Cemil Meriç
Kitap limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Kitap benim has bahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplardı.
Bu Ülke, s.37
Büyük eserler, uzun doğum sancılarının mahsulüdür. İnsanlığa yepyeni dünyalar kazandıran yaratıcıların zaferlerinde vefanın ve sabrın hissesi pek büyüktür. Unutma ki tavan arasında yaratacağın büyük sanat eseri milyonların şuurundaki zinciri kırabilir. Uykusuz geceler, iftira, sefalet, doğum sancıları... İşte dünyamızda hakiki sanatkârı bekleyen akıbet...
Bu Ülke, s. 42
Evet kitap da, kültür de bütün sevgililer gibi kıskanç, koparıyor insanı, realiteden koparıyor. Ama asıl realite onlar değil mi? Yahut realitenin kalan parçası... Her okuyan Donkişotlaşır, yani gurur olur, feragat olur. Don Kişot, istikbale taşan mazi. Hatta bazen tek başına hak ve hakikat. İnsanların zincire vurulmasına tahammülü yok. Don Kişot kanatlı, kertenkelelere gülünç görünmesi bundan.
Bu Ülke, s.48
Karanlıkları devirmek ve aydınlık çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah kalem. Söze, yazıyla kazanılmayacak savaş yok. Kalem sahiplerine düşen ilk vazife telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcı olmamak. Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak. Bir kılıcın kazandığı zaferi başka bir kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler tarihe mal olur, tarihe, yani ebediyete.
Bu Ülke, s.94
Toprak sarsılıyor. Hep birden esfel-i safiline yuvarlanmak istemiyorsak, gözlerimizi açmalıyız. İnsanlar sloganla güdülmez. Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet. Kitaplardan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız.
Bu Ülke, s. 94
Kitap istikbale yollanan mektup. Smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür. Kitap beraber yaşar sizinle, beraber yürür.
Bu Ülke, s. 100
'Susam ve Zambaklar' Ruskin'in en çok sevilen, en çok okunan kitabı. Şöyle diyor Ruskin: 'Kendimize dost seçeceğiz. En iyilerini seçmek isteriz; ama nerede bulacağız o dostları? Kaç kişiyi tanıyoruz? Her istediğimizle tanışabilir miyiz? Talihimiz yar olursa uzaktan görebiliriz büyük bir şairi, sesini duyabilirsek ne devlet... Bir bakanın odasında on dakika kalmak, bir kraliçenin bakışlarını bir saniye üzerimize çekmek, ümit edeceğimiz bahtiyarlıkların en büyüğü. Ama hep buna benzer mesut tesadüfler peşindeyizdir. Yıllarımızı, duygularımızı, kabiliyetlerimizi harcarız bu uğurda. Sayısız zilletlere katlanırız. Bize her kollarını açan bir dostlar topluluğundan habersiz yaşarız. İçlerimizde hükümdarlar da vardır, devlet a-damları da. Günlerce şikâyet etmeden iltifatlarımızı beklerler. Ağız açmalarına izin vermeyiz. Filhakika seçiş hürriyetimizin hudutsuz olduğu tek dünya kitaplar dünyası.
Bu Ülke,s. 107-108
Ruskin kitapları ikiye ayırır: Geçici olanlar, kalıcı olanlar.
Geçiciler faydalı veya tatlı birer konuşma: Seyahatnameler, hatıralar. Bunlar kitaptan çok bir nevi mektup, bir nevi gazete. Kalıcı kitap sohbet değil, yazıdır. Birkaç sayfaya sığdırılmak istenen bütün bir hayat. Ebediyete yollanan mesaj. Kimsenin söylemediği ve söylemeyeceği gerçek. Yazar birkaç sayfayı kaleme almak için gelmiştir dünyaya. Mümkün olsa taşa kazır fikirlerini.
