Kullanıcı Oyu: 1 / 5

Yıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Cemil Meriç

Kitap limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitap­taki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Kitap benim has bahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplardı.

Bu Ülke, s.37

 

Büyük eserler, uzun doğum sancılarının mahsulüdür. İnsanlığa yepyeni dünyalar kazandıran yaratıcıların zaferle­rinde vefanın ve sabrın hissesi pek büyüktür. Unutma ki ta­van arasında yaratacağın büyük sanat eseri milyonların şuurundaki zinciri kırabilir. Uykusuz geceler, iftira, sefalet, doğum sancıları... İşte dünyamızda hakiki sanatkârı bekleyen akı­bet...

Bu Ülke, s. 42

 

Evet kitap da, kültür de bütün sevgililer gibi kıskanç, ko­parıyor insanı, realiteden koparıyor. Ama asıl realite onlar de­ğil mi? Yahut realitenin kalan parçası... Her okuyan Donkişotlaşır, yani gurur olur, feragat olur. Don Kişot, istikbale ta­şan mazi. Hatta bazen tek başına hak ve hakikat. İnsanların zincire vurulmasına tahammülü yok. Don Kişot kanatlı, ker­tenkelelere gülünç görünmesi bundan.

Bu Ülke, s.48

 

Karanlıkları devirmek ve aydınlık çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah kalem. Söze, yazıyla kazanılmayacak savaş yok. Kalem sahiplerine düşen ilk vazife telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcı olmamak. Halkı okumaya, dü­şünmeye, sevmeye alıştırmak. Bir kılıcın kazandığı zaferi baş­ka bir kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler tarihe mal olur, tarihe, yani ebediyete.

Bu Ülke, s.94

 

Toprak sarsılıyor. Hep birden esfel-i safiline yuvarlanmak istemiyorsak, gözlerimizi açmalıyız. İnsanlar sloganla güdül­mez. Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet. Kitaplardan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız.

Bu Ülke, s. 94

 

Kitap istikbale yollanan mektup. Smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür. Kitap beraber yaşar sizinle, beraber yürür.

Bu Ülke, s. 100

 

'Susam ve Zambaklar' Ruskin'in en çok sevilen, en çok okunan kitabı. Şöyle diyor Ruskin: 'Kendimize dost seçece­ğiz. En iyilerini seçmek isteriz; ama nerede bulacağız o dost­ları? Kaç kişiyi tanıyoruz? Her istediğimizle tanışabilir miyiz? Talihimiz yar olursa uzaktan görebiliriz büyük bir şairi, sesini duyabilirsek ne devlet... Bir bakanın odasında on dakika kal­mak, bir kraliçenin bakışlarını bir saniye üzerimize çekmek, ümit edeceğimiz bahtiyarlıkların en büyüğü. Ama hep buna benzer mesut tesadüfler peşindeyizdir. Yıllarımızı, duyguları­mızı, kabiliyetlerimizi harcarız bu uğurda. Sayısız zilletlere kat­lanırız. Bize her kollarını açan bir dostlar topluluğundan ha­bersiz yaşarız. İçlerimizde hükümdarlar da vardır, devlet a-damları da. Günlerce şikâyet etmeden iltifatlarımızı beklerler. Ağız açmalarına izin vermeyiz. Filhakika seçiş hürriyetimizin hudutsuz olduğu tek dünya kitaplar dünyası.

Bu Ülke,s. 107-108

Ruskin kitapları ikiye ayırır: Geçici olanlar, kalıcı olanlar.

 

Geçiciler faydalı veya tatlı birer konuşma: Seyahatnameler, hatıralar. Bunlar kitaptan çok bir nevi mektup, bir nevi gaze­te. Kalıcı kitap sohbet değil, yazıdır. Birkaç sayfaya sığdırıl­mak istenen bütün bir hayat. Ebediyete yollanan mesaj. Kim­senin söylemediği ve söylemeyeceği gerçek. Yazar birkaç say­fayı kaleme almak için gelmiştir dünyaya. Mümkün olsa taşa kazır fikirlerini.

