayla yetiştirmek isteyen anne babaların ilk yapacağı, onlara iyisinden, zengin bir kütüphane bırakmaktır. En büyük ser­vet, en değerli miras budur. Çocuklar, kitapların gölgesinde doğmalı ve onlara tutuna tutuna büyümelidir. Bunları söyler­ken nice zengin kütüphanenin mirasyedileredir kıymet bil­mez evlatlar ve torunlar elinde heba olup gittiğini de bilmiyor değilim... Günahı biraz da evlatlarına kitap aşkını tattıramayan anne babalarındır bunun. Çocuklarına, torunlarına kitap sevgisini, kıymet bilirliliği aşılamak boynunun borcudur in­sanın. Hani gençlerin kütüphanelere gitmediğinden yakınır dururuz ya hep; kütüphaneye gitme alışkanlığı kitapla gönül ilişkisine girme, evdeki kütüphaneden tutuşur çoğu zaman, onun yetmediği yerde başlar. Bu yangının kıvılcımını evde anneler, babalar çaktırmalıdır.

Hâce- i Evvel Ahmet Midhat Efendi'nin oğlu der ki: 'Ba­bam birçok kitapçılara aboneydi. Her hafta ona dünyanın çe­şitli yerlerinden kocaman paketler hâlinde, kitaplar, dergiler, gazeteler gelirdi. O, bu kitapları, birçok yerlini çizerek, dik­katle okur, sonra onları numaralar verip bir ev kadını özeniyle kitaplığının raflarına yerleştirirdi.' Feylesof lakaplı Rıza Tevfik de kira evlerinde ömür tükettiği için binlerce kitabını se­petlerde taşırmış. Ruşen Eşref, onun, kitaplarını yavrularım oradan oraya taşıyan kediler gibi dolaştırıp durduğunu söyler. Mecelle sahibi Ahmet Cevdet Paşanın kütüphanesi de pek muhteşemdir.

Çok kitaba sahip olmak imrenilecek bir şeydir; ama da­ha önemlisi kitaplarını kadir kıymet bilir insanlara bırakıp git­mek olmalıdır. Kitapseverler, dünyadayken kıymetini bilmeli kitaplarının, alacağını almalı onlardan. Bir gün şanlı, ölüm köprüsünden geçtiklerinde gözleri arkada kalmamalı.

Ali Çolak, İnce Sözler, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2000

SON EKLENENLER

Üye Girişi