Kütüphane, bütün çağların, bütün ülkelerin ölümsüzleri ile dolu... Bir ulular bezmine kabul edilmenin tek şartı, liyakat. Mabede bayağılar giremez. Diriler naziktir, ölümsüzler titiz. Gerçekten severseniz konulurlar sizinle. Bir kitabı okurken 'ne güzel kitap' deriz, yazar da tıpkı benim gibi düşünmüş. Yanlış, şöyle dememiz gerekirdi: 'Bunu daha önce hiç düşünmemiştim ama, galiba doğru.' yahut 'Belki şimdi anlayamıyorum, birkaç gün sonra anlarım.' Önce teslimiyet, anlamak cehdi. Sonra hüküm. Yazarın gerçekten değeri varsa, düşüncesini, bir hamlede kavrayamazsınız. Söylemek istediklerini bütün ile söyleyemez yazar, söylemek de istemez. Gizler, istiarelere başvurur.
Bu Ülke,s. 108
Güzel sabahları kucaklayan sis gibi güzel eserleri saran sis de tabii. Düşünceye cazip ve parlak bir biçim vermek, küçültür düşünceyi. Büyük yazar, içinden gelen sesi olduğu gibi haykırır. Kelimeleri kullanırken avamın hoşuna gidip gitmeyeceğini düşünmez. Derin bir düşünceyi anlamak, o düşünceyi kavradığımız anda derin bir düşünceye sahip olmaktır. Kendi içine, kendi kalbine inmektir. Nesneleri bulutlar arkasında görürüz. Düşünmek bu sisleri yırtarak aydınlığa varmaktır.
Yazar düşüncesini yardım olsun diye sunmaz. Bir mükafattır bu. Layık mısınız, değil misiniz? Anlamak ister. Tabiat da öyle değil mi? Altın neden toprağın derinliklerinde? Okurken araştırmaya çıkacağınız maden: Yazarın düşüncesi veya niyeti.
Araçlarınız: Zekâ ve bilgi. Kayayı kıracak, madeni eriteceksiniz. Önce kelimeleri fethedeceksiniz, sonra heceleri, harfleri.
Bir aydın yabancı dil bilmese de olur, çok kitap okumasına da ihtiyaç yok. Yeter ki ana dilini gerçekten bilsin. Kelimeleri şecereleriyle tanısın. Asil olanları, adilerinden ayırsın. Karanlık kelimeler vardır, arılar gibi vızıldayan kelimeler. Taşıdıkları hiçbir düşünce yoktur, kimse tarafından anlaşılmazlar. Ama yine de herkesin ağzındadırlar. Onlar için yaşanır, onlar için ölünür. Hayalimizin rengine bürünürler. Göremeyiz onları, pusudadırlar. Ve bir atılışta parçalarlar bizi. Dilimizin her kelimesi başka bir dilden gelmiştir. Nice ülkeler dolaşmıştır bize gelinceye kadar. Ciddi olarak okumak isteyen Yunan alfabesini öğrenmeli. (Ruskin İngilizlere söylüyor bunu.) Her dilden lügatler bulunmalı kütüphanenizde. Okuduğunuz metinde hiçbir karanlık kelime kalmamalı.
Bu Ülke, s.108
Okumaktan hangi halka söz ediyoruz? Okuma terbiyesinden önce, çok daha mühim, çok daha acil disiplinlere muhtacız. Böyle bir ruh haleti içindeki insanlar nasıl, neyi okuyabilirler? Büyük bir yazarın tek satırını anlamaları imkânsız.
Kendilerini yığın hâline getiren bir millet payidar olamaz. Tek kaygısı para olan bir yığın, yaşayamaz. Düşünceyi küçümsüyoruz. Kitaba harcadığımız parayı, atlar için harcadığımızla kıyaslarsak, yerin dibine girmemiz gerekmez mi? Kitap sevene, kitap delisi diyoruz, kimseye at delisi dediğimiz yok, kitap yüzünden sefalete düşen görülmemiş. At kuyruğunda iflas eden edene. En güzel kitap bir kalkan balığı fiyatına. Alan nerede? Umumi kütüphaneler resmi ziyafetler kadar pahalıya mâl olsa idi hükümetimizin daha çok iltifatına mazhar olurdu şüphesiz. Kitaplar bileziklerin onda biri kadar etse beyefendilerimizle hanımefendilerimiz arada bir okumak hevesine kapılırdı belki. Birçokları kitabı ucuz olduğu için almaz. Düşünmez ki kitabın tek değeri okunmasındadır. Bir değil, birkaç defa okunmasında, çizilmesinde, tanınmasında.