 

Kütüphane, bütün çağların, bütün ülkelerin ölümsüzleri ile dolu... Bir ulular bezmine kabul edilmenin tek şartı, liya­kat. Mabede bayağılar giremez. Diriler naziktir, ölümsüzler ti­tiz. Gerçekten severseniz konulurlar sizinle. Bir kitabı okurken 'ne güzel kitap' deriz, yazar da tıpkı benim gibi düşünmüş. Yanlış, şöyle dememiz gerekirdi: 'Bunu daha önce hiç dü­şünmemiştim ama, galiba doğru.' yahut 'Belki şimdi anlaya­mıyorum, birkaç gün sonra anlarım.' Önce teslimiyet, anla­mak cehdi. Sonra hüküm. Yazarın gerçekten değeri varsa, düşüncesini, bir hamlede kavrayamazsınız. Söylemek istedik­lerini bütün ile söyleyemez yazar, söylemek de istemez. Giz­ler, istiarelere başvurur.

Bu Ülke,s. 108

 

Güzel sabahları kucaklayan sis gibi güzel eserleri saran sis de tabii. Düşünceye cazip ve parlak bir biçim vermek, kü­çültür düşünceyi. Büyük yazar, içinden gelen sesi olduğu gi­bi haykırır. Kelimeleri kullanırken avamın hoşuna gidip git­meyeceğini düşünmez. Derin bir düşünceyi anlamak, o dü­şünceyi kavradığımız anda derin bir düşünceye sahip ol­maktır. Kendi içine, kendi kalbine inmektir. Nesneleri bulutlar arkasında görürüz. Düşünmek bu sisleri yırtarak aydınlığa varmaktır.

 

Yazar düşüncesini yardım olsun diye sunmaz. Bir müka­fattır bu. Layık mısınız, değil misiniz? Anlamak ister. Tabiat da öyle değil mi? Altın neden toprağın derinliklerinde? Okurken araştırmaya çıkacağınız maden: Yazarın düşüncesi veya niyeti.

 

Araçlarınız: Zekâ ve bilgi. Kayayı kıracak, madeni eriteceksiniz. Önce kelimeleri fethedeceksiniz, sonra heceleri, harfleri.

 

Bir aydın yabancı dil bilmese de olur, çok kitap oku­masına da ihtiyaç yok. Yeter ki ana dilini gerçekten bilsin. Ke­limeleri şecereleriyle tanısın. Asil olanları, adilerinden ayır­sın. Karanlık kelimeler vardır, arılar gibi vızıldayan kelimeler. Taşıdıkları hiçbir düşünce yoktur, kimse tarafından anlaşıl­mazlar. Ama yine de herkesin ağzındadırlar. Onlar için yaşa­nır, onlar için ölünür. Hayalimizin rengine bürünürler. Göre­meyiz onları, pusudadırlar. Ve bir atılışta parçalarlar bizi. Di­limizin her kelimesi başka bir dilden gelmiştir. Nice ülkeler dolaşmıştır bize gelinceye kadar. Ciddi olarak okumak iste­yen Yunan alfabesini öğrenmeli. (Ruskin İngilizlere söylüyor bunu.) Her dilden lügatler bulunmalı kütüphanenizde. Oku­duğunuz metinde hiçbir karanlık kelime kalmamalı.

Bu Ülke, s.108

 

Okumaktan hangi halka söz ediyoruz? Okuma terbiye­sinden önce, çok daha mühim, çok daha acil disiplinlere muhtacız. Böyle bir ruh haleti içindeki insanlar nasıl, neyi okuyabilirler? Büyük bir yazarın tek satırını anlamaları im­kânsız.

 

Kendilerini yığın hâline getiren bir millet payidar olamaz. Tek kaygısı para olan bir yığın, yaşayamaz. Düşünceyi küçümsüyoruz. Kitaba harcadığımız parayı, atlar için harcadı­ğımızla kıyaslarsak, yerin dibine girmemiz gerekmez mi? Ki­tap sevene, kitap delisi diyoruz, kimseye at delisi dediğimiz yok, kitap yüzünden sefalete düşen görülmemiş. At kuyru­ğunda iflas eden edene. En güzel kitap bir kalkan balığı fiya­tına. Alan nerede? Umumi kütüphaneler resmi ziyafetler ka­dar pahalıya mâl olsa idi hükümetimizin daha çok iltifatına mazhar olurdu şüphesiz. Kitaplar bileziklerin onda biri kadar etse beyefendilerimizle hanımefendilerimiz arada bir okumak hevesine kapılırdı belki. Birçokları kitabı ucuz olduğu için al­maz. Düşünmez ki kitabın tek değeri okunmasındadır. Bir de­ğil, birkaç defa okunmasında, çizilmesinde, tanınmasında.