Felaketimizin kaynağı kültür yokluğu. Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek. Harami mağaralarının kapılarını değil, hükümdar hazinelerinin kapılarını açan büyü kitap.
Bu Ülke,s. 109-110
Ruskin okumaya çok önem verir. Okumak iki ruh arasında âşıkane bir mülakattır. Her yabancı intiba vuslatın büyüsünü bozar. İster güneş ışıldasın gök kubbede, ister duvarda bir petrol lambası yansın. Pencerede şakıyan kuşlardan bize ne. Reel olan tabiat değil, kitaplarda görülen rüyadır. Meçhule açılan bir kapıdır kitap. Meçhule, yani masala, esrara, sonsuza..
Proust'a dönelim: 'Okumak başka, sohbet başka. Okurken bir başka düşünceyle temas halindeyiz; ama tek başımızayız, insan fikri bakımından çok daha güçlü, konuşma bu gücü dağıtır. Okurken sadece ilham alırız, kafamız dilediği gibi çalışır. Hem yalnızız, hem beraber. Bir nevi mucize. Ne yazık ki, bu sihirli mahremiyetin de bir sınırı var.'Güzel kitaplar yazar için bir son, okuyucu için bir davettirler. Suallerimize cevap vermezler. Birtakım arzular uyandırırlar bizde, iştiyaklarımızı alevlendirirler. Yazar sözünü bitirince şaşarak fark ederiz ki hiçbir şey söylememiştir henüz... Kitap her sualimizi karşılayamaz, doğru. Ama hangi sohbetten doyarak çıkarız? Bu kanma bilmeyen susuzluk insanın alın yazısı değil mi? Şüphelerimizi, tereddütlerimizi arzın ve zamanın bütün büyük zekâları çözemezse, dar bir coğrafyanın ve hasis tesadüflerin karşımıza çıkardığı bir insan nasıl çözebilir? Kitap denen uçsuz bucaksız okyanusta daima yeni keşifler yapmak kabil. Hangimizin irfanı, o sonsuz 'belki'yle boy ölçüşebilir?
Okuma, içimizdeki meçhul âlemin kapılarını açan bir anahtar. Peki ama, o meçhul alemin tekevvününde payı yok mu okumanın? İç dünyamızın sınırlarını genişleten kitap değil mi?'
Proust devam ediyor: 'Okuma zihnî hayatı uyandırmak, yerini almamalı onun. Başkalarının hazırladığı bir bal değil hakikat, onu kitap sayfalarından toplayamayız, kafamızın ve gönlümüzün iç hamleleri ile fethedebiliriz ancak. 'Doğru. Zihin arı, kitap çiçek, dış dünya kovan.' Aydın okumak için okur. Kitap kitap olduğu için perestiş eder... Bulduğunu yükler hafızasına. Sindiremez, hayatına katamaz. Kendi kendini zehirler. Bu fetişist saygı zararlıdır; ama çok yaygındır da. Bu 'edebi hastalığa' büyük adamlar daha çabuk tutulurlar. Düşünce ile doğrudan doğruya temas etmedikleri zaman kitaplarla beraber olmaktan hoşlanırlar. Zaten, kitaplar da onlar için yazılmış değil mi? Büyük zekâlar kitabîdirler. Ama bu, kitabîliğin bir kusur olmasına mâni değildir. Kitabîlik zekâdan çok hassasiyet için tehlikeli. Dâhi her okuduğunu temessül eder, kendi malı olur fikirler. Bir kucak odun küçük bir ateşi söndürür, büyük bir ateşi daha da canlandırır.
Bu Ülke, s. 111- 113
Bütün medeni ülkelerde aynı şikâyet: Okumuyoruz. Kitaplar çoğaldıkça okuma sevgisi azalıyor. Ama yine de birçokları için okumak bir hastalık. Böyleleri incelemek, düşünmek, dinlemek, eğlenmek için okumaz; okumak için okur. Ne sanat heyecanı ararlar, ne zekâlarını geliştirme emelindedirler. Çok okurlar, ellerine geçeni okurlar. Sabırsızdırlar, sırtlarından bir yük atmak isterler sanki. Okuduklarını reddetmek veya tartışmak ihtiyacını duymazlar. Kitap kapanır kapanmaz içindekiler unutulur. En büyük zevkleri kitap değiştirmektir. Her matbuata saldırırlar. Kimi yarısını okur kitabın, kimi yalnız sonuna bakar. Kimi de bir baştan bir başa okur. (Mesela gazete tiryakileri) Okur gibi yapanlar da caba. Hepsi de rüya görür gibi okur. Bu tiryakilik tembelliğin marazi bir şeklidir yazara göre. Okuma delisi birçok şeyleri anladığını vehmeder. Başkalarının sözleriyle yetinmek, her konuda başkasının anlayışına, başkasının fikirlerine başvurmak, alışkanlıkların en kötüsü. 'Kitapta okudum, gazete yazıyor gibi sözler iradenin ve kişiliğin yokluğunu gösterir. Aşırı ve düzensiz okuma hafızayı, düşünce mekanizmasını bozar. Hasta gündelik hayattan kopar, çevresinde olup bitenleri göremez, anlayamaz. Marazi okumanın belirtilerinden biri hafıza zayıflamasıdır. Hasta gerçek hadiseleri unutur, okuduklarını hatırlar. Realiteden uzaklaşır, kitaptaki olaylara bağlanır. Düşünceleri birbirine karışır, kendi başına muhakeme edemez olur. 'Okuduğunu tahlil etmeyen, daha önce okuduklarıyla karşılaştırmayan, her an kendi kafasını kullanmayan zekâsını mahveder. Okumak, sayfanın bütününü, cümleleri, kelimeleri anlamaktır. Dikkat gevşeyince gölge düşünceler kalır kafada. Çabuk okuyan dikkatini teksif edemez.'
Makalenin yazarı Ossip Lourai bu çeşit okumayı gerçek bir hastalık olarak vasıflandırıyor. 'Okuma ile zehirlenenler uykularını kaybederler. Uykusuzluk psikoz başlangıcıdır. Bu hastalık da afyon ve esrar gibi, rüyalara, hayallere, sanrılara yol açar. İlletin bir başka tezahürü de mektup yazma, daha doğrusu yazı yazma hastalığı.'
Asır başı ruhiyatın kahramanlık çağı. Kimi Fransız şiirini tereddi ile vasıflandırır, hekimlerin, kimi sosyalizmi hastalık sayar. Bu dikkate layık makalenin aynı mübalağa ile malûl olduğunu düşünüyoruz. Marazi okuma sebep midir, netice mi? Başka bir tabirle, insanlar sinir hastası oldukları için mi realiteden kaçar, kitaba sığınır, yoksa uykularını kaybettikleri, kitaba iltica ettikleri için mi sinir hastasıdır. Don Kişot'u çıldırtan, kitap mı, Don Kişot çılgın olduğu için mi kitap delisi?
Proust'a dönelim: "Okumak da bir dostluk kurmaktır." diyor Proust. Diğer dostluklardan farkı samimiyetinde. Konusu bir ölü. bir uzaktaki.. Bunun için de hasbi ve iç açıcı. Çirkinliğinden sıyrılmış bir dostluk... Saygı, şükran, bağlılık dediğimiz ve o kadar yalanla karıştırdığımız bütün o merasimler, bütün o nezaket gösterileri kısır ve yorucu. Dostluklarımız çok defa tesadüfün eseri. Bir sempati başlangıcı, düşünülmeden söylenmiş bir söz, yanlış anlaşılan bir iltifat, yazdığımız ilk mektuplar müebbeden çözemeyeceğimiz bir alışkanlıklar ağının ilk düğümleri. Okuma dostluğu ilk saf hâline irca eder. Kitaplarda merasime ihtiyaç yok. İstersek akşamı onlarla geçiririz. İstersek... Çok defa istemeyerek ayrılırız onlardan. 'Hakkımızda ne düşünecekler acaba? Acaba bir patavatsızlık yaptık mı? Hoşlandılar mı bizden? Falanı görünce bizi unutacaklar mı?' gibi. Saf ve sakin bir dostluk. Ne alayişe lüzum var, ne gevezeliğe. Sükût, söz gibi kusurlarımızın, sırıtışlarımızın izini taşımaz. Yazarın düşüncesi ile kendi düşüncemiz arasına egoizmleri sokmaz, konuşmayı yabancı unsurlarla zehirlemez. Kitap sahiden kitapsa dili de saftır. Yazar yabancı cisimleri ayıklamış, düşüncesini olduğu gibi sunmuştur bize. Her cümlesi bir sonrakine benzer. Aynı ses, aynı perde. Yazarı aksettiren ayna.