 

Felaketimizin kaynağı kültür yokluğu. Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın da­ha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması de­mek. Harami mağaralarının kapılarını değil, hükümdar hazi­nelerinin kapılarını açan büyü kitap.

Bu Ülke,s. 109-110

 

Ruskin okumaya çok önem verir. Okumak iki ruh arasın­da âşıkane bir mülakattır. Her yabancı intiba vuslatın büyü­sünü bozar. İster güneş ışıldasın gök kubbede, ister duvarda bir petrol lambası yansın. Pencerede şakıyan kuşlardan bize ne. Reel olan tabiat değil, kitaplarda görülen rüyadır. Meçhu­le açılan bir kapıdır kitap. Meçhule, yani masala, esrara, son­suza..

 

Proust'a dönelim: 'Okumak başka, sohbet başka. Okur­ken bir başka düşünceyle temas halindeyiz; ama tek başımızayız, insan fikri bakımından çok daha güçlü, konuşma bu gücü dağıtır. Okurken sadece ilham alırız, kafamız dilediği gi­bi çalışır. Hem yalnızız, hem beraber. Bir nevi mucize. Ne ya­zık ki, bu sihirli mahremiyetin de bir sınırı var.'Güzel kitaplar yazar için bir son, okuyucu için bir davettirler. Suallerimize ce­vap vermezler. Birtakım arzular uyandırırlar bizde, iştiyak­larımızı alevlendirirler. Yazar sözünü bitirince şaşarak fark ede­riz ki hiçbir şey söylememiştir henüz... Kitap her sualimizi karşılayamaz, doğru. Ama hangi sohbetten doyarak çıkarız? Bu kanma bilmeyen susuzluk insanın alın yazısı değil mi? Şüphelerimizi, tereddütlerimizi arzın ve zamanın bütün büyük zekâları çözemezse, dar bir coğrafyanın ve hasis tesadüflerin karşımıza çıkardığı bir insan nasıl çözebilir? Kitap denen uçsuz bucaksız okyanusta daima yeni keşifler yapmak kabil. Hangi­mizin irfanı, o sonsuz 'belki'yle boy ölçüşebilir?

 

Okuma, içimizdeki meçhul âlemin kapılarını açan bir anahtar. Peki ama, o meçhul alemin tekevvününde payı yok mu okumanın? İç dünyamızın sınırlarını genişleten kitap de­ğil mi?'

 

Proust devam ediyor: 'Okuma zihnî hayatı uyandırmak, yerini almamalı onun. Başkalarının hazırladığı bir bal değil hakikat, onu kitap sayfalarından toplayamayız, kafamızın ve gönlümüzün iç hamleleri ile fethedebiliriz ancak. 'Doğru. Zi­hin arı, kitap çiçek, dış dünya kovan.' Aydın okumak için okur. Kitap kitap olduğu için perestiş eder... Bulduğunu yük­ler hafızasına. Sindiremez, hayatına katamaz. Kendi kendini zehirler. Bu fetişist saygı zararlıdır; ama çok yaygındır da. Bu 'edebi hastalığa' büyük adamlar daha çabuk tutulurlar. Dü­şünce ile doğrudan doğruya temas etmedikleri zaman kitap­larla beraber olmaktan hoşlanırlar. Zaten, kitaplar da onlar için yazılmış değil mi? Büyük zekâlar kitabîdirler. Ama bu, kitabîliğin bir kusur olmasına mâni değildir. Kitabîlik zekâdan çok hassasiyet için tehlikeli. Dâhi her okuduğunu temessül eder, kendi malı olur fikirler. Bir kucak odun küçük bir ateşi söndürür, büyük bir ateşi daha da canlandırır.

Bu Ülke, s. 111- 113

 