"Zekâ geliştikçe artar bu sevgi, tehlikeleri de azalır. Sıhhatli bir zekâ kitapları çalışmalarına tâbi kılar. Onun için eğlencelerin en asilidir okuma, daha doğrusu asilleştirir. Kitap zekâyı kibarlaştırır. Hassasiyetimizle düşüncemizi ancak kendi içimizde, zihni hayatımızın derinliklerinde geliştirebiliriz. Ama zekânın tavırlarını efendileştirmek için okumak zorundayız. Bazı kitapları, edebiyat ilminin bazı inceliklerini bilmemek, dâhiler için bile fikri bir avamlık işareti. Kibarlık ve asalet, düşünce dünyasında da bir nevi alışkanlıklar francma-çonnerie'sinden bir gelenekler mirasından ibaret."
Bu Ülke, s. 114-116
Her kitap tılsımlı bir saray. Kapıları her gelene açılmaz. Büyüklerde kıskanç... Kitaplar kadınlara benzer. Paris, Londra veya Madrid... Herhangi bir dişi kadar alelade. İnsan şehriyle biner trene, şehri, yani zaafları, alışkanlıkları, zilletleriyle. Her kitapta kendimizi okuruz. Kitaplar da metruk kervansaraylar gibi boş. Onları dolduran senin kafan, senin gönlün...
Bu Ülke, s. 260
Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar, kumsalda oynayan bir çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar, belki açamazlar.
Bu Ülke, s. 265
Çocuklarım, ben bu kitapları bütün dünya nimetlerinden, çok defa vazgeçilemeyenden, vazgeçilemeyecekten feragat ederek bir araya getirdim. Size bir dünya, dost bir dünya hazırladım, hazırlıyorum. Fırtınaya tutuldukça sığınacağınız tek liman bu. Daha doğrusu bu limandan ayrılmazsanız kasırgalardan uzak kalırsınız. Bu kitaplar benim sevgililerim. Ama yıllarca konuşamıyoruz. Birbirimizin dilini unuttuk. Bilmem neden darıldılar?
Jurnal I, s. 162
Kitap, kainata açılan kapı. Ruh yazının icadından sonra ölümsüzleşti. Ehramlar ahmak taş yığını. Granit homurdanır, mermer gülümser. Yalnız kitap konuşur. İnsanı kertenkele olmaktan kurtaran, soyumuzun hafızası. Kaybolmayan mazi.. Tanrı bütün nevileri denedikten sonra insanı yarattı ve selahiyetlerini ona devretti. Kitap binlerce yılın ötesinden gelen ve binlerce yıl öteye taşan ses. Kitap bütün peygamberlerin mucizesi, Eflatun'u barbarlardan ayıran okumuş olması. Hepimiz maddenin mağarasına zincirliyiz. Kitap mağaramıza akseden ışık. Pisliklerinden, ölümlü taraflarından sıyrılan insan, yalın kılıç insan. Kalp ve kafa.
Jurnali, s.217
İnsanın az dostu, çok tanıdığı olmalı Voltaire'e göre. Kitaplar, kitaplar, kitaplar... Çok kere binlercesi aynı şarkıyı söylüyor. Birinin sesi daha güzel, öteki daha çok falso yapıyor. Binlerce kitap aynı büyük sesin dağılan, boğuklaşan, bazen asırdan asra, bazen ülkeden ülkeye akseder yankıları... Kitap kitabı doğuruyor. Doğurmayan kitaplar da var. Yahut adını taşıyan çocuklarla gerçek hiçbir babalık bağı olmayan kitaplar. Bu kâğıt okyanusunda boğulmamak, bu Babil Kulesi'nde sükûnetle dolaşabilmek için hangi kılavuzun peşinden koşacak, hangi pusulaya güveneceğiz?
Okuyanın boğazına kadar gömüldüğü trajedi şu: Kitaplar ancak dostlarına açılıyorlar. Yoksa konuştuklarını dinlemeye değmez. Çok tanıdık sadece vaktini yiyor insanın.
Jurnal I, s. 253- 254