Bütün medeni ülkelerde aynı şikâyet: Okumuyoruz. Ki­taplar çoğaldıkça okuma sevgisi azalıyor. Ama yine de bir­çokları için okumak bir hastalık. Böyleleri incelemek, düşün­mek, dinlemek, eğlenmek için okumaz; okumak için okur. Ne sanat heyecanı ararlar, ne zekâlarını geliştirme emelindedirler. Çok okurlar, ellerine geçeni okurlar. Sabırsızdırlar, sırtla­rından bir yük atmak isterler sanki. Okuduklarını reddetmek veya tartışmak ihtiyacını duymazlar. Kitap kapanır kapanmaz içindekiler unutulur. En büyük zevkleri kitap değiştirmektir. Her matbuata saldırırlar. Kimi yarısını okur kitabın, kimi yal­nız sonuna bakar. Kimi de bir baştan bir başa okur. (Mesela gazete tiryakileri) Okur gibi yapanlar da caba. Hepsi de rüya görür gibi okur. Bu tiryakilik tembelliğin marazi bir şeklidir yazara göre. Okuma delisi birçok şeyleri anladığını vehme­der. Başkalarının sözleriyle yetinmek, her konuda başkasının anlayışına, başkasının fikirlerine başvurmak, alışkanlıkların en kötüsü. 'Kitapta okudum, gazete yazıyor gibi sözler irade­nin ve kişiliğin yokluğunu gösterir. Aşırı ve düzensiz okuma hafızayı, düşünce mekanizmasını bozar. Hasta gündelik ha­yattan kopar, çevresinde olup bitenleri göremez, anlayamaz. Marazi okumanın belirtilerinden biri hafıza zayıflamasıdır. Hasta gerçek hadiseleri unutur, okuduklarını hatırlar. Realite­den uzaklaşır, kitaptaki olaylara bağlanır. Düşünceleri birbiri­ne karışır, kendi başına muhakeme edemez olur. 'Okuduğu­nu tahlil etmeyen, daha önce okuduklarıyla karşılaştırmayan, her an kendi kafasını kullanmayan zekâsını mahveder. Oku­mak, sayfanın bütününü, cümleleri, kelimeleri anlamaktır. Dik­kat gevşeyince gölge düşünceler kalır kafada. Çabuk okuyan dikkatini teksif edemez.'

 

Makalenin yazarı Ossip Lourai bu çeşit okumayı gerçek bir hastalık olarak vasıflandırıyor. 'Okuma ile zehirlenenler uykularını kaybederler. Uykusuzluk psikoz başlangıcıdır. Bu hastalık da afyon ve esrar gibi, rüyalara, hayallere, sanrılara yol açar. İlletin bir başka tezahürü de mektup yazma, daha doğrusu yazı yazma hastalığı.'

 

Asır başı ruhiyatın kahramanlık çağı. Kimi Fransız şiirini tereddi ile vasıflandırır, hekimlerin, kimi sosyalizmi hastalık sayar. Bu dikkate layık makalenin aynı mübalağa ile malûl ol­duğunu düşünüyoruz. Marazi okuma sebep midir, netice mi? Başka bir tabirle, insanlar sinir hastası oldukları için mi reali­teden kaçar, kitaba sığınır, yoksa uykularını kaybettikleri, ki­taba iltica ettikleri için mi sinir hastasıdır. Don Kişot'u çıldır­tan, kitap mı, Don Kişot çılgın olduğu için mi kitap delisi?

 

Proust'a dönelim: "Okumak da bir dostluk kurmaktır." diyor Proust. Diğer dostluklardan farkı samimiyetinde. Konusu bir ölü. bir uzaktaki.. Bunun için de hasbi ve iç açıcı. Çir­kinliğinden sıyrılmış bir dostluk... Saygı, şükran, bağlılık de­diğimiz ve o kadar yalanla karıştırdığımız bütün o merasim­ler, bütün o nezaket gösterileri kısır ve yorucu. Dostluklarımız çok defa tesadüfün eseri. Bir sempati başlangıcı, düşünülme­den söylenmiş bir söz, yanlış anlaşılan bir iltifat, yazdığımız ilk mektuplar müebbeden çözemeyeceğimiz bir alışkanlıklar ağı­nın ilk düğümleri. Okuma dostluğu ilk saf hâline irca eder. Ki­taplarda merasime ihtiyaç yok. İstersek akşamı onlarla geçiri­riz. İstersek... Çok defa istemeyerek ayrılırız onlardan. 'Hak­kımızda ne düşünecekler acaba? Acaba bir patavatsızlık yap­tık mı? Hoşlandılar mı bizden? Falanı görünce bizi unutacak­lar mı?' gibi. Saf ve sakin bir dostluk. Ne alayişe lüzum var, ne gevezeliğe. Sükût, söz gibi kusurlarımızın, sırıtışlarımızın izini taşımaz. Yazarın düşüncesi ile kendi düşüncemiz arasına egoizmleri sokmaz, konuşmayı yabancı unsurlarla zehirle­mez. Kitap sahiden kitapsa dili de saftır. Yazar yabancı cisim­leri ayıklamış, düşüncesini olduğu gibi sunmuştur bize. Her cümlesi bir sonrakine benzer. Aynı ses, aynı perde. Yazarı ak­settiren ayna.

 

"Zekâ geliştikçe artar bu sevgi, tehlikeleri de azalır. Sıh­hatli bir zekâ kitapları çalışmalarına tâbi kılar. Onun için eğ­lencelerin en asilidir okuma, daha doğrusu asilleştirir. Kitap zekâyı kibarlaştırır. Hassasiyetimizle düşüncemizi ancak ken­di içimizde, zihni hayatımızın derinliklerinde geliştirebiliriz. Ama zekânın tavırlarını efendileştirmek için okumak zorun­dayız. Bazı kitapları, edebiyat ilminin bazı inceliklerini bilme­mek, dâhiler için bile fikri bir avamlık işareti. Kibarlık ve asa­let, düşünce dünyasında da bir nevi alışkanlıklar francma-çonnerie'sinden bir gelenekler mirasından ibaret."

Bu Ülke, s. 114-116

 

Her kitap tılsımlı bir saray. Kapıları her gelene açılmaz. Büyüklerde kıskanç... Kitaplar kadınlara benzer. Paris, Lond­ra veya Madrid... Herhangi bir dişi kadar alelade. İnsan şehriyle biner trene, şehri, yani zaafları, alışkanlıkları, zilletleriyle. Her kitapta kendimizi okuruz. Kitaplar da metruk kervansa­raylar gibi boş. Onları dolduran senin kafan, senin gönlün...

Bu Ülke, s. 260

 

Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar, kumsalda oyna­yan bir çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar, belki açamazlar.

Bu Ülke, s. 265

 

Çocuklarım, ben bu kitapları bütün dünya nimetlerin­den, çok defa vazgeçilemeyenden, vazgeçilemeyecekten fe­ragat ederek bir araya getirdim. Size bir dünya, dost bir dün­ya hazırladım, hazırlıyorum. Fırtınaya tutuldukça sığınacağı­nız tek liman bu. Daha doğrusu bu limandan ayrılmazsanız kasırgalardan uzak kalırsınız. Bu kitaplar benim sevgililerim. Ama yıllarca konuşamıyoruz. Birbirimizin dilini unuttuk. Bil­mem neden darıldılar?

Jurnal I, s. 162

 

Kitap, kainata açılan kapı. Ruh yazının icadından sonra ölümsüzleşti. Ehramlar ahmak taş yığını. Granit homurdanır, mermer gülümser. Yalnız kitap konuşur. İnsanı kertenkele ol­maktan kurtaran, soyumuzun hafızası. Kaybolmayan mazi.. Tanrı bütün nevileri denedikten sonra insanı yarattı ve selahiyetlerini ona devretti. Kitap binlerce yılın ötesinden gelen ve binlerce yıl öteye taşan ses. Kitap bütün peygamberlerin mu­cizesi, Eflatun'u barbarlardan ayıran okumuş olması. Hepi­miz maddenin mağarasına zincirliyiz. Kitap mağaramıza ak­seden ışık. Pisliklerinden, ölümlü taraflarından sıyrılan insan, yalın kılıç insan. Kalp ve kafa.

Jurnali, s.217

 

İnsanın az dostu, çok tanıdığı olmalı Voltaire'e göre. Ki­taplar, kitaplar, kitaplar... Çok kere binlercesi aynı şarkıyı söylüyor. Birinin sesi daha güzel, öteki daha çok falso yapı­yor. Binlerce kitap aynı büyük sesin dağılan, boğuklaşan, ba­zen asırdan asra, bazen ülkeden ülkeye akseder yankıları... Kitap kitabı doğuruyor. Doğurmayan kitaplar da var. Yahut adını taşıyan çocuklarla gerçek hiçbir babalık bağı olmayan kitaplar. Bu kâğıt okyanusunda boğulmamak, bu Babil Kulesi'nde sükûnetle dolaşabilmek için hangi kılavuzun peşinden koşacak, hangi pusulaya güveneceğiz?

 

Okuyanın boğazına kadar gömüldüğü trajedi şu: Kitaplar ancak dostlarına açılıyorlar. Yoksa konuştuklarını dinlemeye değmez. Çok tanıdık sadece vaktini yiyor insanın.

Jurnal I, s. 253- 254

SON EKLENENLER

Üye Girişi